
Alya, Bora’dan aldığı cevabın ardından birkaç saniye sessiz kaldı. Yutkundu. Sanki kalbindeki ağırlık biraz olsun hafiflemişti ama tamamen kalkmamıştı. Salonun içindeki o loşlukta, Bora’nın gözleri hâlâ karanlıkta bir şeyler taşıyordu. O da Alya gibi bir şeyleri içine gömüyordu.
“Teşekkür ederim,” dedi Alya, sesi alçak ama netti. “Bazen sadece… birinin arkamda olduğunu bilmek bile yeter.”
Bora başını eğdi, onu kırmamak için sessiz kaldı. Bu kızın gücünü her geçen gün daha çok fark ediyordu ama içindeki yaraları da aynı oranda derindi.
Alya yavaşça koltuğa oturdu. Dizlerini karnına çekip hırkasını iyice sardı üzerine. “Bana bir şey anlatmak istemiyorsun, anlıyorum. Ama ben de hissediyorum bazı şeyleri. Geceki sessizlik farklıydı… Sanki bir karar almış gibiydin. Ve bu karar seni parçalıyor gibi.”
Bora, pencerenin camına dokundu. Parmakları soğuğa değdiğinde bile gözlerini ondan ayırmadı. “Bazen bazı şeyleri anlatmak, onları daha gerçek kılar. Henüz zamanı değil. Ama zamanı geldiğinde, ne gerekiyorsa sana anlatacağım.”
Alya bakışlarını Bora’nın sırtına çevirdi. Onun sırtında taşıdığı yükü hissedebiliyordu. Bu, sadece kendisiyle ilgili değildi. Daha büyük bir şey vardı.
O anda kapı tekrar çaldı. Hafif ama sabırsız bir tıklama. Bora’nın yüzü hemen gerildi. Gözleri aniden karardı. Alya yerinden doğruldu ama Bora eliyle onu durdurdu.
“Sadece ben bakacağım,” dedi kısaca.
Bora kapıya doğru yöneldiğinde, Alya salondaki büyük pencereye yaklaşıp perdeyi hafifçe araladı. Kapının önünde duran adamı göremiyordu ama Bora’nın yüzü tekrar döndüğünde, gözleri beklenmedik bir soğukluk taşıyordu.
“Kimdi?” diye sordu Alya, sesi tedirgindi.
“Bir teslimatçı,” dedi Bora ama yüz ifadesi bunu yalanlıyordu.
Alya sesini çıkarmadı. Çünkü o an, Bora’nın bileklerini sıktığını görmüştü. Gelen biri vardı ve Bora, onu karşılamak istememişti.
O gün, öğle saatlerine kadar konuşmadılar. Sessizlik, evin içinde bir misafir gibi dolaştı. Tunç bir daha görünmedi. Ama Alya, onun hâlâ evin bir yerlerinde olduğunu hissediyordu. Bu eve sessizlik kadar, tetikte bir gerginlik de yerleşmişti.
Alya kendi odasına çekildiğinde, günlüğünü açtı. Yazmak, onunla konuşmak gibiydi. Sayfalara dökülen kelimeler, kalbindeki karmaşayı biraz olsun düzenliyordu.
“Bazen, kelimeler boğazımda düğüm oluyor. Ama onu izlediğimde… susmak daha kolay geliyor. Çünkü ne söylesem eksik kalıyor. Ve biliyorum ki, onun sustuğu yerler… kelimelerden daha çok şey anlatıyor.”
Sayfayı kapatmadan önce küçük bir not düştü:
“Dün gece gördüm seni. Ve gördüm ki… sen de artık sadece kendi savaşını vermiyorsun. Artık bu savaş bizim.”
Alya, Bora’nın cevabıyla kısa bir an rahatlamış gibi hissetse de, içindeki düğüm çözülmemişti. Sanki her şey, olması gerekenden bir adım daha fazla suskundu. Sessizlik, güven değil, öncesinde bir şeylerin kıyısında bekleyen fırtınayı çağrıştırıyordu.
Odasında oturmaktan sıkıldığı için salona gitmeye karar verdi, belki Bora halla oradadır diye.Tamda düşündüğü gibi olmuştu,Bora yine tüm heybetiyle orada oturuyordu.
Salondaki koltuğa oturdu. Bora kahvesini yeniden doldururken göz ucuyla onu izledi. Alya’nın ince bilekleri hırkanın kollarına saklanmış, parmakları ise koltuğun kenarına tutunmuştu. Sanki biraz sonra düşeceğinden korkar gibi. Oysa düşmekten daha kötüsü, artık kime tutunacağını bilememekti.
“Bora?” dedi Alya, sesi titrek değil ama ihtiyatlıydı.
Bora ona döndü. “Söyle.”
“Eğer biri… beni izliyorsa, bilerek değil de… bir gün bana dokunmak için gelir gibi izliyorsa… Beni sen bile koruyamazsan ne olacak?”
O cümleyle birlikte, evin içindeki hava ağırlaştı. Bora’nın kaşları çatıldı, ama öfkesini içine bastırdı.
“Öyle biri varsa, onun nefes alacak zamanı bile kalmaz,” dedi kararlı bir tonda. “Ama sen bana güvenmeye devam etmelisin. Bu, bir savaş Alya. Ama yalnız değilsin.”
Alya başını eğdi. Savaştaydı. Ama kimle savaştığını hâlâ tam olarak bilmiyordu.
Tam o sırada Bora’nın telefonu titredi. Göz ucuyla ekrana baktı. Tunç’tan bir mesajdı:
“Adam harekete geçti. Takipçilerimiz teması kaybetti. Ayrıca Uraz’ın biriyle gizli görüşmesine dair sinyal takibi yaptık. Görüşülen numara yurtdışı çıkışlı. Anlık konum: şirket binasına yakın.”
Bora, telefonu kapattı. Sert bir bakış attı cama. Sonra Alya’ya döndü. “Benim biraz işim var. Ama Tunç burada. Kapı çalarsa sen açma. Kimseye güvenme, tamam mı?”
Alya sessizce başını salladı. Bora ceketini alırken arkasından bir cümle daha fısıldadı:
“Eğer o adam gerçekten geri geldiyse… bu sefer onu mezara ben koyarım.”
Urazdan
Uraz, eski fabrika binasına girdiğinde çevresine dikkatlice baktı. İçerideki masa başında biri onu bekliyordu. Sıradan biri gibi görünüyordu, ama masanın üzerindeki dizüstü bilgisayar ve yanındaki flash bellek, sıradan şeyler değildi.
“Dosyalar burada,” dedi adam. “Ama bu bilgi kolayına satılmaz.”
Uraz kaşlarını kaldırdı. “Parayla değil, başka bir şeyle ilgilendiğini söylemiştin.”
Adam sırıttı. “Alya’nın izini bulmak isteyen sadece sen değilsin. Onu istiyorlar. Canlı, sağlıklı ve suskun. Bize yardım edersen… senin geçmişin temiz kalır.”
Uraz sessiz kaldı. Oyun artık sadece Bora’ya karşı değil, içeriden içeriden büyüyen bir tehlikeydi. Ve kendisi bu tehlikenin orta yerindeydi. Ama Alya’nın yeri, artık sadece bir bilgi değil, bir pazarlık unsuru olmuştu.
Boradan
Bora, Tunç’la birlikte şirkete vardığında güvenlik kayıtlarını yeniden kontrol ettirdi. Ama daha önemlisi, Uraz’ın görüşme yaptığı sinyali takip ederek binanın arka güvenlik kamerasına ulaştılar.
Ekranda, Uraz’ın biriyle kısa ama gergin bir görüşme yaptığı net biçimde görünüyordu. Görüntü çok net değildi, ama el sıkıştıkları an, adamın cebinden bir kâğıt parçası çıkardığı ve Uraz’a verdiği fark ediliyordu.
Tunç boğazını temizledi. “İçeriden bilgi sızıyor, bu artık kesin. Ve o adam Alya’yı ele geçirmek için sadece izlemiyor… plan kuruyor.”
Bora başını eğdi. “Bu gece Alya’yı başka bir yere taşıyoruz. Güvenli bir ev ayarla. Sadece bizim bildiğimiz bir yer olacak. Bu ev artık yeterince korunaklı değil.”
Tunç başını salladı. “Ya Uraz?”
“Onu kendi yöntemlerimle konuşmaya ikna edeceğim. Önce güvenini alacağız… sonra elindekini sökeceğiz.”
O gece Alya hazırlanırken Bora ona tek kelime etmeden sadece bir çanta uzattı.
“Nereye gidiyoruz?” diye sordu Alya.
Bora yanıt vermedi. Ama Alya onun gözlerine baktığında, cevap kelimelere ihtiyaç duymadan kalbine saplandı:
“Artık hiçbir yer gerçekten güvenli değil.”
Ve Alya, bir kez daha, hayatta kalmanın aslında sadece kaçmak değil, kiminle kaçtığınla ilgili olduğunu fark etti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.79k Okunma |
1.08k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |