29. Bölüm

Yüzleşme

Fatma keskin
fatmakeskin

Bora mutfaktan çıktığında, arkasında hâlâ tam olarak çözülmemiş bir sessizlik bırakmıştı. Koridordan geçerken adımları sertti ama ölçülüydü. Evin içindeki o sabah dinginliği, onun içinde yankılanan öfkeyi bastıramıyordu artık. Alya’nın o kırılgan hâlini gördükçe, içinde büyüyen sarsılmaz bir kararlılık oluşmuştu. Artık bazı şeylerin hesabı sorulmalıydı.

Bora, evden çıktıktan sonra doğrudan garaja yöneldi. İçindeki öfke, sabaha dair o kırılgan huzuru gölgeliyordu. Kontağı çevirdiğinde motorun sesiyle birlikte içindeki sessizlik de bozuldu. Bu konuşma ertelenemezdi artık. Ne kadar erken, o kadar net. Çünkü Alya’nın gözlerinde gördüğü o buğulu bakışın içinde, yıllardır biriken yıkıntıların yankısı vardı. Ve o yankının altında birileri sessizce oturmuş bekliyordu. Özellikle de Uraz.

Uraz, son zamanlarda evden uzak kalmayı tercih ediyordu. Şehir dışında, korunaklı bir yerde—daha az dikkat çeken ama tamamen gözden uzak olmayan bir evde kalıyordu. Bora bu yeri biliyordu, hatta oraya yalnızca gerektiğinde gidilirdi. Bugünse “gereken” günlerden biriydi.

Yol boyunca elleri direksiyonda sıkılıydı. Çenesindeki kaslar gerilmişti. Her kavşakta, her virajda zihninden geçen tek bir düşünce vardı: O kızın hayatına yeniden dokunan her el, artık benim sorumluluğumun altında. Ve sen, Uraz… sen buna bile saygı göstermedin.

Evin olduğu sokağa girdiğinde, sabah güneşi hâlâ tam doğmamıştı. Gri gökyüzü, toprağın ve duvarların üzerine soğuk bir örtü gibi serilmişti. Bahçedeki kameralar hâlâ çalışıyordu. Bora, arabasını yolun kenarına park etti. Kapıyı sertçe kapatmadan önce derin bir nefes aldı. Ama içinde öfkeyi dizginleyen bir şey yoktu artık.

Zili çalmadı. Uraz’ın adamlarından biri kapıyı açtığında göz göze geldiler, sadece kısa bir bakış… ve adam geri çekildi. Bora içeri girdi.

Salon sessizdi. Az eşyalı, sade bir yerdi burası. Tıpkı Uraz gibi—duvarları yüksek, duyguları az.

Uraz, mutfağa açılan bölümde kahvesini karıştırıyordu. Bora’yı gördüğünde şaşırmadı. Sadece kısa bir bakış attı, sonra bardağını tezgâha bıraktı.

“Erken,” dedi, sesi nötr. “Ne oldu?”

Bora doğrudan yürüdü. Masanın kenarına geldi. Yumruklarını masaya koydu, öne doğru eğildi. Gözleri Uraz’ın gözlerinde.

“Alya ve Arya,” dedi. “Neden tanıştırmadın?”

Uraz yüzünü buruşturdu. “Bu saatte sırf bunu sormaya mı geldin?”

“Cevap ver,” diye kesti Bora. Sesi sertti ama yükselmemişti. Soğuk, keskin ve doğrudan.

Uraz bir iç çekti. Bardaktaki kahveyi aldı, bir yudum aldıktan sonra kenara bıraktı. “Çünkü henüz doğru zaman değildi. Arya’nın ruh hâlini sen de biliyorsun. Alya’nın geçmişini de yeni öğreniyoruz. İkisinin karşılaşması, düşündüğün kadar masum sonuçlar doğurmaz.”

“Masum sonuçlar doğurmasın,” dedi Bora. “Ama bu onların hakkı. Sen ne zaman insanların hayatı üstünde karar vermeye başladın? Özellikle Alya’nın…?”

Uraz gözlerini Bora’dan kaçırmadı. “Alya hakkında hâlâ her şeyi bilmiyoruz. Onun gelişiyle birlikte bu evin içinde bazı şeyler değişti. Belgeler kayboldu, kamera kayıtları silindi. Sence bu tesadüf mü?”

Bora öne bir adım daha attı. “O kız hâlâ kabuslarla uyanıyor. Geceleri nefesi kesiliyor. Gözlerinin içi dolu ama ağlamaya bile utanıyor. Sen hâlâ ondan şüphe ediyorsun. Bu senin paranoyan, Uraz. Onun suçu değil.”

Uraz’ın sesi bu kez daha netti. “Ben insanların niyetlerine bakmam, hareketlerine bakarım. Alya’ya kötü biri demiyorum. Ama güvenlik açığı varsa, bunu ciddiye almak zorundayım.”

Bora başını iki yana salladı. “Sen onun geçmişini bahane edip, bugününü kontrol etmeye çalışıyorsun. Arya’ya da Alya’ya da ihanet ettin. Onları korumakla değil, onlara güvenerek büyütmeliydin.”

Uraz sustu. Gözleri kısa bir an yere kaydı. Ardından sessizce sordu:

“Sence… gerçekten hazırlar mıydı?”

Bora, sesi alçak ama net bir tonda cevap verdi. “Kimse travmasına hazır olmaz, ama yalnız kalmaya da hazır değildir. Alya’nın yüzüne bak. O sana değil, bana bile güvenmekte zorlanıyor. Ama senin tek önceliğin oyununu kurmak olmuş.”

Uraz iç geçirdi. “Bu bir oyun değil.”

“Senin kurallarına göre değil belki,” dedi Bora. “Ama o kızın hayatı, senin şüphelerin yüzünden tekrar yıkıma uğrarsa… karşısında beni bulursun.”

Bu kez Uraz irkildi. Bora geri adım atmıyordu. Gözleri buz gibi ama içten yanıyordu.

Son sözlerini bırakıp arkasını döndü:

“Ben Alya’yı koruyacağım. Artık onun sırtını senin gibi kontrol edenler değil, anlayanlar kollayacak.”

Kapıyı sertçe kapatmadan önce son bir kez döndü.

“Bu defteri kendi elinle kapattın, Uraz. Alya’ya karşı oynayacak tek bir hamlen daha olursa… bu sefer cevabını ben değil, vicdanın verir. Ya da neyin kaldıysa ondan.”

Ve Bora, sert adımlarla evi terk etti.

Uraz’ın evinden çıktıktan sonra doğrudan şirkete geçti Bora. Arabaya biner binmez sessizliğe gömüldü; gözleri yolda, aklıysa hâlâ duyduklarında takılıydı. Uraz’la olan yüzleşmenin yankıları zihninde dolaşırken, bastırmakta olduğu öfkeyi kontrol altına almak zorundaydı. Şirket binasının önüne geldiğinde, dışarıdan bakıldığında her şey olağan görünüyordu ama Bora’nın iç dünyasında taşlar yerinden oynamıştı. Şimdi, cevapsız kalan soruları çözmek ve güvenlik açıklarını kapatmak için işin başka bir yüzünü devreye sokma zamanıydı.

Şirketteki işlerini hızlıca toparladıktan sonra, günün geri kalanını daha fazla orada harcamadı Bora. Gerekli talimatları verdi, birkaç önemli evrakı imzaladı ve masasındaki dosyaları kapattı. Zihni hâlâ Alya’daydı; içindeki huzursuzluk bastırılamaz hâle gelmişti. Vakit kaybetmeden ofisten çıktı, arabasına bindi ve doğrudan eve doğru yola koyuldu. Artık sadece işini değil, onu bekleyen birini de düşünüyordu.

Bora eve döndüğünde hava hâlâ pusluydu. Gökyüzü gri bir sessizliğe bürünmüş, sokaklar yorgun bir şehir gibi susmuştu. Kapıdan içeri girdiğinde evin içindeki sıcaklık, dışarının ağırlığını biraz olsun kırdı.

Koridordan geçerken Alya’nın varlığını hissetti. Ayak seslerini duymuştu. Salonun köşesindeki kanepede oturuyordu Alya. Üzerinde sabahki hırkası vardı, dizlerini kendine çekmişti. Elinde tuttuğu kupanın buğusu, yüzüne hafif bir perde gibi inmişti. Ama gözleri… Gözleri, kapı açıldığında hemen Bora’ya dönmüştü.

Sessizce birbirlerine baktılar.

Bora bir şey söylemeden ayakkabılarını çıkardı. Üstünü bile değiştirmeden ona doğru yürüdü. Alya başını eğdi. Sesindeki tedirginlik, sabahki huzurun üzerine inen ince bir sis gibiydi.
“Geldin…”

Bora sessizce başını salladı. Yanına kadar gelip karşısındaki sandalyeye oturdu. Ellerini dizlerinin üstünde birleştirdi. Gözleri Alya’nın ellerine kaydı; kupaya tutunan ince parmaklarına…
“Her şey yolunda mıydı?” diye sordu.

Alya bir an duraksadı. Ne demek gerektiğini bilemedi. Sonra hafifçe omuzlarını silkti.
“Sessizdi. Garip ama… ilk kez bu sessizlikten korkmadım.”

Bora başını salladı. Bu küçük cümle, onun için büyük bir adımdı.

Ama içinde kıpırdayan başka bir şey vardı. Uraz’dan öğrendikleri… Alya’nın geçmişine dair saklanan gerçekler… Henüz bu yükü onun önüne koyamazdı. Henüz değil. Ama bu kız artık sadece “korunması gereken” biri değil, aynı zamanda üstünde gölgeler dolaşan bir geçmişin merkezindeydi.

Bora’nın sesi biraz daha kısıldı.
“Bir şey oldu mu ben yokken?”

Alya başını iki yana salladı.
“Sadece düşündüm biraz. Annemi… küçükken hep böyle sabahları uyanmadan önce yüzüne bakardım. Uyandığında hâlâ orada olduğunu görmek huzur verirdi. Bu sabah, sen yoktun. Korktum bir an. Ama sonra geri geldin…”

Cümle öylece asılı kaldı havada. Bora’nın boğazı düğümlendi. O an anlamıştı — Alya için “gitmek”, sadece fiziksel bir yokluk değildi. Onun için terk edilmekti. Geri dönmeyen insanlarla doluydu geçmişi.

Derin bir nefes aldı.
“Gideceğimi söylemedim. Sadece halletmem gereken bir şey vardı.”

Alya ona baktı. Gözlerinde hem güven arayan bir çocuksu bakış, hem de öğrenmek isteyen bir kararlılık vardı.
“Nereye gittin?”

Bora, soruyu bekliyordu. Ama cevap vermeye hazır değildi. En azından, tümüyle değil. Gözlerini kaçırmadan konuştu:
“Uraz’la konuştum. Bazı şeyleri öğrenmem gerekiyordu. Senin geçmişinle ilgili.”

Alya’nın gözleri büyüdü. Hemen ardında bir korku belirdi.
“Ne öğrendin?”

Bora duraksadı. Cevap, Alya’nın ruhunu parçalayabilecek bir şeydi. Ama onu karanlıkta tutmak da haksızlıktı. Yine de zamanı değildi.
“Henüz tam bir şey yok. Ama bazı bağlantılar… Annenin geçmişi, o evden neden kaçtığın, seni kimin kime sattığı… Bu iş göründüğünden daha karmaşık.”

Alya gözlerini kaçırdı. Kupanın içindeki çayın içine baktı, sanki cevap orada saklıymış gibi. Dudakları titredi.
“Beni hiç tanımadığınız bir dünyaya atıyorlar hep. Sadece nefes almaya çalışırken… şimdi de bir şeylerin ortasında kalmışım.”

Bora eğildi. Dizlerini hafifçe öne kaydırarak ona biraz daha yaklaştı.
“Bu sefer yalnız değilsin. O karanlıkta kaybolmana izin vermeyeceğim.”

Alya bakışlarını kaldırdı. Gözlerinin içi doluydu ama dökülmedi. Yalnızca bakıyordu. Güvenmeye çalışan bir bakıştı bu. Kırılmış ama hâlâ inatla hayatta kalmak isteyen.

“Beni kurtaramazsın, Bora,” dedi sessizce. “Ama yanında olursan… belki ben kendimi kurtarırım.”

Bora’nın dudaklarında belirsiz bir çizgi oluştu. Gülümseme değildi bu. Ama belki de ilk kez, bir şeylere inanmaya çalıştığının iziydi.

“Sana silah değil, siper olurum. Yol senin. Ama arkanı kollayacağım.”

Alya başını salladı. O an, içindeki bir düğüm çözülmedi belki. Ama bir yere bağlandı. Ve bu bağ, ilk kez kendini sağlam hissettirdi.

Bölüm : 07.06.2025 19:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...