13. Bölüm

BÖLÜM 10

Fulden Becerikli
fuldenbecerikli

Diana, 1808

Duvardaki çatlaktan sızan su zeminde küçük bir göl oluşturmuştu.

Saatlerdir yere damlayınca çıkan sesinin eşliğinde suyun akışını izliyordum. Sırtımı yasladığım duvar öyle soğuktu ki adeta buz kesmiştim.

İçerisi nemli ve karanlıktı. Tek ışık kapının altından ince bir şekilde sızan meşalenin ışığıydı. Zaten tam olarak nerede olduğumu da bilmiyordum. Gözlerim bağlı bir şekilde getirilmiştim. Ama paslı bir zindanda olduğumu tahmin etmek hiç zor değildi. Tıpkı kapının altından sızan ışığın bir meşaleye ait olduğunu bilmek gibi.

Gözlerim karanlığa iyice alışmasına rağmen hala yeterince ışık yoktu.

Başımı duvara yaslayarak derin bir iç çektim. Her yerim ağrıyor ve ağrı, vücudumun karıncalanmasına sebep oluyordu. Saat kaçtı? Çoktan akşam olmuş olmalıydı. Kaç saattir burada olduğumu artık kestiremiyordum. Açlıktan da bayılmak üzereydim. Ama bu kimin umurundaydı ki?

Tahmin edilmesi hiç zor olmayan bir şekilde hemşireye kafa tutmam cezasız kalmadı. Çığlıklarıma karşılık çok da vakit geçmeden küçük odaya bir düzine muhafız doluşmuştu ve beni yaka paça buraya getirmişlerdi. Lanet olası hemşirenin arkamdan keyif alır gibi gülümsediğini hayal ettim ve sinirden kanım kaynadı. Ama çok geçmeden bu sinir yerini üzüntüye ve kalp kırıklığına bıraktı. Gözlerim hafifçe doldu ve bir tutam gözyaşı yanağımdan aşağıya doğru süzüldü.

Milyonda bir insanın başına gelecek bu şeyleri yaşadığıma hala inanamıyordum. Kâbus gibiydi ama asla uyanamadığım bir uykuya yatmış olmalıydım.

Aklımdan yine Hope’un ismi geçti ve acıyla kalbimi tuttum. Acaba şu an neredeydi ve ne yapıyordu? Bunların hepsinin bir rüya olmasını ve ertesi sabah uyandığımda heyecanla ona anlatabilecek olmayı diledim. Fakat artık akıllanmıştım. Hiçbir dileğimin gerçek olmayacağını biliyordum. Buraya kısılıp kaldığımı biliyordum. En büyük cezamın ölüm olduğunu da biliyordum. Yalnızca biraz daha görmezden gelmek istedim.

Soğuk zeminde bacaklarımı toplayarak oturdum ve kollarımı dizlerime dolayarak başımı arasına gömdüm. Hıçkırarak ağlamaya başladım. Boş zindan duvarları benimle alay eder gibi hıçkırıklarımı bana geri yolladı ve her yerde yankılandı. Yankıyı duydukça daha çok ağladım. Ağlamaktan başka yapabileceğim hiçbir şey olmadığını bilmemin çaresizliği, bu dünyada başıma gelen en korkunç şeydi. Uzun bir süre daha ağlamaya devam ettim ve bu hissin hiç geçmeyeceğine ikna oldum.

‘’Artık şunu kesebilir misin? Bir saattir susmanı bekliyorum.’’

Acıdan ve ağlamaktan gaipten sesler duymaya başlamıştım. Yakında halüsinasyon da görmeye başlayacağımı düşündüm ve bu düşünce beni çok korkuttu. Çünkü olmayan şeyleri görme düşüncesi beni her zaman ürkütürdü.

‘’Sana diyorum.’’

Sesler susmuyordu.

‘’Hayır, henüz delirmedin. Kafanı kaldırıp bakarsan beni göreceksin seni ahmak.’’

Bir hışımla kafamı kaldırdım ve etrafıma bakındım. Odadaki ışık artmıştı ve gözüm köşedeki parlak şeye çarpınca korkuyla çığlık attım ve kaçacak yerim olmamasına rağmen geriye doğru sendeledim. Adeta dilim tutulmuştu. Kal gelmişti. Ne yapacağımı bilemedim.

‘’Korkmana gerek yok. Ben sana zarar vermem.’’

Korkudan faltaşı gibi açılan gözlerim iyice genişledi ve alt dudağım titremeye başladı. Karşımda duran parlak varlık bana biraz daha yaklaştı.

‘’Korkunç mu görünüyorum? Neden titriyorsun? Yoksa makyajım mı akmış!’’

Telaşla parmağını şıklattı ve elinde küçük, parlak bir ayna belirdi. Endişeyle aynada kendini inceledi ve derin bir nefes aldı.

‘’Tanrım! Gayet güzel görünüyorum. Beni korkuttun!’’

‘’Sen de beni!’’ Sesim kekeliyorum gibi çıktı. Korkudan avuç içlerim terlemişti. Dakikalar sonra ilk kez konuşabilmiştim.

‘’İçeriye hangi ara girdin sen? Ben kapı sesi falan duymadım.’’

Yeşil elbiseli, küçük ve parlak varlık kahkaha attı.

‘’Ah küçüğüm.’’ Dedi ve iyice yanıma sokularak bana doğru eğildi. ‘’Ben zaten hep seninleydim.’’

‘’N-nasıl?’’

Aynı benim yaptığım gibi yanıma oturdu, dizlerini karnına çekti ve sırtını soğuk duvara yasladı. Bu şey… insan mıydı? Başka ne olabilirdi ki? Ama hiç de gerçek bir insan gibi görünmüyordu. Bir kere yeni doğmuş bir çocuk gibiydi. Ve… parlaktı? Etrafa yeşil elbisesiyle aynı tonda bir ışık saçıyordu. Ama bir insanınkine benzer de bir çehresi ve saçları vardı. Kafam allak bullak oldu.

Sanki masallardan fırlamış bir peri gibiydi.

‘’Düşüncelerini okuyabiliyorum.’’

Zihnimle arama giren sesi beni hayal dünyamdan çekip çıkardı ve bayık bakışlarımla onu süzdüm.

‘’Tamam, tamam’’ dedi minik elleriyle dizlerime vurarak. ‘’Kendimi tanıtmadım ki bu bence çok kaba bir davranış. Aklında soru işaretleri olması çok normal.’’

Kafayı yiyordum.

‘’Ben Fade.’’

Boş bakışlarımda bir gram bile oynama olmadı.

‘’Ah’’ diye huzursuzca bir ses çıkardı. Bu ses sabrının bitmek üzere olduğunu gösteriyordu.

‘’Hep böyle kaba mısındır?’’

Gözlerimi kırpıştırdım ve dudaklarımı araladım. Fakat dilimden hiçbir sözcük dökülmemeye yemin etmiş gibiydi. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Daha neler görecektim?

‘’Evren perisiyim.’’

Peri kelimesini duyar duymaz sinirden gülmeye başladım. Hatta o kadar uzun sürdü ki bu onu sinir etti. Kollarını birleştirip, kızgın bir surat ifadesiyle bana bakmaya başladı. Bunu fark ettiğimde gülmemi zar zor durdurdum ve özür diledim.

‘’Üzgünüm ben, ben aklımı kaçırıyorum sanırım.’’

‘’Hayır kaçırmıyorsun. Yaşadığın her şey gerçek. Bana güven.’’ Ardından göz kırptı.

Oturuşumu dikleştirdim ve tamamen ona döndüm. Işığı gözümü alıyordu.

‘’Ben anlamıyorum. Öldüm mü?’’

‘’Öyle şeyler söyleme! Gerçek olursa görürsün.’’

‘’Olacak zaten.’’

‘’Hayır olmayacak.’’

Derince bir iç çektim ve ellerimi gözüme siper ederek ışıktan kaçtım. Bu hareketi yaptığımı görünce tekrar parmaklarını şıklattı ve tüm odayı aydınlatan ışık usulca azaldı.

‘’Üzgünüm bazen kısmayı unutuyorum.’’

Şirin bir yüz ifadesi takındı. Şimdi mimiklerini daha net görebiliyordum.

‘’Neler olduğunu anlatabilir misin?’’ Çaresizlik sesime yansımıştı. O kadar çaresizdim ki ne olduğu belli olmayan bir yaratığın yapacağı açıklamayı bekliyordum.

‘’Bana yaratık demen kalbimi çok kırdı.’’

Gerçekten zihnimi okuyabiliyordu!

‘’Bunu nasıl yapıyorsun?’’

‘’Çünkü ben evrenim. Seni duyuyorum. Tıpkı başka bir evrende bir köle olmayı istemeni duymam gibi.’’

Bu cümleyi kurunca başımdan aşağı kaynar sular döküldü.

Hayır hayır hayır.

Bu olamazdı.

Bu mümkün olamazdı.

Bu gerçek olamayacak kadar saçmaydı. Bu imkansızdı.

Periler gerçek değildi. Evren zırvaları gerçek değildi.

‘’Gerçek değilse, neden buradasın?’’

Zihnimi okuyordu! Zihnimi okuyabiliyordu! Bu nasıl mümkündü?

Burada olmamın sebebi evren miydi? Dilediğim saçma sapan, uydurma bir dilek miydi?

‘’Seninle bir ömür geçireceğime, o aptal tarih kitaplarındaki gibi başka bir evrende köle olurum daha iyi!’’

Hope’a söylediğim bu sözler, fırtına yüzünden kopan yapraklar gibi sertçe zihnime düştü.

Hayır.

Hayır, her şeyin sebebi bu olamazdı. Her şeyin sebebi ben olamazdım.

Her şeyin sebebi bu aptal dilek olamazdı!

Gözyaşları tekrardan sahibimmiş gibi beni buldu. Onlardan nefret ediyordum! Buradan nefret ediyordum! Başıma gelen her şeyden ve o dileği dilediğim o aptal geceden de nefret ediyordum!

‘’Ben ne yaptım?’’ diye fısıldadım gözyaşlarımın arasından.

Küçük peri elini omzuma koydu ve beni teselli etmeye çalıştı.

‘’Bunların olacağını bilemezdin.’’

Birden küçük kollarına yapıştım ve yalvarmaya başladım.

‘’Lütfen, lütfen beni geri götür. Madem tüm bunları sen yaptın, geri de alabilirsin. Ben çok pişmanım!’’ Bir periye yalvardığıma inanamıyordum.

Fade, üzgün bir şekilde başını öne eğdi ve sonra acıyarak bana baktı.

‘’Üzgünüm Diana. Bunu geri alamam. Dileğini yerine getirdim ve görevimi tamamladım. Bu durumdan kendini ancak sen kurtarabilirsin.’’

‘’İyi ama nasıl?’’ Çaresizlikten sesim artık çıkmıyordu. Zar zor konuşuyordum.

‘’Çok basit’’ dedi kendi etrafında dönerek. ‘’Hope’u bulacaksın.’’

Gözlerim şaşkınlıkla açıldı ve küfretmemek için kendimi zor tuttum.

‘’Hope’u mu bulacağım? Sen benimle dalga geçiyorsun sanırım. Ben bir saraya köleyim! Nasıl bulacağım onu?’’

Küsmüş gibi kollarını birleştirdi ‘’Ama bana hiç güvenmiyorsun ki!’’

Çenemi tekrardan kapattım.

‘’Bulacaksın. Güven bana. Onu bulacaksın ve tekrardan kendine aşık edeceksin.’’

‘’Siktir git.’’

‘’Çok ayıp!’’

İstediğim küfrü sonunda etmenin rahatlığıyla derin bir nefes aldım. Akıl hastanesine yatırılmamın tam sırasıydı.

‘’Diana’’ dedi naif ses. İstemeden de olsa ona doğru döndüm. ‘’Buradan başka çıkış yok, anlamak istemiyor musun? Hope’u bulmalı, tekrardan kendine aşık etmeli ve başka bir evrende olduğunuza onu ikna etmelisin. Ancak bu şekilde kendi evreninize dönebilirsiniz.’’ Başka bir derdi var mıydı acaba?

‘’Ya bunlar gerçekleşmezse?’’

Sıkıntıyla iç çekti.

‘’Bunlar olmazsa kendi evrenine asla dönemezsin ve burada sıkışıp kalırsın. Hope ile de bir daha asla bir araya gelemezsin. Ve bunlar gerçekleşmezse anlamış olmalısın ki birbirinizi hiçbir zaman gerçekten sevmemişsiniz.’’

‘’Sevdik.’’

‘’O zaman bunu bana kanıtla. Gerçek aşk neymiş görelim.’’

İçimi muazzam bir tereddüt kapladı. Hope’un duyguları için değil, kendi duygularım için. Gerçek aşk olup olmadığını bilmiyordum. Bunu bilmemek demek, sonsuza kadar burada kalabilirim demekti. Hope’un tüm hayatımdan silinmesi demekti. Onu bir daha asla göremeyecek olmam demekti. Tereddüt yerini kaybetme korkusuna bıraktı. Kalbim deli gibi atmaya başladı.

‘’İyi ama onu nasıl bulacağımı bilmiyorum. Zindandayım. Yarın akşam hayatta olacağım bile belli değil. Bu şartlar altında nasıl bulurum?’’

Fade, tekrardan parmağını şıklattı ve zeminde iki parça nesne belirdi. Boş, beyaz sayfalara sahip bir defter ve bir kara kalem. Hayranlıkla şimdiden özlediğim iki şeye baktım.

‘’Sözünü tut.’’

Anlamamıştım.

‘’Verdiğin sözü tutarsan, onu bulacaksın.’’

Hafızamı yokladım ve Fade’in sözlerine anlam bulmaya çalıştım.

‘’Benden bu kadar.’’

‘’Ama, ama bekle. Ben ne demeye çalıştığını anlamıyorum.’’

Usulca omzunu silkip ayağa kalktı ve benden uzaklaştı. ‘’Sana elimden geldiğince yardım etmeye çalışacağım Diana. Çünkü biliyorum, soğumuş kalbin yalnızca bir kıvılcım istiyor.’’

Son sözlerini söyledi ve birdenbire ortadan kayboldu. Arkasından umutsuzca adını seslendim fakat hiç gelmedi. Aslında gelmeyeceğini de biliyordum ama bir umuttu işte.

Ne demeye çalışmıştı? Hangi sözden bahsediyordu? Zihnimin en derinlerine indim.

Yarım saat boyunca boş defterle bakışmaya devam ettim.

‘’Sözünü tut.’’

Fade’in bu sözü kulaklarımda çınlayıp durdu ve tam bir saat sonra defteri usulca elime aldım.

Sanırım verdiğim sözü artık biliyordum.

Bu sözü vermiştim ama hiç yerine getirmemiştim. Çünkü yıllarca yalnızca kendimi düşünmüştüm. Kendimden başka herkesi kandırmaya çalışmıştım. En çok da onu. Hope’u.

Onu hissedebilmek için elimi kalbime götürdüm.

Ve sonra kalemi alıp, boş kâğıda Hope’un resmini çizmeye başladım.

Umarım hiçbir zaman bu yüzü unutmazdım.

Bölüm : 12.01.2025 14:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...