12. Bölüm

12. Bölüm

Fatma_vp
fatma_vp

Bölüm 12: İstanbul'un Kaotik Kucaklayışı ve Bebeklik Sırrının Sessiz Çığlığı

Ayşe'nin on bir yıl sonra yeniden ayak bastığı İstanbul toprağı, hafızasının derinliklerinde sakladığı o tanıdık kokuları, sesleri ve karmaşasıyla onu hem şaşırtıyor hem de içten içe kucaklıyordu. Yıllarca süren yabancı diyarlardaki yaşamın ardından, ana dilinin her köşe başında yankılanması, burnuna çarpan o baharatlı yemek kokuları ve kalabalığın telaşlı uğultusu, Ayşe'nin içinde hem bir yabancılık hem de sıcak bir aidiyet duygusu uyandırıyordu. Ancak bu uzun süredir beklenen dönüş süreci, Ayşe'nin hayal ettiği kadar pürüzsüz ve kolay olmuyordu. Modernleşen şehrin labirent gibi sokaklarında kaybolduğu sayısız an, karmaşıklaşan ulaşım sistemlerine ayak uydurmakta çektiği komik zorluklar ve en basitinden bir sokak satıcısıyla kurduğu diyaloglardaki ufak tefek iletişim kazaları, Ayşe'nin bu "memlekete dönüş" hikayesini tatlı-acı bir komediye dönüştürüyordu. Taksicilerle girdiği o kaçınılmaz "abi-abla, bacı" muhabbetleri, pazarlarda sorduğu "ne kadar?" sorusuna aldığı yöresel ağızlı ve esprili cevaplar karşısında çoğu zaman kahkahalarına engel olamıyor, bazen de ne diyeceğini bilemiyordu. Bir keresinde, tıklım tıklım dolu bir vapurda yaşlı bir teyzenin şefkatle omzuna dokunup "Ay yüzlü kızım, sen nerelerden geldin böyle?" diye sorması üzerine duygulanmış, boğuk bir sesle "Uzaklardan teyzecim, çok uzak diyarlardan geldim," diye cevaplayınca teyzenin bilgece gülümseyerek "Olsun kızım, mühim olan gönüller bir olsun," demesi Ayşe'nin kalbini sıcacık bir hisle doldurmuştu. Ancak İstanbul'un o meşhur ve çileli trafiği, Ayşe'nin sabrını zaman zaman en uç noktalara taşısa da, taksinin camından dışarıyı seyrederken gördüğü o hiç durmayan hayat koşturmacası, Ayşe'ye yeniden başlama ve umut etme gücü veriyordu. GPS'in onu defalarca yanlış ve çıkmaz sokaklara sokması, daracık ara yolların labirentinde sıkışıp kalması ve diğer sürücülerin o anlamsız, adeta bir sinfoni orkestrasını andıran korna seslerine maruz kalması, Ayşe için tam anlamıyla bir "İstanbul trafik komedisi"ne dönüşüyordu. Bir keresinde, normalde yarım saat sürecek bir mesafeyi tam üç saatte gitmiş, sonunda hem kendisi hem de taksici gülmekten gözleri yaşarmış bir halde gidecekleri yere ulaşmışlardı.

Lina'nın 17 yaşı ise, ergenliğin o inişli çıkışlı, hormonların dans ettiği, bitmek bilmeyen derslerin ve anlamsız okul kurallarının hüküm sürdüğü, geleceğe dair rengarenk ama çoğu zaman belirsiz hayallerin kurulduğu tipik bir lise atmosferinde geçiyordu. Neyse ki bu çoğu zaman kaotik ve anlaşılmaz dünyada yapayalnız değildi. Yanında, tıpkı bir filmdeki komik ikili gibi, zıt karakterlere sahip olsalar da ayrılmaz bir bütün olan en yakın arkadaşları Deniz ve Can vardı.

Deniz, sanki içindeki bitmek bilmeyen enerjiyle tüm okul koridorlarını aydınlatabilen, her daim neşeli, konuşkan ve biraz dağınık bir doğa harikasıydı. Saçlarının her tutamı gökkuşağının farklı bir tonunu yansıtırken, kıyafetleri de sanki moda dergilerinden fırlamış gibi değil, tamamen kendi özgün ve cesur tarzını yansıtıyordu. Her olaya mutlaka pozitif bir tarafından bakmayı başarır, en sıkıcı tarih dersini bile kendi absürt yorumlarıyla çekilir hale getirirdi. Lina'nın zaman zaman içine çöken o melankolik ve sorgulayıcı havanın aksine, Deniz için hayat devasa bir lunaparktı ve her türlü engeli aşmanın mutlaka eğlenceli ve yaratıcı bir yolu vardı.

Can ise grubun hem beyni hem de mizah ustasıydı. Her duruma saniyesinde zekice, ironik ve komik bir yanıt verme konusunda eşsiz bir yeteneğe sahipti. Derslerde öğretmenlerle girdiği o zekice laf dalaşları, sınıfı çoğu zaman kahkahadan kırıp geçirirdi. Özellikle edebiyat öğretmeninin anlamını çözmekte zorlandıkları derin anlamlı şiirleri okurken sorduğu "Hocam, şair acaba o sırada aç mıydı? Belki karnı toksa daha anlamlı şeyler yazardı," gibi sorularıyla meşhurdu. Can'ın o keskin, zeki ve çoğu zaman absürt mizahı, Lina'nın zihnini kemiren o karanlık ve rahatsız edici düşünceleri kısa süreliğine de olsa dağıtmasına yardımcı oluyordu.1

Lina, Deniz ve Can'la birlikte lisenin o karmaşık ve çoğu zaman absürt labirentinde, sınav stresinin, aşk dedikodularının, anlamsız okul kurallarının ve ergenlik bunalımlarının arasında savruluyordu. Matematik dersindeki o sonsuz x ve y bilinmeyenleriyle beyinleri yanarken, fizik dersinde evrenin sırlarını anlamaya çalışıyor, kimya laboratuvarında patlamayan deneylere şükrediyorlardı. Tarih dersinde imparatorlukların yükselişini ve çöküşünü tartışırken, felsefe dersinde "Gerçek nedir?" gibi derin sorulara Can'ın verdiği "Gerçek, sınavdan yüksek not almaktır," gibi pragmatik cevaplarla gülüyorlardı. Her dersin, her teneffüsün, her okul gezisinin kendine özgü unutulmaz ve komik anıları vardı. Bir keresinde, okulun disiplinli ve otoriter müdür yardımcısı anlamsız bir kılık kıyafet yasağı getirince, Deniz ve Can, ertesi gün okula birbirlerinin zıt cinsiyetine ait kıyafetlerle gelmiş, tüm okulda büyük bir şaşkınlık ve kahkaha tufanına neden olmuşlardı.

Lina, bu renkli, hayat dolu ve çoğu zaman çılgın iki arkadaşının yanında çoğu zaman gülümsüyor, eğleniyor ve ergenliğin o karmaşık ve bunaltıcı duygularını bir nebze olsun unutuyordu. Ancak okulun o neşeli ve enerjik atmosferinden çıkıp evin o soğuk ve sessiz duvarları arasına döndüğünde, annesi Eda'nın kendisine karşı ördüğü o kalın ve mesafeli duvar, o neşeyi anında buz gibi bir havaya dönüştürüyordu. Eda, Lina'nın okul hayatıyla, arkadaşlarıyla ya da en sevdiği kitaplarla ilgili artık hiçbir samimi ilgi göstermiyordu. Tüm dikkati, tüm sevgisi ve tüm enerjisi, başarılı bir genç adam olan ağabeyi Cem'in üzerindeydi. Cem'in yeni yazılım projesi, katıldığı prestijli uluslararası konferanslar, sosyal çevresindeki parlak başarıları Eda için her şeyden önemliydi. Lina ise annesinin gözünde sanki evin sessiz, görünmez bir hayaleti gibiydi. Sabah kahvaltılarında annesinin Cem'le yaptığı uzun ve heyecanlı sohbetlere sessizce eşlik ediyor, akşam yemeklerinde ağabeyinin kariyerindeki parlak başarı hikayelerini dinlemekten içten içe sıkılıyordu.

Bir öğle arasında, okulun o gürültülü ve kalabalık kantininde ucuz ama lezzetli tostlarını mideye indirirken Deniz, Lina'nın yine o derin ve hüzünlü düşüncelere daldığını fark etti. "Hey Lina, yine neyin var senin öyle? Yoksa o gizemli edebiyat hocasına mı takıldın yine?" diye sordu, muzipçe kaşlarını kaldırarak.

Lina dudaklarında acı bir tebessümle cevap verdi. "Saçmalama Deniz. Sadece... evde yine o buz gibi hava vardı sabah. Sanki ben orada fazlalıkmışım gibi hissediyorum."

Can araya girdi, elindeki yağlı patates kızartmasını sallayarak. "Anlıyorum seni. Yine mi annenin o 'Cem'in geleceği her şeyden önemli' havaları?"

Lina başını salladı, gözlerinde beliren o derin ve anlaşılmaz hüzünle. "Aynen öyle. Bazen düşünüyorum da... acaba ben gerçekten bu ailenin bir parçası mıyım?" O an, Lina'nın dudaklarından dökülen bu iç burkucu soru, arkadaşlarını bile kısa bir an için sessizliğe gömmüştü.

Deniz, Lina'nın elini sıkarak ona destek olmaya çalıştı. "Saçmalama Lina. Biz senin gerçek aileniziz. O huysuz ve biraz takıntılı anneni falan takma kafana bu kadar."

Can da her zamanki o kendine has esprili tavrıyla yaklaştı. "Aynen. Hem bak, hayat sana sürekli olarak 'Sen değersizsin' diyorsa, sen de ona dönüp 'Benim Deniz ve Can gibi iki tane manyak ama süper arkadaşım var, o yüzden yanılıyorsun,' dersin. Biz her zaman seninleyiz, unutma."

Lina, arkadaşlarının bu samimi, koşulsuz ve içten desteklerine minnettar kalsa da, içindeki o kemirgen "yanlışlık" hissi bir türlü geçmiyordu. Özellikle annesinin kendi bebeklik fotoğraflarına karşı sergilediği o tuhaf, neredeyse panik dolu kaçınma tavrı, Lina'nın zihnini gün geçtikçe daha fazla kurcalıyordu. Neden o kadar az bebeklik fotoğrafı vardı? Neden Eda'nın o nadir fotoğraflardaki yüzünde her zaman hüzünlü, sanki derin bir sır saklayan bir ifade vardı? Bu cevapsız ve rahatsız edici sorular, Lina'nın içindeki o karanlık fısıltıların giderek güçlenmesine, onu ailesinin geçmişiyle ilgili karanlık ve bilinmeyen bir dehlize doğru çekmesine neden oluyordu. Belki de o ailenin bir parçası değildi... Belki de hayatının en başından beri büyük ve acı bir yalanın içinde yaşıyordu ve Lina, bu acı gerçeğin peşine düşmeye, o sır perdesini aralamaya kararlıydı. İlk somut adımı, annesi ve babasının geçmiş konuşmalarına daha keskin kulaklarla misafir olmak ve o kayıp bebeklik fotoğraflarının ardındaki sır perdesini aralamak olacaktı1

Bölüm : 15.04.2025 16:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...