
Yavaş adımlarla otobüsten indim. Ayaklarım buz kesmişti. Soğuk, kemiklerimin içine kadar işliyor, içimde çoktan var olan titremeyi daha da artırıyordu. Ellerimi cebime soktum, kalın kabanımı vücuduma daha sıkı sardım. Sanki kaban değil, acılarımı saklayan bir zırhtı üzerimde. Kendimi koruyamazdım ama en azından görünmez olabilirdim. Bu kalabalığın içinde kaybolmak, yüzümü kimsenin fark etmemesi… Belki de şu an en büyük dileğim buydu.
Otogar kalabalıktı ama ben yine de kendimi yapayalnız hissediyordum. Herkesin bir yeri, bir amacı, bir yönü vardı. Oysa benim tek hedefim vardı: Uzaklaşmak. Ne kadar hızlı yürürsem, geçmişim o kadar geride kalır gibi geliyordu. İçimden geçen tek şey, bulunduğum yerden, yaşadığım her şeyden kaçmaktı. Ama ne kadar uzağa gidersen git, bazı duygular peşini bırakmaz. Korku, pişmanlık, kaybolmuşluk… Hepsi beni takip ediyordu.
Sürekli arkamı dönüp bakıyordum. Birinin beni takip ettiğine dair en ufak bir belirti yoktu ama zihnimdeki korkular gerçeklerden daha canlıydı. Kalbim her geri dönüşümde bir kuş gibi çırpınıyordu. Sanki her an, biri omzuma dokunacak ve beni o karanlık evin içine geri sürükleyecek gibiydi. Oysa o ev, arkamda kalmıştı. Ya da ben öyle sanıyordum.
Derin bir nefes alarak bilet gişesine yöneldim. Kabin memurunun karşısına geçtiğimde sesim dudaklarımdan zar zor döküldü.
“İstanbul’a bir bilet alabilir miyim, lütfen?”
Sesim neredeyse bir fısıltı gibiydi. İncecik, kırılgan… Sanki bir yerinden dokunsan paramparça olacaktı.
Kadın bana dikkatlice baktı. Bakışları yargılayıcı değil, merak doluydu. Yüzümdeki izleri fark etmişti. Dudağımda hâlâ tazeliğini koruyan patlak, gözlerimdeki uykusuzluk ve ağlamaktan şişmiş kirpikler… Saçlarım darmadağındı. Bir insan, böyle bir hâlde ancak kaçarken olurdu. Belki o da bunu düşündü. Ama hiçbir şey sormadı. Sadece bileti uzattı.
Bileti aldım. Otobüsün kalkmasına yalnızca on dakika vardı. Bu on dakika bana hem sonsuz uzunlukta hem de tarifsiz bir kısalıkta geldi.
Valizimi teslim ettim, otobüsün içine yöneldim. Koltuğuma yerleştiğimde, derin bir nefes verdim. Belki ilk kez bir koltukta bu kadar güvende hissettim. Hareket eden bir aracın içinde olmak, sanki beni geçmişimden koparıyordu.
Otobüs yavaşça hareket ettiğinde, içimde bir şeyler kırıldı. Arkada bıraktığım şehir, çocukluğumun en karanlık anılarını içinde tutuyordu. Annemin yokluğu, babamın nefret dolu bakışları, ablamla aramdaki mesafeler, biriktirilmiş onca gözyaşı… Hepsi bir filme dönüştü gözümde. Ama artık bu filmin son sahnesindeydim. Yeni bir hikâye yazmalıydım. Korkuyla, ama cesaretle.
Kendimi toparlamak için cebimden telefonumu çıkardım. Yatılı iş ilanlarına bakmaya başladım. Gözlerim hızlıca satırlar arasında dolaşıyordu ama zihnim hâlâ geçmişe çakılıydı. İstanbul… Kocaman bir şehir. İçine girdin mi, seni yutar. Ama aynı zamanda seni saklar da. Orada görünmez olabilirdim. Orada, belki de ilk kez kendi hayatımı kurabilirdim.
Derken bir ilan dikkatimi çekti.
“Yatılı hizmetli aranıyor. Ev işlerinde deneyimli, yemek yapmayı bilen.”
Gözlerim o satıra takılı kaldı. Yıllardır yaptığım şeydi zaten bu. Annem öldükten sonra her şeyi ben üstlenmiştim. Yemek, temizlik, düzen… Evde her şey bana kalmıştı. Belki de bu yüzden bu kadar çabuk büyümek zorunda kalmıştım. Hemen ilanı kaydettim. Sabah mutlaka aramalıydım. O ana kadar nereye gideceğimi, nerede kalacağımı bilmiyordum. Ama o telefon görüşmesi, belki de hayatımı değiştirecek ilk adımdı.
Uykum ağırlaşmaya başlamıştı. Bedenim yorgundu ama ruhum daha da yorgundu. Gözlerim kapanmadan önce içimden sadece bir cümle geçti: Her şey daha iyi olacak. Olmak zorunda…
⸻
“İstanbul Otogarı!”
Şoförün yüksek sesiyle gözlerimi açtım. Ne kadar derin uyumuşum… Şaşırdım. Sanki bir anlığına tüm yükümü unutarak bir boşluğa düşmüştüm. Hızla toparlandım, saate baktım. Neredeyse dokuzdu. İlanı aramam gerekiyordu, hemen.
Otobüsten indim. Valizimi alıp otogarın içine girdim. Kalabalığın arasında kendime sessiz bir köşe buldum. Telefonumu çıkardım, ilanı açtım ve numarayı çevirdim. Kalbim deli gibi atıyordu. Sanki o telefon görüşmesi hayatımın yönünü belirleyecekti. Belki de belirledi bile.
Telefon açıldı.
“Buyurun, ben Ali Konak,” dedi tok bir ses.
“Merhaba,” dedim. “İş ilanını gördüm. Hemen gelebilirim görüşmeye.”
“Tam olarak nerede ikamet ediyorsunuz?”
“Ordu’da yaşıyordum ama şu an İstanbul otogarındayım. Açıkçası burada hiç kimseyi tanımıyorum. Aniden gelmem gerekti.”
“İşi kesin istiyorsanız ve disiplinli çalışacaksanız, hemen alabilirim. Patron çok serttir. Hataya tahammülü yok. Bu yüzden birçok kişi işten çıkarıldı. Ama şartları yüz yüze konuşuruz.”
Bu sözleri duymak bile beni korkutmamıştı. Aksine, içimde bir kararlılık doğmuştu. Ne kadar zor olursa olsun, bu işi yapacaktım. Mecburdum.
“Benim için sorun değil,” dedim. “İşimde titizimdir. Elimden gelenin en iyisini yapacağıma emin olabilirsiniz.”
“Güzel. O zaman sizi bir araçla aldıracağım. Detayları yüz yüze konuşuruz. İyi günler.”
“Teşekkür ederim. İyi günler.”
Telefonu kapattım. Bir an başımı geriye yasladım ve derin bir nefes aldım. Kalbim hâlâ hızlı atıyordu ama artık korkudan değil. Bu bir başlangıçtı. Belki bilinmez, belki zorluklarla dolu… ama benim için bir çıkış yoluydu.
Ve ben Alya… Her şeye rağmen, hâlâ ayakta kalmayı başaran bir kadındım.
Küçük ama cesur adımlarla…
Yeni bir hayata doğru yürüyordum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.79k Okunma |
1.08k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |