21. Bölüm

Geçmişin Pençesi

Fatma keskin
fatmakeskin

O an kalbim göğüs kafesime sığmadı. Sanki yerinden sökülmek istercesine çırpındı. Boğazım kurudu, ciğerlerime dolan hava yetmedi… Boşlukta düşen bir yaprak gibiydim. Ayaklarım geri adım atmak istese de yerime çivilenmiş gibiydi. Vücudum beni dinlemiyordu. Beynim çığlık atıyor, içimden “kaç” diye bağırıyordu ama ben kımıldayamıyordum.

 

Sırtımda hissettiğim o ağır, pis kokulu el hâlâ oradaydı. Yavaşça döndüğümde, yıllardır kâbuslarıma giren o yüzle burun buruna geldim.

 

“Demek saklandığın delik burasıymış ha?” dedi o boğuk, alkolle çatallaşmış sesiyle. Kelimeleri ağzında çürümüş gibiydi. Dudaklarının kenarında sırıtan bir nefret, gözlerinde ise tanıdık bir karanlık vardı. Teni griye çalmış, gözaltları morarmıştı. Cildi sarkmıştı ama o gözler… O lanet gözler hâlâ aynıydı. Sinsiliğin ve ezici bir üstünlük kurma arzusunun içinde kıvrandığı o bakışlar…

 

“Bırak…” dedim zor bela. Sesim titriyordu, neredeyse duyulmayacak kadar boğuk çıkmıştı. “Lütfen, bana dokunma.”

 

O ise yalnızca güldü. Her zamanki gibi… İçimi titreten, küçümseyici, alaycı, iğrenç kahkahasını attı. “Ah Alya… Seni hâlâ aptal bir kız çocuğu sandım ama iyice şımarıp kendini bir bok zannetmeye başlamışsın.”

 

Adım attı bana doğru. Her hareketiyle vücudum biraz daha geriye çekildi, ama ayaklarım yerinden oynamıyordu. Kaçamıyordum. O ise bunu fark ettikçe büyüyordu sanki.

 

“Sana kaç kere dedim,” diye tısladı, parmağını yüzüme doğru sallayarak. “Nereye gidersen git, seni bulurum. Sen benim paramla alınmış bir mallıksın. Bir eşya gibisin Alya. Unutma bunu!”

 

Nefesim kesildi. İçimde yıllardır bastırdığım utanç, korku, öfke… hepsi birden kabardı. Gözlerim yaşla doldu. Elim titreyerek çantama uzanmak istedi ama işe yaramazdı. Bir telefon neyi değiştirebilirdi ki? Onun gölgesi bile nefesimi kesmeye yetiyordu.

 

“Ben senin hiçbir şeyin değilim,” dedim ama sesim fısıltıdan ibaretti. Güçlü çıkmak istemiştim, başaramadım.

 

“Değilsin ha?” dedi kinle. “O zaman anlat bakalım, kimin parasıyla okudun? Kimin parasıyla o çatının altında yaşadın? Anan öldükten sonra bile seni çöpe atmadıysam bunun hesabını sen vereceksin. Kaçtın sandın değil mi? Kendini kurtulmuş gibi mi hissediyorsun? Ne komik…”

 

Gözlerimi kaçırmak istedim ama yaklaştı. “Bak bana! Gözümün içine bak! Senin gibi nankör birini yetiştirdiği için mezarında ters dönüyordur annen. Ahh… O kadın yaşasa da seni benden koruyamazdı ama en azından bana biraz hürmetin olurdu. Şimdi ise? Herkese rezil ettin beni. Kapı kapı dileniyorsun, kimin koynuna girdiysen onun yanında sığıntı oluyorsun!”

Bu sözleri tokat gibi yüzüme çarpıyordu. Midem bulandı. Ciğerlerim yandı. Kulağımda uğultular başladı. Ağlamak istemiyordum ama gözyaşlarım beni dinlemiyordu. Geri çekilmek istedim. Geriye gidebileceğim hiçbir yer yoktu. O dar koridor, duvarlarla birlikte üzerime kapanıyor gibiydi.

“Ben artık senin esirin değilim,” dedim, tüm gücümle. “Ben senin kızın değilim!”

Ama o sadece yaklaştı. Eğilip kulağıma doğru fısıldadı; nefesi boğucu, ağzı alkol ve sigarayla karışık iğrenç bir koku saçıyordu:

“Sen benim malımsın. Etin, kemiğin, adın… hepsi bana ait. Ve unutma Alya, seni burada bulduysam, başka her yerde de bulurum. O adamlar, o ev… Hepsi geçici. Senin ruhun bana bağlı. Nereye gidersen git, seni söküp alırım. Gerekirse paramla değil, kanla alırım seni.”

 

Tüm vücudum zangır zangır titriyordu. Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Gözlerim kararıyordu. Tunç’un yanımda olmadığını bilmek, içimdeki korkuyu delip geçen hançer gibiydi.

 

Tam o sırada, arkamda bir hareket hissettim. Gölgeler değişti. Sırtımın ardında bir ses yankılandı:

“Bir sorun mu var?”

O anda derin bir nefes aldım. Tunç’tu… Kalın, kararlı sesiyle adeta oradaki kabusu ikiye bölmüştü. Babam bir an duraksadı. Gözlerini Tunç’a çevirdi. Gülmeye çalıştı ama sesi boğuk çıktı.

 

“Yok,” dedi, adımlarını geriye doğru atarak. “Ufak bir aile hasreti. Eski günleri yad ediyorduk sadece.”

 

Tunç bir adım öne çıktı, beni gövdesiyle arkasına aldı. Elini hafifçe omzuma koyarak beni korurcasına durdu. Ses tonu kararlıydı, gözlerinde tereddüt yoktu:

“Bu konuşma burada bitiyor.”

 

Babamın yüzü kasıldı. Bir anlık öfke geçti gözlerinden ama sonra o aynı küçümseyici gülümsemeyi takındı. “Bitmedi… Daha yeni başlıyor,” dedi. Ardından, gölgesi gibi karanlık sözlerini ardında bırakıp döndü ve kalabalığın içinde yavaşça kayboldu.

Ama ben hâlâ oradaydım. Bedenim yerindeydi ama ruhum darmadağın. Tunç bir şey söylemeye çalıştı ama başımı iki yana salladım. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Nefes almaya çalıştım. O an, sanki yıllardır sakladığım bütün acılar tek tek sırtıma binmişti. Ayağımın altı boştu, dünya sallanıyordu ama düşemezdim.

Sadece orada, AVM’nin ortasında, gözyaşlarımı gizlemeye çalışarak ayakta kalmaya çalışıyordum. Ama içimde… Bir çocuk gibi ağlayan, bir kadınına dönüştürülmüş o kırık parça… Sadece hayatta kalmaya değil, artık yaşadığını hissetmeye çalışıyordu.

Tunç’un önümde duruşu, bedenini adeta bir kalkan gibi araya koyuşu… O an sanki tüm karanlığın önünde bir ışık yanmış gibiydi. Babamın o zehirli sözleri hâlâ kulaklarımda yankılanırken, Tunç’un kararlı sesi beni o girdabın içinden çekip aldı.

İçimden geçen tek cümleydi bu:

İyi ki Bora Bey, Tunç’u yanımda yollamış…

Yoksa o lavabonun sessizliğinde, onun karşısında tek başıma kalsaydım…

Gözlerim doldu, ama bu kez sadece korkudan değil. Kendimi ilk kez bu kadar korunmuş hissetmiştim.

İçimde, kalbimin bir köşesinde sessizce, ama yürekten bir şükür yükseldi:

İyi ki yalnız değilim. İyi ki Bora Bey beni düşünmüş…

 

Bölüm : 31.05.2025 15:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...