
Alya pencerenin önünde, rüzgârın titrettiği perdelerin ardında sessizce duruyordu. Gözleri dışarıya dalmıştı ama zihni çok daha uzaklardaydı. Bora gideli saatler olmuştu, ama onun varlığı hâlâ odanın içinde bir iz gibi dolaşıyordu. Masanın üzerinde duran, üzerine “Geri dönme, unut” yazılı not kâğıdı bile artık daha farklı bir anlam taşıyordu onun için. Bora’nın geçmişine dair küçük bir parça değil, artık Alya’nın kendi hikâyesinin içine sızmış bir yankıydı.
Kendini fark etmeden koltuğa bıraktı. Gövdesi yorgundu, zihni daha da fazlası. Bora’nın varlığı her zaman karmaşıktı: koruyucu ama uzak, sıcak ama kontrolcü. O an Alya içinde bir şeyin kıpırdadığını hissetti. Bu yalnızca şükran değildi. Varlığını hissettikçe kalbinde yükselen o tuhaf titreşimler, onun hakkında daha fazla şey bilmek istemesi, yanında olduğunda kelimelerin boğazında düğümlenmesi… Bu duygular başka bir şeye dönüşüyordu.
Kendi kendine fısıldar gibi konuştu: “Ona güveniyorum… ama neden?”
Cevap yoktu. Zihni suskundu ama kalbi konuşuyordu artık.
O gece sabaha kadar uyuyamadı. Bora’nın sessiz gelişi, birkaç cümlesi, gözlerinin içindeki yorgunluk… Her şey Alya’nın içinde derin bir sızı gibi kalmıştı. Kendini, onun bıraktığı sessizliğin içine gömülmüş buldu.
Ertesi sabah Bora’dan bir haber gelir umuduyla erken kalktı. Kahvaltı bile hazırladı, belki gelir diye. Ama saatler geçti, kapı çalmadı. Ne telefon çaldı ne de mesaj geldi. Sessizlik, artık koruyucu değil; ezici bir ağırlık taşıyordu.
İkinci gün… Sabah bir çay koydu kendine. Elinde fincan, pencerenin önünde oturdu saatlerce. Telefon elindeydi, ama Bora’dan hâlâ bir iz yoktu. Onu aramaya çekindi başta. “Yoğundur,” dedi kendi kendine. “Belki de benimle konuşmak istemiyordur.” Ama sonra korku daha ağır bastı.
O akşam ilk aramayı yaptı.
Telefon birkaç kez çaldı. Sonra telesekreter devreye girdi.
Alya telefonu kapatırken yutkundu. Sesinin çatallanmaması için dudaklarını ısırdı. “Belki meşguldür,” diye mırıldandı, kendi yalnızlığına bahane bulmaya çalışır gibi.
Üçüncü gün daha sessizdi. Bora’yı tekrar aradı. Bu kez doğrudan kapandı telefon. Bir saat sonra tekrar denedi. Aynı sonuç. Alya’nın içinde yükselen dalga artık endişeden öfkeye dönüşüyordu. “Ben neden arıyorum? O niye aramıyor?” dedi. Sonra yine sustu, çünkü cevabını bilmiyordu.
Dördüncü gün Tunç’u aradı.
“Tunç,” dedi doğrudan. “Bora nerede?”
Tunç birkaç saniye sustu. Sonra tek kelimeyle cevap verdi: “Uğraşıyor.”
“Neyle uğraşıyor?”
“Detay veremem.”
“İyi mi en azından? Yaşıyor mu?”
“Yaşıyor.”
Alya’nın içi daha da çok daraldı. Sesini yükseltmeden sordu: “Neden benimle iletişim kurmuyor?”
Tunç yine sustu. “Bazı şeyler zaman alır,” dedi sadece.
Alya bu cevaba sinirlenmekle yetinmedi. Kalbi sıkışıyordu. “Sen de bilmiyorsun, değil mi?”
Tunç cümlesine başlamadı bile. Alya telefonu kapattı.
Beşinci gün… Evin duvarları üzerine çökmüş gibiydi. Zaman ilerlemiyor, saatler geçmiyordu. Her oda Bora’nın eksikliğiyle biraz daha kararıyordu. Alya uyuyamıyor, yemek yiyemiyordu. Bora’nın geri gelmeyeceğinden korkmaya başlamıştı. Ama asıl korkusu onun dönüp hiçbir şey söylememesiydi.
O gece, Bora’nın gidişini düşündü. Gözlerinin içine son bakışını. Soğuk ama kararsız… Sert ama kırık. Kalbinde bir kırılma yaşandı o an. “Geri dönmeyecek…” diye düşündü. “Belki de bu bir vedaydı.”
Altıncı gün gecesi… Uyuyamadı. Balkon kapısını açtı. Rüzgâr yüzüne vuruyordu, ama içerideki sessizlikten daha canlıydı en azından. Bir sandalye çekti kendine. Elinde battaniyeyle dışarıda oturdu. Sessizce ağladı.
Ve o an, kapı zili çaldı.
İlk başta hayal ettiğini düşündü. Ayağa kalkmadı. Sonra zil bir daha çaldı. Bu kez ayakları kendiliğinden harekete geçti. Merdivenlerden indi. Kapıya yaklaştığında kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Kapının ardındaki silueti gördüğünde gözleri doldu.
Bora.
Kapıyı sertçe açtı.
Karşısında, sakallar uzamış, yüzü yorgun bir adam duruyordu. Montu kirliydi, saçları darmadağınıktı ama gözleri hâlâ aynıydı.
Alya bir an dondu. Sonra… birden patladı.
“NEREDESİN SEN?!” diye bağırdı, sesi titriyordu.
Bora cevap vermedi.
“SENİ KAÇ KERE ARADIM BİLİYOR MUSUN?!”
Yine sessizlik.
“BANA BİR CEVAP BİLE VERMEK BU KADAR ZOR MUYDU?!”
Alya elleriyle onu itti. Bora bir adım geri çekildi ama karşılık vermedi.
“NEYİN VAR SENİN?! ÖLDÜ MÜYDÜN?!”
Göğsüne bir yumruk indirdi. “NEDEN HİÇBİR ŞEY SÖYLEMEDİN?!”
Sonra ağlamaya başladı. “Beni hiç düşündün mü? Hiç… bir an olsun aklına geldim mi?”
Sesi çatallaşmıştı.
Bora yaklaştı, ama Alya tekrar itti onu.
“UZAK DUR BENDEN! GELİP DE HİÇBİR ŞEY DEMEDEN BAKMA ÖYLE!”
Bora, o an hiçbir şey söylemeden iki adım attı. Alya bir şey daha söylemek için ağzını açtığında Bora onu aniden kollarının arasına aldı.
Alya ilk başta dondu. Kalbi hızla atıyordu. Gitmek istedi. Ama gidemedi.
Bora’nın kolları sıkıydı ama şefkatli. Alya bir an daha direndi, sonra göğsüne yaslandı. Ağlamaya devam etti.
“Beni yalnız bıraktın…” diye fısıldadı. “Yine yalnız kaldım…”
Bora’nın sesi alçaktı. “Özür dilerim…”
“Bir daha yapma… bir daha böyle sessiz gitme…”
Bora onun sırtını okşadı. “Yapmam. Söz veriyorum…”
Alya başını kaldırmadan sordu: “Nereye gittin?”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.79k Okunma |
1.08k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |