21. Bölüm

BÖLÜM 18

Fulden Becerikli
fuldenbecerikli

Diana, 1808
Müzik sesi biraz hafiflemişti.

Durmadan dans eden insanlar sakinleşmiş ve kendilerine ayrılan masalara çekilerek derin bir sohbete dalmışlardı. Önlerindeki içkilerden yudumlar alıyor ve koyu sohbetlerini kahkahalarıyla taçlandırıyorlardı.

İçimdeki buhranı kalbim kanaya kanaya yok etmeye çalıştım. Her ne kadar başımdan aşağıya kaynar sular dökülüyor, şimşekler çakıyor olsa da silkelendim ve kendime geldim. Yüzümdeki ifadeyi olabildiğince düzeltmeye çalıştım ve delicesine gözyaşları döktüğümü kimsenin anlamaması için elimden geleni yaptım. Yine de kızarmış gözlerim ve çöken göz altlarım için elimden hiçbir şey gelmiyordu.

Sör Cole ile tekrardan salona girdiğimde ve bıraktığım kalabalığı aynı mutluluk içerisinde gördüğümde sinirlerim iyice bozuldu. Yüzüme yerleştirdiğim en sahici gülümsemem ile bunları göz ardı ettim ve şimdi zemine usul usul basıyor, kalabalığa doğru sahte bir edayla yürüyordum. Cole, tam önümde duruyor ve beni gideceğim yere doğru yönlendiriyordu.

Tam karşımda Hilary ve Trudy’i gördüğümde içimi inanılmaz bir rahatlama hissi ve eşliğinde hüzün kapladı. Onlara sarılmak ve derdimi paylaşmak istedim. Tüm başıma gelenleri onlara anlatmak o kadar isterdim ki. İkisinin de gözleri beni bulduğunda biraz telaşla ve biraz da çekinerek yanıma doğru yanaştılar.

‘’Sör Cole’’ dedi Trudy ve eğilerek onu selamladı. Hilary’i de aynı şekilde onun izlerini takip etti.

‘’Bağışlayın bizi fakat Diana’yı çok merak ettik. O iyi mi?’’

Ben orada değilmişim gibi konuşmaları canımı sıkmıştı. Belki de bunu yapmak zorundalardı. Cole, onlardan üstündü ve ona saygıda kusur etmemeleri gerekiyordu. Tüm bu düzene yemin ederim ki bir şekilde alışacaktım ve üstesinden gelecektim.

‘’Sorun yok’’ dedi Cole buz gibi sesiyle.

‘’Onu artık Kraliyet ailesiyle görüştürmem gerekiyor. Gecenin sonunda tekrar sizinle konuşabilir.’’

Kızların ikisi de yan gözleriyle, kafalarını kaldırmadan bana baktı ve onlara sakince başımı salladım. Bu benim ‘her şey yolunda’ deme yöntemimdi.

Sör Cole, bana bir işaret gönderdi ve tekrardan peşinden ilerlemeye başladım. Kralın ve ailesinin olduğu bölüme yaklaştıkça kalbim heyecandan deli gibi çarpıyor ve kan basıncım yükseliyordu. Az sonra Hope ile konuşacak ve onu tanımıyor gibi davranacaktım.

Salonun en köşesindeki, kırmızı duvarlı alan göründüğünde ortasında bulunan yaldız döşemeli tahta baktım. Kral Aaron, tahtında dünya benim dercesine oturuyor ve hallerinden gayet memnun, yiyip içen halkına bakıyordu.

Kraliçe ise hemen yanı başında ayaktaydı ve orta yaşlı bir kadın ile çene çalıyordu. Gözlerim Hope’u ve sevgili nişanlısını bulduğunda tekrardan düşüp, bayılacak gibi oldum ama içimden binlerce kez dua ederek titreyen dizlerimi düzelttim.

‘’Şimdi’’ dedi Cole bana fısıldayarak. ‘’Saygıda kusur etmeyeceksin. Krala karşı reverans yapmayı unutma. Ona majesteleri diyerek hitap et. Tek bir yanlışını görürsem canını yakarım.’’

‘’Hani beni öldürmeyecektin?’’

‘’Can yakmak sadece ölümden ibaret değil sevgili esir.’’

Dediklerine herhangi bir anlam iliştirmek ile uğraşamayacaktım. Bu yüzden çenemi kapattım ve dediklerinin hepsini anlamış gibi davrandım. Bu ne kadar zor olabilirdi?

Cole, ‘’Majesteleri’’ dedi ve bir dizinin üstüne çöktü. ‘’Tanışmak için istettiğiniz savaş esirini getirdim efendim.’’

‘’Hmmm’’ Aaron’ın imalı sesi kulaklarıma ulaştı. Hope, babasından o kadar nefret ederdi ki zamanla ben de aynı şekilde hissetmeye başlamıştım. Hep yapmadığı babalığı, annesine yaşattıklarını anlatırdı ve ben Aaron ile çok fazla iletişime geçmesem de onu yıllardır tanıyor gibi ondan nefret ediyordum. Bu evrende de öyle aşağılık bir insan mıydı?

‘’Teşekkürler Cole. Hizmetin için minnettarım.’’

Cole başıyla selam verdi ve ayağa kalktı. Beni omzumdan tutup iteklediğinde krala doğru birkaç adım daha yaklaştım ve heyecandan zemine kusmak istedim.

Ellerim tir tir titriyordu.

Eteklerimin ayaklarıma dolaşmamasına dikkat ederek krala doğru amatörce bir reverans yaptım. Bunu hep dizi ve filmlerde izlerdim. Ne kadar zor olabilir ki diye düşünürdüm. Fakat bu şartlar altında gerçekten de zor olduğunu az önce öğrenmiştim.

‘’Majesteleri.’’

Sesim öyle bir titremişti ki utançtan saklanacak bir delik bulmak ve sonsuza kadar orada kalmak istedim.

‘’Yaklaş çocuğum.’’

Sert bir şekilde yutkundum ve yutkunma sesim o kadar gürültünün içinde kulaklarıma doldu. Korkudan etrafıma dahi bakamıyordum. Hope da bu olanları izliyor muydu yoksa gözleri başka yerlerde miydi? Başımı yerden kaldırmaya korkarak duruşumu bozdum ve krala doğru birkaç adım daha attım. Her an korkudan bayılabilirdim. Vücudumu ateş basmış, bu duygu adeta beni hasta etmişti.

‘’Çok yetenekli bir genç kadın olduğunu duydum. Bu sabah oğlumu çizmişsin bu doğru mu?’’

Vereceğim cevaplar için Cole’un beni önceden hazırlaması gerekirdi. Ben bir kral ile nasıl konuşulur nereden bilebilirdim ki? Ne cevap vereceğimi, nasıl davranacağımı bilmiyordum. Cole, beni hiçbir konuda uyarmamıştı. Belki de bunu bilerek yapmıştı. Sonuçta o da benden şüpheleniyordu ve tüm bu halatların ayaklarıma dolanmasını ve gerçekte kim olduğumu görmek istemişti.

Ona kızamazdım. Beni deli gibi merak ediyordu.

‘’Doğru, majesteleri. Yanlış bir şey yaptıysam lütfen beni bağışlayın.’’

Dilimden dökülen kelimelere inanamadım. Bunları ben söylememiştim ki? Ben tir tir titrerken ne açıklamalar yapacağımı düşünüyordum. Zihnimden binlerce kez Cole’un ismini geçirerek ona iç sesimle küfürler yağdırıyordum. Ama olmuştu işte. Nasıl olduğunu bilmesem de şimdi düzgün bir biçimde Kral Aaron ile konuşuyordum.

O sırada gözlerimin önünden yeşil bir ışık huzmesi geçiverdi. Şoka uğradım fakat kendime engel olarak başımı yerde tutmaya devam ettim.

‘’Sana yardım edeceğimi söylemiştim.’’

Fade’in sesi kulaklarımda yankılandığında neredeyse mutluluktan ağlayacaktım. Bana bunları o söyletmişti. Gerçekten bana yardım ediyordu. Onu benden başka kimse görmüyor muydu?

Mutluluktan içimde oluşan şölene eşlik ederek, dans etmek istedim. Bir kez daha kendime engel oldum.

‘’Hayır, hayır’’ dedi Kral sesini naif tutmaya çalışarak. ‘’Tabi ki yanlış bir şey yapmadın. Yeteneklisin, bu belli. İlk kez bu denli can alıcı bir kara kalem çizimi gördüm.’’

Gururla göğsüm kabardı. Bu dönemde resme verilen önemi elbette ki biliyordum. Tarihten nefret ediyor olabilirdim fakat bunu bilemeyecek kadar da aptal değildim. Portre sanatı, İngiliz Sanatı için sonsuza kadar önem taşıyacak bir unsurdu ve ben bunu çok iyi bir şekilde yapabiliyordum. Çok daha fazlasını bile yapıyordum ama onlar bunu henüz bilmiyordu. Onlar için arayıp da bir türlü bulunamayan bir nimet olabilirdim.

Bana bir savaş esirinden çok yetenekli bir ressam gözüyle bakabilirlerdi. Tüm bunları parçaları birleştirerek keşfedebildiğim için kendimle gurur duydum. Sanki bu evrene geçtikten sonra değişmeye başlamıştım. Korkak ve gölgelere saklanan kişiliğim, saklandığı yerden çıkmak için can atıyor ve sabırsızlıkla çırpınıyordu. Kâbusum olacak sandığım bu değişim belki de sonunda kucaklaşabileceğim gerçeklerle beni yüzleştirecekti.

‘’Çok teşekkür ederim majesteleri. Güzel düşüncelerinizle beni onurlandırıyorsunuz.’’

Fade sayesinde konuşmaya devam ediyordum. Biraz sakinleşmiş ve dinginleşmiştim. Vücudumun titremesi biraz da olsa geçmişti ve şimdi çok daha sağlıklı bir şekilde düşünebiliyordum.

‘’Ama merak ettiğim…’’ dedi Kral ve tahtından kalkarak bana doğru yürüdü. Tam önüme gelip, durduğunda sakinlemiş endişe kıvılcımlarım tekrardan gün yüzüne çıkmaya hazırdı. Yüzüne bakmasam da ne kadar heybetli olduğunu hissedebiliyordum. Korkudan birilerini bayıltacak kadar keskin bakışlara sahip olduğunu biliyordum. Sahip olduğu kudret gözlerinde, dilinde saklıydı. Az önce dudaklarından dökülen kelimelerine eşlik eden, naif sesinin yerini iğneleyici ve şüpheci bir tını almıştı, bunu da hissedebiliyordum.

‘’Oğlumu hiç görmeden nasıl çizebilmiş olman.’’

Bir yılan ısırığı kadar zehirli hissettiren sesini, kulaklarımın dibinde duymak bana hayatımda hissettiğim diğer tüm korkuları unutturdu. Fade’in buna da bir çözüm bulması gerekiyordu. Çünkü ne cevap vereceğimi kesinlikle bilmediğim tek soru buydu. Krala teşekkür edebilirdim, ondan af dileyebilirdim fakat bunu ona açıklayamazdım. Dudaklarımın aralanmasını ve dilimden kelimelerin dökülmesini bekledim. Saniyeler dakikalara dönüştü fakat Fade hala yapması gereken şeyi yapmamıştı.

En ihtiyacım olan zamanda neredeydi bu peri?

Sessizliğimi korumaya devam ediyor olmam benim bile sinirimi bozmuştu ki kralı düşünemiyordum bile. Yalan dolan, söyleyebileceğim ne varsa düşünmeye çalıştım. Bu lanet soruya ne cevap vereceğimi bir türlü bulamıyordum!

‘’Evet, seni dinliyorum. Zindana terk edilmiş biri olarak bu resmi nasıl çizebildin?’’

Kralın sabrının gittikçe tükendiğini hissedebiliyordum.

‘’Şey…’’ dedim ağzımda geveleyerek. Güçsüz sesim geri gelmişti. ‘’Ben…’’

‘’Bırakın da resmi çizilen kişi olarak bu konuyla ben ilgileneyim baba.’’

Kulaklarım bu sesi sanki yıllardır işitmemiş gibi coşkuyla açıldı. Pası silindi, canlandı.

Hope.

İlk kez başımı kaldırma cesaretinde bulundum çünkü bu yüze yakından bakmazsam delirecektim. Bu sesi yeniden duymak benim için paha biçilemez bir hal almıştı. Kalbim heyecanla tekledi. Bir hışımla başımı kaldırdığımda kralın yanında duran Hope ile göz göze geldim.

Heyecanımı kelimelerle ifade edemez, kimselere açıklayamazdım. Öyle eşsiz, öyle değerli bir duygu kıvılcımı yüklenmişti ki kalbime, hayatımda ilk kez aşkı tadıyor gibi hissediyordum. Küçük bir çocuğun ilk kez lunaparka gitmesi gibiydi bu hissettiğim ya da kör bir insanın ilk kez renkleri görmesi gibiydi.

Gözlerinin içerisinde oluşmuş parıltıya baktım. Çehresi pas parlak, dudakları kıvrımlı ve çok güzeldi. Daha önce yüzünü bu kadar yakından hiç görmemiş gibi hissetmem normal miydi? Siyah saçları özenle taranmış ve başının üstüne hafif, kırmızı bir taç iliştirilmişti. Kaşlarının kavisi, mimikleri ve duruşu bana onun gerçek bir Prens olduğunu hissettiriyordu. Sanki böyle yaratılmıştı. Üzerine cuk diye oturan bu kişilik vücudumda volkanların patlamasına sebep oldu.

Aynı şekilde onun da beni incelediğini görebiliyordum. Biraz küstahça biraz da merakla yapıyordu bunu. Beni Kral’ın elinden kurtarmıştı. Ya da ben öyle zannediyordum. Belki de beni çok daha kötüsü bekliyordu fakat şu an kendimi bu düşüncelerimle avutacaktım. Hope, başıma kötü bir şey gelmesine izin vermezdi. Biliyordum, bu evrende de aynıydı. Şefkatli bir kalbi, merhameti vardı. Aksine kendimi inandıramazdım.

‘’Öyle mi dersin, oğlum?’’

‘’Evet baba. Bırakın da bununla ben ilgileneyim. Eminim ki sizin daha önemli işleriniz vardır. Böyle küçük şeylerle güzel aklınızı meşgul etmeyin.’’

Kalbime saplanan hançer bu sefer Hope’tan gelmişti. Hiç acımadan, gözünü bile kırpmadan batırmıştı tenime onu. Ben önemsiz, basit bir konuydum. Hançeri geri çıkarmasını ve kanımın akmasına izin vermesini bekledim. Ondan gelecek bir darbe daha bekledim.

Kendimi tutmaktan, susmaktan çok yorulmuştum. Daha yolun başında bu kadar yorulduysam yolun devamındaki çakıllar daha da batacaktı ayaklarıma. Belki de yolun sonu uçurumdu. Yorulmuştum, sinmiştim buhranımla.

‘’Doğru’’ dedim kendime engel olamayarak. Fade değildi bana bunu yaptıran. İçimdeki öfke, kalbimdeki kırık yaptırmıştı bana bunu. Susmayacaktım. Sonu ölüm olsa da konuşacaktım, ruhumu savunacaktım.

‘’Bir köleyle uğraştığınız için ben de çok üzgünüm. Sizi meşgul etmek istemezdim.’’

Hope güldü. Bu beni daha da sinirlendirdi. Tıpkı kendi evrenimizde ettiğimiz kavgalarda olduğu gibi ona cevap vermek, cevaplarımla tahrik etmek istedim. Yine duvarları yumruklatacak kadar onun sinirlerini bozmayı istedim. Yani aynı hatalarımı tekrardan yapmak istedim. Ben hiç akıllanmayacak mıydım?

‘’Köle mi?’’ dedi Hope alay eder gibi. ‘’Burada köle diye bir kavram yok.’’

Şimdi ona ne cevap vereceğimi bilemiyordum işte. Tarih bilgim buraya kadardı. Diğer her şey gibi o da beni yarı yolda bırakmıştı.

‘’Köle kavramı da kölelik de aramızdan ayrılalı çok oldu.’’

‘’Fakat bana esir olduğumu söylediler.’’

‘’Esir, köle değil.’’

‘’Bağışlayın Prensim.’’ Kalbim bu kelimeyi söylerken öfkeyle doldu. ‘’Fakat ikisi aynı şey değil midir?’’

‘’Artık değil. Kölelik politikasında realizm temelinde değişikliğe gidiliyor. Biz sizi esir olarak aldık, evet doğru. Fakat siz genç kadınları savaştan kurtarmak ve yeniden topluma kazandırmak en büyük hedefimiz. Siz de bizim için hizmet edecek ve topluma kazandırılacaksınız.’’

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Bana güzel bir şey mi söylemişti? İşlerin bu şekilde yürüdüğünü bilmemek canımı sıktı. Keşke biraz Hope’un anlattıklarını can kulağıyla dinleseydim diye düşündüm. Belki de bunlardan da bahsetmişti fakat ben onu hiçbir zaman gerçek anlamda dinlememiştim.

‘’Ayrıca’’ dedi Hope ve konuşmaya devam etti. ‘’Köle dediğin şey satıp, alabildiğin bir şey. Ama esirler öyle değildir. Esire halk sahip olamaz. Köleye ise halkın zengini bile sahip olur. Şimdi anladın mı?’’

Başımı evet anlamında salladım ve yere geri eğdim. Hope’un ses tonundaki iğneleyici his kalbimi sıkıyor, içimi şişiriyordu.

‘’Bağışlayın Prensim, beni aydınlattığınız için teşekkür ederim. Fakat buraya geldiğim zaman muhafızınız tarafından bana öyle kötü davranıldı ki kendimi gerçek bir köle zannettim.’’

Hala yanımda duran Cole’un omuzlarının gerildiğini ve yüz ifadesinin değiştiğini görebiliyordum. İçimi inanılmaz bir zafer hissi kapladı ve kendimle gurur duydum. Elbette ki Cole nasıl benimle uğraşıyorsa ben de onunla uğraşacaktım. Gülmemek için dudaklarımın kenarlarıyla savaşıyordum.

‘’Cole?’’ dedi Prens dik dik bakarak. Kral da aynı şekilde bakışlarını ona çevirmişti.

‘’Affedin’’ dedi Cole. ‘’Ama çok yersiz davranışlarda bulunmuştu. Elimden gelen ne varsa yaptım.’’

‘’Bana şiddet uygulamak gibi.’’

Prens, bakışlarını sinirle Cole’dan kaçırdı ve tekrardan bana döndü.

‘’Böyle şeyler olur. Bundan sonra olmayacağına emin olabilirsiniz. Gerekmedikçe.’’

Tekrardan babasına döndü.

‘’Majesteleri, izniniz olursa bu genç hanım ile baş başa konuşabilir miyim?’’

Aramızdaki atışmayı izleyen Kral birden silkelendi ve tekrardan dikkatini topladı. Her hareketimi dikkatlice izlemesi beni diken üstünde tutmaya yetmişti.

‘’Emin misin?’’ diye bir soru yöneltti.
Hope, sırtını dikleştirdi ve ‘’Elbette’’ dedi. ‘’Cole, gece odama uğramadan uyuma.’’
‘’Emredersiniz.’’

Cole, selamını verdi ve Prens’in başka bir yöne ilerlemesini bekledi. Kral, tekrardan tahtına oturmuştu ve içimi rahatlatan zafer ile derin bir nefes aldım.

‘’İster inan ister inanma.’’ Kulağıma fısıldayan sesin sahibine baktım. Sör Cole, dibime kadar girmişti ve kimse duymasın diye ekstra bir çabaya girmiş gibi fısıldıyordu. ‘’Kraliyet ailesi insanları pohpohluyor diye köle olduğun gerçeğini değiştirmiyor. Benim için bu saraya başka bir ülkeden hizmet etmek için gelen herkes köledir. Sen bir kölesin ve öyle kalacaksın.’’

Geri çekildi ve tek kelime daha etmeden yanımdan uzaklaştı. Sözleri canımı yakmıştı, evet. Yani bana şunu söylemeye çalışıyordu:

Kölelik kavramı kalksa da kalkmasa da esir olsam da olmasam da onların isteklerine ve hareketlerine gebe olan, her dediklerini yapmak zorunda olan ve istediklerinde canını bile gözlerini kırpmadan alacakları bir köleydim. Yaşadığımız yıllar ve parayla satın alınmamış olmam bunu değiştirmeyecekti. Bunu, bu gece çok iyi anlamıştım.

‘’Gel’’ dedi Prens Hope ve eliyle yolu işaret etti. Cole’un fısıltılarını zihnimden uzaklaştırarak ve Hope’un nişanlısına bakmamaya özen göstererek peşinden ilerledim. Zaten o da yanında duran hanımlar ile muhabbete dalmış, bana dikkat bile etmemişti.

Balo salonunun arka tarafındaki geniş kapıdan çıktığımızda bizi aydınlık bir koridor karşıladı. Prens, koridorun sonundaki maun kapıya yaklaştı ve kapıyı açıp, girmem için bana müsaade etti.

Burası bir çalışma odasına benziyordu. Ortada kocaman ahşap bir masa vardı ve duvarlar boydan boya kitaplıklarla donatılmıştı. Gözüme ilişen deri ciltli ansiklopediler, kitaplar ve daha niceleri oldukça dikkatimi çekti ve her birini incelememek için kendimi zor tuttum. Tavanda asılan avizenin içerisine balo salonunda gördüklerimden farklı renklerde mumlar yerleştirilmişti ve etrafı güzel bir şekilde aydınlatıyordu. Burada elektrik yoktu. Gaz lambaları, meşaleler ve mumlar aydınlatıyordu çevreyi.

Pencerenin önündeki koltuk kadifeydi ve sarı rengi odayla uyum içerisindeydi. Hope, gidip incelediğim koltuğa oturduğunda karşısında vaziyet aldım ve ondan gelecek olan vazifelerimi dinlemek için hazırlandım.

Yüzüne bakmak beni tekrardan rahatlatmıştı. Beni gerçekten hatırlamıyordu. Son ana kadar içimdeki ‘’belki’’ umutlarıyla yaşamıştım ama nafileydi. Bakışları beni hayatında ilk kez görüyormuşçasına donuk, soğuk ve anlamsızdı. Koltukta yanına ilişip dizlerine başımı koymak istedim. Vücudunun sıcaklığını, tenini öyle özlemiştim ki bunu kelimelerle kimselere ifade edemezdim. Bu duygu şimdi bana çok uzaktı. Beni koynuna aldığı, sarıp sarmaladığı günler çok uzaktı.

‘’Şimdi’’ dedi düz sesiyle düşüncelerimi bölerek. ‘’Senden istediğim şeyler var.’’

‘’Ne emrederseniz.’’

‘’Yeteneğinle beni etkiledin. Hatta çok etkiledin desem daha doğru olur. Ben diğerleri gibi beni nasıl çizdin, nerede gördün diye üstelemeyeceğim. Herhangi bir hizmetçiden bile çehremin nasıl göründüğünü duymuş olabilirsin. Kendimi buna inandıracağım. Çünkü bana lazımsın.’’

İçimi saran rahatlama dalgaları sayesinde buraya geldiğimden beri belki de ilk kez aldığım nefesten zevk aldım. Bu, daha fazla soru sormayacağı anlamına mı geliyordu? Merak içinde onu dinlemeye devam ettim. Sözünü hiç kesmeden, sorular sormadan kuracağı diğer cümleyi bana iletmesini bekledim.

‘’Aklında soru işaretlerinin olduğunu biliyorum. Senden benimle ilgilenmeni istiyorum. Yediklerim, içtiklerim ya da aklına ne geliyorsa. Aynı zamanda benim için çok kıymetli bir sanatçı olduğunu düşünüyorum. Belki bana resim çizmeyi öğretebilirsin.’’

‘’Ama, ama anlamıyorum. Neden sizinle ilgilenmemi istiyorsunuz?’’

Hope, ayağa kalktı ve odanın içinde volta atmaya başladı. Attığı her adımda kaşlarının arasındaki çizgi belirginleşiyor, gerginliğini ortaya koyuyordu.

‘’Canım tehlikede’’ dedi alçak bir sesle. Bu cümleyi duyar duymaz korkudan donakaldım. Canım tehlikede de ne demekti? Bunu o kadar alçak sesle söylemişti ki birilerinin duymasından korkuyor olmalıydı. Sanki kapılarının ardında bir dizi düşman bizi dinliyor gibi davranıyordu.

‘’Ne demek istiyorsunuz?’’ endişeyle sordum.

‘’Yakında kral olacağım. Babam artık kral olmak için çok yaşlı ve tahtını bana bırakacak. Bunun için de evleneceğim ve evlendikten sonra kraliçem ile tahta oturacağım.’’

Hüzünlü şarkılar gibi bitkin bir hal aldım. Boğazımı sıkan eller kalabalıklaştılar ve güçlerine güç kattılar. Kral olacaktı ve kraliçesiyle tahta oturacaktı. Kraliçesi… Hayat arkadaşı olacağı biri vardı ve o ben değildim. Sienna denen o prenses ile evlenecek ve yuva kuracaktı. Bunca zamandır hayal ettiğimiz yuvayı bir başkasıyla kuracaktı ve ben bunu uzaktan seyredecektim. Bana tekrar âşık olmasını asla sağlayamayacaktım. İçimdeki bu tarif edilemez acı, o konuşmaya devam ettikçe daha da artıyor ve bir çığ gibi büyüyordu.

‘’Kral olacağım için elbette ki düşmanlarım çoğaldı. Bu yüzden canımın tehlikede olduğunu düşünüyorum ve benim için dikkat çekmeden etrafı gözlemleyebilecek bir yardımcıya ihtiyacım var.’’

‘’Ve bunu bir kadından istiyorsunuz, öyle mi?’’

‘’Evet. Tam da anlattığım sebepten dolayı bir kadından istiyorum. Başıma mıhlanmış, koca bir muhafız kadar dikkat çeken başka hiçbir şey yok. Bu yüzden senin dikkat çekmeden bana yardımcı olacağını düşünüyorum.’’

‘’Size ihanet edeceğimden korkmuyor musunuz?’’

Adımları durdu ve yavaşça bana döndü. Onu şaşırtmıştım. Daha ismimi bile bilmiyordu ama sözlerim onu can evinden vuruyordu.

‘’Bana ihanet edersen, ölürsün. Ruhun bedeninde kalsın istiyorsan bana yardım etmekten başka çaren yok. Ben bir şekilde bu işten sıyrılırım ama senin gideceğin yer bir mezar olur.’’

Haklıydı da. Onun konumu her beladan onu kurtarabilirdi fakat ben ayaklar altında ezilerek oradan oraya sürüklenirdim.

‘’Bu senin için bir fırsat, Diana. Bunu kabul etmen gerek.’’ Fade kulağıma fısıldadı ve ses tonu tüylerimi ürpertti. O küçük cadıyı bir daha ne zaman göreceğimi merak ettim. Beni bu hale düşürdüğü için ondan nefret ediyordum.

Ama haklıydı da. Bu, Hope’a yakın bir konuma gelebilmem için büyük bir fırsattı. Herkesin isteyeceği fakat kolay kolay erişemeyeceği bir görevdi omuzlarıma yüklenen. En fazla ne olabilirdi ki?

‘’Bak’’ dedi ve üniformasının kolunu sıyırdı. Dirseğinden yukarısı morarmalarla dolmuştu ve bu görüntüyü görünce dehşete düştüm. Öyle mordu ki sanki saatlerce birilerinden dayak yemiş gibiydi.

‘’Günden güne artıyorlar. Her yerde. Sırtımda, omzumda. Üstelik sadece bununla da sınırlı değil. Beni güçten düşürüyorlar. Kral olacak bir Prens için ne kadar zor biliyor musun?’’

Ona öyle bir içim acımıştı ki ağlamak üzereydim. Sevgilime neler olmuştu böyle? Moraran yerlerini sevmek, öpmek istedim. Tüm bunlar neden oluyordu?

‘’Kabul edecek misin?’’

Başka şansım var mıydı?

Gözlerimin tam içine bakıyordu ve ılık nefesini suratımda hissedebiliyordum. Ona tabi ki yardım edecektim. Onu her gün görebilecek olmak benim için muazzam bir armağandı. Onu korumak istiyordum, onu gözetmek ve ona bakmak istiyordum. Onun da beni yeniden sevmesini istiyordum.

İyi ama bu ona neden oluyordu? Ona, bunun neden olduğunu bulamazsam yine de beni öldürecek miydi?

Sevgilime bir kez daha baktım. Varlığımdan zar zor haberdar olan, beni hatırlamayan ve belki de benden hiç hoşlanmayan sevgilime baktım. Cehennemin en yanıcı katında ona sarılmayı bekliyordum. Cezamı çekerken belki de bana ödül olacaktı.

‘’İsmimi bile sormadınız’’ dedim sorusunu görmezden gelerek. Anlamsız gözleriyle bana baktı.

‘’İsmin nedir?’’

‘’Diana.’’

Gülümsedi. Onu gördüğümden beri yüzüne yerleştirdiği ilk gerçek gülümsemeydi bu.

‘’Çok güzel bir ismin varmış. Anlamı da çok güzel.’’

‘’Ay parçası’’ dedik ikimiz de aynı anda.

Bunu tekrar onun ağzından duymak kalbimi arşa çıkardı ve aynı anda aynı şeyi dillendirmek beni mutluluktan havalara uçurdu. İsmimin anlamını çok severdi. Ben onun ay ışığıydım. Yine öyle olacak mıydım?

Ben de ona gülümsedim ve celladıma gülümsüyor gibi hissettim.

‘’Resim çizmek zordur’’ dedim saçlarımı geriye atarak. ‘’Fakat eminim siz çok zeki bir adamsınız.’’

‘’Bu kabul ettiğin anlamına mı geliyor?’’

Başımı salladım ve fısıldadım.

‘’Şerefim üzerine söz veriyorum.’’

Bölüm : 04.02.2025 20:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...