
Bora’dan…
Bora, gecenin içinde yürüyordu. Ayakları nereye gittiğini bilmiyor gibiydi ama kalbi çoktan kararını vermişti. Şehir arkada küçülüyordu. Işıklar, arabalar, sokaklar… hepsi birer gürültüydü artık. Ama o bir sessizliğe yürüyordu. Sessizliğin kalbine. Babasının evine.
Evin önüne geldiğinde hiçbir şey değişmemişti. Kapıdaki paslı zil, bahçedeki kırık taşlar, solmuş ahşap… Her şey aynıydı. Ama içeride kimse yoktu. Ne babasının öfkesi, ne annesinin sesi, ne de geçmişin yankıları. Ve belki de bu yüzden Bora içeri girmedi. Girmeye hazır değildi. Kapının hemen yanındaki kaldırıma oturdu. Dirseklerini dizlerine dayadı. Ellerini birleştirdi. Ve sadece baktı.
Evin içi karanlıktı. Perdeler kapalıydı ama Bora’nın gözleri, o evin içini ezbere biliyordu. Nereye dönse bir hatıra. Kırık bir masa, köşede yığılı eski eşyalar, duvarda asılı ama eğilmiş bir tablo. Her şeyin altında bir kelime vardı: sustuk. O evde herkes susmuştu bir zamanlar. Baba, sadece bağırarak konuşmuştu. Anne, sessizce tükenmişti. Ve Bora… sadece duvarlara konuşmuştu.
Saatler geçti. Gecenin ayazı Bora’nın kemiklerine işledi ama o yerinden kıpırdamadı. Sabah oldu, sokaktan insanlar geçmeye başladı. Biri bile dönüp bakmadı ona. Şehir acele ediyordu, Bora durmuştu. Gözleri evin kapısındaydı. Ellerinde titreme vardı ama yüreğinde sanki yıllardır bastırdığı bir çığlık kıpırdıyordu. Öğle oldu, ikindi geçti. Güneş battı, sokak lambaları yandı. Bora hâlâ oradaydı. Aynı kaldırımda, aynı duruşla. Yalnızlık, bedenine değil, ruhuna yerleşmişti artık.
Gece ikinci kez geldiğinde gözlerinin altı morarmıştı. Saçları darmadağındı. Nefesi kısa kısa alıyor, ama zihni doluydu. Kendiyle konuşuyordu içinden. O evin kapısının ardında kalan her sesle. Babasıyla, annesiyle, küçük çocukluğuyla. “Ben sana benzemek istememiştim,” diyordu içinden. “Ama senin suskunluğunu aldım üstüme. Ve şimdi Alya’ya taşıdım. Onu da sessizliğe boğdum.”
İkinci günün sabahı, Bora’nın başı önüne düşmüş bir şekildeydi. Uykusuzluk göz kapaklarını ağırlaştırmıştı ama yine de yerinden kalkmadı. Komşular perdelere bakıyordu ama kimse yaklaşmıyordu. Çünkü Bora’nın gözlerinde, kimsenin dokunmak istemediği bir geçmiş duruyordu. Sessizdi. Soğuktu. Ama içten içe alev alıyordu.
Ve öğleden sonra, saat dört gibi… Bora ilk kez hareket etti. Ellerini dizlerinden çekti. Ayağa kalktı. Birkaç saniye sendeledi ama sonra dengelendi. Derin bir nefes aldı. Kapının önüne yürüdü. Elini kapı koluna götürdü. Paslı menteşe hafifçe gıcırdadı. Kapıyı açtı.
İçeri girdi.
Karanlık bir ses gibi kapı arkasından kapandı.
Alya’dan…
Gece ilerledikçe, evin içindeki sessizlik, artık bir örtü değildi; ağır bir duvar gibiydi. Alya, zarfı kucağında tutuyor, ayak ucu ısıtırmış gibi zemine basmış haldeydi. Tunç bir adım uzakta durdu, karanlığın içindeki gölgesi bir süre Alya’nınkiyle kesişti. Sonra sessizce aradan ayrılıp, ufak lambayı yaktı. Loş ışıktu ama ikisinin yüzünü gösteriyordu.
Alya derin bir nefes aldı, gözlerini kapadı. Kalktı, zarfı sehpanın üzerine bıraktı. Parmakları titreyerek açtı. İçindeki mektubu özenle çıkardı:
“Bora
Bu gece, senin karşına çıkacağım. Yüzleşmem gereken seninle değil, babanla yaptığım anlaşmayla ilgilidir. Bu mektubu okursan, ne yapman gerektiğini bileceksin. Saat 02:30’da eski evin önünde ol. Geçmişin anahtarını orada bulacaksın. Ama hatırla: bilmek, bazen esarettir.”
Alya mektubu ikiye katladı. Başını kaldırdı. Gözlerine yorgun ama çözülmüş bir kararlılık yerleşmişti. “Tunç,” dedi alçak sesle, “buna gitmeliyim. Şimdi.”
Tunç, nefesini yuttu. “Bora’yla yüzleşeceksin.”
Alya başını salladı. “Evet. Ama yalnız değilim.” Tek gitme cesaretini bulamamış tı kendinde…
Dışarı çıktığında rüzgar yüzüne vurdu. Araçta Tunç vardı ama konuşmadı. Hava soğuktu. Karnın altındaki tansiyon yükseliyordu. Alya elini cebine attı: telefon, zarfın kalıntısı, anahtar. Şu an anahtar, hem fiziki hem sembolik tişört gibiydi üzerinde: kapıyı açacak, hem de içindeki kilidi kıracaktı.
Arabaları terkedilmiş sokakta durmuştu. Evin önünde lambalar yanıyordu; biri sarı bir yalnızlık yayıyordu. Kapının kenarındaki paslı zil yoktu ama kapı açıktı. Zorlanmamış gibi.
İkili içeri girdi. Evin paslı tahta kapısı gıcırdayarak açıldı. İçerisi kokuyordu; nem, ahşap, eski gazete sayfaları samanın karışımı tuhaf bir kesiflik yayıyordu. Merdivenlerin ucunda Bora’yı gördüler: Lambanın ışığında BLE yemiş bir portre gibi… yorgun, sanki içerideki yıllar boyu oturmuş.
Alya kalbine ağır bir taş düşmüş gibi durdu. Bora, pejmürde hırkasıyla, dizlerini sarmalamış şekilde merdiven basamağında oturuyordu.
“Alya,” dedi kısık, kırık bir sesle.
Alya ilerledi. “Bora,” dedi. “Niye burada kaldın niye yine gelmedin?”
Bora başını kaldırdı. “Bilmiyorum,” dedi boğuk. “Sanırım babama söz verdim. Burada… onun gittiği yer benimle kaldı.”
Alya eğildi. “Ne sözüydü o?”
Bora gözlerini kapattı. “Sessizlik sözüydü. O kadar çok konuştum ki… bu evde hiçbir şey susmadı. Ben de bir zamanlar babama “Artık susuyorum” demek istedim. Ve burada sustum.”
Alya dizlerinin üzerine çöktü. “Ben de sustum,” dedi. “O kadar çok sustum ki… kendimi kaybettim.”
Bora baktı: “Bu yüzden buradaysan…”
Alya uzandı, Bora’nın elini tuttu. “Sana kızmıyorum,” dedi. “Fakat artık susmamız gerekiyor.”
Bora bir an ona baktı. “Tam da bu yüzden geldim,” dedi. “Ama seni burada görmek… korkmuştum.”
Alya gözyaşı dökmedi ama sesinde titreme vardı. “Ben korkmuyorum.”
Tunç uzaktan dinliyordu. Onların sesleri, evin içinde yankılanıyor, geçmişi titretiyordu.
Bora kalktı. “Mektup… kimden?”
Alya cebinden çıkardı. “Bilmiyorum. Sözlerini ismini tanımıyorum.”
Bora aldı mektubu. Okudu. Gözleri aktı; mektup alev gibi çıktı ellerinde. “02:30’daydık,” dedi. “Geçmiş uyuyor olabilir mi?”
Alya başını salladı. “Hayır. Bize sesleniyor.”
Bora pencereye yürüdü. Dışarıya baktı. Denizin uzağında, gölgelerin ardında… geçmiş devriyedeydi.
Alya yanaşıp, omzuna dokundu: “Şimdi ne yapacağız?”
Bora gerildi. “Konuşacağız. Nerede kaldığımızı. Sessizlikle mi… yoksa biriyle mi? İçimizdeki yükü kim taşıyacak?”
Tunç adım attı: “Ben de buradayım. Susmayacağım.”
Alya ve Bora başlarını ona çevirdi. Sessizlik büyük bir çukur gibi açıldı aralarında. Sonra Bora yavaşça ilerledi. Ve evin yükünü, geçmişin sırlarını… üçü birlikte paylaşmak üzere merdivenlerden yukarı çıktı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.79k Okunma |
1.08k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |