
Yaşamak…
Bazen bir lütuf gibi gelir insana. Ama bana değil. Benim için yaşam, doğduğum andan beri bir cezaydı. Nefes aldığım her saniye sanki görünmeyen bir el, boğazımı sıkıyordu. Kalbimde hep bir yük, gözlerimde daima bir sis perdesi… Hayatta kalmak, benim için sadece zamanla yarışmaktan ibaretti. Bir gün gerçekten ölecek olsam bile, asıl ölümün çoktan içime yerleştiğini kimse anlamıyordu.
Gözümden bir damla daha süzüldü. Sessizdi. Karanlıkta kaybolmuş gibiydi. Sesim çıkmıyordu. Konuşmak istiyordum, ama kelimeler boğazıma düğümlenmişti.
“Yapmadım,” desem…“Ben o değilim,” desem…İnanırlar mıydı?
Hayır… Hayır, asla.
Çünkü onlar kararlarını çoktan vermişti. Onlara göre suçlu bendim. Gözlerinin içine baksam da, ne söylesem de fark etmeyecekti. Benim anlatacaklarım değil, onların görmek istedikleri hüküm sürecekti.
Ama yapmamıştım.Ben gerçekten masumdum.Beni evrak çalmakla suçluyorlardı. Üstelik ne olduğunu bile bilmediğim bir dosya yüzünden…
“Konuşsana! Kiminle iş birliği yaptın?! Kimin köpeğisin sen, söyle!” diye bağırdı Uraz.
Sesi her zamanki gibi soğuktu ama bu defa içinde öyle derin bir öfke vardı ki, ruhumun en karanlık köşelerine kadar sızdı.
Bir anda saçlarımı sertçe kavradı. Bedenim istemsizce öne savruldu. Yüzüme, nefesini hissedecek kadar yakındı artık. Gözlerinin içindeki o kin… o karanlık… o nefret…
Daha önce kimse böyle bakmamıştı bana.
Gözyaşlarım artık süzülmüyordu, dökülüyordu. Sessizce. Yorulmuştum ağlamaktan.
“Söylesene! Neden susuyorsun?! Kimi koruyorsun sen ha?!”
Titriyordum. Hem de tüm bedenimle.Çünkü korkuyordum.Ama daha çok kırılıyordum.Babamdan yediğim onca dayağa rağmen, hâlâ alışamamıştım böyle şiddete. Her defasında aynı acıyı yaşıyordum. Sanki her darbede bir başka anım, bir başka hayalim yok oluyordu içimde.
Bir inilti çıktı dudaklarımdan. Sesim çatallıydı. Kırılmış bir cam gibi.
“B-ben… y-yapmadım… yalvarırım… ben masumum… yapmadım…”
Ama hiçbir şey değişmedi.Bir başka ses daha duyuldu:
“Arslan! Çıkar şu kızın üstünü!”
Zaman bir anlığına durdu.
Dünyadaki tüm sesler susmuş gibiydi.Kalbim duracak sandım.İçimdeki her şey paramparça oldu.Bu kadarına tahammül edemezdim. Her şeye katlanırdım ama buna asla.
Boğazım yırtılırcasına bağırdım:
“ÖLDÜR BENİ! AMA BUNU BANA YAPAMAZSIN!!!”
Cevap gecikmedi:
“Öyle bir yaparım ki…”
Sanki bedenim o an tüm direncini kaybetti. Çırpındım. Varlığımı yitirmemek için son bir gayretle mücadele ettim. Ama çabam boşunaydı. Kollarım çözüldü. Nefesim daraldı. İçimdeki son umut kıvılcımı da sönmüştü.
Ben suçsuzdum.Neden anlamıyorlardı?
Kendimi yere bıraktım.Çuval gibi.Ruhsuz…Umutsuz…
Küçücük bedenim, onca yıl boyunca ne acılar yaşamıştı. Ve bugün, hepsinin üstüne bir yenisi daha ekleniyordu.Üzerim, tek bir hamlede çıkarıldı.Ne öfke, ne merhamet…Hiçbir şey yoktu ellerinde.
Yalnızca karar verilmiş bir suç ve uygulanacak bir ceza vardı.
O an, Uraz Bey’in gözlerine baktım.Ne görmek istiyordu?Pürüzsüz bir ten mi?Kusursuz bir beden mi?Ama karşısında yalnızca yaralarla dolu bir vücut vardı.
Sigara izmaritlerinin bıraktığı izlerle kaplıydı her yanım.Babamın bana hatıra olarak bıraktığı işkencelerin izleri…
O an yüzü değişti.Gözlerinde bir şeyler kırıldı.Anlayamadığım bir ifadeyle bana baktı.Ve ben, o an gülmeye başladım.
Evet, gülüyordum.
Ağlayarak.Acıyla.Çıldırmış gibi.
Kendimi kaybediyordum.
Gerçekle hayal arasında gidip geliyordum.Gözyaşlarım yanaklarıma karışıyor, kahkahalarım tavanlara çarpıyordu.
Ve işte o an…
Kapıdan bir ses yükseldi:
“ABİ! ABİ DUR! BULDUK! DOSYAYI ÇALANLARI BULDUK!”
Ali Bey’in sesi yankılandı odada.Ama artık çok geçti.Ben çoktan yıkılmıştım.
Bedenim, ruhumu daha fazla taşıyamaz hale gelmişti.Gözlerim kapanıyordu.
Kulaklarımda annemin sesi yankılanmaya başladı:
“Anne… bana yardım et. Ne hâle geldim görüyorsun. Sen olsaydın… ben bu hallere düşer miydim?
Canım çok acıyor anne…
Bu dünyada artık var olmak istemiyorum…”
~
“Nasıl olur Ali?! Bu kıza bunca şeyi boşuna mı yaptık?”
Uraz’ın sesi çatlamıştı.
Güveni kırılmış, yeminleri bozulmuş gibiydi.
“Özür dilerim abi. Fuat’ın bu kadar ileri gideceğini tahmin etmemiştim. Korkak görünüyordu ama…”
“Abi… kız bayıldı!”
Arkamı döndüm.
Bu küçücük beden… hâlâ nefes alıyor muydu?Yanına koştum.Ceketimi çıkarıp bedenine sardım.
Ben, Uraz…
Masumlara dokunmamaya yeminliydim.Ama gözüm dönmüştü.Kendime ihanet etmiştim.
Alya’yı yan koltuğa koydum.Vakit kaybedemezdim.
Bu kız kollarımda ölemezdi.Yarım saatlik yolu on dakikada geçtim.
Doktoru çoktan aramıştım.Kapıya vardığımızda o hâlâ baygındı.Kucağıma aldım, odaya koştum.
Doktor Halil Abi oradaydı.
“İyi mi?! Yaşıyor mu?!”
Sesim sertti, ama öfkem ona değil, kendimeydi.
“Yaşıyor,” dedi Halil Abi. “Ama çok zor atlatmış. Böyle zayıf bir bedenin bu kadarını kaldırması mucize.”Yaralarını gösterdi bana.
İzleri…Derin…Kapanmamış…
“Kim yaptı bunları ona?” dedim kendi kendime.
Kim bu kadar acı çektirdi ona?
Ve en acısı…
Ben de o izlerin üstüne bir yenisini eklemiştim.
“Bir hafta çok dikkatli bakılması gerekiyor. Vücudu çok yorgun.”
“Teşekkür ederim Halil Abi. Artık ona ben bakacağım.”
Doktoru uğurladım.Sonra odasına çıktım.Yatağın başında oturup uzun uzun yüzüne baktım.
O tanıdık yüz…Bana geçmişimi hatırlattı.O anda bir söz verdim.
“Alya, acılarını dindireceğim. Sana söz veriyorum.”
~
Gözlerini açtı.Önce tavana baktı uzun uzun.Sonra yüzünü bana çevirdi.Hiçbir şey söylemedi.Ama o sessizlik…Her kelimeden daha ağırdı.
“İyi misin?” dedim.Cevap vermedi.Gözlerini kaçırdı benden.
Tam bir şey daha söyleyecekken, önce o konuştu:
“Beni burada tuttuğun sürece işimi yaparım. Ama fazlasını bekleme.”
Sesi çok netti. Soğuktu.
“Artık senin ne merhametine, ne de açıklamana ihtiyacım yok.”
Bir şeyler söylemek istedim.Ama o devam etti:
“Hiçbir şey, olanları geri alamaz. O yüzden lütfen… Sessiz kal. Ben de öyle yapacağım.”
İçimde bir şeyler kırıldı.Ama artık onun gözlerinde korku yoktu.Yerine bir duvar örülmüştü.Görünmeyen ama aşılmaz bir duvar.Ve ben…
O duvarı sonuna kadar hak ettiğimi çok iyi biliyordum.
Alyadan…
Uyandım.
Ama sanki ruhum hâlâ derin bir uykudaydı.Tavan boştu.Sessizdi.Tıpkı içim gibi…
Gözlerimi onun yüzüne çevirdim.Uraz oradaydı. Yüzünde bir ifade vardı…
Suçluluk?Pişmanlık?
Hayır.Artık bu tür duygulara inanmıyordum.İnsan bir kere yanarsa, bir daha alevin rengini sorgulamaz.Sadece uzak durur.İyi miyim diye sordu.Ne saçma bir soru.
“İyi olmak” da bir zamanlar inandığım bir yalandı.Ama artık yok.Ne iyi vardı, ne kötü.Sadece… devam etmek vardı.
Ben konuşmaya başladığımda bile hâlâ susuyordu.İçimdeki her şey çatır çatır kırılmışken…Onun sessizliği neredeyse küstahça geliyordu.
“Fazlasını bekleme,” dedim.
Belki de ilk kez bu kadar net konuşmuştum biriyle.Çünkü artık içinde bulunduğum hiçbir kelimenin, hiçbir bakışın anlamı yoktu.Sadece mesafeye ihtiyacım vardı.Kalın, soğuk, ulaşılmaz bir mesafeye.
Olanlar geri alınamazdı.Ve bu gerçeği ne özürler, ne bakışlar değiştirebilirdi.Bu yüzden sessizlik en adiliydi.Ben de onu seçtim.
Ama içim…
İçim hâlâ ağlıyordu.Kimse görmüyordu belki ama…Ben kendimi orada, o karanlık odada bıraktım.Saçlarım çekilirken, sesim boğazımda düğümlenirken, bedenim yere yığılırken…
İçimdeki son umutla birlikte ben de öldüm aslında.Bu kadar kolay mıydı güveni yıkmak?Bir kelimeyle, bir darbeyle…Yıkılan sadece ben değildim.İçimde annemin sesi de sustu.“O güçlü kızsın sen,” derdi bana.Ama artık o güçlü kız yoktu.Şimdi sadece rol yapmayı bilen biri vardı.İtaatkar. Sakin. İşini bilen.Ama içten içe taşlaşmış biri.Yüzümdeki sessizlik, içimdeki çığlığı bastırıyordu. Odadan çık diye bilmiştim sadece oda bunu bekliyormuş gibi nefes dahi almadan çıkmıştı odadan.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.79k Okunma |
1.08k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |