5. Bölüm

İlk Adım İlk Soğukluk

Fatma keskin
fatmakeskin

Melek Teyze’nin sesiyle yavaşça gözlerimi araladım. Odanın içini dolduran hafif loşluk, geceyle gündüz arasında bir yerde kalmış gibiydi. Sanki dün hiçbir şey yaşanmamış, tüm yaşadıklarım yalnızca bir kâbustan ibaretmiş gibi hissediyordum. Fakat vücudumun her yerinde hâlâ bir yorgunluk vardı; özellikle de omuzlarımda bir ağırlık çöreklenmişti. Uykunun geçici rahatlığı çoktan bedenimden çekilmişti.

“Kalk hadi güzel kızım, kahvaltı hazırlamamız lazım,” dedi Melek Teyze, yumuşak ama kararlı bir ses tonuyla. Sesi, içimi okşayan bir melodi gibiydi. Anne sıcaklığını anımsatan o ses, bana hem huzur veriyor hem de bu yeni hayatın ciddiyetini hatırlatıyordu.

“Günaydın Melek Teyze…” dedim uykulu ve kısık bir sesle.

“Günaydın kuzum, hadi hadi!” diyerek perdeyi biraz daha araladı. Güneş, odanın içine sızan altın ışıklarını yavaşça uzatıyor, duvarlara hayat veriyordu.

Güçlükle doğruldum. Saat henüz 6.30 bile olmamıştı. İçimde küçük bir çocuk gibi sızlanmak istesem de bu lüksüm yoktu artık. Hızlıca yüzümü yıkadım, soğuk suyla birlikte biraz olsun ayıldım. Çantamdan küçük bir kapatıcı çıkarıp göz altlarımı örttüm. Aynaya baktığımda tanıyamadığım biri vardı karşımda: Korkularını yutkunmuş ama hâlâ tetikte bir genç kadın…

Melek Teyze’nin akşamdan odama bıraktığı iş kıyafetlerini giydim. Üzerimde biraz bol duruyordu ama temiz, ütülü ve düzgündü. Bu bile bir lükstü benim için. Sonra evin içinde, akşamdan ezberlemeye çalıştığım yönleri anımsayarak dikkatli adımlarla mutfağın yolunu tuttum. Evin büyüklüğü gözümü hâlâ korkutuyordu. Her bir adımda yanlış bir kapı açacakmışım gibi tedirgindim.

“Melek Teyze, geldim!” dedim mutfağın eşiğinden içeri seslenerek.

“Hadi kuzum, hızlı ol biraz. Patron çoktan uyanmış. İlk günden azar yemek istemezsin, değil mi?” dedi bana bakmadan, elindeki tabakları yerleştirmeye devam ederek.

Demek gerçekten bu kadar erken kalkıyordu… İçimde bir anda garip bir huzursuzluk belirdi. Ellerim titremeye başlamıştı ama bu bir korkudan çok, bilinmeyene atılan adımın ürpertisiydi. Melek Teyze hızlıca neler yapmam gerektiğini anlatmaya başladı. Dikkatle dinledim, her cümlesini aklıma kazımaya çalıştım. Bu evin sadece patrona ait olmadığını, bir kız kardeşi olduğunu ama burada kalmadığını, ayrıca iki kuzeninin yurt dışında yaşayıp sık sık seyahat ettiklerini anlattı. Benim tek görevim, patronun kişisel işlerine yardımcı olmaktı. Bu görev her ne kadar sade görünse de taşıdığı sorumluluk büyüktü.

Biraz daha rahatlamak adına hafifçe gülümsedim ve Melek Teyze’ye takılmaya çalıştım:
“Melek Teyze… Şimdi ben ‘Patron Bey’ mi diyeceğim, yoksa ismiyle mi hitap edeceğim?”

Sorumu ciddiyetsiz sormamaya çalışsam da, o anın gerginliğini kırmak istedim.

Melek Teyze, mutfağın köşesindeki sandalyeye otururken hafifçe güldü.
“Kızım hiç ismiyle hitap olur mu? Bir de gidip direkt adını sorsana, merak ediyorum diye!” dedi, gözlerini hafifçe kısarak.

“Yok yok, meraktan değil,” dedim utangaçça gülümseyerek. İçim biraz olsun gevşemişti.

“Tamam tamam, sus şimdi. Patron odasındaki masaya kahvaltı istedi. Yukarı çıkıyorsun, soldan ikinci oda. Unutma, Uraz Bey diye hitap edeceksin. Başka bir kelime kullanma, olur mu?”

Başımı onaylarcasına salladım. Elimdeki tepsiyle birlikte kalbim de yerinden fırlayacak gibiydi. Merdivenleri çıkarken ayaklarımın altında halının yumuşak dokusu bile bu gerginliği bastıramıyordu. Tepsideki her bir parça, titreyen ellerimde daha da ağırlaşıyordu sanki. Dalgın düşünceler arasında “Acaba neyle karşılaşacağım?” sorusu sürekli kafamda dönüp duruyordu.

Kapının önüne geldiğimde iki kez nazikçe tıkladım. Kalbim göğüs kafesime sığmıyor gibiydi. İçimdeki ürperti, yeni hayatın bilinmezliğiyle büyüyordu. Dalgınlığımın içinde kapı ansızın açıldı.

“Kapıyı çalıp neden açmıyorsun?” dedi içeriden gelen tok ve soğuk bir ses.

“Ö-özür dilerim efendim…” dedim, gözlerimi yere indirerek. Sesim neredeyse duyulmaz bir fısıltıya dönüşmüştü.

Adamın gözleri yüzümde kısa bir süre durakladı. Bir şey fark etmiş gibiydi ama anlamaya çalışmadı. Ben de o bakışları sorgulamadım, yalnızca sessiz kalmayı seçtim. Şimdi konuşmanın değil, gözlemlemenin zamanıydı.

“Geç, şu masaya bırak,” dedi yine aynı ciddiyetle.

Onun peşinden birkaç adım attım. Masaya kahvaltı tepsisini bırakırken istemsizce gözüm ona kaydı. Uzun boyu, omuzlarının genişliği, dik duruşu… Varlığı, odanın tüm havasını dolduruyordu. Kendinden emin adımları, adeta her detayı önceden planlanmış bir adamı anlatıyordu. Bu adam, belli ki ne istediğini bilen, kararlarından dönmeyen, duvarları yüksek biriydi. Etkileyici olduğu kesindi ama… bu bir hayranlık değildi. Daha çok dikkatli olunması gereken bir figür gibiydi.

“Afiyet olsun Uraz Bey,” diyebildim sonunda, sesimi çok yükseltmeden.

“Çıkabilirsin,” dedi, bakışlarını bile üzerime çevirmeden.

Nezaket sınırlarını aşmasa da, ses tonu kesinlikle sıcakkanlı değildi. İçimde bir parça burkuldu. Sessizce başımı eğip odadan çıktım. İçimde kendime karşı öfke dolu bir fısıltı vardı: “Kendini ezdirme Alya… Herkes gibi senin de burada bir yerin var.”

Adımlarımı hızlandırıp mutfağa döndüm. Melek Teyze, hâlâ oradaydı. Gözümün içine dikkatlice baktı.

“Melek Teyze, geldim…”

“Ne oldu kuzum, yüzünden düşen bin parça?” dedi kaşlarını hafifçe kaldırarak.

“Bir şey olmadı Melek Teyze… Sadece biraz acıktım,” dedim gülümsemeye çalışarak. İçimde kopan fırtınaya rağmen sesim sakin kalmalıydı.

“Ben sana bir şeyler hazırladım zaten, hadi otur,” dedi. Gözleri içimi okur gibi bakıyordu. “Bir şeyler” dediği şey aslında neredeyse bir sofra kadardı. Ama midem düğüm düğümdü. Kaşık elimde kaldı. Yalnızca birkaç lokma yiyebildim.

“Melek Teyze, odama geçsem olur mu?” diye sordum, sesim yumuşak ama mahcup bir tonda.

“Hiçbir şey yemedin ama… Zaten çok zayıfsın kızım.”

“Teşekkür ederim Melek Teyze, doydum ben,” dedim. Yorgunluk değil, duygusal yoğunluk çökmüştü üstüme.

“Tamam kuzum. Ama bir saat sonra yanıma gel. Uraz Bey’in odasını ilk gün seninle birlikte toplayalım. Ne nerede olur, birlikte öğrenirsin.”

Başımı onaylayarak salladım ve odamın yolunu tuttum. Kendimi yatağa bıraktığımda kalbim hâlâ ritmini bulamamıştı. O an kendime bir söz verdim: Ne olursa olsun, bir daha Uraz Bey’in yüzüne bile bakmayacağım. Ne kadar etkileyici olursa olsun… Ben buraya iş yapmak için gelmiştim. Ve bu evi “kendim olmadan” terk etmeyecektim.

Bölüm : 18.09.2024 15:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...