
Bora çantayı uzattığında Alya tereddütle baktı. Çantayı iki eliyle aldı ama gözlerini Bora’ya kaldırmadı. Sessizlik birkaç saniye sürdü.
“İçinde birkaç parça kıyafet, kişisel şeyler var. Eksik bir şey olursa söyle,” dedi Bora, sesi her zamanki gibi tok ama bu kez daha yumuşaktı.
Alya başını salladı.
“Teşekkür ederim,” diye fısıldadı.
Bora, bir şey söyleyecekmiş gibi durdu ama vazgeçti. Kapıya yönelirken kısa bir duraksamayla, “Birazdan Tunç seni alacak. Başka bir yere geçiyorsun bu gece,” dedi. Sonra ekledi:
“Orası daha sessiz, rahat. Sadece sen olacaksın.”
Alya şaşkınlıkla başını kaldırdı, ama Bora çoktan kapıyı açmıştı. Arkasından bakarken onun sert duruşunun ardındaki düşünceleri okuyamıyordu.
Alya odasında pencerenin önünde oturuyordu. Ellerini dizlerinde birleştirmiş, başını cama yaslamıştı. Evin içinde derin bir sessizlik hâkimdi ama bu sessizlik huzurlu değildi; içinde yankılanan onlarca düşüncenin ağırlığıyla birlikte boğucuydu. Son günlerde olan her şey zihnine bir sis gibi çökmüştü: babasını alışveriş merkezinde görmesi, ardından yaşadığı o panik ve korku, Bora’nın onu korumak için attığı o karanlık ama sarsıcı adımlar… Her şey karmakarışıktı.
Telefonu çaldı. Masanın üzerinde titreşen cihazın ekranında yalnızca bir isim yazıyordu: Tunç.
Cevapladı.
“Hazır mısın?” diye sordu Tunç, doğrudan.
Alya sesi tanıyordu ama hâlâ içinde bir çekince vardı. “Nereye gidiyoruz?”
“Daha güvenli bir yere. Bora öyle istedi. Eşyalarını al, beş dakikaya kapının önündeyim.”
Alya telefonu kapattı. Ayağa kalkarken boğazı düğümlenmişti. İçinde sebepsiz bir tedirginlik vardı, ama aynı zamanda bir güven duygusu da. Üzerine bir mont aldı, çantasını hafifçe toparladı ve odadan çıktı. Evde kimse yoktu; Uraz ve Arya hâlâ dönmemişti. Koridorlar sessizdi. Her adımında evin ona ait olmayan boşluğunu daha çok hissediyordu.
Merdivenleri indi, kapıyı açtı.
Bahçede siyah bir araba bekliyordu. Farlar sönüktü ama Tunç, kapının önünde dimdik duruyordu. Onu görünce başını hafifçe eğdi.
“Gidelim mi?” dedi Tunç, kapıyı açarken.
Alya bir an tereddüt etti, ardından başını sallayarak arabaya bindi.
Alya, arka koltukta sessizce otururken, arabanın camından dışarıyı izliyordu. Sokak lambaları gecenin karanlığında yanıp sönerken, içindeki huzursuzluk da titrek ışıklar gibi yerli yerinde duramıyordu. Tunç direksiyon başında sessizdi; ne radyo açıktı ne de gereksiz bir kelime dökülüyordu dudaklarından. Profesyonel bir koruma gibi değil, sanki onu yıllardır tanıyormuş da, susmanın en büyük iyilik olduğunu biliyormuş gibiydi.
“Bora neden senin götürmeni istedi?” diye sordu Alya, başını yana çevirerek.
Tunç kısa bir bakış attı dikiz aynasından. “O arkayı temizliyor. Sizin kaldığınız evin çevresinde fazlaca hareketlenme varmış. Yeni yer daha güvenli.”
“Yani… gerçekten tehlikede miyim?”
“Henüz bilmiyoruz. Ama Bora seni riske atmaz.”
Alya başını önüne eğdi. “Ona neden bu kadar güveniyorum bilmiyorum…”
Tunç, hafifçe gülümsedi ama gözlerini yoldan ayırmadı. “Çünkü o seni korurken hiçbir şey istemedi. İnsan böylelerine çabuk bağlanır.”
Yaklaşık kırk dakika süren yolculuktan sonra siyah camlı araç, yüksek duvarlarla çevrili bir villanın önünde durdu. Tunç arabadan indi ve Alya’nın kapısını açtı. Alya adımını attığında, önünde uzanan sessiz bahçeye, üzeri taşla döşenmiş yolu ve köşede ışığı hafif yanan verandaya baktı. Bu yer önceki eve göre daha küçük, ama daha… yaşanmış gibiydi. Duvarlar çok yeni değil, kapılar çizikler içinde ama bir şekilde burası sıcak gelmişti.
Tunç kapıyı açtı. “İçeride kimse yok. Bu ev Bora’nın dış dünyadan gizlediği bir yer. Sen dahil sayılı kişi biliyor.”
Alya içeri adım attığında buranın kokusu bile farklıydı. Temizdi ama steril değil. Masanın üzerinde yarım bırakılmış bir kahve bardağı, köşedeki kitaplıktan taşan birkaç defter, biraz kaotik ama doğal bir düzen vardı. Sanki biri yaşıyordu burada.
“Burada daha önce biri mi yaşıyordu?” diye sordu.
Tunç başını salladı. “Zamanında Bora birkaç ayını burada geçirmişti. Burası onun sığınağıydı.”
Alya, “Demek onun geçmişine biraz daha yaklaşıyorum,” diye geçirdi içinden.
Tunç, kapının eşiğinde durdu. “İçeride ihtiyaç duyacağın her şey var. Yarın sabaha kadar burada yalnızsın. Ama kameralar aktif, ben dışarıda olacağım. İçin rahat olsun.”
“Teşekkür ederim, Tunç.”
Tunç, başıyla selam verip kapıyı arkasından kapattı.
Alya, duvarlara, raflara, koltuklara uzun uzun baktı. Her şey sessizdi ama korkutucu değildi. Bu seferki sessizlik yalnızlıktan değil, korunmaktan geliyordu. Korunan bir sessizlik… belki de ilk kez hissediyordu.
Üst kata çıktığında küçük bir yatak odası buldu. Perdeleri açık, camı biraz aralıktı. Rüzgâr içeri incecik bir soğuk taşıyordu.
Alya odaya girdiğinde pencereden gelen serin rüzgâr omuzlarını ürpertti. Perdeleri kapattı, ama pencereyi açık bıraktı. Hava soğuktu ama bu, içinde birikmiş gerginliği biraz olsun bastırıyordu.
Odanın ortasında durdu. Ellerini göğsünde kavuşturmuş, etrafı süzüyordu. Yabancı bir yerdi, evet. Ama garip bir şekilde buraya ait hissediyordu. Belki de ilk kez bir yerin tehlikeden uzak olduğuna bu kadar inanmak istiyordu.
Çantasını yatağın yanına bıraktı, sonra küçük çalışma masasının önündeki sandalyeye oturdu. Parmak uçlarıyla masanın yüzeyine dokundu. Zamanla aşınmış cilası, üzerinde bırakılmış kalem izleri, köşeye sıkıştırılmış bir not kağıdı… Her ayrıntı Bora’dan izler taşıyordu.
Kağıdı aldı.
Üzerinde eski bir yazıyla sadece üç kelime yazıyordu:
“Geri dönme, unut.”
Alya kağıdı yavaşça yerine bıraktı. Cümle kısa ama ağırdı. Kime ait olduğu belliydi. Bora, geçmişinden birine yazmış olmalıydı. Ya da kendi kendine. Belki de her şeyden uzaklaşmak için geldiği bu evde, kendine en çok yaklaşmıştı.
Tam o an, kapı zili çaldı.
Alya irkildi. Sessizlik o kadar derindi ki zilin sesi bir çığlık gibi geldi. Kapıya yaklaştığında içini bir huzursuzluk kapladı, ama kapının arkasındaki silueti tanıması uzun sürmedi.
Bora.
Kapıyı açtı. Bora, akşamdan bile daha yorgun görünüyordu. Üzerindeki montun yakasını kaldırmıştı, saçları rüzgârdan dağılmıştı.
Alya şaşkındı. “Bir şey mi oldu?”
Bora gözlerini kaçırmadan konuştu.
“Tunç söyledi, geldiğini. Bir şey demeden gidemedim.”
Alya kapıyı açarak ona yol verdi. Bora içeri girdiğinde bakışları etrafı taradı. Sanki uzun zaman sonra geri dönüyormuş gibi bir ağırlık taşıyordu üzerinde.
“Burası… hâlâ aynı,” dedi, salonun köşesindeki kahve bardağına bakarak.
“Hiçbir şeye dokunmadım,” dedi Alya. “Sanki biri hâlâ yaşıyormuş gibi hissettirdi.”
Bora iç geçirdi, koltuğa oturmadı. Ayakta kaldı.
“Burası benim kaçış yerimdi. Kimse bilmezdi. Sadece Tunç ve ben.”
Alya da ayakta kaldı, birkaç adım ötede.
“Ve şimdi ben de biliyorum.”
Bora başını eğdi. Sonra yavaşça gözlerini Alya’ya kaldırdı.
“Evet. Artık sen de biliyorsun.”
Alya bu sözlerle birlikte aralarındaki duvarların biraz daha inceldiğini fark etti. Sanki Bora, ona gizli bir kapıyı açmıştı.
Bir süre sessiz kaldılar. Sonra Bora, kapıya yönelmeden önce son bir kez konuştu:
“Tunç seni aşar bu arada.”
Alya gözlerini kırpıştırdı. “Ne?”
Bora kapının eşiğine gelmişti. Omzunun üzerinden baktı.
“Tunç. Seni aşar. Gördüğünden daha zekidir, daha dikkatlidir. Ama seni gerçekten korur. Yani… güvende olacaksın.”
Alya, onun bu cümleleri neden söylediğini anlayamamıştı ama içinde bir sıcaklık hissetti. Bu, bir veda gibi değildi. Daha çok, onu teslim ederken kalbinden bir parçayı da bırakmak gibiydi.
“İyi geceler, Alya.”
Alya fısıltıyla karşılık verdi. “İyi geceler…”
Bora kapıyı kapatıp gittiğinde odada kalan sessizlik artık başka bir sessizlikti. Bu kez yalnız değildi. O an anladı: Korunmak bazen sadece bir kilitli kapı ya da yüksek duvarla değil, birinin seni düşünmesiyle mümkün oluyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 14.79k Okunma |
1.08k Oy |
0 Takip |
38 Bölümlü Kitap |