4. Bölüm

4. BÖLÜM: KİM BU K.Ç.S?

Yazarzveokuruz
fansalyaa

"Hızlı ol!" Dedim, çünkü yavaş hareketlerle birlikte sabrım kalmamıştı. "Rahat dursana kızım." Dedi bu sefer. Ben hareketlerimi bir an kesince, "Hah işte şöyle. Rahat dur biraz." Dedi gülerek. Beyfendinin keyfi ve benim sabırsızlığım ile bu böyle gitmezdi. Kendisi yavaş yavaş anın tadını çıkarsın, bende onun keyfi uğruna öylece bekleyeyim. Olmaz!

 

"Bana bak Arda! Gir artık!" Sabrım kalmamıştı, bu sefer gerçekten kalmamıştı. "Şihhtt!" Uyarıcı ses tonu ile durdum yine. Ellerim artık ritim tutmaya başlamıştı. "Aha!" Dedi yine sessizliği bozarak. "Bingoo!" Elimdeki konsolu bıraktım, "Eh işte, kimse bir ben etmiyor."

 

"Bence bu sayılmaz, bilerek yaptım." Dedi Arda bu sefer de. "Lan bi git!" Dedim yastık fırlatırken. "Benim sayemde geldi vurdu, gelmiş bana artistlik yapıyor." Sigarasını yaktı ve pencereye yaslandı. "Tamam da." Dedi dumanı dışarı üflerken. "Bir durmadın ki yerinde, bir oraya bir buraya. Beynim döndü kızım." Yanımda yastık kalmayınca ayağımdaki terliği çıkarıp fırlattım. "Seninle oyun oynayan da kabahat zaten. Demiyorsun ortağım akşama gidiyor, üstüne düğün dernek, gelmiş burda öyle oldu böyle oldu."

 

"Ben sana bir şey olacağından değil, adama bir şey olacağından korkuyorum." Tehlikeli bir insanım evet. İnsanın adı çıkacağına canı çıksın derler ya tam da oradayım şuan. "Abart." Dedim sitemle. "Napim ben elin mafya adamını?" Sigarasını bitirdi o sırada, bide üstüne küllüğe attı ve fırlattığım yastığı bana geri attı. "Asil." Dedi bana karşılık vererek.

 

"Valla doğruya doğru, adam ister mafya olsun ister başka bir şey. Her ne sik olursa artık. Sen başka bir boyutsun." Yani tamam, aranıyoruz, belki de heryerde, belki de bazıları bulmak üzere... Bunu bilmiyordum, bileceğim tek şey benim bu adamla Ordu'da iki sene nasıl kalacağımdı.

"Ay Arda sen böyle deyince bir götüm kalkıyor ki sorma." Yerimden kalktım ve telefonumu aldım masanın üzerinden. "Hem baksana ben buna ne yapabilirim ki. Adam bildiğin dev."

 

Yanında ona gösterdiğim fotoğrafları inceledi. "Kaç santimdir bunun boyu ki?" Dedim bir an. "Ne diyon kızım?" Arda şok, Arda iptal. "Taşşaktan yürüyemiyordur şimdi." Arda yanımdan ayrıldığında, "Evlendiğinde sorarsın merak etme. Çok değil yarına görürsün." Arda gerçekten adamdan çok nefret ediyordu. Sebebi belki de benimle birlikte iş yapmak istemesiydi, belki de adamı tanıdığı için.

 

"Kinlenme lan kocama, ağzını yırtarım!" Dedim elimle yırtma işareti yaparken. "Siksinler kocanı." Dedi kendine kahve yaparken. "Aaaa çok ayıp ama, nıç nıç nıç." Ayıplayıcı bir tavır takınmıştım. "Sade?" Dedi konuyu değiştirerek. "Evet exim."

"Bide ex olduk değil mi?" Arda'nın ailesi her ne kadar evlenecekler diye bilse de, konu biz ordan ayrılıp İstanbul'a geldiğimizde kapanmıştı.

"Hem ne demişler, exten next olmaz. Sen kaybettin hacı, benden bir tane daha yok çünkü." Konuşma tarzım o kadar neşeliydi ki, Arda bazen buna çok sinir olurdu.

 

İnşallah öyle biriyle tanışırdı ki, burnundan gelirdi. Bide normal biri olmasın, şöyle mafya bir adamın kızı olsun da görsün anyayı Konya'yı.

 

"Neyse ne." Dedi kahveleri servis ederken. "Düğün gerçek olacak, orda nasıl idare edeceksin? İnternet çekmez, yol olmaz, su olmaz." Haklıydı, benim her zaman göz ardı ettiğim bu gerçek şimdi açılmıştı yine. "Yani, en fazla ne olabilir onu bile bilmiyorum." Keşke bilseydim, ama maalesef. Ben ne Rize'yi bilirdim, ne de Ordu'yu. Benim tek bildiğim Marmara ve Ege bölgelerindeki illerimiz. Okul, eğitim ve iş falan derken benim çok bir gezmişliğim yoktu. Aslan abi sayesinde önce okulumu bitirdim, liseye son sene yaptırdığım o kayıt işime çok yaramıştı. Liseden sonra açıktan okuma kararım ile yemekler ve ben baş başa kaldık.

 

Önceleri sadece deneme olarak gerçekleşti. Daha sonra ise yaptığım yemekleri Aslan abinin çalışanları ve kendisi de çok beğenerek yediler. Ne kadar gerçek, ne kadar yalan bilmiyordum ama, bir şekilde benim elimden yemek yerlerdi. Hatta Aslan abinin favorisi fırında sebzeli mantardı. Eğer ben o zamanlar mesleğimi bıraksaydım şimdilerde aç kalırdım.

 

"Ben bakındım, araştırdım, soruşturdum biraz. Orda kalacağınız ev bir köyde. Köyün çoğu imkanı var ama kısıtlı. Bide orda evler çok dip dibe. Evdeki herşey yan komşunun evinde yani. Buna çok dikkat." Bunları söylerken elindeki telefonu ile evleri gösteriyordu, gösterdiği evler birleşikti.

 

"Yani işaret dili ile anlaşmak lazım belli oldu." Dedim Arda'ya. "Bence sen yine de dikkat et. Komşular zaten pek tekin değil, hepsinin işi bizim gibilerle. Bide şunu unutma, adama sakın güvenme." Bunu çok sık söylüyordu, güvenme. Zaten güvenmezdim de Arda bunu böyle çok söyleyince, artık adam ağzında kuş tutsa bir hiçti...

 

*Başkan Aslan'nın evinden*

 

Arda ile o kadar sıkıntılı şekilde duruyorduk ki, Aslan abinin gözünden kaçmamıştı tabi. "Hayırdır Arda? Ne oldu koçum?" Dedi sallanan sandalyesinde otururken. "Yok abi sadece merak ediyorum. Neden o?"

Aslan abi, eliyle Cengiz abiye çay işareti yaptı. Cengiz abi yanımızdan ayrıldığında, "Bak evlat." Dedi kedisini yere bırakıp sigarasını yaktığında,

"Asil ve bu adam daha tecrübeli. Sen daha üç yıl, o ise doğduğundan beridir bu işin içinde. Bu iş, herhangi bir şey değil. Riske atmayız."

 

"Peki." Dedi Arda arkasına yaslanıp kollarını bağladığında. "Kim bu adam?" Aha! İşte bizi yiyip kemiren o soru. "Evet abi." Dedim bende. "Kim bu K.Ç.S ? Namını duyduk ama kendisi yok."

 

Ayağa kalktı önce, "Burda olmaz, toplantı salonuna geçin." Dedi. Arda'ya gözlerim irice açılmışken sessizce, "Adam kesin o odada." Dedim. Arda ise pek umursamıyor gibiydi. "Aman be, merak etmesen de olur." Oflayıp ayağa kalktı benim gibi, ben yan yana gitmeyi planlarken Arda çok hızlı bir şekilde merdivenlerden yukarı kata çıktı. "What is this?" Dedim yukarı doğru bağırarak. Hiç bana mısın demedi. Vay oç!

 

Bunun derdi şimdi benimle miydi, yoksa şu K.Ç.S denilen adamla mı?

 

Arda'nın tipik hareketleriydi bunlar, kendini hep ön plana atmak isterdi. Bir zamanlar benim gibi, ama atladığı şey ne kadar önde olduğu değil, ne kadar temiz iş çıkardığıydı. Evet bu üç yılda hem tek hemde beraber işler yapmıştık. Hatta bir keresinde nedense dansöz kılığında bir bara girmemiz gerekiyordu. Arda'nın kaslı ve seksi vücudu buna biraz engel olsa da gitmiştik.

 

Yüzündeki makyaj, kafasındaki saç, ellerindeki tırnak ve kırmızı ruju beni benden almıştı, bunu itiraf etmeliydim.

 

"Üfff taş gibi hatun!" Dedi Arda'nın yanındaki adam. "Ay yapma!!" Dedi Arda. Sesini ne kadar inceltmeye çalışsa da, sesi sanki travesti gibiydi. Adam ise elleriyle takma memelerine para takıyordu, yani anlaşılan adam Arda'ya tutulmuştu. Varoş adam ve ucuz zevkleri... Bide öyle çok değil, hep yirmilik kağıtlar taktı şerefsiz.

 

Ne yani benim Arda'm, pardon Arya'm yirmi liralık mıydı? Çok ayıp ettin usta. Arda o kadar masrafa girsin sen yirmilik kağıtlar tak.

 

Arda bana, 'beni kurtar' der gibi bakarken ben sahnede Mezdeke ile kıvırtıyordum. Oturmaya gelmemiştik zaten. Yanımda adamlar doluşmuşken Arda, "Ben bir gidiyorum." Dedi elleriyle. Ben ise kafamla onaylerken, Arda ayağındaki topuklularla ortadan kayboldu. Artık karşına çıkanı öldürürdü. Bundan hiç şüphem yoktu.

 

Bağırmaya başladım birden, herkesin dikkatini çekmeyi bir şekilde başarmak lazımdı çünkü. "Oturmaya mı geldik ayol?" Devam ettim sonra, başka bir şarkı çalarken. "Kalkın oynamaya!" Masa masa adamları ellerinden tutup ayağa kaldırdım.

Daha sonra ise iş bendeydi, öyle ki Arda'nın işi benden daha zordu. Selami Ok'un benim yanımdan ayrılmaması gerekiyordu çünkü.

 

Selami' yi yanıma çekip ona oynamaya başladım. Halinden pek memnundu, elindeki deste deste parayı üstüme atıyordu. Bak sen, madem bu kadar zengindin, şu garip insanlardan ne istedin keltoş? Şeytan keline patlat bir kaç tane dese de yapmadım, şuan şeytana uymak demek, bir çuval inciri berbat etmek demekti.

 

Arda'nın mutlu mutlu geldiğini gördüğümde, beni içlerine alan adamların arasından çıktım. Arda'nın yanına varıp kolundan tutup, adamların içlerine soktum. Asıl şov şimdi başlıyordu işte, hünerlerini gösterme zamanı! Sayın Arya Hanım.

 

Arda çıkmak için bir kaç kez döndü etrafında, ama ne yazık ki bu ayyaşlar pek geçit vermiyordu.

 

Ben ise şarkıyı yöneten şahsın yanına ulaşmıştım. Arda orda tek başınaydı. Kollarımı kaldırıp ortamı daha da coşturdum. "Şu ilk açtığın Mezdeke'yi aç." Adam başını salladı önce ve daha sonra ise ortamın rengini biraz kararttı. Arda da hiç oynamayı bilmiyormuş bunu da anlamış oldum. Elleri ve kolları belli belirsiz kalkıp iniyordu. Zaten yeterince zor durumda kalmışken bide benim bu yaptığım... Bence harika!

 

Yanlarına gittim bende, Arda ise yine çıkmaya çalıştı. Bide ne olsun? Ona yirmilikler takan adam kalçasından tutup oynamaya başladı. O sırada gülmemi asla tutmamış ve gülmüştüm.

Arda bana baktıkça ben bakışlarımı kaçırdım. Arda çıkmak istedikçe yirmilik adam engel oldu. Bu böyle Mezdeke bitene kadar devam etti. En sonunda ışıklar eski haline gelmişken, Arda elini peruğuna attı, aha geldi!

 

Peruğunu çıkardığında hafif uzun ve siyah renkli saçları ortaya çıktı. Keli, benim geleceğimden daha parlak olan kel adam birden. "Aaa! Erkekmiş lan bu!" Dedi, o ana kadar her şey yolundaydı da, Arda pek dayanamayıp 'ben burdayım!' deyip çıkarmıştı peruğu.

 

Asıl şimdi sıçmıştık işte. Bende hemen konuştum. "Ayol bu ne?!" Arda ayağındaki topukluları da çıkardı ve arkasında duran yirmilik dayıya kafayı indirdi.

 

"Ne götümü elliyon piç herif!?" Arda dur, şimdi olmaz Arda! Yirmilik dayı biraz arkaya sendeleyecek gibi olsa da hemen toparlandı. "Sen." Dedi inanmayarak. "Sen travesti misin?"

Arda şarkıları kontrol eden adama seslendi bu sefer. "Kapat lan şunu! Sikmeyeyim belanı!" Daha sonra ise yirmilik dayıya döndü. Yakalarından tuttu önce, " Lan piç." Dedi ve devam etti. "Ordan öyle bir şeye mi benziyorum?"

 

"Sende mi erkeksin?" Dedi yirmilik dayı, sanırım bu bana söylenen bir sözdü. "Sanane lan!" Dedi Arda bir yumruk indirdiğinde. Herkes olduğu yerde donmuştu resmen. "Dağılın ulan!" Bizim Arya oldu yine Arda. Ben tahmin etmezdim hiç, ama yirmilik dayının hayalleri çöp olmuştu. En çokta yirmilik dayıya üzüldüm. İyi hoş adamdı da, pek cimriydi. Bu devirde kimse yirmi kağıda götünü bile vermezdi.

 

Arda kolumdan tuttu, sanırım işimiz burda bitmişti.

 

"Arda sen naptın?" Dedim gülmemi bastırmaya çalışarak. "Piç götümü elledi, az daha gidiyordu iffetim."

"Tabi bunca yıl koru sonra yirmilik dayı gelsin." Dedim ama devamını getiremedim. Çünkü şuan bahsettiğimiz dayı arkamızdan sesleniyordu. "Arya!" Bide o kadar heyecan yapma be! Kalpten gidicem şimdi!

 

"Lan sen halen burda mısın?" Arda'nın yanından yavaşça ayrıldım. Bu mükemmel buluşmayı kayıt altına almalıydım. Paltonun cebinden aldığım telefonum ile en ücra köşede çekime başladım. "Dur gitme." Dedi dayı. Arda'nın " La havle!" Dediğini ve,

"Dayı siktir git! Erkeğim lan erkek!" Dediğini ben duyduğum da yıkılmıştım. Peki ya yirmilik dayı? Hiç mi acımadın Arda?

 

"Olsun." Ne? Olsun mu?!

"Gay misin dayı! Sikeyim! Nasıl bir bela buldum?" Dediğinde dayı dizlerinin üzerine çökmüştü. "Ben sana bakarım." Arda bir an etrafına bakındı, daha sonra ise tabana kuvvet koşmaya başladı. Bende bu anı çekmek amaçlı koşmaya başlamıştım. Yirmilik dayı da hen konuşuyor, hemde Arda'nın peşinden koşuyordu. "Nereye?"

 

"Lan git! Hoşt ulan!" Çekerken gülme krizine girmiştim. Bide canlı canlı da izlemiştim. Ben daha ne isterim ki?

"Adım Şerafettin, bul beni Arya!"

Dayının adı da kendi gibiydi. Hem ucuz, hem varoş, hemde takıntılı.

 

En sonunda pes edip durmuştu. Arda ise bir oraya bir buraya girip çıkıyordu. Yetmezmiş gibi de bir yandan beni arıyordu. "Nerdesin?"

Birden karşına çıkıp, "Hayatına böyle girsem ne yapabilirsin ki?" Dedim.

Eliyle yüzünü silmeye çalıştıkça yüzü berbat bir duruma girdi. "Yapma, Şerafettin dayı üzülür." Yüzümü büzdüm hemen bunu dediğimde.

 

"Sikerim şimdi Şerafettin dayını! Tövbe yarabbim, erkeğim diyorum lan erkek!" Ben kendimi yere atmış gülerken Arda ise üstünü örtmeye çalışıyordu, tabi halen üzerinde dansöz kıyafetleri vardı.

 

"Kalksana! Kalk şimdi gelecek yine siktiğimin yirmiliği."

 

Arda'ya tutunup kendimi attığım yerden zorda olsa kalktım. Çünkü gülmekten karnıma kramp giriyordu.

"Arda, Arda sus lütfen. Gülmekten babaannem hortladı." Arda ise tövbe yarabbim demekten başka bir şey demiyordu. Sanırım bu gün akşam yaşadıkları, bütün hayatını film şeridi gibi gözünün önünden geçirmiştir.

 

"Hadi yine iyisin." Dedim arabada otururken. "Ne diyon yine?" Anlatayım hemen Şerafettin'in Arya'sı. "Adam başka şeylerde yapabilirdi. Ucuz yırttın." Sinirle elindeki sigarayı attı camdan. Daha sonra ise hızla arabayı sürmeye başladı. Allah'tan kıyafet getirmişti yanında, yoksa bir Şerafettin vakası daha yaşardık.

 

"Tamam, tamam." Dedim şakayı bırakarak. "Özür dilerim." Derince verdi nefesini ve, "Ben orda götümün derdine düşeyim, sende makara. Alacağın olsun." Sesinde birazda sitem vardı. "Ama eğlendik fena mı oldu ayol." Ağzından olumsuz bir nida çıkarken. "Yok canım olur mu? Götü elden giden bendim."

 

Konuştukça aklıma az önceki sahneler geliyordu, hele ki Arda'nın koşmasına karışıklık yirmilik dayının kovalaması... Gülmekten öldüm desem yeridir.

 

Toplantı salonunda Arda kendi yerinde oturmuştu. Ben ise yanındaki yerime değilde, başka bir yere oturdum. Bu erkekler de çok trip atar olmuşlardı şu sıralar. Aslan abi de geldi salona en son olarak.

 

"Şimdi plan basit değil." Dedi konuya girerek. "Asil sen evleniyorsun." Ne?

"Nasıl yani?" Dedim açıklama beklerken. Arda ise şaşkınca bana bakıyordu. "K.Ç.S" Dedi, "Onunla işte, Ordu da bir adam var. Turan Engin. Herkesin işlerine bir şekilde girip bozuyor." Arda kollarını bağladı yine.

 

"Tamam da evlenmek zorunlu mu?" Dedim çünkü şu ana kadar başıma hiç böyle bir şey gelmemişti. "Zorunlu tabi, yoksa keyfimizden demiyoruz, küçük." Aha şimdi bittim ben. Ben daha Arda'ya üç senedir zor alışmışken bide bu K.Ç.S çıktı başımıza. "Tamam abi." Dedim merakımı bastırmaya çalışarak.

 

"Adamı tanırım, işinde gücünde biri. Bizden farklı ama. Daha doğrusu sizden. En çokta senden küçük. " Dedi Aslan abi. "İşin en güçlü piyonu."

 

"Adam hakkında başka ne biliyoruz, nerde ne yapar?" Arda en sonunda konuşmuştu. "Bizden yardım istiyor, Turan Engin için. Onu da ancak orda bir süre yaşayıp yapabilir." Aslan abi baş köşedeki yerine oturduğunda içeri kahveler geldi. " Ne kadar bir süre abi?" Dedim. Kahveler servis edildikten sonra. "İki yıl civarı."

 

"İki yıl fazla değil mi?" Dedi Arda suyundan bir yudum aldıktan sonra.

"Önce biterse de olur ama en az iki yıl." Tamam işte ben bitmiştim. "Abi, adam ne diyor bu işe?" Dedim anlık olarak. "Adam hazır eğer sizde hazırsanız pazartesi akşamı yolculuk Ordu'ya."

 

"Abi ondan önce halletmeniz gerekenler var ama pazartesi akşamı hazır oluruz." Sözler bitmişti, adamı görmek umuduyla çıktığım toplantı salonundan elim boş bir şekilde dönüyordum. Aslında sadece fotoğraf bile olsa görmek hoştu. Sadece canlı görseydim, içiniz ne olduğunu anlamak için gözleri yeterdi. Hayat çok garipti, başın sıkıştığı zaman düşmanım dediğin adamdan yardım istersin. Şimdi ise top bendeydi, Arda'nın tepkisi elbette hoş karşılanmadı benim açımdan. Ben hiç bir zaman onu arka plana atma gibi bir dert edinmemiştim kendime çünkü.

 

Şimdi ise bana evleniyorsun dendi, hemde hiç tekin olmayan bir adamla. Üstüne üstlük bide aynı evde nerdeyse iki yıl. İşin ciddiyeti her dakika daha da artıyordu, sonunda herkes bir şekilde zarar görebilirdi. Bu ben bile olsam. Eğer görev yerine gelmezse zaten ben ölmüş olurdum. Kimse beni bulmadan ben kendim infaz ederdim, kendimi.

 

Aslan abi kahvesinden bir yudum aldı, elleri masada ritim tutarken, arkasındaki duvara yansıtılan şeye odadaki ben ve Arda çok dikkatli bakıyorduk. Ayakta olan Cengiz abi, "Başkan." Dedi slayttan bir bölüm açmışken. "Bu Korel Çağan Saygıner."

Adamın sadece fotoğrafı vardı elimizde. Göründüğü kadarıyla esmere kaçan ten rengi, koyu kahve saç ve sakalları vardı.

 

İrice bir vücudu ve yüzü de, dikkatlerden kaçacak bir şey değildi.

 

Gözleri de anlam veremediğim bir renk idi. Sanki solmuş bir yaprak misali... Sanki sonbahardı gözleri. Ne kahve, ne ela... Tam bir sonbahardı. Sanki o mevsimleri tek tek geçirirken gözleri sonbaharda takılı kalmış bir yapraktı, her mevsim sağ kalabilen bir yaprak.

 

Yüzündeki soğuk ifade ise insanı iten bir cinstendi. Sürekli somurtan bir ifade hakimdi yüzünde, sanki kıştı yüzü. Gözleri sonbahar, yüzü kış, peki kendisi neydi? Yaz mı? Neşeli ve sıcakkanlı mıydı? Yoksa ilkbahar mıydı, heyecanlı ve yenilikçi... Bunu anlamak için bol bol zamanınız olacaktı. Hele ki onunla aynı evde yaşadığınız zamanlarda, belli olurdu nasıl biri olduğu.

 

"Adamın dediğim gibi bizden aşağı kalır bir yanı yok. Sadece çok dikkatli olmak lazım." Aslan abinin sözü devir almasıyla içerdeki sessiz hava bozulmuştu. "Başkan, Korel." Dedi Cengiz abi. "Asil ile özel bir görüşme istiyormuş." Şok! "Nasıl yani?" Dedim bir anki şaşkınlıkla. Cengiz abi ise bilmediğini ifade eder gibi omuzlarını kaldırıp indirdiğinde, Aslan abiye baktım bu sefer.

 

"Bak işte, adam işini sağlama almadan durmaz. Sen sadece sakin ol. Sakinlik ile ne derse desin hakkından gelirsin. Laf cambazlığı yapacak eminim, ama sen de cin gibisin. Senden yana içim rahat."

 

Önümdeki sudan içtim, ellerimle kızıl saçlarımı bir kaç kez karıştırdım. Biraz heyecan bastı sanırım. Adam neden benimle birlikte iş yapmak istiyordu? Ve üstüne iki gün sonra zaten beraberdik şimdiden neden görüşmek istiyormuş, bunu hiç anlayamamıştım. Aslan abininde dediği gibi ağzımdan laf almaya çalışacaktı. Ama unuttuğu şey, benim bu işte çok şey öğrendiğimdi.

 

İnsanlara güvenmemeyi öğrendim en başta, hemde bu kim olursa olsun.

 

Sonra ise bu işteki insanları çözdüm. Bu işteki insanlar çok zalimdi. Bir o kadar da aciz ve cahil. Bir iki koruması var diye kendini bir şey zanneden de vardı, dünyanın her yerinde namı olanda.

 

Korel Çağan Saygıner gibi...

 

Adamın namı sadece adının ve soyadının baş harfleri ileydi. Ama kendisinin umrunda olan işiydi. Kimseyle yüz göz olan bir tipi vardı, şimdi ise kimseye güvenmeyen tipi ile, kendi işini kendi halledecekti. Ama yine birine ihtiyaç duyarak, yani bana.

 

Asil Demir'e...

 

"Peki Aslan abi." Dedim rahatça arkama yaslanırken. "Korel Bey'in istediği gibi olsun. Ne zaman nerde istiyormuş abi?" Cengiz abiye yönettiğim soru ile slayttan başka bir sayfa açtı. "Ordu da, köye gitmeden önce." Bu adam şaka yapıyor olmalıydı. "Adam deli midir nedir?" Dedi Arda kendini tutamayıp. "Abi zaten beraber gitmeyecek miyiz?" Dedim bende Arda'dan hemen sonra.

 

Aslan abi sıkıntı ile bir nefes alıp verdi. "Hayır küçük, sen tek olacaksın yolculukta. Biz seni Ordu da karşılayacağız. Orda düğünden sonra ise biz şehir merkezine ineceğiz. Sen ve Korel köyde kalacak ve Turan Engin ile ilgili bilgiler edineceksiniz." Ah harika! Bide yolculukta tekim! Zamanda hiç geçmezdi şimdi. Ben tek yapılan yolculukları hiç sevmezdim.

 

"Orda komşular ile aranı iyi tutmaya bak, en iyi dedektifler komşulardır unutma. " Diye de ekledi. Arda ile göz göze geldiğimizde ben kaçırdım gözlerimi. Bana pek samimi bakmıştı oysa, tribine karşılık yapmıştım bunu ama araba ile eve dönünce hemende konuşurduk. Yüzsüz müydük neydik?

 

Toplantının bitişini salona giren Kurt vermişti. Aslan abi de onunla ilgilenmeye başlamışken biz Arda ile yavaş yavaş ayaklanmıştık. Her yer siyaha bürünmüşken, bide yetmezmiş gibi evin siyahtan başka bir rengi yoktu. Dönen merdivenlerden ilk olarak ben inmiştim. Bu sefer ise arkamdan seslenen Arda idi. Bu seferde ben cevap vermedim. Biraz delirsin bir şey olmaz. Dışarı çıktığımızda hava çok soğuk ve karanlıktı. Havanın karaltısı o kadar can sıkıcıydı ki, insanın gökyüzüne bakası gelmiyordu. Herkesin özgürlük aradığı gökyüzünde, belli belirsiz bir mahkumiyet hakimdi. Sanki gökyüzünde yıldızlar ve ay mahkumdu. Ay tek başına mahkumluk ederken, yıldızlar milyonlar kadardı. , benim bu işteki halimdi. Yıldızlar ise çevremdeki insanlar. Her ne kadar çok görünseler de bir Güneş kadar etmiyorlardı.

 

Güneş'in Ay'a sağladığı ışığı onlar sağlayamadıkları gibi, üstüne birde Ay'ı kopyalamak ister gibi ışıkları vardı.

 

Ay'ın her evresinde bir yalnızlık vardı. Kendini her daim tekrar eden yalnızlık, her daim bir şekilde aynı olan yalnızlık. Sadece tarihler değiştikçe yalnızlığın boyutu ve şekli değişti. Ama yalnızlık her zaman aynıydı. Her zaman vardı ve var olacaktı...

 

Güneş'in Ay'a birde bazı zamanlar bir hediyesi olurdu. Birbirlerine tutulurlardı. Karşılıklı bir zamana geldiklerinde Ay, 'Yalnız değilmişim! Güneş neden yoktun?' Derdi. Güneş ise sıkkındı, bu anın kısa süreceğini bilir ve anın büyüsünü Ay'a anlatmak için pek bir şey yapmak istemezdi.

'Ay, sadece anın tadını çıkar. Bir daha belki denk gelmeyiz.'

 

Ay bir kez daha yalnızlığın dibine vururdu...

 

Arabadaki yerlerimizi aldığımızda Arda'nın gönlümü almak istedim, "Küs müyüz bro?" Ağzından olumsuz bir nida çıktı. "Ee o zaman?" Dedim yine ben konuşarak. "Sadece sen gidersen ne yaparım onu düşünüyorum da. Canım çok sıkılır ulan. " Bir sigara çıkardım torpidodan. "Al lan al. Al senin için yakıyoruz bu gece de."

 

Cebimden bide çakmak ile yaktım sigarasını, bu da ona son kıyağımdı.

 

Telefondan açtığım efkarlı şarkı ile tam mood bulmuştuk. Şarkıya eşlik ederken. Bir yandan da zehiri hem içimize çekiyor hemde dışarıya vuruyorduk. Bu şekilde hem soluyor hem çekiyorduk.

 

Tanrım kötü kullarını,

Sen affetsen ben affetmem...

Bütün zalim olanları,

Sen affetsen ben affetmem...

 

"Çek Arda baba, çek! Dostun yaban ellere gidiyor, çekersen sen çek!" Bu benim her ortamda gaz vermelerim...

Arda benim bunu dememle uzunca çekti ve yavaşça ağzından şekil vere vere çıkardı dumanı. "Oha nasıl yaptın lan onu?" Dedim hayranlıkla izlerken.

"Meslek sırrı." Dediğinde bir kez daha yapmıştı aynısından. Benim bunu acilen öğrenmem gerekiyordu. Yoksa ölürdüm.

 

"Ulan söylesen ölür müsün?" Dedim sitemle. "Kocan öğretsin." Dedi omuzlarını sallayarak. Alacağın olsun Arda! Ben sana yapacağımı bilirim.

Bir kaç dakika Bergen dinledikten sonra Arda'ya döndüm ve birden bağırmaya başladım. "Arda kafamda örümcek var!" Arda ne diye birden bağırırken, bir eliyle direksiyona yön veriyor, diğer eliyle de kafasını karıştırdı. Arda'nın böceklere alerjisi vardı ve hemen kaşınırdı. Şimdi böcek yoktu ama o var diye bilse hiç bir şey olmazdı.

 

"Bakim bir." Dedim telaşla. Elimle yalandan saçını karıştırdım "Bence vücuduna girdi."

 

"Kaşınmaya başladım bile." Dedi oflarken. Ben ise ciddiyetimi hiç bozmadım. "İlacın nerde peki?" Sorumun ardından bir an öylece dursa da sonrasında cevapladı. "Yok ki ilacım." Dedi.

 

"Yapacak bir şey yok o zaman." Dedim önüme dönerken. Biz eve gidene kadar kaşındı garibim. Yazık! Sen miydin bana o üflemeyi göstermeyen? İyi oldu sana! Eve vardığımızda ise arabadan iner inmez üstündeki siyah dar kazağını çıkardı. Ortada sadece taş gibi kaslı vücudu kalmışken, ışıklardan belli olduğu kadarıyla kızarmıştı. Yapacak bir şey yoktu, öyle demeseydi o da.

 

Eve koşar adımlarla girdi ve bende arkasından gittiğimde anladığım kadarıyla banyoya girmişti hemen...

 

*Şimdiki Zaman*

 

"Senin benim kocamla alıp veremediğin nedir tam olarak?" Dedim yargılayıcı bir tavır ile. Elinde yaptığı başka bir kahve vardı. Ben ise o sırada yiyeceğimiz son yemeğimizi yapıyordum. "Al kocanı başına çal."

 

"Bak!" Dedim elimdeki bıçağı Arda'ya sallarken. "Kocamı kıskanma!"

 

Tabi ki adamı savunmak gibi bir niyetim yoktu, sadece Arda biraz sinir olsun diye Korel'e sürekli olarak kocam diyordum. Yoksa o beni tanımaz etmez, ne de ben onu tanırım. Birbirini zerre tanımayan iki yabancı, iki yıl beraber birini çökertmek için uğraşacaktı. En fazla ne olabilirdi ki?

 

Kahvesini bitirip balkondan ayrıldığında artık tam olarak görüş alanımdaydı. Bu havayı bozabilecek en güzel şey tabi ki de bir şarkıydı. Telefonumdan açtığım Mezdeke ile Arda mutfağa daldı. Sanırım travması tetiklenmişti. "Ay noldu?" Dedim gözlerimi irice açmışken. Arda mutfağa girip telefonu kapattı. "Travmam var ortak, yapma şunu."

 

Biberlerin doğranma işlemleri bitmişti. Sırada soğanlar vardı. İnşallah ağlamadan biterdi. "Sende özlüyorsun değil mi? Unutamadın." Dediğimde Arda'nın yüz ifadesi bıkkındı. "Aman be tamam, itiraf etmesende olur. Ben bilirim sende özlüyorsun Şerafettin dayıyı." Yüzümdeki üzüntülü ifade ve sesimdeki geçmişi yad eden tavır, Arda'yı delirten cinstendi.

 

"Adam acaba ne diyecek sana?" Dedi birden. Soğanları soyarken, bir yandan da Arda'ya laf yetiştirmeye çalışıyordum. "Bilmem ki, belki dikkat et falan der. Belki başka bir şey. Bilmiyorum yani." Televizyondan maç kanallarından birini açtığında, hemen mutfaktan salona koştum. "Dur bakayım bir." Arda elinde kumanda hazır olda bekliyordu, çünkü ben gider gitmez Adana Demirspor kanalını açacaktı. "Bitti mi?" Dedi bir yandan bana bakarken. "Bitti dayı." Dedim elimde bıçak ve soğanla birlikte.

 

Mutfağa geri döndüğümde içeriden Arda'nın sesleri yükseliyordu. İzlemediği maçların özet bölümlerini izliyor ve tam bir fanatik mooduna giriyordu. Bu erkekler maçtan ve futboldan ne anlıyordu hiç anlamıyordum, ne olursa olsun bir şekilde maçlarını izliyorlardı. Bide üstüne sanki ilk defa izliyorlarmış gibi bir heyecanları vardı. Acaba benim babamda mı böyleydi? Maçlara bir takıntısı var mıydı, ya da fanatik miydi bir takıma?

 

Zihnimdeki düşüncelerini def etmem gerekiyordu, çünkü soğanları da doğranmıştım. Gözlerim çok yanmış ve hatta yaşlar dökmüştü. Önce makarnayı haşlamak lazımdı, benim en sevdiğim uzun makarnaydı. Kaynamış suyun içine makarnaları koydum, onlar bir yandan haşlanırken bende bu sırada, domates sosu hazırlayacaktım. Ağzımdan ritim tutar gibi ıslıkta çıkıyordu. Yemek yaparken, veya yerken ben başka bir ben oluyordum. Sanki bütün bu dertleri ben değil de bir başkası çekiyordu. Sanki şu ana kadar çok mükemmel bir hayatım vardı.

 

Domatesleri de sos haline getirip pişmeye bıraktım, şimdi sadece makarnanın ve sosun pişmesi vardı. Onlar da piştikten sonra soğan ve biberleri pişirecek ve sonrasında birleştirme işlemlerini yapacaktım.

 

Adadan geçen on dakikanın ardından, makarna pişmiş ve sosta pişmek üzereydi. Makarnayı süzdükten sonra sosa odaklandım. Bir kaç kez karşıtırdıktan sonra da soğan ve biberleri kavurmaya başladım. İkisini de çok kavurmadım, biraz diri olmaları daha güzeldi çünkü. Arda içerden "Gol!" Diye bağırınca yerimden fırladım. Bide üstüne mutfağa girip sevinç gösterileri yapıyordu.

 

"Lay lay lay lay lay la la la."

 

"Arda yeto abicim." Dedim o mutfağın ortasında zıplarken. "Gol diyorum gol!" Tamam anladık Arda gol, abartma diyecekken sustum ve sevincini yapmasına izin verdim. Onun bu Adana Demirspor sevdası çok başka bir boyuttu. İster kazansın ister kaybetsin her daim, her yerde, bu takımı savunurdu. Bu da onun nasıl bir fanatik olduğunu gözler önüne seriyordu.

 

"Yemek hazır gel balkonda yiyelim." Dedim. Arda içeriden koşar adımlarla balkona geldi. Önce makarnanın üzerine eğildi ve kokusunu uzunca içene çekti. "Şunun için kurşun atar, kurşun yerim." Dedi.

 

"Çok bakma şaşı olursun." Bunu dememle birlikte sandalyeye oturdum. Servisi Arda yapacaktı çünkü. Ben onun gibi makarnayı şekilli koyamıyordum çünkü. Bir elinde maşa, diğer elinde ise çorba kepçesi vardı. Önce makarnayı masa yardımı ile kepçeye koydu. Daha sonra ise hızla çevirmeye başladı.

 

En son makarnadan kepçeyi yavaş yavaş çekti ve makarna artık tabaktaydı.

 

Bir kez daha aynısını yaptığında, artık yemek için hiç bir işlem kalmamıştı. Güle güle yedik makarnayı, her yiyişinde çok beğendiğini ifade eden sesler çıkarıyordu. Anladım Arda, ben çok iyi bir aşçıyım. Hele ki makarnayı, benden iyi bir şekilde yapana daha rastlanmamıştık. Bu da Arda'nın deyimiydi tabi.

 

Bulaşıklar ve içerileri topladım üstten. Çünkü Arda pek toplamaya özen göstermezdi. Çok yardım eder gibi görünse de, basit bir kaç işi yapardı sadece. Gitmeme neredeyse üç saat vardı. Ben bu süre zarfinda evimde ne kadar zaman geçirirsem benim için kârdı. Valizim, yanımda götüreceğim bütün önemli eşyaları içinde barındırıyordu. Bide yanımda kol çantam vardı, uçuş anında lazım olur diye düşünüyordum çünkü.

 

"Ben gidiyorum o zaman." Dedim hüznümü saklamaya çalışarak. Arda kapının önünde, elinde bir bardak su ile çok üzüntülü duruyordu. "Yolcu yolunda gerek. Daha gidecek 700-800 kilometre yolum var." Suyu yere bıraktı önce, daha sonra ise sıkıca sarıldı.

 

"Çok dikkatli ol, o picinde sana zarar vermesine, izin verme sakın." Dedi kulağıma. "Merak etme o daha Asil Demir'i tanımıyor. Asıl o benden korksun." Gülerek ayrıldığım demiştim bunu. Gözlerini sildi ve bu benim dikkatimden kaçmamıştı. "Sen ağlıyor musun?"

 

"Yok." Dedi inkar ederek. "Gözüme toz kaçtı."

 

İnanır gibi başımı sallasamda yüz ifadem tam tersini diyordu. "Peki." Dedim kol çantamı yerden alırken. "Arda Bayraktar, senin dediğin gibi olsun." Arkamdan hemen valizimide getirdi. Bu sırada beni havaalanına götürecek olan arabada gelmişti.

 

Tekrardan sarıldım Arda'ya, en çok üzülen oydu benim için çünkü. "Kendine çok iyi bak, yemek yapmaya kalkışma sakın. Dışarıdan ye. " Bu ona son uyarımdı. Yoksa bidbkez daha hastanelik olabilirdi. "Tamam ortak, varınca ara. Bide bir şey olursa haberim olsun lütfen." Dedi benden ayrıldığında. "Tamam." Dedim bende kısaca.

 

Arabada kendime yer edindim, şimdi yolculuk tam anlamıyla başlıyordu. Yine bir yolculuktan ve görev. Asla bitmeyecek olan bu görevler her geçen gün tehlikeli ve zararlı oluyordu.

 

Havaalanına vardığımızda uçağın kalkmasına az bir süre vardı. Şoför beni yolcu etmişti son olarak ve ben artık bundan sonrası için tek idim. Uçağa bindiğimde, Arda aramıştı.

 

"Alo, iyiyim merak etme daha yeni bindim." Dedim hemen. Tekrardan uyardı beni, sakın güvenme diye. "Tamam." Dedim tekrar. "Güvenmem."

 

Kapattı kısa sürede. Ben ise uyacaktım çünkü yapacak başka bir şey yoktu. Gözlerime bandımı çektim, uyumamak için hiç bir engel yoktu artık. En büyük şansım ise, uçakta küçük çocuk olmamasıydı, yoksa katiyen uyuyamazdım. Gözlerimi açtığımda sabah olmuştu. Sessizde olan telefonumu açtım ilk önce. Arda'nın mesajları yağmur gibiydi. Bir kaçına cevap verdim ve yakında ineceğimi söyledim.

 

Geceden beridir uyumamış ve sürekli olarak mesaj atmıştı, halbuki uyuduğumu bilmesi lazımdı.

 

Uçaktan indim, verilen kahvaltıyı yapmamıştım. Gideceğim yerde daha güzel kahvaltı ederdim çünkü. Şimdi burda ayak üstü ne yersen beni doyuracak ve o güzelim kahvaltıdan edemezdim. Kendimi bilirdim çünkü, hemen doyardım sabahları.

 

Beni havaalanında karşılayan Aslan abinin bir kaç adamı ve Korel'in adamlarıydı. Aslan abininkileri tanıdığım için gerisinin onun adamları olduğunu anlamıştım. Adam galiba biraz fazla garantici biriydi. Valizimi ve çantamı Korel'in adamları aldılar. Galiba ben onlar ile gidecektim.

 

"Asil Hanım, sizler bizimle geliyorsunuz. Korel Bey öyle istediler." Dedi içlerinden biri. "Tamam." Dedim sadece ve onlarla birlikte arabaya bindim. Gidecek bir kaç dakika yolumuz vardı. Ondan sonrası ise Allah Kerim. Artık kim kimi yerse hesabı.

 

Arabada şoförün yan koltuğunda oturan adam telefondan birini aradı. Tabi ki de bunun Korel olduğunu anlamak zor değildi. Bir kaç bir şey dedikten sonra sırada bana bilgi vermek vardı. "Efendim, Korel Beyler sizleri kahvaltı için bekliyorlar." Dedi çok resmi bir şekilde. "Olur tamam. "

 

Yol boyunca Arda ile mesajlaşmak ve boş boş oflamaktan başka bir şey yapmadım. Yapacak bir şey de yoktu zaten. Neyse ki benim bu oflayarak yerimde durma olayım sonlanıyordu. Çünkü önümüzde bir çok lüks araba ve bir kaç adam vardı. En önde ise yarın düğün yapacağımız adam..

 

Korel Çağan Saygıner...

 

Elleri arkasında bileşik, gözünde bir gözlük. Kıyafetleri ise tek renk, siyah. Sakalları biraz daha kısa ve saçları çok özenli. Ben ise çok rahat bir pijama takımı ile duruyordum. Farklı kültürler dedikleri bu olsa gerek. Arabadan inmek için kola yeltendiğimde, koşar adımlarla başka bir adam açmıştı bile. Başımla onaylayıp indim, şuan tam karşımda duran adam ile aramızda pek bir mesafe farkı yoktu.

 

Kollarını iki yana açıp beni içine aldı, bu durum karşında şok olmuştum. Çünkü beklemiyordum. Kulağına fısıldadım hemen. "Ne yapıyorsun?"

Beni bırakıp alnından öperken benim gibi fısıltı ile konuştu. "Düşman yerde."

 

Yani? Bu sarılmak ve öpmek için bir bahane miydi?

 

Ellerimi tutmak için yeltendiğinde bu sefer ben sarıldım. "Bu bir bahane değil." Ayrıldığımızda ellerimi tutmasına izin verdim bu sefer. Eğer dediği gibi ise şuan da izleniyor ve hatta görüntüleniyorduk bile. Onun şoför olduğu arabaya bindik. Açtım, ama bunu dile getiremezdim. Bir yerde bir şeyler yerdim nasılsa. Arabada konuşmayı başlatan yine Korel'di.

 

"Açsındır umarım, çünkü ben çok açım." Bu adam neden böyle davranıyordu? Ben daha sert bir şeyler beklerdim. "Çok naziksin, bakıyorum da karını aç bırakmayı hiç istemiyorsun." Güldü. Hemde öyle sahteden değil, gerçekten. "Seninle çok eğleneceğiz bu belli oldu." Dedi gülmesine ara verirken. Ah harika!

 

Daha sonra ben konuşmadım ve onda ben konuşmayınca konuşmadı.

 

Bir kahvaltı yerine geldiğimizde bir kendime baktım birde Korel'e. Sanırım üzerimi değiştirip öyle inmem gerekiyordu. "Sen in benim üzerimi değiştirip inmem gerekli." Dedim inmeye hazırlanırken. "Arabada mı?"

Çantamı elime almışken, "Evet." Dedim. Başını sağa sola sallayıp indi arabadan. Benim acele ile giyinip inmem gerekiyordu.

 

Önce alt kısmı halletim. Mini deri bir etek giydim, havanın soğuk olmasına aldırmadan. Daha sonra ise üzerime daha sade bir yarım crop aldım. O da beyazdı. Saçlarım ise hafif kabarmış ama kötü bir görüntüsü yoktu.

 

Bide ayakkabı vardı, ben topuklu botlarım olmadan asla yapamazdım.

 

Onları da giydim, artık hazırdım. Arabadan indiğimde karşımda duran Korel'in bu sefer elleri önünde birleşikti. Baştan aşağıya bir süzdü önce. Daha sonra ise gülümsedi ve elini uzattı. Mecburen tutmak zorunda idim. Elinden tuttuğumda bir anda karışımıza haber ajansları çıktı. Ben şaşkınlık ile Korel'e bakarken, o benim aksime çok rahattı.

 

"Merhabalar Korel Bey." Dedi hemen biri. Korel ise başıyla onayladı sadece.

"Hanımefendi eşiniz galiba. Sonunda görmek kısmet oldu." Diye de ekledi.

Korel önce bana baktı daha sonra ise kendine uzatılan mikrofona konuştu.

"Böylesine özel biri ile olmak çok özel, ve güzel. Yalnız şimdi gitmemiz gerekiyor. Sevgili eşimle kahvaltı etmemiz şart."

 

Sevgili eşim? Ben? Ve sevgili eşi? Kahvaltı etmek?

 

Adam çok rahat ve çok profesyoneldi bu konuda onu da anlamış oldum. Şoktan şoka girerken birde bana bir soru yönetildi. "Sizler hanımefendi, sizlerde aynı fikirde misiniz?" Rahat ve sakin görünmeye çalışıyordum ve bunu cevaplamam lazımdı. Önce Korel'e döndüm. Çok içten ve çok büyükçe gülümsedim. Aynı şekilde bana karşılık verdiğinde, bu sefer haberciye döndüm. "Kesinlikle aynı fikirdeyim. Şimdi izninizle kahvaltı edelim. İyi günler."

 

Benim bunu dememle birlikte, Korel önce beni sardı. Daha sonra ise çevremizdeki korumalar. Biz ikimiz büyük bir çemberin içindeydik ve bununla birlikte burdan çıkmamız gerekiyordu.

 

"Üşümüyor musun böyle?" Diye bir soru yöneltti halen daha bana sarılırken. "Hayır, çok iyiyim sen kendine bak." Bir şey demedi bunun üzerine. Böyle yaklaşık on dakika durmuştuk. Ben ne zaman Korel'den ayrılmak için bir hamle yapsam, haber ajanslarının hedefi oluyordum. En iyisi benim Korel'e sarılmamdı. Yüzümü göğsüne yasladım, sakin olmaya ve bu haber illetinden kurtulmamız lazımdı.

 

Hemde bir an önce. Yoksa daha çok böyle dururduk.

 

Sonunda korumalar onları uzaklaştırdığında, derin bir nefes alıp ayrıldım Korel'den. Bu kadar sarılmak yeterde artardı bile.

 

"Geçelim o zaman Asil." Dedi eliyle yolu gösterirken. Başımla onaylayıp bende gittiği yoldan gitmeye başladım. Kahvaltımız hazırdı bile. Bunu nerden mi biliyordum? Çünkü bir tek masa vardı ortada ve diğer masalar başka bir kenara kaldırılmıştı. Zengin adamın hali bir başka oluyordu tabi.

 

Sandalyeye oturmak için bir hamle yaptığımda benden önce davranıp, sandalyemi çekti. Oturduğumda, oda kendi yerine geçti. Ben hiç böyle hayal etmemiştim ama, daha sert ve mafya olmasını beklerdim. Benim hayaller yine çöptü. Ah Asil ah! Senin ne zaman yüzün güldü ki?

 

Kahvaltımız da çok bir sohbet etmedik. Daha doğrusu ben hemen etip terasa çıkmıştım. Sigaramı yaktım ve manzaranın tadını çıkarmaya başladım. Arkamdan adım sesleri gelirken kim olduğunu anlamak zor değildi. Korel'di bu. Yanımda aynı şekilde sigarasını yaktı. Konuşmaya başladı. "Düşmanlar heryerde, bunun için bir şeyler yapmak lazım. "

 

"Nasıl bir şey?" Dedim sigaranmın nefesini dışarı üflerken. Hemencecik bitirdiği sigarasını ayağıyla söndürdü.

"Şöyle bir şey." Dedi ve elini takım elbisesinin cebine attı. Ben halen daha ne olduğunu anlamamıştım. Dizlerinin üzerine çökmüştü birde.

 

Ne oluyordu lan burda?!

 

Benim dikkatimi sadece Korel almışken bir kaç flaşın patladığını da yandan görebiliyordum. Dikkatimi çekmek için kısa bir öksürdü. Daha sonra ben ona bakarken," Benimle bir ömür bir hayata var mısın, Sevgili eşim?" Dedi...

 

Ne?

 

***

Bölüm : 17.02.2025 21:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...