
Alyadan
Geceydi. Saatlerin dili ağır, zamanın akışı sessizdi. Evin içi neredeyse tamamen karanlıktı; koridorlardan gelen hafif loşluk dışında hiçbir şey seçilmiyordu. Tavanın çıtırtıları, zaman zaman duvarda yürüyen rüzgârın fısıltısı gibi yankılanıyordu.
Alya uykusuzdu. Zihni boşalmıyor, yastığa başını her koyduğunda geçmiş geceler göğsüne çöküyordu. Gözleri kapalıydı ama uyumuyordu. Karanlığa alışan göz bebekleri, odanın köşelerini ezbere tanıyordu artık. Gözü tavanda, kulakları evdeki en küçük harekete duyarlıydı.
Tam o anda… Derin bir sessizlik içinde ayak sesleri duyuldu. Temkinliydi. Bastığı her adımda sanki evin duvarları uyanmasın diye dikkatle yürüyordu biri. Alya, nefesini tuttu. İçinden saymaya başladı… Üç, dört, beş adım… Koridordan aşağıya doğru gidiyordu. Bu saatte kim?
Yavaşça kalktı yataktan. Üzerine sadece uzun kollu ince bir hırka geçirdi. Kapısına yöneldi ama açmadı. Eğilip anahtar deliğinden baktı. Hiç kimse yoktu. Ama ayak sesleri hâlâ uzaklaşarak devam ediyordu. Ayak uçlarında pencereye yürüdü. Perdenin ucunu, hafifçe, neredeyse dokunmadan araladı.
Gördü.
Bora’yı.
Sokak lambasının soluk ışığı altında, ceketini giyiyordu. Saçları biraz dağınıktı. Sol eliyle telefonunu cebine koyarken, diğer eliyle arabanın kapısını açmaya yöneldi. Ama sonra durdu. O saniye… O tek saniye Alya’nın yüreğini sıktı. Sanki Bora bir şeyden emindi ama içinde hâlâ bir huzursuzluk vardı. Gözleri bir noktaya takılmış gibi… boşluğa bakar gibi duruyordu.
Alya, perdenin aralığından onun yüzüne odaklandı. Duygularını anlamaya çalıştı. Neden bu saatte çıkıyordu? Kime gidiyordu? Kimi görmek için değil, kimi görmek istemediği için mi böyle sessizdi?
Kalbinin atışlarını hissetti. Nedensizce… Ya da belki neden belliydi ama adını koyamıyordu.
Bora araca binmeden önce başını kaldırdı. Doğrudan pencereye bakmıyordu ama başını kaldırışı, Alya’yı yakalamış gibi hissettirdi. Kalbi bir anlığına durdu sanki. Kendini görünmez kılmak istercesine perdeyi geri bıraktı. Ama artık çok geçti. Gördü mü bilmiyordu. Bilmek de istemedi.
Kendi içine dönerek derin bir nefes aldı. Parmak uçları hâlâ perdenin kenarındaydı. Nefesini verirken boğazındaki düğümün çözülmediğini fark etti. Çünkü bu bir anlık endişe değildi. Bu, tanımlayamadığı bir hissin içini yavaşça kaplamasıydı. Korku değildi… ama tam güven de değildi. Merak değildi… ama ilgisizlik hiç değildi.
Biraz bekledi. Belki geri döner diye. Belki vazgeçer diye. Belki bu bir ihtiyaç değil, sadece bir anlık uzaklaşmadır diye.
Ama araba çalıştı. Motorun sesi sokağın sessizliğini yardı. Ve sonra yavaşça uzaklaştı.
Alya hâlâ pencerenin kenarındaydı. Perdenin gerisinde, olduğu yerde öylece kaldı. Gözlerini kısmıştı. Giden adamın arkasında bıraktığı hava hâlâ odanın içindeydi. Bir süre hiçbir şey düşünmeden, sadece orada bekledi.
Gece sessizdi ama zihni haykırıyordu.
Bu ilk değildi. Bora sabaha karşı bir kez daha gitmişti. Ama o zaman Alya fark etmemişti. Şimdi ise her şeyi hissetmişti. Bu gidiş farklıydı. Daha ağır, daha yüklüydü. Kalbinde bir soru büyüyordu: Bu gece, bu adam neden bu kadar sessizce çıktı?
Alya yatağına geri döndü ama yatmadı. Hırkasına daha sıkı sarıldı. Sanki sadece üşüdüğü için değil, sanki o yokken daha yalnız kalmamak için. Bir anlığına pencereden tekrar dışarı baktı ama sokak artık boştu.
Gözleri yavaşça kapanırken içinden bir cümle geçti. Sessiz, ama yakıcı.
“Keşke hiçbir şey hissetmeseydim.”
Ama hissediyordu. Ve bu onu en çok korkutan şeydi.
Boradan
Ev, sabahın ilk ışıklarına hazırlıksız yakalanmış gibiydi. Gecenin sessizliği hâlâ duvarların arasında geziniyor, eşyaların üzerinde solgun bir gölge gibi dolaşıyordu. Bora, her zamanki gibi erkenden uyanmıştı. Fakat bugün, uyanışı sadece alışkanlıktan değil, içini kemiren o huzursuz histendi. Gözleri açıldığında önce tavana, sonra odanın köşesine baktı. Uyandığı anla birlikte, gece boyunca zihninde biriken düşünceler de peşi sıra uyanmıştı. Alya’nın sesi hâlâ kulağındaydı. “Beni kurtaramazsın, ama yanında olursan… belki ben kendimi kurtarırım.”
Bu sözlerin etkisi, bir kurşun gibi göğsüne saplanmıştı. Onu korumak istemenin ötesine geçmişti artık. Bu, sadece bir görev ya da vicdan borcu değildi. Bu, içinden yükselen bir sorumluluk duygusuydu—kelimelere dökülemeyecek kadar ağır ve sarsıcı.
Bora yataktan kalktı, yüzünü yıkadıktan sonra mutfağa yöneldi. Ev hâlâ sessizdi. Alya’nın odası kapalıydı. Kapının altından sızan ışık yoktu, muhtemelen uyuyordu. Bora sessizce kahvesini aldı ve salonun camına yaklaştı. Camdan dışarı bakarken, kafasındaki düşüncelerle baş başa kalmıştı. Fakat bu yalnızlık uzun sürmedi.
Koridordan gelen adımlar, Bora’yı anında irkiltti. Yumuşak ama kararlı adımlardı bunlar. Kapı aralandığında Tunç belirdi. Elinde bir tablet, gözleri ciddi.
“Erken geldin,” dedi Bora, sesi yorgun ama tetikte.
“Uyumadım pek,” dedi Tunç, tabletini hafifçe kaldırarak. “Gece boyunca bazı görüntüleri inceledim. Alışveriş merkezinin yakın çevresindeki güvenlik kameralarına da ulaşabildim.”
Bora kaşlarını çattı. “Ne buldun?”
Tunç sessizce yanına yaklaştı ve tableti Bora’ya uzattı. Ekranda alışveriş merkezinin otoparkı görünüyordu. İlk başta sıradan bir kalabalık gibi görünse de Tunç videoyu yavaşlattığında, kalabalığın içinde tanıdık bir siluet belirdi. Kirli sakalları, dağınık saçları ve karanlık bakışlarıyla o adam… Alya’nın babasıydı.
Bora görüntüye odaklandı. Adam, AVM’nin dışında, bir bankta oturuyor ve gözleri kapı girişine kitlenmişti. Ardından Alya ve Tunç’un çıkış yaptığı an… Adam hemen doğruluyor, ama ardından olduğu yerde kalıyor. Yüzünde sinsi bir gülümseme beliriyor. Takip etmiyor, ama not alır gibi cep telefonunu çıkarıp bir şeyler yazıyor.
“Görüntüler buraya kadar,” dedi Tunç. “Devamı yok. Sonra kayıtlarda kesinti olmuş. Sistemsel bir arıza gibi görünmüyor, biri özellikle silmiş.”
Bora’nın parmakları bardağın çevresinde gerildi. “Yani biri oradaydı ve bizi izliyordu. Ve o adam hâlâ etrafta dolaşıyor.”
Tunç başını salladı. “Sadece dolaşmakla kalmıyor. Muhtemelen yeni bir hamle için uygun zamanı bekliyor.”
Bora bir adım geri attı, odanın ortasında kısa bir tur attıktan sonra durdu. “Bunu Alya’ya söylemeyeceğiz. Henüz değil.”
“Tamam ama…” Tunç tereddütle devam etti, “o adam, bu kadar yakına kadar geldiyse ve kayıtlara bile müdahale edebildiyse, içeriden bilgi sızıyor olabilir.”
Bu cümle Bora’nın zihninde başka bir kapı açtı. Gözleri kısıldı. “Uraz.”
Tunç sessizce başını salladı. “İhtimal yüksek. Alya’nın varlığını onun gizlediğini zaten biliyoruz. Ayrıca kamera kayıtlarının silinmesi ve belgelerin kaybolması da onun zamanlamasına denk geliyor.”
Bora’nın içi fokurdamaya başladı. Dün sabah Uraz’la yaşadığı yüzleşmenin yankıları hâlâ zihnindeydi ve gece saatlerce bu konu yüzünden şirkete gitmiş gerektiğinden daha fazlasını yapmıştı. Oysa bu olay, yüzleşmeden çok daha büyük bir ihaneti ortaya koyuyordu. Alya sadece terk edilmemişti; birilerinin göz yummasıyla yeniden karanlığa itilmeye çalışılıyordu.
“Elimizde somut bir şey var mı?” diye sordu Bora.
Tunç tabletin ekranını kaydırdı. “Henüz değil. Ama adamı takip ettirmeye başladım. Çevredeki kameraları ve sinyal kayıtlarını inceliyoruz. Ayrıca şirketten biri içeriden bilgi sızdırıyorsa, Uraz dışında birkaç çalışan daha şüpheli. Ama Uraz’ın adamlarıyla bu son olayın zamanlaması… çok net.”
Bora derin bir nefes aldı. Elini ensesine götürüp sıktı. “O adam Alya’ya bir adım daha yaklaşırsa… kimsenin onu kurtaracak vakti kalmaz. Ve Uraz’a da bir uyarı vermemiz gerekecek.”
Tunç bakışlarını Bora’dan kaçırmadı. “Sözlü bir uyarı yetmeyecek gibi duruyor.”
Bora’nın sesi alçaldı ama tehditkârdı. “Zaten söz bitti. Şimdi hareket zamanı.”
Tunç tabletini kapattı. “Peki ya Alya? Ne kadarını anlatacağız?”
Bora gözlerini Alya’nın odasının olduğu yöne çevirdi. “Henüz hiçbir şey. O, hayata yeniden tutunmaya çalışıyor. Onu geçmişin karanlığına tekrar itmeyeceğiz. Ama arkasında duracağız.”
Tunç başını eğerek onayladı. “Ne istersen…”
O anda evin içinde bir kapı gıcırdadı. Hafif, ürkek bir sesle açılan kapı, Alya’nın odasındandı. Adımlar yavaşça salona yöneliyordu. Tunç, Bora’ya kısa bir bakış attıktan sonra sessizce geri çekildi. Alya’nın bu konuşmaları duymaması gerekiyordu. Tunç koridora çekilip gözden kayboldu.
Alya salona girdiğinde, Bora pencere kenarına dönmüş, dışarıyı izliyormuş gibi yaptı. Ama göz ucuyla onu görmüştü. Alya’nın saçları dağınıktı, yüzünde uykusuzluğun izleri vardı. Ama buna rağmen, bakışları sabahki o kırılganlık kadar kararlıydı.
“Sabah oldu mu?” diye sordu sessizce.
Bora dönüp ona baktı. Gülümsedi. “Oldu. Ama hâlâ sessizliğe uyanıyoruz.”
Alya başını hafifçe salladı. “Bazen sessizlik… gürültüden daha korkutucu olur.”
Bora yavaşça yanına yaklaştı. “Artık korkacak bir şey yok. Bu evde sana zarar verebilecek kimse yok. Olmayacak.”
Alya gözlerini kaçırdı ama başını tekrar kaldırdı. Gözlerinin altındaki morluklara rağmen içinde bir direnç parlıyordu. “Sana bir şey sormak istiyorum. Ama dürüst cevap ver lütfen.”
Bora duraksadı. “Sor.”
“Dün gece… birine gittin. Ve sabah sessizdin. Ne oldu?”
Bora onun gözlerinin içine baktı. Kısa bir anlık sessizlikten sonra başını eğdi. “Kendini güvende hissedebilmen için ne gerekiyorsa, onu yapmaya başladım. Hepsi bu.”
Alya’nın gözleri parladı. Cevap yeterliydi. En azından bir süreliğine.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.79k Okunma |
1.08k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |