11. Bölüm

11. Bölüm

Fatma_vp
fatma_vp

Bölüm 11: Lise Labirenti: Kahkahaların Yankısı, Şüphelerin Gölgesi

Lina'nın 17 yaşının baharı, hormonların coştuğu, ders kitaplarının ağırlığı altında ezildiği, geleceğe dair rengarenk hayallerin kurulduğu ve en ufak bir olayda bile kıyametin koptuğu o tipik lise atmosferinde geçiyordu. Neyse ki bu karmaşık ve çoğu zaman absürt dünyada yalnız değildi. Yanında, tıpkı bir yapbozun birbirine zıt ama eksik parçaları gibi olan iki can yoldaşı, Deniz ve Can vardı.

Deniz, sanki enerjisiyle tüm okul koridorlarını aydınlatabilen, dur durak bilmeyen, her daim neşeli ve konuşkan bir kasırgaydı. Saçlarının her tutamı ayrı bir renkte cümbüş yaparken, kıyafetleri de sanki birbiriyle kavga eden renklerin beklenmedik bir uyumunu sergiliyordu. Hayata her zaman bardağın dolu tarafından bakmayı başarır, en sıkıcı fizik dersini bile kendi absürt yorumlarıyla çekilir hale getirirdi. Lina'nın içine çöken o melankolik havanın aksine, Deniz için hayat devasa bir oyun parkıydı ve her türlü engeli aşmanın mutlaka eğlenceli bir yolu vardı.

Can ise grubun beyni ve mizah ustasıydı. Her duruma saniyesinde zekice ve komik bir yanıt verme konusunda eşsiz bir yeteneğe sahipti. Derslerde öğretmenlerle girdiği o ironik atışmalar, sınıfı kahkahadan kırıp geçirirdi. Biyoloji hocasının karmaşık hücre yapısını anlatırken sorduğu "Hocam, bu mitokondri dediğimiz şey bizim içimizdeki küçük enerji santrali mi? O zaman neden faturalar bize geliyor?" gibi sorularıyla meşhurdu. Can'ın o keskin ve çoğu zaman absürt mizahı, Lina'nın zihnini kemiren o karanlık düşünceleri kısa süreliğine de olsa dağıtmasına yardımcı oluyordu.

Lina, Deniz ve Can'la birlikte lisenin labirent gibi koridorlarında, sınav stresinin, aşk dedikodularının ve ergenlik bunalımlarının arasında savruluyordu. Matematik dersindeki o sonsuz x ve y bilinmeyenleriyle beyinleri yanarken, edebiyat dersinde anlamını çözemedikleri derin anlamlı şiirlerle boğuşuyorlardı. Tarih dersinde Osmanlı İmparatorluğu'nun ihtişamlı yükselişini ve acıklı çöküşünü tartışırken, felsefe dersinde "Varoluşun anlamı nedir?" gibi derin sorulara Can'ın verdiği "Bence karnımızı doyurmak ve iyi bir uyku çekmek," gibi pratik cevaplarla gülüyorlardı. Her dersin, her teneffüsün, her okul gezisinin kendine özgü unutulmaz ve komik anıları vardı. Örneğin, beden eğitimi öğretmenleri, her seferinde aynı "Koşun çocuklar, koşun! Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur!" klişesini tekrarlarken, Can sessizce Deniz'e dönüp "Hocamın kafası herhalde bayağı bir sallanmış zamanında," diye fısıldar, ikisi de kıkırdardı.

Lina, bu iki renkli ve hayat dolu arkadaşının yanında çoğu zaman gülümsüyor, eğleniyor ve ergenliğin o karmaşık ve bunaltıcı duygularını bir nebze olsun unutuyordu. Ancak okulun o neşeli atmosferinden çıkıp evin sessiz duvarları arasına döndüğünde, annesi Eda'nın kendisine karşı ördüğü o soğuk ve mesafeli duvar, o neşeyi anında buharlaştırıyordu. Eda, Lina'nın okul hayatıyla, arkadaşlarıyla ya da en sevdiği kitaplarla ilgili artık hiçbir soru sormuyordu. Tüm dikkati ve sınırsız sevgisi, başarılı bir genç adam olan ağabeyi Cem'in üzerindeydi. Cem'in yeni yazılım projesi, katıldığı uluslararası konferanslar, sosyal çevresindeki başarıları Eda için her şeyden önemliydi. Lina ise annesinin gözünde sanki görünmez bir hayalet gibiydi. Sabah kahvaltılarında annesinin Cem'le yaptığı uzun ve heyecanlı sohbetlere sessizce eşlik ediyor, akşam yemeklerinde ağabeyinin kariyerindeki parlak başarı hikayelerini dinlemekten içten içe sıkılıyordu.

Bir öğle arasında, okulun kalabalık kantininde ucuz ama lezzetli tostlarını mideye indirirken Deniz, Lina'nın yine o derin ve hüzünlü düşüncelere daldığını fark etti. "Hey Lina, yine neyin var senin öyle? Yoksa o karizmatik tarih hocasına mı takıldın yine?" diye sordu, muzipçe göz kırparak.

Lina dudaklarında acı bir tebessümle cevap verdi. "Saçmalama Deniz. Sadece... evde yine o boğucu sessizlik vardı sabah. Sanki ben orada fazlalıkmışım gibi hissediyorum."

Can araya girdi, elindeki patates kızartmasını sallayarak. "Anlıyorum seni. Yine mi annenin o 'Cem'in geleceği her şeyden önemli' havaları?"

Lina başını salladı, gözlerinde beliren o hüzünlü ifadeyle. "Aynen öyle. Bazen düşünüyorum da... acaba ben gerçekten bu ailenin bir parçası mıyım?" O an, Lina'nın dudaklarından dökülen bu soru, arkadaşlarını bile şaşırtmıştı.

Deniz, Lina'nın elini sıkarak ona destek olmaya çalıştı. "Saçmalama Lina. Biz senin gerçek aileniziz. O huysuz anneni falan takma kafana bu kadar."

Can da her zamanki esprili tavrıyla yaklaştı. "Aynen. Hem bak, hayat sana sürekli olarak 'Sen değersizsin' diyorsa, sen de ona dönüp 'Benim iki tane manyak arkadaşım var, o yüzden yanılıyorsun,' dersin. Biz arkandayız her zaman."

Lina, arkadaşlarının bu samimi ve koşulsuz desteklerine minnettar kalsa da, içindeki o kemirgen "yanlışlık" hissi bir türlü geçmiyordu. Özellikle annesinin kendi bebeklik fotoğraflarına karşı sergilediği o tuhaf, neredeyse kaçınmacı tavır, Lina'nın zihnini gün geçtikçe daha fazla kurcalıyordu. Neden o kadar az bebeklik fotoğrafı vardı? Neden Eda'nın o nadir fotoğraflardaki yüzünde her zaman hüzünlü, sanki bir sır saklayan bir ifade vardı? Bu cevapsız sorular, Lina'nın içindeki o karanlık fısıltıların giderek güçlenmesine, onu ailesinin geçmişiyle ilgili karanlık bir dehlize doğru çekmesine neden oluyordu. Belki de bu ailenin bir parçası değildi... Belki de hayatının en başından beri büyük bir yalanın içinde yaşıyordu ve Lina, bu acı gerçeğin peşine düşmeye kararlıydı. İlk adımı, annesi ve babasının geçmiş konuşmalarına daha keskin kulaklarla misafir olmak ve o kayıp bebeklik fotoğraflarının sırrını çözmek olacaktı.

Bölüm : 14.04.2025 22:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...