
Ben Uraz Uygar…
Diğer adımla: Gölge.
Kinle, öfkeyle, hesaplaşmalarla büyümüş bir adamım ben.
Kardeşlerimle birlikte yer altı dünyasının en karanlık mafya oluşumunun başındayız.
İsmimiz sokaklarda fısıltıyla anılır. Herkes bizi ya tanır… ya duymuştur… ya da bizden korkuyordur.
O gece saat 01:08’di.
Çoğu insan uykunun en derin yerindeyken, ben hâlâ masa başında evraklarla boğuşuyordum.
Gözlerim yanıyor, sinirlerim geriliyordu. Son zamanlarda olanlar içime sinmiyordu.
Bir şeyler eksiliyordu. Küçük ama fark edilir şeyler.
Ve bu evde bir boşluk vardı.
Sanki biri her şeyi izliyor, dinliyor, öğreniyor ama görünmüyordu.
Bir sigara yaktım. Parmaklarım titriyordu.
Tam o sırada kapı yavaşça açıldı. Banu içeri girdi. Uykulu ama huzursuzdu. Elinde iki kahve vardı.
— “Uyumadığını biliyordum…”
— “Uyuyamıyorum.”
— “Saat biri geçti abi. Gözlerine kan inmiş. Ne bulmaya çalışıyorsun?”
— “Hissettiğim bir şey var Banu. Bir eksiklik. Her şey yolunda gibi görünüyor ama değil.”
Banu kahveyi masaya bıraktı. Bir sandalyeye oturdu.
— “Tam olarak ne eksik?”
— “İki gece önceki sevkiyatta bazı bilgiler sızmış. Karşı taraf, bizim planımızı önceden biliyordu. Bu, rastlantı değil.”
— “Yani içimizde bir köstebek var diyorsun?”
— “Ya da bizi tanımayan, ama evin içinde olan biri. Her hareketimizi gözlemleyen biri.”
Bir süre sessizlik oldu. Odamda sadece saatin tıkırtısı ve uzaklardan gelen gece rüzgârının sesi duyuluyordu.
Sonra birden telefonum çaldı.
Ekrana bakınca ciddileştim. Arayan Aziz’di.
O, sadece acil durumlarda arardı.
Kasadan sorumlu kişiydi. Güvenim tamdı.
— “Söyle.”
— “Abi… Kasaya bakmaya geldim, evrakları alacaktım. Ama dosyalar yok.”
— “Ne demek yok?”
— “Abi… hepsi gitmiş. Şifreyi girdim, kasayı açtım… ama içerisi bomboş.”
Derin bir sessizlik oldu. Sadece nefes alışverişim duyuluyordu.
— “O odadan bir adım bile uzaklaşma. Kamera kayıtlarını aç. Şimdi geliyorum.”
Telefonu kapattım. Yumruklarımı sıktım.
Banu yüzüme bakınca korktu.
— “Abi… ne oldu?”
— “Dosyalar yok.”
— “Ne?! Ama nasıl? Şifreyi sadece sen ve Aziz biliyorsunuz!”
— “Demek ki biri bizim şifreyi bildiğimizi biliyor. Ve yokluğumuzu da takip etmiş.”
Banu panik hâlindeydi.
— “Ama o belgeler… Onların kaybolması demek—”
— “Her şeyin çökmesi demek. Tüm bağlantılar, tüm sırlar… O dosyalarda.”
— “İçeriden biri mi yaptı diyorsun?”
— “Aynen öyle.”
Bir an durdum. Gözlerim derinlere kaydı.
Tüm detayları taradım zihnimde.
Son zamanlarda kim girip çıktı bu eve?
Kim bu kadar yakındı belgelerin olduğu kata?
Kim bizim yokluğumuzu fark etmiş olabilir?
— “…O kız.” dedim.
— “Hangi kız?”
— “O hizmetçi parçası. Alya.”
— “Alya mı?!”
Banu bana inanamaz gözlerle baktı.
— “Abi o kız… daha yeni geldi. Zaten içine kapanık, korkak biri.”
— “Tam da bu yüzden mükemmel. Sessizliğiyle gözden kaçıyor. Dikkat çekmeden her şeyi öğreniyor.”
— “Ama o kızın böyle bir şeyi yapabileceğine inanamıyorum.”
— “İnanmak zorunda değilsin. Gerçekler inanıp inanmamaya göre şekillenmez. Evde biz yoktuk. Kasayı bilen yok. Kameralar da henüz kontrol edilmedi. Bu evde yeni olan tek kişi Alya.”
Yüzümdeki öfkeyi bastıramıyordum. Yumruğumla masaya vurduğumda kahve fincanı devrildi.
— “Bana bunu ödetecek. Uraz Uygar’a ihanet etmenin bedelini en ağır şekilde ödeyecek!”
Banu hâlâ bir şeyler söylemek istiyordu ama artık duymuyordum.
Koridora çıktım. Sadece kendi iç sesim kulaklarımda yankılanıyordu.
İhanet.
Alyadan…
Yavaşça yatakta doğruldum.
Dün, önceki günlere göre daha sakindi. Yemek sonrası herkes odasına çekilmiş, bana yalnızca ortalığı toplamak kalmıştı.
Şaşırtıcıydı…
İlk defa kabussuz bir gece geçirmiştim.
İçimde garip bir huzur vardı. Sanki o karanlık bulutlar, bir nebze dağılmış gibiydi.
Gülümsedim.
Bu evde, ilk kez kendimi bir parça da olsa güvende hissetmiştim.
Yavaşça kalktım. Yüzümü yıkayıp saçımı topladım.
Melek Teyze kahvaltı hazırlığına başlamış olmalıydı. Ona yardım etmek istiyordum. Çünkü o, burada tek gerçek desteğimdi.
Mutfağa yürürken, seslendim:
— “Günaydınn Melek Teyzee!”
— “Ooo, bak sen şu işe! Yüzünde güller açıyor.”
Gülümsedim.
— “Evet… Gerçekten güzel uyudum. Korkusuz. Kabussuz…”
— “Belli belli… Hem de erkencisin. Ama bu kadar erken kalkmana gerek yoktu kızım.”
— “Neden?”
— “Uraz Bey ve kardeşi gece geç saatlerde evden çıktılar.”
— “O saatte mi?”
— “Evet… Neyse artık. Madem kalktın, gel biraz yardım et bana.”
Başımı sallayarak hemen işe koyuldum. Ama aklımın bir köşesinde hâlâ “Neden dışarı çıktılar?” sorusu dolanıyordu.
Bırak Alya…
Senin derdin başından aşkın.
Bu yıl üniversite sınavına girmek istiyorsun. Belki… belki cesaretini toplayabilirsen Uraz Bey’e okula gitmek istediğini söylersin. Belki izin verir…
— “Kızım dikkat etsene! Az kalsın elini kesecektin.”
— “Ah! Özür dilerim Melek Teyze. Biraz dalmışım…”
— “Hadi bırak şimdi doğramayı. Git temizlik odasından lavabo açıcıyı getir.”
— “Hemen!”
Hemen doğruldum. Sessiz adımlarla temizlik odasına yöneldim.
Kapıyı açıp içeri girdim. Rafları dikkatlice incelerken, dışarıdan bir anda öyle yüksek, öyle vahşi bir ses yankılandı ki… elimdeki şişe yere düştü.
— “NEREDESİN LAN SÜRTÜK?! NEREYE GİTTİN?! SENİ CEHENNEMİN DİBİNE SOKACAĞIM!”
Kalbim sanki yerinden çıkacak gibiydi. O ses…
O ses bana geçmişin karanlık günlerini hatırlatmıştı.
Ve bu sesin hedefinde…
Yine ben vardım.
Uraz’ın gözleri bir an bile kırpılmadı. Sanki karşısında insan değil, sert bir duvar varmış gibi baktı yüzüme. Boş… karanlık… korkutucu.
Bir adım attı. Vücudundan yayılan soğukluk içime işledi.
Kolu kaldırdı.
“Gel,” demedi.
“Yürü,” demedi.
Sadece gözleriyle işaret etti.
Yanındaki adam omzuma yaslanarak beni sürüklemeye başladı.
— “Uraz Bey… Lütfen… Allah aşkına! Bir şey yapmadım ben!”
Sesim titriyordu ama o hâlâ susuyordu.
Koridordan geçiyorduk. Ayak seslerimiz taş zemine vurdukça yankılanıyordu. Boğazıma bir şey düğümlendi. İçimden bir ses bağırıyordu: “Kaç!”
Ama ayaklarım kıpırdamıyordu.
— “Ne olur… Yalvarırım size… Ne yaptıysam söyleyin!
Omzuma bir darbe yedim. Adam beni daha hızlı itti. Dizim kapıya çarptı, acıdan inledim ama durmadılar.
— “İnanın, hiçbir şey yapmadım! Yemin ederim Beni neyle suçluyorsunuz ”
Uraz bir kez bile dönüp bakmadı.
Yürüdü. Omuzları gergindi. Elleri yumruk olmuştu. Gölgesi bile korkutuyordu beni.Tek konuştuğu kelime arabayı depoya sür olmuştu.
— “Lütfen susun! Neden depoya götürüyorsunuz beni? Ne yaptım size?”
Gözyaşlarım istemsizce akıyordu ama hâlâ konuşuyordum. Hâlâ… umutsuzca…
— “Bana bakın! Ortaya bir sorun varsa açıklansın! Ama ben yapmadım!
— “Böyle mi oluyor burada? Suç belli değil, ceza hazır mı?”
Uraz durdu.
Kafasını yavaşça bana çevirdi.
O an içim buz kesti.
Bakışı… donuktu.
Konuşmadı.
Ama sadece o bakışla bile içime korku yayıldı sustum teslim olmuştum beni arabaya bir çuvalmışım gibi atmıştı.
Araba çok geçmeden durdu,beni sürüklemeye devam ediyordu,sadece olanı biteni izlemekten başka elimden birşey gelmiyordu.
Demir kapıyı açtı.
İçeriden kesif, metalik bir soğuk yayıldı.
Hiçbir şey demeden içeri girdi.
Adam omzuma yeniden yaslandı.
Depoya doğru itilirken, sadece şunu fısıldadım:
— “Bittim…”
Kapı arkamızdan kapanırken o uğursuz gıcırtı, son umut kırıntımı da içine gömdü.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.79k Okunma |
1.08k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |