36. Bölüm

Suçluluk

Fatma keskin
fatmakeskin

Bora sabaha kadar uyumadı. Alya’nın yanı başındaydı, ama başka bir gecedeydi sanki. Başka bir karanlıkta. Tavana diktiği gözleri hiçbir şekli ayırt etmiyordu; sadece geçmişin ağır gölgesini izliyordu. Sırtı yatağa yaslanmıştı ama içi dikenlerle doluydu. Her nefeste biraz daha içeri batan, biraz daha yakan bir suçluluk duygusu çöreklenmişti göğsüne. Alya’nın uyurken çıkardığı hafif soluklar bile bir noktadan sonra canını yakar olmuştu. O ses, bir çocuğun masumiyetini taşıyordu—ve işte tam da bu yüzden, dayanılamazdı. Çünkü o masumiyetin eninde sonunda yıkıldığı yerin başında, kendi babasının adı yazılıydı.

Babası. Bu kelime Bora’nın içini kesiyordu. Onu yıllar önce gömmüş gibi yapmıştı; hatıralarını bastırmış, sesini unutmuş, gözlerini silmişti belleğinden. Ama Alya’nın geçmişine açılan o karanlık kapının ardında, tam da o adam vardı. Ve şimdi, bu gerçeği bilerek Alya’nın gözlerinin içine bakmak, günahını yüzüne söylemeden onun yanında yatmak… utançla sınanmak gibiydi.

Alya’nın başı, omzuna düşmüştü gece yarısında. Uyumadan hemen önce söylediği o kelimeler kulağında yankılanıyordu hâlâ: “Beni bir daha bırakma.” Kırık, yorgun ama umutla yüklüydü sesi. Alya bir kez daha güvenmişti ona. Ve bu güvenin üzerinde bir yabancının adı vardı. Kendi kanından gelen biri. Onu borca karşılık Asaf’a teslim eden bir adamın adı. Bora’nın babası.

Göz kapaklarını bastıran yorgunluk, vicdanının ağırlığı karşısında eziliyordu. Saati bilmiyordu ama kuşların uzakta attığı ilk cılız ötüşler, sabaha çok kalmadığını fısıldıyordu. Bora, Alya’nın eline bakıyordu şimdi. Zayıf, ince parmaklarına. Geçmişinde kim bilir kaç kez korkuyla titremişti bu eller. Şimdi onun ellerine sığınıyordu, ama geçmiş hâlâ Alya’nın teninde geziyordu. O geçmiş, bu odaya sinmişti. Ve Bora, hiçbir temizliğin bu kiri silemeyeceğini biliyordu.

Sabah doğduğunda Alya kıpırdandı. Gözlerini yavaşça açtı. Işık perdenin kenarından sızarken yüzünü aydınlattı. Yatakta yalnızdı sandı önce. Ama sonra Bora’nın hâlâ başucunda oturduğunu gördü. Gözleri uzakta bir yere dalmış, dudakları kilitli, bakışları keskin ama donuktu. Onu uyandırmak ister gibi bir hâli yoktu. Oradaydı sadece. Ama sanki bir adım ötesinde başka bir dünyadaydı.

“Uyumadın mı?” dedi Alya. Sesi kısık ama içinde belli belirsiz bir kaygı taşıyordu.

Bora başını çevirdi. Bakışlarıyla göz göze geldi ama gözlerinde bir anlatı yoktu. Sadece yorgunluk, susturulmuş bir öfke, belki biraz da pişmanlık. “Biraz,” dedi. Yalan söylediğini ikisi de biliyordu.

Alya hafifçe doğruldu. Üzerine örtülü battaniyeyi kenara çekti. Sessizlik uzun sürdü. Odanın içinde kelimelerin yerini alacak bir şey yoktu. Bu sessizlik artık tanıdıktı Alya’ya. Ama bu sabah farklı bir şey vardı Bora’da. Duruşu daha sertti. Varlığı sanki daha ağır. Ve sesi… daha keskin.

“İyi misin?” dedi Alya. Sorusu sadece endişe değildi. Altında bir şeyler olduğunu hissediyordu artık. Bora ne kadar ketumsa, Alya da o kadar sezgiliydi.

Bora ayağa kalktı. Tişörtünü giydi. Aynaya bile bakmadan saçlarını elleriyle geriye doğru itti. Gömlek askıda duruyordu ama ona dokunmadı. Bir şeylerden kaçan bir adam gibiydi. “Biraz dışarı çıkmam lazım,” dedi. Sesi yumuşak ama mesafeliydi.

“Nereye?” diye sordu Alya. Ayağa kalkmaya hazırlanırken, Bora ona dönmeden yanıt verdi.

“Kendime gelmeye.” Ardından kapıya yürüdü. Alya hiçbir şey diyemedi. Tam kapıdan çıkarken durdu Bora. Arkasını dönmedi, gözlerini kaçırdı. “Tunç seni gözetiyor. Bir yere gitme.”

Kapı kapandığında Alya yalnız kalmıştı. O an anladı ki, geceden kalan sadece karanlık değildi. Aynı zamanda bir mesafe vardı aralarında. Ve bu mesafe, bir gecede oluşmamıştı. Uzun süredir örülüyordu. Sessizlikle, bakış kaçırmalarla, yarım yamalak cümlelerle. Ve şimdi… artık dokunulabilir bir duvar hâline gelmişti.

Gün ilerledikçe Bora’dan haber çıkmadı. Tunç, mutfakta kahvesini içerken arada bir bakışlarını Alya’ya çevirdi ama bir şey demedi. Alya da sormadı. Artık sormamayı öğrenmişti. İnsan, cevap alamayacağını anladığı yerde susmayı öğreniyordu.

Öğleye doğru telefon çaldı. Alya mutfakta yalnızdı. Ekranda tanımadığı bir numara vardı. Kalbi aniden sıkıştı. Parmakları birkaç saniye ekranda bekledi. Sonra titreyerek açtı.

“Kim?” dedi sessizce.

Cevap, onun ismini bilen bir erkek sesiydi. Soğuk, karanlık ve neredeyse alaycı. “Alya.”

Bir yabancının dilinden dökülen isminin bu kadar tanıdık gelmesi… tüylerini ürpertti.

“Sen… sen kimsin?”

“Seni hatırlayan biri. Ve unutmayan biri.”

Alya’nın boğazı düğümlendi. Gözleri boşluğa kilitlendi. Sanki yıllardır bastırdığı bir ses geri dönmüştü.

“Sana babanı soruyorsun ya… hâlâ yaşıyor. Ama onun hayatta kalıp kalmaması… senin sadakatine bağlı olacak.”

“Neden bahsediyorsun sen?”

“Sadakat, Alya,” dedi adam. “Tıpkı annenin ölümünden sonra senden beklediğimiz gibi. O geceyi hatırlıyor musun? Evin içindeki koku. Kapı aralığından sızan ışık. Ayakta bile duramayan annenin fısıltısı.”

Alya’nın gözleri doldu. Sesi çıkmadı. Ellerinden biri tezgâhın kenarına uzandı. Destek aradı.

“Sen sadece bir çocuk değildin. Sen bir borcun teminatıydın. Ve hâlâ öylesin. Bu sadece bir uyarı. Bir daha arayacağım. Hazır ol.”

Telefon kapanınca Alya’nın dizleri çözüldü. Oturmadı, çöktü. Tabanlarının altından çekilen zeminle başı döndü. Tunç’un salondaki varlığını unuttu. Kalbi deli gibi atarken sadece tek bir düşünce zihninde çınlıyordu: “O adam… hâlâ yaşıyor.”

 

Bölüm : 19.06.2025 00:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...