22. Bölüm

Kaçmak Yetmez

Fatma keskin
fatmakeskin

Tunç babamın arkasından dikkatle bakarken, ben hâlâ donuk bir şekilde ayakta duruyordum. Her şey sadece birkaç saniye içinde olup bitmişti ama zihnimde yılların tortusu bir anda gün yüzüne çıkmıştı. Sanki içimde özenle sakladığım, unuttum sandığım ne varsa, bir bir uyanmıştı. Göğsümde kocaman bir taş vardı. Nefes alamıyordum. Midem bulanıyor, boğazıma düğümler diziliyordu. Ayaklarım geri geri gidiyordu ama bedenim olduğu yere çivilenmişti. Sadece ruhum çırpınıyordu; sesini duyurmak ister gibi.

Dünya ne kadar da küçükmüş…

Bir AVM’ye adım atmıştım sadece, biraz nefes almak istemiştim. Ve geçmişim—en karanlık, en iğrenç hâliyle—karşıma çıkmayı başarıvermişti. Saklandığım yer, kaçtığım şehir, gizlendiğim hayat… Hepsi yetmemişti. Yerin altına girsem de bulacaktı belli ki.

“Alya Hanım, iyi misiniz?” Tunç’un sesi uzaktan gelir gibiydi. İçinde tedirginlik taşıyordu ama benim için sadece bir uğultuydu. Gözlerim hâlâ onun—babamın—gittiği o boşluğa takılmıştı. Ama artık orada kimse yoktu. Yalnızca geçmişim. Ölmemişti. Sadece sessizce beklemişti. Şimdi ise geri dönmüştü. Hatta hiç gitmemişti belki de…

Adımlarımı zorla attım, kalabalıktan uzak bir banka çöküp başımı öne eğdim. Elleri birbirine kenetlemiş bir hâlde, içimdeki çığlıkla baş başaydım. Gözlerimin önünde onun sırıtan suratı dönüp duruyordu. Gülüşü zehir gibiydi. Sözleri, iğneli bir ip gibi boğazıma dolanmıştı.

Ben onu hayatımdan çıkardığımı sanmıştım. Unutmuştum. Susturmuştum. Oysa geçmiş susmazmış. Yok sayınca gitmiyormuş. Sadece zamanı bekliyormuş. Ve zamanı geldiğinde, seni en savunmasız hâlinde yakalayıp darmadağın ediyormuş.

Kafamın içinde dönüp duran cümle, onun söylediği o iğrenç cümleydi:

“Sana para verdiler.”

Bir an başımı kaldırdım. İnsanlar geçiyordu önümden; kimisi aceleci, kimisi gülümseyerek. Kimsenin durup bana bakmadığı bu kalabalığın içinde yapayalnızdım. Ve bu yalnızlık hiç bu kadar ağır gelmemişti.

Ben satılmış mıydım?

Kendi kendime sorarken bile midem bulandı.

Küçükken bana bir kalem bile almamış bir adam, şimdi benim üstümden alınan bir paradan söz ediyordu. Oysa ben…

Ben çocukluğumu bile yaşayamamıştım.

Ben onun içki kokan nefesinden, gece yarısı attığı tokatlardan, yere düşen bardaklardan kaçarken büyümüştüm.

Ben o evde büyümedim. O evde yok oldum.

 

Nefesim düzensizdi. Göğsümdeki ağırlık katlanılmaz hâle gelmişti. Boğazımda, içimdeki isyanı kusmak isteyen bir şey vardı. Dayanamadım. Başımı gökyüzüne kaldırıp usulca, ama içten bir fısıltıyla sordum:

“Neden?”

“Neden her şey üst üste geliyor? Neden ben?”

“Ben sadece biraz nefes almak istemiştim…”

Gözyaşlarım düşmemek için dirense de görüşüm bulanmıştı. Hayat bana hiç sormadan defalarca üstümden geçti. Her düze çıkışta yeni bir yokuş koydu önüme. Hiçbir zaman tam kurtulamadım. Kırıldım. Sustum. Unuttum. Ama artık unutmuyorum. Artık susmuyorum.

İçimde bir şey daha kıpırdadı o anda. Bir his. Bir kıvılcım.

Tunç’un hâlâ bir adım ötede beklediğini hatırladım. Sanki orada olması, kendimi tutunacak bir dala yakın hissettirdi.

İyi ki Bora Bey Tunç’u yollamış…

Eğer yalnız olsaydım…

Tekrardan şükür etmiştim.Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum ne olurdu. Belki ağzımı bile açamaz, orada yere kapanıp kalırdım. Belki bir daha asla toparlanamazdım. Belki bu yazgı, o adamın bana biçtiği gibi biterdi.

Ama şimdi buradayım. Ayaktayım. Nefes alıyorum. Ve evet, hâlâ titriyorum ama kaçmıyorum.

Çünkü artık biliyorum:Geçmişi silmenin tek yolu, onunla yüzleşmekten geçiyor.Ve ben, ne kadar küçük bir dünyada yaşıyor olursam olayım…Bu defa kaçmayacağım.

Ama bir yandan da içimde fırtına kopuyordu.

Neden?

Neden her şey üst üste geliyordu?

Neden tam “biraz nefes alıyorum” dediğimde, hayat yine boğazıma yapışıyordu?

Yeni bir başlangıca tutunmuştum oysa. Minik bir huzur alanı kurmuştum kendime. Belki yavaş yavaş iyileşirim demiştim. Ama geçmiş, elleriyle beni boğmaya kararlıydı.

“Neden hep ben?”

Bu cümle, zihnimde dönüp durdu. Dudaklarımdan fısıltıyla döküldü mü bilmiyorum ama içimde çığlık gibiydi.

Ne zaman kendimi toplamaya çalışsam, hayat yine darmadağın ediyordu.

Ne zaman yürümeye kalksam, önüme yine o adam çıkıyordu.

Ne zaman umutlansam, geçmiş önümde dikiliyordu.

Sanki bu dünya benim nefes almamı istemiyordu.

Sanki yaşadığım her iyi şey, cezasını peşinden getiriyordu.

Kafamı kaldırıp uzaklara baktım. Kalabalığın içinde her şey bulanıktı. Ama içimdeki bu isyan, her şeyden netti.

Bu kadar zor mu?

Sadece mutlu olmak…Sadece biri gibi yaşamak…Sadece insan gibi var olmak…

İçimdeki uğultu biraz diner gibi olmuştu ama kalbim hâlâ göğsüme sığmıyordu. Başımı dizlerime yasladım, gözlerimi kapattım. Kafamın içi hâlâ dönüyordu.

Az ötede Tunç’un adımlarını duydum. Cebinden telefonunu çıkardığını fark ettim. Sessiz bir adımla biraz uzaklaştı, ama ben kulak kesilmiştim.

“Bora Bey, bir durum oldu… Evet, karşılaştı… Babasıyla.”

“Hayır, herhangi bir fiziksel müdahale olmadı. Alya konuşmak istemiyor ama… sarsıldı.”

“Evet, yanındayım. Merak etmeyin.”

Bu kadardı. Kısa ve netti. Ama kelimelerin ardında bir koruma, bir dikkat vardı.

Demek ki Bora… bilmeliymiş. Herkese anlatamadığım, anlatmayacağım şeyleri o bilmeliydi.

 

Bölüm : 31.05.2025 15:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...