14. Bölüm
Fulden Becerikli / BAŞKA BİR EVRENDE / BÖLÜM 11

BÖLÜM 11

Fulden Becerikli
fuldenbecerikli

Yazar notu: Sizi Diana ile tanıştırmak isterim. Görselde o var. Umarım yarattığım bu karakteri seversiniz.🫶🏻

Diana, 1808

Gülümsememi durduramıyordum.

Sanki karşımda duruyor, o da bana gülümsüyordu. Kanlı canlı gibi. Her an bana dokunup, saçlarımı sevecek gibi.

Ama bunun gerçekleşmeyeceğini biliyordum. O yalnızca bir resimdi. Oysa ne kadar isterdim. Bu soğuk ve paslı odada beni kollarının altına almasını ve ‘’Geçecek’’ demesini. Çünkü o varsa hep geçerdi. Geçmesi için elinden gelen her şeyi yapardı ve geçerdi.

Ama burada yoktu. Bu nasıl geçecekti? Bu acıya daha fazla katlanmak istemiyordum. Tekrardan beni sarıp sarmalamasını, öpmesini, beni sevmesini istiyordum. İçimde ondan geriye kalan koca boşluğu hiçbir şeyin ve hiç kimsenin dolduramayacağını biliyordum. En acısı da tüm bunları bilmeme rağmen, bu karşı konulamaz hataları yapmış olmamdı.

O beni bu kadar çok severken, o aptal dileği dilemiş olmamdı.

Tam iki saat sonra onu çizmeyi bitirmiştim. Daha öncesinden bomboş olan kâğıdı, onun güzel çehresiyle taçlandırmış ve kara saçlarıyla süslemiştim. Düşündüğümden daha güzel olmuştu. Yapabildiğimden daha da iyisi gibi görünüyordu. Kendimle gurur duydum. Onu bu kadar güzel resmetmemle gurur duydum.

O da görse benimle gurur duyar ve heyecanına yenik düşerek saatlerce ‘’Bunu nasıl yapıyorsun’’, ‘’Bu inanılmaz’’ gibi cümleler kurardı ve ben de onun bu haline gülmeden edemezdim.

Ona, bir gün onu da çizeceğime dair bir söz vermiştim. Bu onu o kadar mutlu etmişti ki bunu kelimelerle anlatmam çok zordu. Fakat ben sözümü tutmamıştım. Belki de o hep sözümü tutmamı beklemişti. Ama benim aklımdan çoktan uçup gitmiş, bir daha da geri gelmemişti. İstemeden de olsa bu, onu çok kırmış olmalıydı. Ama tabi ki bana bunu hiç söylememişti. Çünkü onun için en önemli olan şey bendim. Nasıl bu kadar aptal olabilmiştim?

Onu yine hayal kırıklığına uğratmış olmalıydım. Hope, duygusal bir adamdı. Bunun bile kalbinde kocaman bir kırıklık yarattığına emindim. Onu kaç kere kırmıştım? Kaç kere kırdığım yerden bir araya getirmeye çalışmıştım? İnsanın içinde bulunduğu durumun ciddiyetini anlaması için illa hayattan bir ders alması mı gerekiyordu?

Soğuktan içim titredi ve elimdeki kâğıdı özenle kuru zemine koyarak, kollarımı kendime doladım. Fade’in dediği şeyi yapmıştım. Hope’un resmini çizmemle tüm bu olanların ne alakası vardı? En önemlisi de şimdi ne olacaktı? Beklemek canımı sıkıyordu. Beklemekten çok sıkılmıştım.

Derken, zindanın kapısı büyük bir gıcırdamayla açıldı. Öyle tiz bir ses çıkmıştı ki kulaklarımı kapatmak istedim fakat hareketsizce donup kaldım.

Sör Cole, karşımda duruyordu. Bu sabah üzerinde olan çelik zırh gitmiş, daha az resmi olan bir üniforma giymişti.

Bana acır gibi baştan aşağı süzdü ve yırtık elbiselerime baktı. Elinde metal bir tepsi tutuyordu. Tepsinin üzerinde yemek olarak adlandırmakta zorluk çekeceğim birkaç şey duruyordu.

İçeri girip, arkasından kapıyı kapattı.

‘’Seninle özel olarak ilgilenmek istedim. Çünkü senin gibi arsız kızlara hak ettikleri cezayı vermek hoşuma gidiyor.’’

Bu adama cevap vermeye hiç niyetim yoktu. Ona vereceğim her cevap, ölüme biraz daha yaklaştığımı ifade edecekti ve ben bunun için henüz hazır değildim. Ama yine de koskoca Sör Cole olmuştu ve tek eğlencesi zindandaki kızlara gelip, işkence etmek miydi?

Gözlerimi ondan ayırmadım ve yanağımdan bir damla yaş süzüldüğünü kendi gözleriyle görmesine izin verdim. Bana yeteri kadar acı çektirdiğini o da görmeliydi. Fakat mimiklerinde en ufak bir oynama bile olmadı. Yine de sonrasında bu cümleyi kurmasına çok şaşırdım.

‘’Karşı koyarak eline ne geçti?’’

Omzumu silktim ve oturduğum yere iyice sindim.

‘’Ben hayvan değilim, insanım.’’

‘’Sana hayvan olduğunu kimse söylemedi.’’

‘’O zaman neden bir hayvan gibi kontrol edilmek ve çıkamayacağım bir odaya kilitlenmek zorundayım?’’

Eğilip tepsiyi yavaşça sert yüzeye koydu. Yüzünde cümlelerimden hoşlandığını belli eden bir ifade vardı. Yine de benimle arasına duvar örüyor, bunu bana belli etmemeye çalışıyordu. Saniyelik bir şekilde yukarı doğru kıvrılan dudaklarını aceleyle tekrar aşağıya düşürdü. Ama orada bir yerde bir gülümseme gördüğüme yemin edebilirdim.

‘’Bunlar olması gereken şeyler. Sizin ülkenize de ben gelseydim, benim başıma gelecekti.’’

‘’Benim ülkem mi kaldı?’’ Çok biliyordum sanki.

‘’Üzgünüm ama bunlar olmak zorunda. Oyunun kuralı bu. Yaşadığımız çağın kuralı bu. Biz acımasız değiliz, haklıyız.’’

Eğildiği yerden kalktı ve kapıya doğru ilerledi.

‘’Ölmeyeceğini umuyorum’’ dedi yüzü kapıya dönük bir şekilde. Konuşmaya devam etti.

‘’Ama buna ben karar vermiyorum. Ki karar vermiş olsaydım sana bir şans daha verebilirdim. Bu hırçınlığının zamanla geçebileceğine inanıyorum.’’

‘’İnanın bana, ben de hiç ölmek istemem.’’

Tekrar bana döndüğünde gözlerimin içine baktı ve bir şeyler söylemeye hazırlandı fakat tam ağzından kelimeler dökülecekken gözü bir şeye takıldı ve yavaş adımlarla yanıma tekrar yaklaştı. Yerdeki kâğıdı görmüştü. Bir dizinin üstüne eğildi ve kâğıdı eline aldı. Vereceği tepkiyi kestiremediğim için içimi deli gibi bir korku sardı.

Kaşları çatıktı. Bakışları benim için bir anlam ifade edemiyordu. Uzunca bir süre kâğıdı inceledi ve bakışlarını hiç ayırmadı. Resmi öyle dikkatli inceliyordu ki bir an için bunun saatler süreceğini düşündüm. Yüzündeki ifadeyi tam olarak okuyamıyordum. Öyle karışık mimiklere sahip bir adamdı ki onun hakkında ne düşüneceğimi kestiremiyordum.

En sonunda konuştu ve ‘’Bu nedir?’’ diye sordu. Sesindeki pürüz odada yankılandı. Onunla tanıştığımdan beri ilk kez aklı bu kadar karışık görünüyordu. Yani bu sabahtan sonra ilk kez. Herkese terör estiren o acımasız adam gitmiş, yerini aklı karışık, savunmasız bir adam almıştı.

Hope’un yüzüne baktım ve gülümsedim.

‘’Çok sevdiğim birini çizdim.’’

‘’Çok sevdiğin mi?’’ Ses tonundaki o şaşkınlık nidasını işitebiliyordum. Kaşları bu cümleyi kurarken havaya kalktı ve gözlerimin içine baktı.

‘’Evet’’ diye mırıldandım çekingen bir tavırla. Kâğıdı ve kalemi nereden bulduğumu sormamasını umdum. Bunu ona açıklayamazdım.

Neyse ki böyle bir şey aklına bile gelmedi. Böylesi zeki bir adamın bunu akıl edemeyecek kadar afallamasına şaşırmadan edemedim.

Ayağa kalktı ve kâğıdı rulo haline getirip, cebine sıkıştırdı. Kalbim korkuyla gümledi. Onu da mı benden alacaktı? İyi ama ona ne zararı vardı ki? O benim bu soğuk odadaki tek dayanağımdı. Onu benden alırsa ne yapacaktım? Hope’u yanımda hissetmemin tek yolu buydu.

Bir hışımla ayağa kalktım ve koluna dokundum. ‘’Ne yapıyorsun? Onu alamazsın. Lütfen.’’ Ona dokunmamdan hoşlanmadığını biliyordum ama istemsiz bir şekilde olmuştu.

Bu sefer bana kaba ya da kötü davranmadı. Bu beni oldukça şaşırttı. Usulca kolunu tuttuğum elimi aldı ve kendinden uzaklaştırdı.

Deniz mavisi gözlerini, gözlerime kenetledi ve adeta fısıldadı.

‘’Kimsin sen?’’

Donup kaldım. Buna nasıl bir cevap verebilirdim ki? Kim olduğumu biliyordu. Ben bir savaş esiriydim. Bana neden böyle sorular soruyordu?

Sorusunu cevaplayamadığım için bir süre sessizce birbirimize baktık. Tek kelime daha etmedi ve benden bir cevap bekledi. Ama ona verebilecek olağandışı bir cevabım yoktu. Aslında vardı ama söylesem bile inanmazdı. En sonunda sorusunun yanıtsız kalacağını anladı ve arkasına dönüp, çıkışa doğru yöneldi.

‘’Lütfen onu alma!’’ Bağırdım fakat rotasını değiştirmeden kapıya doğru yürümeye devam etti. Tekrar tekrar bağırdım.

Bağırsam da fayda etmedi. Kapı yüzüme sertçe kapandı ve ağlayarak yere çöktüm. Ardından kilitlenme sesini duydum ve umudum kapının altından sızan ışık gibi akıp gitti.

Sadece bir resimdi. Zararsız bir resim. Onu görebilmemin, yanımda hissedebilmemin son yolu olan bir resimdi. Bu bile benim için fazla mıydı? Fade tüm bunları görüyor muydu? Öyleyse bana neden yardım etmemişti? Neden onu durdurmamıştı?

Artık dayanacak gücüm kalmamıştı. Ellerim, ayaklarım titriyor ve başım ağrıdan zonkluyordu. Karnım deli gibi acıkmıştı ve hayatta kalmamın tek yolu tepside duran şeylerden biraz da olsa yememdi.

Tepsiye yaklaşmadan önce umutsuzca ‘’Fade!’’ diye bağırdım. Beni her zaman duyduğunu söylemişti. Öyleyse şimdi de duyuyor olmalıydı fakat hiç cevap gelmedi. Ne bir ses ne de bir ışık vardı.

Hayal kırıklığıyla tepsiye yaklaştım ve kurumuş ekmekten zorla koparıp, bir parçasını ağzıma attım. Çiğnemesi çok zordu.

Ben de gözümü kapatıp, Hope ile kurduğumuz o güzel sofraları hayal ettim. Sanki oradaymışım ve sıcak bir kâseden çorba içiyormuşum gibi düşündüm. Ekmek ağzımın içinde şekillendi ve derin bir nefes aldım.

Artık bir şeyleri halletmek istiyorsam sık sık Hope’un hayalini kurmalıydım.

Ama ya bir süre sonra hayali yetmemeye başlarsa?

Bölüm : 12.01.2025 15:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...