10. Bölüm

10. Bölüm

Fatma_vp
fatma_vp

 

Bölüm 10: Hukukun Aydınlattığı Geçmiş, Aynanın Yansıttığı Yabancılık

Yurt dışında geç onca yıldan sonra, Ayşe'yi sadece başarılı bir avukat yapmakla kalmamış, aynı zamanda onu hayata karşı daha dirençli, kararlı ve adalet duygusu perçinlenmiş bir kadına dönüştürmüştü. Özellikle savunmasız kadınların ve ihmal edilmiş çocukların haklarını savunduğu davalarda elde ettiği emsalsiz başarılar, uluslararası hukuk çevrelerinde büyük yankı uyandırmış, saygın ve aranan bir isim haline gelmesini sağlamıştı. Birleşmiş Milletler'in düzenlediği önemli konferanslarda etkileyici konuşmalar yapıyor, dünyanın dört bir yanındaki hukuk fakültelerinde dersler veriyordu. Kariyer basamaklarını hızla tırmanırken, kazandığı her zaferde, savunduğu her mazlumun gözündeki ışıltıda, kalbinin en derin köşesinde on bir yıldır hiç dinmeyen bir özlem, canından can olan kızı Lina'sına duyduğu tarifsiz hasret daha da büyüyordu. Başarıları, ona kızını bulma ve ona hak ettiği adaleti sağlama gücü veriyordu sanki. Türkiye'ye dönme planları artık sadece bir hayal olmaktan çıkmış, somut adımlar atmaya başladığı bir hedefe dönüşmüştü. Birkaç önemli ve uzun süredir devam eden davasını başarıyla sonuçlandırdıktan sonra, İstanbul'un merkezi bir semtinde modern ve donanımlı bir hukuk bürosu açmayı ve tüm zamanını, tüm enerjisini kızını aramaya odaklamayı kesin olarak planlıyordu.

Binlerce kilometre ötede, İstanbul'da yaşayan Lina 17 yaşına basmıştı. Güzelliği, görenleri hayran bırakan, adeta bir peri masalından fırlamış gibiydi. Zekası ise yaşıtlarının çok ötesindeydi, her konuya derinlemesine ilgi duyuyor, keskin sorularıyla öğretmenlerini bile zorluyordu. Ancak bu parlak dış görünüşün ve zekanın ardında, son yıllarda giderek büyüyen karanlık bir gölge saklanıyordu. Eda ve Burak'ın dışarıya yansıttıkları o kusursuz aile tablosunun aksine, Lina derin bir yalnızlık ve anlaşılmama hissiyle boğuşuyordu. Annesi Eda'nın tüm ilgisi ve sevgisi, artık 23 yaşında, başarılı bir yazılım mühendisi olan ağabeyi Cem üzerindeydi. Cem'in üniversite kariyeri, yeni iş projeleri, sosyal çevresi Eda için her şeyden önemliydi. Lina ise adeta evin sessiz, görünmez bir ferdi haline gelmişti. Sabah kahvaltılarında annesinin Cem'le yaptığı uzun sohbetlere sessizce eşlik ediyor, akşam yemeklerinde ağabeyinin başarı hikayelerini dinlemekten sıkılmıştı.

Lina'nın okul başarısı giderek düşüşe geçmiş, eskiden parlak olan notları artık vasatın altına inmeye başlamıştı. Arkadaşlarıyla ilişkileri mesafeli ve gergindi. Haksızlığa tahammül edemeyen, sivri dilli ve asi bir genç kıza dönüşmüştü. Öğretmenleriyle sık sık tartışıyor, okulun katı kurallarına karşı çıkmaktan çekinmiyordu. Evdeki soğuk ve ilgisiz atmosfer, Lina'nın zaten hassas olan ruh sağlığını derinden etkiliyordu. Kendini değersiz, sevilmeyen ve anlaşılmayan bir yabancı gibi hissediyordu. Babası Burak, Lina'ya karşı her zaman şefkatli ve anlayışlı olmaya çalışsa da, otoriter ve kontrolcü yapısıyla Eda'nın baskın karakteri karşısında çoğu zaman çaresiz kalıyor, eşiyle tartışmaktan kaçınıyordu.

Bir gün, okulda Lina'nın hayatını daha da karmaşık hale getiren beklenmedik bir olay yaşandı. Lina'nın en yakın sınıf arkadaşı, ailesiyle ilgili çok ciddi sorunlar yaşıyordu ve Lina, arkadaşına destek olmak, onun yanında durmak isterken okul yönetimiyle feci şekilde ters düştü. Haksızlığa en ufak bir tahammülü olmayan Lina, okulun katı ve adaletsiz bulduğu kurallarına yüksek sesle karşı çıktı ve sonuç olarak ağır bir disiplin cezası aldı. Bu olay, Lina'nın zaten gergin ve öfkeli olan ruh halini daha da kötüleştirdi. Kendini tamamen yalnız, anlaşılmamış ve büyük bir haksızlığa uğramış hissediyordu. Okul koridorlarında yürürken, sanki herkes ona düşmanca bakıyor gibiydi.

O akşam, Lina her zamanki gibi odasına kapandı. Yatağının kenarına oturup, karşısındaki büyük aynanın yansımasına uzun uzun, derinlemesine baktı. Gözlerindeki o derin, anlam verilemeyen hüzün, yüzündeki o öfke ve isyan çizgileri... Kendi yansımasını tanıyamıyordu sanki. İçinde tanımlayamadığı bir boşluk, tarif edemediği bir eksiklik hissediyordu. Annesi Eda'nın ona neden böyle mesafeli davrandığını, neden ağabeyine gösterdiği o sonsuz sevgi ve ilgiyi ondan esirgediğini bir türlü anlamıyordu. O an, Lina'nın genç ve karmaşık zihninde daha önce hiç bu kadar net bir şekilde düşünmediği, kalbini derinden sarsan bir soru belirdi: "Ben gerçekten bu ailenin bir parçası mıyım? Benim bu evdeki yerim ne?" Bu acı verici soru, Lina'nın kendi kimliğine dair ilk ciddi ve sarsıcı şüphesiydi ve genç kızın hayatında yepyeni, karanlık ve sorgulayıcı bir dönemin başlangıcı olacaktı.

 

Elbette, 11. bölümü 1000 kelimeyi aşacak şekilde, Lina'nın lise hayatının komik ve dokunaklı anlarını, arkadaşlarıyla olan bağını ve ailesiyle ilgili artan şüphelerini daha derinlemesine işleyelim:

Bölüm 11: Lise Labirenti: Kahkahaların Yankısı, Şüphelerin Gölgesi

Lina'nın 17 yaşının baharı, hormonların coştuğu, ders kitaplarının ağırlığı altında ezildiği, geleceğe dair rengarenk hayallerin kurulduğu ve en ufak bir olayda bile kıyametin koptuğu o tipik lise atmosferinde geçiyordu. Neyse ki bu karmaşık ve çoğu zaman absürt dünyada yalnız değildi. Yanında, tıpkı bir yapbozun birbirine zıt ama eksik parçaları gibi olan iki can yoldaşı, Deniz ve Can vardı.

Deniz, sanki enerjisiyle tüm okul koridorlarını aydınlatabilen, dur durak bilmeyen, her daim neşeli ve konuşkan bir kasırgaydı. Saçlarının her tutamı ayrı bir renkte cümbüş yaparken, kıyafetleri de sanki birbiriyle kavga eden renklerin beklenmedik bir uyumunu sergiliyordu. Hayata her zaman bardağın dolu tarafından bakmayı başarır, en sıkıcı fizik dersini bile kendi absürt yorumlarıyla çekilir hale getirirdi. Lina'nın içine çöken o melankolik havanın aksine, Deniz için hayat devasa bir oyun parkıydı ve her türlü engeli aşmanın mutlaka eğlenceli bir yolu vardı.

Can ise grubun beyni ve mizah ustasıydı. Her duruma saniyesinde zekice ve komik bir yanıt verme konusunda eşsiz bir yeteneğe sahipti. Derslerde öğretmenlerle girdiği o ironik atışmalar, sınıfı kahkahadan kırıp geçirirdi. Biyoloji hocasının karmaşık hücre yapısını anlatırken sorduğu "Hocam, bu mitokondri dediğimiz şey bizim içimizdeki küçük enerji santrali mi? O zaman neden faturalar bize geliyor?" gibi sorularıyla meşhurdu. Can'ın o keskin ve çoğu zaman absürt mizahı, Lina'nın zihnini kemiren o karanlık düşünceleri kısa süreliğine de olsa dağıtmasına yardımcı oluyordu.

Lina, Deniz ve Can'la birlikte lisenin labirent gibi koridorlarında, sınav stresinin, aşk dedikodularının ve ergenlik bunalımlarının arasında savruluyordu. Matematik dersindeki o sonsuz x ve y bilinmeyenleriyle beyinleri yanarken, edebiyat dersinde anlamını çözemedikleri derin anlamlı şiirlerle boğuşuyorlardı. Tarih dersinde Osmanlı İmparatorluğu'nun ihtişamlı yükselişini ve acıklı çöküşünü tartışırken, felsefe dersinde "Varoluşun anlamı nedir?" gibi derin sorulara Can'ın verdiği "Bence karnımızı doyurmak ve iyi bir uyku çekmek," gibi pratik cevaplarla gülüyorlardı. Her dersin, her teneffüsün, her okul gezisinin kendine özgü unutulmaz ve komik anıları vardı. Örneğin, beden eğitimi öğretmenleri, her seferinde aynı "Koşun çocuklar, koşun! Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur!" klişesini tekrarlarken, Can sessizce Deniz'e dönüp "Hocamın kafası herhalde bayağı bir sallanmış zamanında," diye fısıldar, ikisi de kıkırdardı.

Lina, bu iki renkli ve hayat dolu arkadaşının yanında çoğu zaman gülümsüyor, eğleniyor ve ergenliğin o karmaşık ve bunaltıcı duygularını bir nebze olsun unutuyordu. Ancak okulun o neşeli atmosferinden çıkıp evin sessiz duvarları arasına döndüğünde, annesi Eda'nın kendisine karşı ördüğü o soğuk ve mesafeli duvar, o neşeyi anında buharlaştırıyordu. Eda, Lina'nın okul hayatıyla, arkadaşlarıyla ya da en sevdiği kitaplarla ilgili artık hiçbir soru sormuyordu. Tüm dikkati ve sınırsız sevgisi, başarılı bir genç adam olan ağabeyi Cem'in üzerindeydi. Cem'in yeni yazılım projesi, katıldığı uluslararası konferanslar, sosyal çevresindeki başarıları Eda için her şeyden önemliydi. Lina ise annesinin gözünde sanki görünmez bir hayalet gibiydi. Sabah kahvaltılarında annesinin Cem'le yaptığı uzun ve heyecanlı sohbetlere sessizce eşlik ediyor, akşam yemeklerinde ağabeyinin kariyerindeki parlak başarı hikayelerini dinlemekten içten içe sıkılıyordu.

Bir öğle arasında, okulun kalabalık kantininde ucuz ama lezzetli tostlarını mideye indirirken Deniz, Lina'nın yine o derin ve hüzünlü düşüncelere daldığını fark etti. "Hey Lina, yine neyin var senin öyle? Yoksa o karizmatik tarih hocasına mı takıldın yine?" diye sordu, muzipçe göz kırparak.

Lina dudaklarında acı bir tebessümle cevap verdi. "Saçmalama Deniz. Sadece... evde yine o boğucu sessizlik vardı sabah. Sanki ben orada fazlalıkmışım gibi hissediyorum."

Can araya girdi, elindeki patates kızartmasını sallayarak. "Anlıyorum seni. Yine mi annenin o 'Cem'in geleceği her şeyden önemli' havaları?"

Lina başını salladı, gözlerinde beliren o hüzünlü ifadeyle. "Aynen öyle. Bazen düşünüyorum da... acaba ben gerçekten bu ailenin bir parçası mıyım?" O an, Lina'nın dudaklarından dökülen bu soru, arkadaşlarını bile şaşırtmıştı.

Deniz, Lina'nın elini sıkarak ona destek olmaya çalıştı. "Saçmalama Lina. Biz senin gerçek aileniziz. O huysuz anneni falan takma kafana bu kadar."

Can da her zamanki esprili tavrıyla yaklaştı. "Aynen. Hem bak, hayat sana sürekli olarak 'Sen değersizsin' diyorsa, sen de ona dönüp 'Benim iki tane manyak arkadaşım var, o yüzden yanılıyorsun,' dersin. Biz arkandayız her zaman."

Lina, arkadaşlarının bu samimi ve koşulsuz desteklerine minnettar kalsa da, içindeki o kemirgen "yanlışlık" hissi bir türlü geçmiyordu. Özellikle annesinin kendi bebeklik fotoğraflarına karşı sergilediği o tuhaf, neredeyse kaçınmacı tavır, Lina'nın zihnini gün geçtikçe daha fazla kurcalıyordu. Neden o kadar az bebeklik fotoğrafı vardı? Neden Eda'nın o nadir fotoğraflardaki yüzünde her zaman hüzünlü, sanki bir sır saklayan bir ifade vardı? Bu cevapsız sorular, Lina'nın içindeki o karanlık fısıltıların giderek güçlenmesine, onu ailesinin geçmişiyle ilgili karanlık bir dehlize doğru çekmesine neden oluyordu. Belki de bu ailenin bir parçası değildi... Belki de hayatının en başından beri büyük bir yalanın içinde yaşıyordu ve Lina, bu acı gerçeğin peşine düşmeye kararlıydı. İlk adımı, annesi ve babasının geçmiş konuşmalarına daha keskin kulaklarla misafir olmak ve o kayıp bebeklik fotoğraflarının sırrını çözmek olacaktı.

Bu daha uzun ve detaylı bölüm, Lina'nın lise hayatının komik, samimi ve dokunaklı anlarını arkadaşları Deniz ve Can üzerinden aktarırken, aynı zamanda Lina'nın içindeki o derin huzursuzluğu, ailesiyle ilgili artan belirsizliği ve gerçeği arama arzusunu daha yoğun bir şekilde hissettiriyor. Bir sonraki bölümde, Lina'nın ailesinin geçmişini araştırmaya başlamasına ve Ayşe'nin Türkiye'ye dönüş planlarını daha da somutlaştırma

sına odaklanabiliriz.

Bölüm : 14.04.2025 13:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...