
Odaya geçtiğimde üzerimden geçen yorgunluk dalgası daha da ağırlaşmıştı. Ne kadar güçlü durmaya çalışsam da, içimdeki parçalanmışlık her geçen saniye daha çok yüzeye çıkıyordu. Kapıyı kapatıp sırtımı dayadım. O an, güvende olduğumu bilmeme rağmen, zihnim hâlâ kaçmaya çalışıyordu.
Kendimi yatağa attım. Tavanı izledim bir süre. Derin bir nefes aldım ama içimdeki sıkışmayı dağıtamadı. Kapı tok ama nazik bir biçimde tıklatıldı. Sonra aralandı. Bora’nın gölgesi içeri süzüldü. Omzunda hâlâ ceket vardı, kravatı gevşetilmişti ama hâlâ kusursuz görünüyordu. Gözleri benimkilere kilitlendiğinde yüzündeki ifade tamamen kontrol altındaydı. Ne öfke vardı, ne yumuşaklık—sadece ciddiyet.
“İçeri gelebilir miyim?” dedi, sesi tok ve kararlıydı. Başımı salladım. İçeri girdi, kapıyı kapattı ama koltuğa oturmadı. Ayakta durdu, elleri cebinde. “Bu şehir… Alya, sana düşündüğünden çok daha tehlikeli olabilir,” dedi. Sesi soğuk değildi ama duygusuz da sayılmazdı. Sertliğin arkasına saklanmış bir endişe vardı. “Hele ki senin gibi geçmişi peşinden gelen biri için.”
Gözlerimi yere indirdim, sustum. “Sen o herifi tekrar görürsen, kendimi affetmem,” dedi daha alçak bir sesle. “Ben seni korumak için Tunç’u koydum. Sen izin vermesen de onun işi senden ayrılmamak. O bu hatayı bir daha yapmayacak.” Başımı kaldırıp gözlerine baktım. O an onun iç dünyasında çatışmalar yaşadığını fark ettim. Belli ki bu kadar sahiplenmek onun doğasında vardı ama duygularını açıkça göstermek, alışkın olduğu bir şey değildi.
“Seninle ilgili plan yapmadım,” dedi. “Ama artık buradasın. Ve ben hiçbir şeyi şansa bırakmam.” Bu bir teklif değildi. Bu bir karardı. Yutkundum.
“Ben… korunmaya alışık değilim,” dedim. Bir adım attı, yaklaştı. Yüzümün tam karşısında durdu. Gözleri gözlerime değdiğinde kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu.
“Ben de güvenmeye alışık değilim,” dedi. “Ama bazen… ikimiz de istemesek de bazı şeyler olur.” Sonra arkasını döndü. Kapıya doğru yürüdü. Tam çıkarken bir kez daha durdu. Omzunun üstünden seslendi:
“Yarın sabah kahvaltı hazır olacak. Masaya gelmezsen, ben seni sırtımda getiririm.”
İnce bir tehdit gibi görünüyordu ama içinde öyle gizli bir şefkat vardı ki, dudaklarımda fark etmeden küçük bir gülümseme belirdi. Kapıyı sessizce kapatıp gittiğinde, odada tekrar yalnız kaldım ama bu yalnızlık artık tanıdığım türden değildi. Farklıydı.
Yatağa yeniden uzandım. Ama bu kez tavanın beyazlığı bile onun gözlerini taşıyordu. Bakışları netti. Soğuktu belki ama aynı zamanda yanıyordu. Alev gibi değil de… Buzla kaplanmış bir köz gibiydi. Dışarıdan bakınca durgun ama içine dokunduğunda yakıcı.
Bora… Ne kadar garipti onun varlığı. Bir adım yaklaştığında içim ürperiyor, bir adım uzaklaştığında eksiliyordum. Ne yapmak istese, sanki hep bir adım önceden biliyor gibiydi. Sözleri keskin ama ölçülüydü. Dokunmadan etkileyen bir adamdı o.
Ve evet, sertti. Ama bu sertliğin ardında bir tutarlılık, bir kararlılık vardı. Kimseden onay beklemeyen ama aynı zamanda herkesin sessizce saygı duyduğu bir karakter… Kendini anlatmak için çabalamayan ama her haliyle anlaşılmak zorunda kalan biri.
Kendimi onun yanında düşününce tedirginlik duymuyordum artık. Aksine, tuhaf bir güven… Ve daha da tuhaf olan, içimde yavaş yavaş büyüyen bir merak vardı. Onu daha çok görmek, daha çok duymak, onun o mesafeli ama keskin dünyasına bir adım daha yaklaşmak istiyordum. Sanki gizli bir kapının eşiğindeydim. Ve o kapının ardında ne olduğunu görmek… hem korkutuyor hem cezbediyordu beni.
Çünkü Bora farklıydı. O sadece güçlü biri değildi. Bora bir duvar gibiydi. Sert, yüksek, geçilmez… ama üstüne çıkarsan, manzara nefes kesiciydi.
Kendimi bu adama karşı savunmasız hissetmekten nefret ediyordum. Ama bir yandan da… Bu savunmasızlık, beni canlı hissettiriyordu. Yıllarca içimde uyuyan bir şey, onun bir bakışıyla uyanıyor gibiydi.
Gözlerimi kapattım. Kafamda onun sesi dönüp duruyordu: “Yarın kahvaltıya gelmezsen, seni sırtımda getiririm.” Bir tehdit gibi değil… Bir iddia gibiydi. Ve ben… O iddiaya karşı koyabilecek gücü kendimde bulamıyordum.
Yutkundum. İçimde bir gülümseme kıpırdadı. Bu, tehlikeli bir adamdı. Ama ilk kez bir tehlikeye bu kadar gönüllü yaklaşıyordum. Kendimi onun yanında güçlü hissetmiyordum. Ama belki de hiç hissetmediğim kadar “var” hissediyordum. Kabul edilmiş… Fark edilmiş… Ve ilk kez biri, beni sadece korumakla kalmayıp, anlamaya çalışıyordu.
İşte bu yüzden farklıydı. Ve bu fark… İçimdeki her korkuyla birlikte, her arzuyu da tetikliyordu düşüncelerimle beraber kendimi uykunun kollarında bulmuştum.
~
Sabahın ilk ışıkları odanın duvarlarına yumuşak bir şekilde vuruyordu. Perdelerin arasından süzülen solgun güneş huzmeleri, gece boyunca içimde biriken karanlığı hafifletmeye yetmemişti ama yine de yeni bir gün başlamıştı. Göz kapaklarımı araladığımda önce tavana, sonra odanın sessizliğine baktım. Uyandığıma emin olmak için birkaç saniye bekledim. Her şey gerçekti.
Yatağımdan kalktım. Ayaklarım yere değer değmez, gece boyunca bedenime sinmiş ağırlık tekrar omuzlarıma çöktü. Sessizce banyoya yöneldim. Soğuk suyun tenime değdiği ilk an, hem canlandırdı hem de bir anlık serinlikle içimdeki dağınıklığı toplar gibi oldu. Aynaya baktığımda gözlerimde hâlâ uykudan çok daha fazlası vardı: Karmaşa, korku, merak, kırıklar… Ve artık alışmaya başladığım o tanımlayamadığım his: Bekleyiş.
Üzerime sade bir kıyafet geçirip kapıyı açtım. Evin içi sessizdi. Garip bir şekilde fazla sessiz. Bu sessizlik, huzur değil; sanki fırtınadan önceki o uğursuz sükûnet gibiydi. Kalbim sebepsiz yere biraz daha hızlı atmaya başladı. Ayak seslerimi bastırmak istercesine dikkatli bir şekilde merdivenlere yaklaştım. İçimde büyüyen bir huzursuzluk vardı. Sanki bir şey olacakmış gibi… Sanki evin içinde bana ait olmayan bir enerji dolaşıyormuş gibi…
Merdivenlerden adım adım indim. Ve o an…
O sesi duydum.
Aşağıdan gelen birkaç yüksek ses. Öfkeli değil ama sert. Tanıdığım bir erkek sesi – ve hemen ardından bir kadın sesi. Bu sesler evin atmosferine ait değildi. Kalbim bir anda hızlandı. Ayaklarım istemsizce durdu. Nefesimi tuttum.
Sonra gözlerim aşağıya takıldı.
Uraz Bey.
Bir anlığına onun burada ne işi olduğunu anlamaya çalıştım sanki artık bu ev ona ait değilmiş hatta ben onun çalışanı değilmişim gibi hissettim ama o görüntü, zihnimin donmasına yetmedi. Asıl çarpan şey, onun yanında duran kişiydi. Ya da…bana benzeyen suretimdi.
Gözlerim istemsizce büyüdü. Boğazıma bir düğüm oturdu. Sanki biri beni sertçe göğsümden itmiş gibi oldu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.79k Okunma |
1.08k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |