
Alya odasına çıktıktan sonra evin içi kısa süreliğine sessizliğe gömüldü. Ama bu sessizlik, fırtınadan önceki durgunluk gibiydi. Bora, oturduğu koltuktan kalktı, bir süre hiçbir şey söylemeden ayakta durdu. Çenesini sıktı, parmakları avuçlarında yumruk oldu. Gözleri karanlığa dönük, ama zihni çoktan bir karar almış gibiydi.
Ağır adımlarla Uraz’ın bulunduğu odaya yöneldi. Kapıyı araladı ama kapatmadı. Sadece içeri girip birkaç saniye sessizce durdu. Odanın loş ışığı, Bora’nın yüzündeki ifadeyi daha da keskinleştiriyordu. Öfke oradaydı—ama bu öfke kontrolsüz bir patlama değil, derinlemesine bastırılmış, belli ki uzun süredir içeride birikmiş bir duyguydu.
Uraz, masadaki evrakların üzerinden başını kaldırdı. Gözleri Bora’ya döndüğünde hiçbir şey söylemedi. Sadece o tanıdık soğukkanlı bakışı vardı.
Bora konuştu. Sesi düşüktü ama tonundaki gerilim çıplak bir şekilde ortadaydı.
“Ne zaman haber vermeyi düşünüyordun?”
Uraz, elindeki kalemi masaya bıraktı. “Ne hakkında konuştuğunu bildiğini mi varsayıyorsun?”
Bora birkaç adım daha attı, şimdi ikisinin arasındaki mesafe yok denecek kadar azdı. Göz göze geldiklerinde odaya yayılan sessizlik, iki güç arasındaki görünmeyen savaşı anlatıyordu.
“Sana Alya’yı bu eve almadan önce sordum,” dedi Bora. “Geçmişinde bilmem gereken biri var mı dedim. Ne dedin sen bana? ‘Hayır.’”
Uraz kaşlarını çatmadı, ama yüz kasları sertleşti. “Çünkü ben de bilmiyordum.”
Bora kısa bir kahkaha attı, ama bu kahkaha içinde alay değil, kırgınlık taşıyordu. “Senin bir şeyden habersiz olduğunu düşünmek istiyorum ama… seni tanıyorum Uraz. Bilmeden hareket etmezsin. Bu işin arkasında daha derin bir şey var.”
Uraz’ın sesi ilk kez düşük bir tonda değişti. “Ben Arya’yı koruyorum, Bora. Alya’yı da. Ama bunu senin yöntemlerinle yapmıyorum. Ben duvar örerim. Bağ kurmam.”
Bora gözlerini kısıp bir adım geri çekildi, ama bakışları hâlâ sertti. “Ve bu yüzden onları birbirlerinden ayırıyorsun? Kardeş olduklarını saklayarak mı koruyorsun?”
“Bazen,” dedi Uraz, sesi bir buz gibi keskinleşerek, “gerçeği söylemek, birini korumaktan daha tehlikelidir.”
Bora’nın gözleri parladı, ama sinir değil… hayal kırıklığı vardı orada. “Bu senin seçimin. Ama Alya artık benim korumamda. Ve senin yaptığın her şeyin sonucunu ben de taşımak zorundayım. Bu yüzden beni bilgilendirmemek… sadece hata değil. İhanete girer.”
Uraz’ın yüzü bu kez dondu. Bir şey söyleyecek gibiydi ama Bora elini kaldırarak susturdu.
“Yine de seni anlıyorum. Ama bir şeyin farkında ol. Duvarlar yıkılır, Uraz. Ne kadar yükseğe örersen ör. Gerçek, eninde sonunda kendini dayatır.”
Bu cümleyle birlikte Bora arkasını döndü. Kapıdan çıkarken omzunda öfkenin ağırlığı, zihninde ise Alya’ya söylemesi gereken kelimeler vardı.
Merdivenleri birer birer değil, kararlı adımlarla indi. Alya’nın odasının önünde durduğunda, birkaç saniye boyunca kapıya baktı. Sonra hızlıca, sert ve kararlı bir şekilde kapıyı çaldı. O tıklama, Alya’nın kalbinde hafif bir sarsıntı yarattı. Kapıyı açtığında, karşısında alışık olmadığı bir Bora vardı.
Kaşları çatılmıştı. Gözleri, adeta içindeki fırtınayı dışarı yansıtıyordu. Dudakları birbirine bastırılmıştı, çenesi gergindi.
Alya bir adım geri çekildi, şaşkınlıkla sordu: “Bir şey mi oldu?”
Bora cevap vermedi. İçeri girdi. Odada bir tur attı. Elleri saçlarının arasından geçti. Kontrol etmeye çalıştığı şey, sadece öfke değildi. Kırılmışlık, koruma içgüdüsü, sorumluluk—hepsi aynı anda yüzündeydi.
Alya arkasından kapıyı kapatıp yaklaştı. “Bora?”
“Bu kadar… bu kadar bilgi bir insandan bu kadar kolay saklanmaz,” dedi. “Hele ki tehlike varsa.”
Alya şaşkınlıkla baktı. “Ne hakkında—”
“Arya,” dedi Bora, onun gözlerinin içine bakarak. “O kız… senin kardeşin. Ve onun senden haberi bile yok.”
Bu cümle, Alya’nın içinde bir duvarı yıktı. Ses çıkmadı, ama gözleri doldu.
“Ben de yeni öğrendim… Sindirmem zaman aldı.”
Bora derin bir nefes aldı. Bu defa daha yumuşak bir sesle konuştu: “Uraz bu bilgiyi benden sakladı. Bunu sindiremiyorum. O gün… o alışveriş merkezinde olanları düşündükçe… seni yalnız bıraktığım için kendime hâlâ kızıyorum.”
Alya yutkundu. İçinde bir suçluluk dalgası yükselmişti. “Ben istemedim böyle olmasını.”
“Biliyorum,” dedi Bora. Sesi ilk kez tamamen yumuşamıştı. Sonra başını kaldırdı ve sözlerine başka bir ton ekledi—sorumluluk.
“Bak Alya… Bu evde artık rastgele bir konuk değilsin. Benim için öyle değilsin. Bu seni zorluyor olabilir ama ben… artık senin sırtını kolluyorum. Bilerek ya da bilmeyerek.”
Alya dudaklarını ısırdı. Kalbindeki duvarlar hem çözülüyor hem daha da kalınlaşıyordu.
“Ne yapmamı istiyorsun?” dedi sessizce.
Bora yaklaştı. Bir adım mesafeye kadar geldi. Ama dokunmadı. Sadece göz göze durdu.
“Gözünü açık tut. Uraz’a hemen güvenme. Arya’yla ilgili bir adım atacaksan… önce bana söyle. Çünkü onun güvenliği de senin duyguların da artık benim meselem. Bunu seçtin mi bilmiyorum… ama ben çoktan seçtim.”
Alya gözlerini yere indirdi. İçinde bir boşluk ve doluluk aynı anda büyüyordu. Sıcak bir koruma, ama aynı zamanda ağır bir yük gibi.
Bora kapıya döndü. Elini kapı koluna koyduğunda bir kez daha durdu.
“Ve bir daha… o adama, yani babana yaklaşırsan—seni zincirle bile olsa burada tutarım. Bunu unutma.”
Bora odadan çıkarken, son bir cümle bıraktı:
“Ben sinirliyim, evet. Ama bu sana değil. Bu… seni koruyamamış olmama.”
Alya, odanın ortasında öylece kalakaldı. Gözleri kapanmıştı ama kulaklarında hâlâ Bora’nın sesi yankılanıyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.76k Okunma |
1.08k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |