3. Bölüm

BÖLÜM 1

Fulden Becerikli
fuldenbecerikli

Diana, 2020

Yine biri tarafından kandırılmıştım.

Senden hoşlanıyorum nidaları atan ama daha hiçbir şey başlamadan arkasına bakmadan kaçan bir korkak tarafından. Bana göre böyle insanlar ancak bir korkak olarak nitelendirilebilirdi.

Kimden birazcık hoşlansam hatalar silsilesi bir halat şeklinde ayaklarıma dolanıyor ve bileklerimden zorla çekerek, beni yere düşürüyordu. Her ne kadar düşmemek için tutunacak bir destek arasam da hep başarısız oluyordum, hep başarısız oldum. Bu durum kara bir lanet gibi hayatım boyunca beni takip etmeye devam etti.

Nerede hata yaptığımı hiçbir zaman bilemedim. Doğal davranıyordum. Güzeldim, bakımlıydım. İyi görünüyordum. Bunlar birinin sizden ilk etapta hoşlanabilmesi için yeterli değil miydi? İkinci etap hakkında ise hiçbir fikrim yoktu. Çünkü hiçbir zaman o evreye geçemedim.

Herhangi bir erkek sineği bile etkileyememek artık canımı fazlasıyla sıkmaya başlamıştı. Aşk istemek, sevilmeyi istemek kötü bir şey miydi?

Herhangi bir erkek ve kadın ilişkisinden bahsetmiyordum. Takılmaktan ve tek gecelik ilişkilerden de. Gerçek bir aşk isteğinden söz ediyordum. İliklerime kadar sevilmek ve gece gündüz düşünebileceğim birinin varlığını istiyordum. Midemdeki kelebekleri hissetmek istiyordum. Herkeste olan bu güzel varlıklar benim bedenimde neden var olmuyordu? Ruhuma neden hiç uğramıyordu? Çok sevmek istiyordum. Çok! Anlarsınız ya. İşte ben dünyaya âşık olmak için gelmişim dedirtecek türden. Ama belli ki bu dünyanın en zor şeyiydi.

San Diego’nun göbeğinde, baştan sona özenerek hazırlanmış ve ekilmiş genç bir kadın olarak bu düşüncelerime kahkaha attım.

Oturduğum soğuk zemin, eteğimin altındaki çıplak bacaklarımı buz kestirmişti. Bu havada etek giyip, bacaklarımı açıkta bıraktığım için kendimden kısa süreliğine nefret ettim. Her zaman nefret edebileceğim birilerini bulurdum. Çünkü hayat başkalarını suçlayınca daha kolaydı. Ama gün gelir nefret edebilecek bir kişiyi bile bulamadığımda tüm suçu kendime yıkar, nefretimi kendime yöneltirdim. Kaçış yolum çok basitti.

Beş dakika önce söndürdüğüm sigaramın yerine yenisini yakarak, caddede akıp giden trafiği izledim. Bugün gökyüzü boştu. Yıldızlar da randevuya gitmiş olabilir miydi?

‘’Ah.’’ diye huzursuzca bir ses çıkardım.

Yıldızlar bile yalnız değillerdi. Etraflarında binlercesi vardı. Ama ben, bilmem kaç nüfusu olan bu Dünya’da yapayalnızdım.

Rusya’dan California’ya üniversite okumak için geldiğim o günü dün gibi hatırlıyordum. Benim için asla gerçekleşmeyecek bir hayal gibiydi ama olmuştu işte. Yeni ve taze bir başlangıçtı. Her şey çok güzel olacaktı. Her zaman arkamı kollayacak gerçek arkadaşlıklar edinecektim ve beni sonsuza kadar sevecek gerçek bir aşk adamı bulacaktım.

Tabi ki bu dediklerimin hiçbiri olmadı. Henüz okulumun birinci yılının sonunda her şeyi ama her şeyi batırdım. O kadar beceriksizdim ki! Bulunduğum hiçbir dala tutunamamayı acaba nasıl başarıyordum? Başta beni seven insanları kendimden soğutmayı nasıl başarıyordum? En kötüsü de çıkacağım hiçbir yola sağlam adımlar atarak çıkamıyor olmamdı. Adımlarım hep kısa, korkak ve güçsüz olurdu. Annem tüm bunları bilse çok üzülürdü.

Rus bir baba ve tipik Amerikalı bir anne tarafından kültür karmaşası içinde büyümüştüm. Bu benim için kimi zaman çok zor olsa da avantajlarını kullanmayı da zamanla öğrendim. Bu sayede iki dil biliyordum mesela. Aynı zamanda iki farklı kültüre de hakimdim. Herhangi bir ülkeye gidip, başımın çaresine bakabilirdim.

Yine de tüm bu artılar ve eksilerin yanında hayalim başka bir ülkeye gidip, kendi hayatımı kurmaktı. Bu gerçekleştiğinde rahata ereceğimi düşünmüştüm. Bu hayalim de tıpkı diğer düşüncelerim gibi bana devasa büyüklükte bir hayal kırıklığıyla karşılık verdi ve böylece aile evimde yaşadığım o karmaşayı bile arar oldum. Annem diyordum öyle değil mi? Annem tüm bunları duysa gerçekten çok üzülürdü.

O sırada çalan telefonumun zil sesi düşüncelerimi yarıda keserek, kulaklarıma doldu. Telefondan gelen yüksek ses dalgınlığımla savaşarak beni korkuyla yerimden sıçrattı. Parlaklığını sonuna kadar açık unuttuğum telefonumun ışığı gözümü alırken, zorla ekrandaki ismi okudum. Annem arıyordu. Resmen hissetmişti. Anneler her şeyi hissederdi öyle değil mi?

‘’Alo, anne?’’ diyerek telefona cevap verdim.

Sesimi normal tutmaya ve üzüntüden kendimi asmak üzere olduğumu belli etmemeye çalıştım. Şu an isteyeceğim son şey, annemin yastığa kafasını koyduğunda saatlerce duvarla bakışıp, benim için üzülmesi olurdu.

‘’Güzel kızım neler yapıyormuş?’’

Sesindeki anne şefkati tınısı kalbimi yumuşacık yaptı. Beni her zaman sakinleştiren melodi kıvamındaki bu meleksi sese tapıyordum. İçimi sıcacık ve tanıdık bir duygu kaplarken gülümsedim.

Neler yapıyordum?

Hızlıca bir yalan düşünmeye çalıştım ve etrafa göz gezdirdim. En sonunda karşı tarafımda duran bir pastaneyi gözüme kestirdiğimde rahat bir nefes aldım. Çünkü yalan söylemek konusunda yeteri kadar iyi değildim ve başaramadığım için mutlu olduğum tek şey buydu. Günün sonunda koca bir yalancıya dönüşmeyi kimse istemezdi.

‘’Arkadaşlarımla tatlı yemeye çıkmıştık. Sen neler yapıyorsun anneciğim?’’

‘’Ne güzel bir haber bu! Oraya alışıp, güzel dostlar edindiğin için ve en önemlisi de mutlu olduğun için çok seviniyorum. Baban da çok seviniyor!’’

Babamın bağırışları annemin sesinin hemen arkasından bana ulaştı. Anladığım kadarıyla ‘’Harikasın!’’ ve ‘’İşte benim kızım!’’ gibi şeyler söylüyordu. Gülmeden edemedim.

‘’Ben de sizi seviyorum anne.’’

Biliyordum. Bu, onların ‘’seni seviyoruz’’ deme şekilleriydi.

Olayın acı tarafı kalbimi tekletti. Ebeveynlerim beni gerçekten mutlu zannediyordu. Oysa ben en yakın arkadaşlarım tarafından ihanete uğramış, hoşlandığım çocuk tarafından ekilmiş ve üç dersten kalmıştım. Bunlar bazılarına küçük dertler gibi görünebilirdi. Ama ne yazık ki herkesin acısı kendineydi. Bunu herkesin yas tutma şeklinin farklı olabileceği teorisiyle eşliyordum aslında. İnsanlar farklıdır. İnsanların psikolojileri ise çok daha farklıdır.

‘’Biz seni daha çok seviyoruz.’’

Kapatmak için hazırlanırken annem beni aceleyle durdurdu. ‘’Bekle, bekle biraz.’’

Babama bir şeyler sorduğunu anlayabiliyordum. Hışırtıları duymamak için telefonu biraz kulağımdan uzaklaştırdım. Başım ağrımaya başlamıştı. Yalnızlık baş ağrısıydı, buna emindim.

‘’Paran var mı?’’

Bu sorunun geleceğini biliyordum. Her aradıklarında mutlaka sorarlardı ve ben de her aradıklarında aynı cevabı verirdim.

‘’Evet anne, var. Beni merak etmeyin. Eğer biterse size haber ederim.’’

Ama yoktu.

Olabildiğince ailemden para almamaya çalışıyordum. Emindim, şu an istesem onlarda olmasa bile bir yerlerden bulur bana gönderirlerdi.

Hayatta eksikliğini hissetmediğim tek şey gerçek bir aile sevgisiydi. Hiçbir zaman sevgilerini benden esirgememişler, bir şeylerim eksik kalmasın diye tüm hayatları boyunca çaba göstermişlerdi. Fakat ben onları zora sokmak istemiyordum. İdareli gidemediğim zamanlarda param biraz erken bitiyordu ve bir sonraki ay devlet bursum yatana kadar birazcık zorlanıyordum o kadar. Onun dışında halledebilirdim. Hallediyordum da. Babamın bu dönemlerde iş bulamadığını ve yeteri kadar iyi kazanamadığını da biliyordum. Onlara çok fazla yük olmamam gerekiyordu. Bu kötü bir şey değildi. Onların beni düşündükleri gibi ben de iyi bir evlat olarak onları düşünüyordum o kadar.

‘’Anne’’ dedim cılız sesimle. ‘’Arkadaşlarım çağırıyor, gitmem gerek.’’

Ağlamak üzere olduğumu anlamıştım ve acilen bu konuşmayı sonlandırmam gerekiyordu. ‘’Sizi seviyorum.’’

‘’Biz de seni seviyoruz tatlım.’’

Ve kırmızı tuşa ışık hızıyla bastım. Telefon kapanır kapanmaz, yanaklarımdan ılık ılık gözyaşlarımın aktığını hissettim. Bir sigara daha yaktım. Biliyordum, bu kadar çok içmemem gerekirdi ama şu anda ondan başka kimsem yoktu.

Hiç kimse.

Yanıma bir kitap almış olsam ne kadar iyi olabileceğini düşündüm. Ama beni eken o ahmak çocukla buluşacağım için, sırt çantamı bırakmış ve küçük el çantamı almıştım. Kitabım da sırt çantamın içinde kalmıştı. Oysa yalnızlığıma ne kadar iyi gelirdi. Yani bir kitabım olsaydı. Beni kendi dünyamdan alır ve daha huzurlu bir dünyaya götürebilirdi.

Telefonum tekrar çaldı ve küfrettim. Bu sefer beni kim, ne için arıyordu acaba? Rahat rahat ne ağlayabiliyordum ne de hayatı sorgulayabiliyordum. Büyük bir iç çekişle tekrar telefonu cebimden çıkardım ve ekrana baktım. Bu sefer ekranın ışığını kısmıştım ve ismi okuduğumda birkaç saniye donup, düşünme ihtiyacı duydum.

Hope mu?

Bu da kimdi? Bu ismi daha önce duyduğumu hatırlamıyordum ama telefon numarası kayıtlıydı ve her kimse Hope olarak kaydetmiştim. Zil sesimi duymazdan gelerek, boşluğa baktım ve beynimi zorladım. Hope… Hope… Asla hatırlayamıyordum.

Tereddüt ederek cevapla düğmesine bastığımda, telefonu yavaşça kulağıma götürdüm ve ilk olarak karşı tarafın ses vermesini bekledim.

‘’Alo?’’

Bir erkek sesiydi. İyi de Hope kız ismi değil miydi? Yoksa unisex miydi? Hayır, kız ismiydi. Emindim.

‘’Alo? Danny? Dostum orda mısın?’’

Ben kesinlikle Danny değildim. Rahatça konuşabilmek için hafifçe boğazımı temizledim.

‘’Sanırım yanlış numarayı aradınız.’’ Ağladığım için burnum tıkanmıştı ve sesim tuhaf çıkıyordu. Kesinlikle beş dakika önce ağlamışım gibiydi. Beş dakika önce ağlıyordum!

‘’Danny’nin telefonu değil mi?’’

‘’Hayır, hayır değil.’’

Burnumu çektim.

Karşı taraftan birkaç saniye ses gelmedi. İğrenç ve gürültülü bir şekilde burnumu çektiğim için midesi bulanmış ve kusmaya gitmiş olabilirdi.

‘’Üzgünüm’’ diye mırıldandım.

Yine ses çıkmadı. İçimden kendime küfrettim. Tanımadığım birinin numarasını ne diye açmıştım ki? ‘’Pekâlâ kapatıyorum.’’

‘’Hey, dur bir dakika.’’

Kulağımdan çekmeye başladığım telefonu tekrar geldiği yere koydum.

‘’Evet?’’

‘’Sen iyi misin?’’

Biraz düşündüm.

Ben iyi miydim? Bu soruyu kendime hiç ama hiç sormadığımı fark ettim. Kendime nasıl olduğumu hiçbir zaman sormuyordum. Kendimi hiç mutlu etmiyordum. Kendimi hiç merak etmiyordum. Ve koca bir aptal gibi yapmadığım şeyleri bir başkasından bekliyordum. Kendimi mutlu edemeden bir başkası beni mutlu etsin istiyordum. Oysa insan her şeyi önce kendi yapmalıydı değil mi? Birinin içinde öz sevgi barındırmadan başkalarından gelecek şeyleri düşlemesi ne büyük yanılgıydı.

‘’Bilmiyorum’’ deyiverdim. Birden ağzımdan çıkmıştı.

‘’Anlatmak ister misin?’’

İşte bu beklemediğim bir soruydu. Hiç tanımadığım biri benim derdimi neden dinlemek istiyordu ki? Saate baktım. Gece yarısını geçmek üzereydi.

Aslında o kadar da kötü olmayabilirdi. Belki de hiç tanımadığım biriyle konuşmak iyi gelebilirdi. Beni yargılamaz ve sadece dinlerdi. Ya da yargılardı fakat tanımadığım için umurumda olmazdı. Biraz düşündüm ve ‘’İsterim’’ dedim.

‘’Harika, Danny. Bekle de kendime bir kahve koyayım.’’

Güldüm. Hala bana Danny demesine ve kahve eşliğinde beni dinleyecek olmasına.

‘’Tamam’’ dedim. ‘’Bekliyorum kız ismine sahip olan Hope.’’

Karşılık olarak o da bana biraz gülümseme verdi ve sesi kesildi. Gerçekten kahve almaya gitmiş olduğuna inanamıyordum.

Birkaç dakika sonra geri geldiğinde, kahvesini karıştırdığı kaşığın sesini duydum.

‘’Öncelikle’’ dedi ve kahvesinden bir yudum aldığını hissettim. ‘’Gerçek adını söyleyerek başlayabilirsin.

‘’Diana.’’

‘’Ah! O yüzden karıştırmışım. Danny ve Diana.’’

‘’O kadar da birbirlerine benzemiyorlar.’’

‘’Hayır benziyorlar. Tekrar düşünmeni öneririm.’’

‘’Benzemiyorlar. Tek benzerlikleri D harfi ile başlamaları.’’

‘’Benziyorlar.’’

Kıkırdadım. Bu tartışma, bir sonsuzluğa doğru uzanıp gidebilirdi. Bu yüzden onun kazanmasına izin verdim.

‘’Peki annen ve baban neden sana bir kız ismi koymuşlar Hope?

‘’Hmmm’’ diye bir ses çıkardı. ‘’Bilmem. Bunu hiç sormadım. Annemin koymadığını biliyorum ama. Dedem buna engel olmuş ve kendi istediği ismi koymasına izin vermemiş.’’

‘’Deden buna neden karışmış ki?’’

‘’Bu gece senin dertlerini dinleyeceğimizi sanıyordum Diana.’’

Yerimde huzursuzca kıpırdandım. İsim konusuna girdiğimiz için bulunduğum durumu bir anlığına aklımdan çıkarmıştım ve bu, iyi de gelmişti. Vazgeçsem mi diye düşündüm. Anlattıkça sanki daha da artacak gibiydi.

‘’Sessiz olma. Sessizlik çoğu zaman insana iyi gelse de bazen koca bir gürültüden daha çok karmaşaya yol açar.’’

Koca bir gürültüden daha çok karmaşaya yol açmak.

Aslında haklı olabilirdi. Sessizlik bazen iyiydi ama bazen de istenmeyen şeylere yol açabiliyordu. İnsanı intihara bile sürükleyen sessizliklerin bu dünyada var olduğunu biliyordum.

‘’Pekâlâ’’ dedim. ‘’Bu gece hoşlandığım çocuk tarafından ekildim, yakın arkadaşlarım tarafından ihanete uğratıldım, ev arkadaşımla tonla sorun yaşıyorum, beş parasız ve yalnızım.’’

‘’Neredeyse genç bir kadının başına gelebilecek her şeyi yaşamışsın.’’

‘’Neredeyse.’’

Caddeden geçen arabaların farlarına karşı gözlerimi kapattığımda, Hope da derin bir nefes aldı. Yorulduğumu şimdi daha çok hissediyordum. Karşımda acımasızca akıp giden trafiğin yorucu ışığı gözlerimi iyice ağrıtmıştı ve başıma tarifsiz ağrılar sokmaya başlamıştı. Hava da benimle daha çok alay etmek ister gibi dakikalar geçtikçe daha da soğuyordu. Tüm bunların bitmesi ve sıcak yatağımda güzel bir uyku çekebilmek için içimden sessizce dua ettim.

‘’Neredesin Diana?’’

‘’Sokaktayım.’’

Kahkaha attı. Ses tonu tatlıydı. Aynı zamanda da akılda kalıcı. Kararlı ve tok bir sesi vardı. Nasıl göründüğünü merak ettim.

‘’Onu kastetmiyorum. Nerede yaşıyorsun?’’

Kendimi aptal gibi hissettim. Zaten aptaldım! Kesinlikle benim koca bir beyinsiz olduğumu ve yalnız kaldığımı hak ettiğimi düşünmüş olmalıydı. Bozuntuya vermemeye çalışarak ‘’San Diego.’’ dedim.

‘’Şimdiye kadar duyduğum en iyi şey ikimizin de California eyaletinin sınırları içerisinde olmamız.’’

Şaşırmıştım. Gecenin bu saatinde, beni yanlışlıkla arayan herhangi biriyle aynı ülkede yaşıyor olmam biraz şaşırtıcı bir durumdu.

‘’Şimdiye kadar duyduğum en iyi ikinci şeyin ne olduğunu bilmek ister misin?’’

‘’Şimdiye kadar duyduğun en iyi ikinci şey nedir Hope?’’

‘’İkimizin de San Diego’da yaşaması.’’

Şaşkınlıkla gözlerim kocaman bir şekilde açıldı ve az kalsın küçük dilimi yutacaktım. Bu kadarı tesadüf olabilir miydi? İçimden ‘’Umarım bir sapık ya da tacizci peşime takılmamıştır’’ diye düşündüm. İstemsizce telefonu kulağımda tutmaya devam ederken sokakta gözlerimi gezdirdim. Bunu yapmamın amacı beni izleyen herhangi birileri var mı diye anlamak istememdi. Karşı kaldırımda telefonla konuşan iri yarı bir adam gördüm ve bir anda refleks olarak nefesimi tuttum. Sonra adam kahkaha atıp, telefonla konuşmaya devam edince içimi bir rahatlama hissi doldurdu. Sanırım beni takip eden kimse yoktu.

Hope’a haksızlık ediyordum. Ondan öyle bir enerji de almamıştım aslında. Tatlı ve ikna edici ses tonu beni rahatlatmıştı. Beni rahatsız etmek isteyen, kötü niyetli biri olsa bence hissederdim. Bu sadece kocaman hatta devasa büyüklükte bir tesadüftü. Zaten herhangi bir sapığın telefon numarasının bende kayıtlı olacağını da pek sanmıyordum.

‘’Şaka yapıyorsun.’’

‘’Hayır çok ciddiyim. Şaka yapmak için çok büyüğüm.’’

‘’Şakalar çocuklar için değildir Hope. Ben hep şaka yaparım.’’

Ortalığı tekrardan bir sessizlik kapladı ve yanlış bir şey yapıp, yapmadığımı düşünmek zorunda kaldım. Acaba çocukluk ya da çocuklarla ilgili bir travması vardı da ona bunu mu hatırlatmıştım? Ben gerçekten çoğu zaman ne dediğini bilmeyen aptal bir kızdım.

‘’Baksana Diana’’ dedi. En sonunda sessizliği bozdu ve rahat bir nefes aldım. ‘’Şakalar ile alakalı mevzuyu yüz yüze konuşmak ister misin?’’

Yüz yüze konuşmak mı? Vazgeçtim. Sapık olabilirdi.

‘’Yüz yüze mi?’’ dedim tıpkı kendime sorduğum gibi.

‘’Evet, yüz yüze. Yalnız olduğunu anlayabiliyorum çünkü ben de yalnızım. Hem de senin tam tersin durumdayken. Kimseden kazık yemedim, kimse tarafından ekilmedim ve sorunlar yaşadığım bir ev arkadaşım da yok. Ama benim yalnızlığım seninkinden çok daha acı sanırım. Çünkü ben bu denli kalabalık bir çevrede bir o kadar yalnızım.’’

Yutkundum. Söylediklerinde ne kadar samimi olduğunu anlamaya çalışıyordum. Saate baktım. Gece bire geliyordu. Son paramı hoşlandığım çocukla buluşabilmek için buraya gelmek adına taksiye vermiştim ve arabası olduğu için beni eve bırakacağını düşünmüştüm. Ama telefonlarımı bile açmamıştı. Evden uzaktaydım. Belki de Hope bana daha yakındı. Çok zor bir ihtimal de olsa bana yakın olduğunu düşünmek istiyordum.

‘’İkimizin de San Diego’da olması birbirimize yakın olacağımız anlamına gelmez. Burası büyük bir şehir.’’

‘’Şehrin öbür ucunda olsan bile geleceğime söz veriyorum fakat biraz fazla beklemen gerekir.’’

Sesine yansıyan gülümsemeyi işitebiliyordum. Birinin kelimelerle gülümseyebileceğini düşünmezdim ama oluyordu işte. Hope bunu yapıyordu.

Birden içimden bir ses ona güvenebileceğimi ve zararsız olduğunu düşündüğümü söyledi. Evet, biliyorum. İnsanlar hakkında çoğu zaman yanılırdım. Ama bu kez farklıydı. Diğer insanlar hakkında bir kanıya vardığımda şeytan mutlaka kulağıma fısıldar ve o insanın açabileceği sorunları bana iletirdi ama şimdi öyle olmamıştı. Kimse ‘’bu çocuk sana zarar verebilir’’ diye bir his doldurmamıştı içime. Öyleydi. En azından yalnızca bu gece için öyle olmak zorundaydı. Belki yeni bir arkadaş edinebilirdim.

Kimi kandırıyordum acaba?

Bir süredir telefonun diğer ucunda bekleyen adama varlığımı hissettirmek için öksürdüm.

‘’Hope’’ dedim. ‘’Araban var mı?’’

‘’Evet, var.’’

‘’Konum atıyorum.’’

Bölüm : 09.01.2025 22:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...