
“Tamam, tamam… Teşekkür ederim. Ben hallederim,” dedim, sesim neredeyse fısıltıya dönüşmüştü. Ellerin titrese, dizlerin tutmasa da ayakta durmaya çalışırsın ya bazen, işte öyleydim. Ne desem, nasıl dursam bilemiyordum. Bedenim oradaydı ama zihnim çoktan başka bir yere savrulmuştu. Kafamın içinde oradan oraya çarpan binlerce düşünce vardı; hiçbirine tutunamıyor, hiçbirine anlam veremiyordum. Her kelime yarım kalıyor, her duygu içimde birbirine dolanıyordu. Kendi kendime daha da sinirlenmiştim. İç sesim yine en acımasız haliyle karşıma dikilmişti:
Alya, neden böylesin? Neden her seferinde kendi içine gömülüyorsun? Neden korkuyorsun hâlâ?
“Bastırmazsan bu kan durmaz, farkında mısın?” dedi Bora, hafifçe yana eğilmişti, gözleri ellerimdeki yaraya takılmıştı. Tonu düz ama vurguları keskin…
Sustum. Söyleyeceklerim boğazıma düğümlendi. Konuşmak istemiyordum. Zaten konuşmaya hazır da değildim. O an yalnızca kendimden utanıyordum. O kadar sakardım ki… Ve onun o dikkatli, fazlasıyla derin bakan gözleri altında daha da küçüldüğümü hissettim. Bakışları üzerimdeyken huzursuzluk içime tırmanıyordu. Kaçacak bir delik aradım ama yoktu. Kaçamıyordum. Yanında huzurlu hissetmiyordum, hatta istemsizce bedenim tetikteydi. İçimde tuhaf bir savunma duvarı yükseliyordu.
“Tanışmadık bu arada,” dedi birkaç saniye sonra, sanki aramızda oluşan o gerginliği dağıtmak istercesine. “Ben Bora. Uraz’ın en büyük kuzeniyim. Yurt dışındaydım, yeni geldim.”
İsmine takıldı zihnim. Melek Teyze söylemişti sanki… Evet, bir gün bahsetmişti ondan. Ama o an hatırlamakla emin olmak arasında bir yerdeydim. Başta öz abisi sandığım bu adamın kuzeni olduğunu öğrenmek beni bir nebze rahatlatsa da yine de içimdeki huzursuzluk kaybolmamıştı.
Kafamı yavaşça salladım, hem onayladım hem bir şey söyleyemediğimi itiraf ettim. Kendi içime çekilmek, görünmez olmak istiyordum. Ama onun gözleri, görünmez olmama asla izin vermiyordu.
Düşüncelerime o kadar dalmıştım ki, onu uzun süre ayakta beklettiğimi fark edince toparlanmaya çalıştım. Kendimi zorlayarak, sakin ama çekingen bir sesle, “Ben de… Alya,” dedim. Sesim boğuk çıkmıştı.
Tam o an gözlerimin içine baktı. Öyle doğrudan, öyle uzun süreli… İçgüdüsel bir şekilde göz teması kurmakta zorlandım. O bakış, beni olduğum yerden soyup sarmalıyordu sanki. Savunmasız kalmıştım. Ama o hiçbir şey demedi. Yalnızca elindeki peçeteyi tezgahta bıraktı ve sessizce odadan çıktı.
Gidişini izledim. Uraz’la içeri geçtiklerini duydum. Kapı kapandı. O an fark ettim; nefesimi tutmuşum. Göğsüm, içimde biriken gerginlikle sıkışmıştı. Sanki içimdeki tüm yük, o kapının kapanma sesiyle ağırlaştı. Nefes aldım ama yetmedi. Derin, daha derin bir nefes çektim. Ciğerlerim yanıyordu.
Bora… Uraz’a benziyordu evet. Duruşunda, bakışında o keskinlik vardı. Ama bir yanıyla tamamen başkaydı. O çekik, simsiyah gözleri… Sanki seni içine çekerken aynı anda senden uzak duruyordu. Duruşunda güven değil, tehdit vardı. Genetik olarak hepsi mükemmel olabilirdi ama asıl korkutucu olan, yüzlerinde taş gibi oturmuş o duygusuz ifade, o soğukluktu. Sessizce, ama açık açık “Biz tehlikeliyiz,” diyorlardı. Ve ben bunu duymaktan çok, derinlerde hissediyordum.
Kendime gelmeye çalışarak tezgahtaki peçeteye uzandım. Etrafı toparlamaya koyuldum. Kapının arkasındaki süpürgeyle yerdeki cam kırıklarını toplarken her bir parçaya içimde kırılmış bir anıyı, bir umudu yükledim. Ellerim titriyordu hâlâ. Bu evde fazla dolaşmamalıydım. Ayak altında dolanmak bana zarardan başka bir şey getirmeyecekti. En iyisi odama çekilmekti.
Ama odama giderken düşündüm:
Zaman… Kimileri için yaraları kapatır. Ama benim gibiler için sadece kabuğu kalınlaştırır. O yara içeride kalır, derinleşir. Sessizce büyür. Yine de, hâlime şükretmeyi öğrenmiştim. Şu an olduğu gibi… En azından sağlıklıydım. Nefes alıyordum. Yaşıyordum. Bazılarına göre bu yeterliydi.
Ama ben? Ben şimdi ne yapacaktım?
Bu evde çalışıyor olmak bana bir güvenlik duvarı sunuyordu, evet. Ama içimde bir korku, her geçen gün biraz daha büyüyordu. İlk kez bir erkekten şefkat görmüştüm… Ve aynı erkek tarafından tehdit edilmiştim. Belki de yanlış anlamıştım. Belki de umut etmekte acele etmiştim. Hayat bana hiçbir zaman sevinmeyi öğretmemişti. Bana susmayı, dayanmayı, görmezden gelmeyi öğretmişti.
Yatağa uzandım ama uyuyamıyordum. Zihnim susmak bilmiyordu. İçeriden gelen sesler artık yoktu. Ev sessizdi… Sessizlik büyüktü, loştu ve huzursuzdu.
Belki biraz televizyon izlersem uykum gelir, dedim içimden. Sessizce kalktım yataktan. Kimseyi rahatsız etmek istemiyordum. Ayaklarımın ucuna basarak, yavaş adımlarla salona yöneldim.
Salonun eşiğini geçmek üzereydim ki, bir gölge koridorun ucundaki odanın önünden süzüldü. Donakaldım. Gözbebeklerim büyüdü. Kalbim… sanki göğsümün içinden dışarı çıkmak istiyordu.Bir adım geri çekildim. Gözlerimi ovuşturdum.
Yanlış görmüşsündür, dedim kendi kendime. Uykusuzluktan…Ama içimde kıpırdayan o his… tanıdıktı.
Sanki daha önce de böyle durmuş, böyle tedirgin olmuş, böyle donmuş gibiydim.
Oda… Orada biri mi vardı?Ses yoktu. Ama his vardı.Gerçek mi, hayal mi ayırt edemiyordum.Ama emin olduğum tek bir şey vardı:Bir şeyler…Hiç normal değildi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.79k Okunma |
1.08k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |