
Diana, 2020
Bir saat sonra oturduğum yerden kalkmış ve yalanıma ortak olmuş pastanenin önünde, ayakta durmuş bekliyordum. Beş dakika önceki aramasına göre buraya varmak üzereydi. Attığım konumun ona yalnızca yirmi dakika olduğunu, hazırlanıp hemen evden çıkacağını söylemişti ama bir saat olduğu halde hala görünürde yoktu ve ben o bir saat boyunca kaç kere bu işten vazgeçtiğimi sayamamıştım. Bir an bu yaptığımın hata olduğunu düşünüyor ama sonra vazgeçip, çok fazla seçeneğimin olmadığını kendime hatırlatıyordum. Hem dediği gibi de öyle şehrin diğer ucunda falan da çıkmamıştım. Birbirimize çok yakındık. Bu bile aklımda devasa bir soru işareti oluşmasına ve damarlarımda korkunun tohumlarının akmasına yol açıyordu.
Kafamı kaldırıp pastanenin ismini okudum. ‘’Elite Bakery.’’
Vitrindeki çikolatalı donutlar gözüme çarptıkça karnımın ne kadar acıktığını her defasında daha da çok fark ettim.
Telefonuma gelen herhangi bir bildirimin olup olmadığını kontrol etmek için yirminci kez ekranı aydınlattığımda yanıma yanaşan bir arabanın farlarıyla bulunduğum sokak iyice aydınlandı.
Siyah bir Chevrolet. Oldukça etkileyici görünüyordu. Arabalar beni genellikle etkilemezdi ama güzeldi işte.
Ellerimi gözüme siper ettim ve lanet ışıklarını kapatmasını bekledim. Biraz sonra kontağı kapattı ve aramızda duran cam usulca aşağı indi.
‘’Danny?’’
İşte karşımda duruyordu. Hope. Siyah bir Chevrolet’i olan Hope.
Ellerimi yüzümden tamamen çekip, dikkatlice ona baktım.
Simsiyah saçları vardı. O kadar siyahtı ki yaşlandığında bile renginin aynı kalacağını ve asla beyazlayamayacağını düşündüm. Kirpikleri o kadar uzundu ki. Neredeyse kaşlarına değecek gibi duruyorlardı. Sakallarını bu sabah tıraş etmemiş olmalıydı. Yeni yeni çıkmaya başlamışlardı ve bu görüntü ilginç bir şekilde ona bir albeni katmıştı. Benim beyaz tenim ve onun simsiyah saçları kocaman bir tezatlıkla karşı karşıya duruyorlardı. Eğilip, saçlarına dokunmak ve göründükleri gibi yumuşak olup olmadıklarını anlamak istedim.
‘’Hope?’’ dedim kendimi aceleyle toparlamaya çalışarak.
Onu incelemekten donup kalmıştım ve korkunç göründüğüme emindim. O benden çok daha iyi bir haldeydi. En azından saçları düzgündü. Saatlerdir dışarıda olduğum için rüzgâr benimkileri allak bullak etmiş, birbirine dolandırmıştı. Parmaklarımı aralarından geçirip, onları taramak istedim ama kendime engel oldum. Tabi ki onun karşısında böyle bir şey yapmayacaktım.
‘’Ta kendisi.’’ dedi gözlerimin tam içine bakarak.
Beni süzmeye çalışmıyordu bile. Bir an için sapık gibi görünmek istemediği için mi yoksa beni rahatsız etmemek için mi beni dikkatle incelemiyor diye düşündüm. İkinci seçenek olsa iyi olurdu. Çünkü hayatımda istediğim son şey böyle bir gecede peşime bir sapık takmaktı.
‘’Binmeyecek misin?’’
Bana yönelttiği soruyla düşüncelerimden sıyrılıp, kendime geldim. Binecek miydim? Beni kaçırabilir miydi?
‘’Nereye gideceğiz ki?’’
‘’Bilmem. Sadece saatlerdir burada olduğun için sıkılmış olabileceğini düşündüm.’’
‘’Bilmem diyen erkeklerden hoşlanmam.’’
Koca bir kahkaha attı. Kahkaha atarken alnının nasıl kırıştığını izledim. Gülümsemesi gözlerine kadar ulaştı.
‘’Tamam o zaman. Seni güzel bir kahveciye götüreyim. Üşümüşsündür. İçin ısınır.’’
Bir iki saniye daha dışarıda oyalandıktan sonra zihnimin içindeki tilkileri kovmaya çalışarak, büyük bir tereddüt içinde yan koltuğa oturdum ve ona bakmamaya özen gösterdim. Annem, tanımadığım insanların arabasına bindiğimi öğrense muhtemelen kalp krizi geçirirdi. Bu korkunç düşünceyi hemen kafamın içinden uzaklaştırdım.
Arabanın içerisi tıpkı dış görünüşü gibi bakımlı ve temizdi. İyice incelememek için kendimi çok zor tutuyordum. Yine de yan gözlerle bakmaya çalıştım. Bir yerlerde erkeklerin kullandıkları arabaların ve bu arabaların ne kadar temiz olduklarının, onların karakterlerini yansıttıklarını okumuştum. Eğer bu doğruysa bu çocuğun karakteri arabası gibi temiz olabilirdi.
‘’Araban güzelmiş.’’ dedim samimi olmaya çalışarak.
‘’Saçların güzelmiş.’’
Aynadan istemsizce saçlarıma baktım. Gerçekten çok karışık görünüyorlardı. Güneş gibi parlayan sarı buklelerimin bile rengi sönmüş gibiydi. Akşam evden çıkarken yaptığım örgüler kendini iyice salmıştı. Dalga geçip geçmediğini anlayabilmek için usulca ona baktım.
‘’Hayır, dalga geçmiyorum’’ dedi.
‘’Öyle düşünmemiştim.’’
‘’Bana bakışından anlayabiliyorum.’’
Başımı usulca salladım. ‘’İnsanları tanıyorsun ha?’’
Radyodan yayılan hafif müzik eşliğinde başımı cama doğru çevirdim ve cevap vermesini bekledim. Rusça bir şarkı çalıyordu. Bu şarkılara oldukça aşinaydım ve çalan da çok sevdiğim bir şarkıydı. İçimden biraz da olsa mırıldanmak geldi ve istemsiz bir şekilde söylemeye başladım.
‘’Vay’’ dedi gözünü yoldan ayırmadan. ‘’Bakıyorum da Rusça şarkılara hakimiz.’’
Şarkının en sevdiğim kısmı gelince sustum ve Hope’a baktım. ‘’Bu çok basit’’ dedim. İçimden kıkır kıkır gülmek geldi.
‘’Ben zaten Rus’um.’’
Bir an olsun şaşırmadı. Yüzünde yer alan ifadede en ufak bir şaşırma kırıntısı bile görmedim.
‘’Saçların ve delici mavi gözlerin bunu oldukça kanıtlar nitelikte.’’
Görünüşüm beni ele veriyor olabilirdi.
‘’Dünya’da sarı saça ve mavi göze sahip olan tek ırk Ruslar değildir, Hope.’’ Şakayla karışık ona takıldım.
‘’Biliyorum’’ dedi. ‘’Ama sende çok belli oluyor. Merak etme iltifat ediyorum.’’
Hafifçe gülümsedim ve ‘’Şarkıyı değiştirebilir miyim?’’ diye sordum.
Başını evet anlamında salladı ve bana bir kablo uzattı.
‘’Bunu telefonuna bağlarsan açabilirsin.’’
Dediğini yaparak kabloyu telefonuma taktım. Hızlıca Spotify’a girdim ve istediğim şarkıyı açtım. Şimdi Taylor Swift – Cardigan çalıyordu. Açtığım şarkıyı fark edince yine güldü.
‘’Komik olan nedir?’’ diye sordum.
Gözlerini yoldan ayırmadan ‘’Daha önce kimse arabamda Taylor Swift dinlememişti’’ diye mırıldandı. ‘’Ama bunu komik bulmadım. Yalnızca hoşuma gittiği için güldüm o kadar.’’
‘’Anlıyorum Hope. Her şeye gülen o tiplerdensin. Ayrıca Taylor Swift dinlediğim içim kimseden özür dilemeyeceğim.’’
‘’İşte bu beni kırdı.’’ Ve ardından koca bir kahkaha daha attı. Buluştuğuma pişman olmanın eşiğindeydim ve bazı hareketleri biraz irrite olmama sebep olmuştu. Aslında sadece gülüyordu ama yalnız başına güldüğü için sinirleniyordum. Ben de gülünecek sebepler bulmayı istiyordum ama ortada bir tane bile yoktu. O an anlamıştım ki, onun yaşam enerjisini deli gibi kıskanmıştım.
‘’Üzgünüm’’ dedim. ‘’Normalde daha konuşkan ve güler yüzlü bir insanımdır.’’
‘’Ama bu gece değil.’’
Cümlemi hemencecik tamamladı ve bu sözleriyle dönüp ona baktım. Birkaç saniye gözlerini yoldan çekip, bakışlarıma karşılık verdi ama hemen tekrardan yola odaklandı.
‘’Evet bu gece değil.’’
Birkaç dakika daha süren araba yolculuğumuz sırasında daha fazla konuşmadım. Sadece camdan dışarıyı seyredip, rüzgârın yüzüme vurmasına izin verdim. O da zaten beni konuşturmaya çalışmadı. Sanki sessizliğimi dinliyor gibiydi. Sessizliğimle sohbet ediyor ve beni ağzımdan tek kelime dökülmeden anlıyordu. Beni hem kendimle baş başa bırakmış hem de yanımda kalmıştı. Arabasında kafamı dinlememe izin veriyor ama varlığıyla da beni onurlandırıyordu. Bana hissettirdiği bu duygunun, şimdiden ne kadar özel olduğunu anlayabiliyordum.
Sonunda kahve içeceğimiz yere geldiğimizde, arabasını boş bulduğu ilk park yerine soktu ve ustalıkla park etti.
Geldiğimiz yer çok tatlı, minik bir mekandı. Yeşilliklerle dolu bir bahçesi vardı ve sarı ışıklandırmalarıyla çok loş ve rahat bir yer gibi görünüyordu. Dekor olsun diye bazı noktalara rengarenk ayıcıklar ve boy aynaları koymuşlardı. İçeri girmeden bahçe kısmına yönelip, en köşedeki masaya oturdum ve Hope ’un da karşımdaki sandalyede yerini almasını bekledim. Biz oturur oturmaz dibimizde biten garsona iki filtre kahve siparişi verdikten sonra sonunda direkt birbirimizin yüzlerine bakıyorduk.
İlk kez bu kadar net bir şekilde yüzünü inceleyebilme fırsatı yakalamıştım ve sonunda diye düşündüm. Yıldızsız geçen tatsız gecemin ortasına şimşek gibi inivermişti ve ben tabi ki de bu aydınlatmanın altında yatan yüzü iyice incelemek istiyordum.
‘’Rahatsız olmazsan sigara içebilir miyim?’’ diye sordum.
‘’Açık havadayız istediğin kadar içebilirsin.’’
Yanımda duran sandalyenin üstüne koyduğum çantama uzandım ve sigara paketini içinde bir süre aradıktan sonra bulup, masanın üzerine koydum. Azalmıştı. Eve gitmeden yenisini almam gerekiyordu. Tabi yeteri kadar parayı çantamın içinde bir yerlerde bulabilirsem.
‘’Böylelikle sigara kullanmadığını anlamış oldum.’’
‘’Çok nadir. Sigara içmeyi bilmem. Belki alkolün yanında birkaç tane. Daha fazlası yok.’’
‘’Senin için sevindim.’’
‘’Ben de benim için sevindim.’’
‘’Az miktarda sigara içtiğin için mi?’’
‘’Hayır. Sıradan geçen gecem seninle ve saçlarınla kesiştiği için.’’
İstemsiz bir şekilde ellerim yine saçlarıma gitti ve düzeltme ihtiyacı hissettim. Bir gecede iki kez saçlarımdan bahsetmişti. Saçlarımın güzel olduğunu söylemişti ve şimdi de saçlarımla denk geldiği için mutlu olduğunu ifade ediyordu. Kendimi koca bir şakanın ortasında gibi hissettim çünkü dediklerinden ne anlam çıkaracağımı pek kestiremiyordum. Ama yine de hoşuma gitti.
‘’Saçlarımla derdin ne?’’ dedim şakayla karışık gülerek. Gerçek bir gülümsemeydi. O da bunu fark etmiş olacak ki benim gülümsememi görünce gözlerinin içi parıldadı. Tam bir şeyler söyleyecekti ki garsonun uzun kolları aramıza girdi ve kahvelerimizi masamıza bıraktı. ‘’İstediğiniz başka bir şey var mı?’’
İkimiz de nazikçe teşekkür ettik ve yanımızdan ayrılmasını izledik. Tüm bunlar olurken birdenbire avuç içlerimin terlediğini ve karnıma ağrılar girdiğini hissetmeye başladım. Bir süre ellerimi koyacak yer aradıktan sonra en sonunda parmaklarımı kahve bardağımın etrafına sardım. Aptal gibi görünüyor olmalıydım. Bir erkeğin kurduğu tek bir basit cümle beni bu kadar etkilemekte haklı mıydı gerçekten? İlk kez başıma gelmiyordu. Atlatabilirdim.
Aramızdaki çekimi yalnızca ben mi hissediyordum?
‘’Nerede kalmıştık?’’ diye sordu ben yanaklarıma hücum eden kan akışını görmezden gelirken.
‘’Saçlarımla olan derdini anlatacaktın.’’
‘’Bir derdim yok’’ dedi ve kahvesinden bir yudum aldı. ‘’Ama olmasını çok isterdim.’’
‘’Neden?’’ Sesim o kadar az çıkmıştı ki kendimi duymakta güçlük çektim. Heyecan tüm vücudumu ele geçirmişti.
‘’Onları sevdim. Rengi gerçekten çok güzel ve yumuşak görünüyor. İlk kez gördüğümden beri parmaklarımı onlara dokundurmak istiyorum.’’
Ben de senin saçların için aynı şeyi düşünüyorum.
Ama bunu ona söylemedim.
Paketten bir sigara çıkarıp, yaktım. Heyecandan biraz ellerim titriyordu. Arabadaki davranışlarıyla beni irrite eden çocuk şimdi etkilemeyi nasıl başarmıştı bilmiyordum. Hem de klişe bir iki laf ile. Belki de konuştuklarının bir önemi yoktu diye düşündüm. Belki de ondan etkilenmem için tam gözlerinin içine bakmalıydım ve etkilendiğim tüm şeyleri onların içinde görmeliydim. Bu kadar kısa sürede miydi? Olabilirdi. Tüm bu duygu sellerinin nereden ve nasıl geleceği belli olmazdı.
‘’Seni buraya hangi rüzgâr attı?’’ dedi en sonunda konuşamadığımı anladığında. ‘’Yani San Diego’da neler yapıyorsun?’’
Parmaklarımla kahve bardağıma vurarak hafif bir ritim oluşturdum. ‘’Okuyorum. Okul için geldim.’’
‘’Ne okuyorsun?’’
‘’Senaryo yazarlığı.’’
Uzun bir ıslık çaldı. Gülmeden edemedim.
‘’Vay. Hayal gücünün ne kadar geniş olduğunu tahmin edemiyorum.’’
‘’Kurgulamakta iyiyim diyelim.’’
Cevap vermedi. Çünkü gözlerimi ondan kaçırıp, başka tarafa bakmaya başlamıştım bile. Ortam çok sessizdi. Öten böceklerin sesini duyabiliyordum. Küçüklüğümden beri bu ses bana hep huzur vermişti. Sanki bir sahil kasabasında yaşıyor ve balkonumdan denizi seyrediyormuşum gibi hissettiriyordu. Bu benim en büyük hayallerimden biriydi. Sessiz, sakin bir sahil kasabasında yaşamak ve denize ölene kadar çok yakın olmak. Gerçekleşmesini çok isterdim ama sanırım sonsuza kadar bir hayal olarak kalacaktı.
‘’Sen neler yapıyorsun?’’ Bu kez soruyu yönelten bendim.
Kahvesinin yanına ikram olarak koyulan küçük kurabiyelerden bir tanesini ağzına attı ve usul usul çiğnemesini izledim. Sanki bilerek yavaş çiğniyor gibiydi. Sonunda lokması bitip de hepsini tamamen yuttuğunda konuştu.
‘’Savaş uçağı pilotuyum.’’
Kahve boğazımda kaldı ve beni kocaman bir öksürük krizine sürükledi. Aceleyle çantamdaki şişeyi çıkarttım ve bir yudum içtim. Öksürükleri boğazımdan geri itmeye çalıştım ve suyu tekrardan içtiğimde biraz daha iyiydim.
‘’N-nesin?’’
‘’Savaş uçağı pilotu.’’
‘’Bu korkunç bir şey.’’ Sesimdeki endişe o kadar büyüktü ki, az önce bir ölüm haberi almış gibi çıkmıştı.
‘’Hiç de değil.’’
‘’Tabi ki korkunç. Savaşlar korkunçtur. Oradaki uçakları uçurmak daha da korkunçtur.’’
‘’O kadar da tehlikeli değil.’’
İstemsiz bir şekilde gözlerimi devirdim ve omuz silktim. Dalga geçiyor olmalıydı. Ailesi için üzüldüm. Her gece yastıklarına başlarını rahatça koyamıyorlardır bile. Belki de oğullarının parçalarını bile bulamayıp, yakacak bir uzvuna bile sahip olamayacaklarını düşünüp duruyorlardır. Bu gerçekten şimdiye kadar duyduğum en korkunç şeydi.
‘’Sakin ol, Diana. Henüz var olan bir savaş yok.’’
‘’Henüz.’’
‘’Aklından neler geçiyor senin?’’
‘’Savaşta uçağına kocaman bir roket atacaklarını, senin paramparça olacağını ve ailenin yakacak tek bir uzvuna bile sahip olamayacaklarını düşünüyorum.’’
O kadar yüksek sesli bir kahkaha attı ki etrafta kimsenin olmamasına çok sevindim.
‘’Bu kadar komik olan ne? Gerçekleri söylüyorum.’’
‘’Neyse ki biz ölüleri gömüyoruz.’’
‘’Tamam, aynı şey. Gömecek bir uzvun da olmaz.’’
Karşısında küçük bir çocuk şaka yapmış gibi sırıttı ve tekrardan kahvesini içmeye döndü. Ben de aklımdaki korkunç düşünceleri bir kenara atarak ana odaklanmaya çalıştım.
Söylediği gibi olmuştu. Her ne kadar beni son derece tedirgin eden bu muhabbeti yapıyor olsak da kafamı tamamen dağıtmıştım. Gece sanırım her şeye rağmen güzel bitecekti.
‘’Biliyor musun?’’ dedim sessizliği bozarak. ‘’Başından beri Hope olduğunu biliyordum. Çünkü telefonumda kayıtlısın. Bunun nasıl olduğunu anlamıyorum. Seni tanımıyorum ama numaran bende var. İşin garip tarafı da hatırlamaya çalışmam ama asla hatırlayamamam. Yani bir savaş uçağı pilotu tanıdığım olsaydı bunu mutlaka hatırlardım diye düşünüyorum. Bunun hakkında bir şey biliyor musun? Mesela ben neden sende Danny olarak kayıtlıyım?’’
Nefes alarak yanaklarını şişirdi ve doğrudan bana baktı. Kahvesi bitmek üzereydi ve acaba yenisini sipariş edecek mi diye merak ettim.
‘’Aslında seni görür görmez tanıdım’’ dedi.
İçimi öyle büyük bir merak kaplamıştı ki bunu o an tarif edemezdim. Onunla gerçekten tanışıyorsak ben neden onu hatırlamıyordum?
‘’Tanıdın mı? Nereden?’’
‘’Festivalden.’’
‘’Hangi festival.’’
‘’Yavaş ol bakalım. Çok soru soruyorsun.’’
Elimi özür diler gibi kaldırdım ve sandalyede bacaklarımı üst üste atarak, arkama yaslandım.
‘’Üç sene önceki kumsal festivali. Sahnede Lana Del Rey vardı.’’
‘’Aaa. Oradan mı tanışıyoruz sahiden? Çok büyük hayranıyım ayrıca. O festivale gelebilmek için aylarca para biriktirmiştim.’’
Başını usulca salladı ve tekrar kahvesinden içti.
‘’Yanında siyah kısa saçlı bir kız vardı ve sizinle yan yana durduğumda uzun uzun bana bakmıştın. Sanki biraz sarhoş gibiydin ama beni sonsuza kadar unutacakmış gibi de değildin. Cinnamon Girl çalıyordu. En sevdiğin şarkılarından biriymiş. Bunu o gece seninle o şarkıda dans ederken bana söyledin.’’
Gözlerimin önüne birden o gecenin görüntüleri geldi. Şarkı kulaklarımda yankılandı ve o büyülü ortamı hayal ettim. Sahnenin en arkasındaydım ve platformu göremiyordum bile. Yanımda çocukluk arkadaşım Denise vardı ve herkesten uzak durmaya çalışıyorduk. Yani o çalışıyordu. Ben sanırım o gece Hope’dan uzak kalamamıştım. Anlattığına göre öyleydi fakat kurduğu cümlelerle tazelediği hafızam da ona katılmak üzereydi.
Birdenbire siması bulanık da olsa aklıma düştü ve inanılmaz bir şoka uğradım.
Onu gerçekten tanıyordum. Tam olarak olmasa da bu da bir nevi tanışma sayılabilirdi.
Birlikte geçirdiğimiz süre on beş dakika olsa da onunla tanışmıştım. O da benim gibi çok yalnız görünüyordu. Ama bir yandan da eğlenmek de istiyor gibiydi. Onu görünce kalbim acımıştı. Yanına gidip, ‘Ben buradayım!’ diye bağırmak istemiştim. Bu dediğimi yapmamıştım ama onunla dans etmiştim.
Yalnızca yanına gitmiş, kollarımı boynuna dolamış ve başımı omzuna koyarak onunla dans etmiştim.
Söylediği gibi gerçekten biraz sarhoştum ve ne yazık ki ‘’birazcık’’ bile sarhoş olmam beni alt üst ediyordu. Fakat Hope bunu bilmiyordu.
Üzerinden üç sene geçmişti ve Hope, o gece gördüğüm Hope gibi görünmüyordu. O gece gördüğüm Hope tamamen bir çocuk gibiydi. Böylesine heybetli, etkileyici ya da keskin biri gibi değildi. Hatta sakalı bile çıkmayan köse bir çocuğa benziyordu.
O gece beni öpmek istemişti ama ona izin vermemiştim. Kalbim deli gibi atıyordu ama resmen ondan koşarak uzaklaştım. Benden alabildiği tek şey çabucak verdiğim telefon numaram olmuştu. İsmimi bile yüksek sesle ve anlaşılır bir biçimde söylememiştim. Bu yüzden bunca zaman onun rehberinde bekleyen bilinmeyen Danny olmalıydım.
Hope.
En baştan beri bu ismi hatırlayamadığım için kendime çok kızdım. Ondan tek bir gecede o kadar çok etkilenmiştim ki sonrasında bu kadar çabuk unutmam bize haksızlık olmuş gibiydi. Günlerce belki arar diye beklemiştim ama aramamıştı. Sonra da tamamen unutmuştum.
Tüm bu olanlar neden birbirimize bu kadar yakın yerlerde yaşadığımızı açıklıyordu. Neden bunca zaman geçmesine rağmen onu tekrar gördüğümde bende aynı etkiyi bıraktığını açıklıyordu. Benim tipim bile değildi. Bu tarz çocuklardan hoşlanmazdım. Ama Hope, o gece de şu an yaşadığımız geceyi de benim için eşsiz kılmıştı ve ona karşı inanılmaz bir çekime sahiptim. Tipim olmaması umurumda değildi.
‘’Buna kader mi diyorlardı?’’ dedim gülümseyerek. İşte şimdi karnıma daha büyük ağrılar girmeye başlamıştı.
‘’Şanslısın ki gerçekten adı Danny olan bir arkadaşımı aramam gerekiyordu. O gece bana ismini öyle bir söyledin ki anlamsız bir şekilde en yakın olan isimle kaydettim seni. Diana olduğunu bu geceye kadar bilmiyordum.’’
‘’Gerçekten vay be. Yıllar sonra karşılaşacağımızı sanmazdım. Hem de bu şekilde. Beni yine yalnızlıktan kurtardın.’’
‘’Aslında o gece beni sen kurtarmıştın. Bu gece sana borcumu ödemiş oldum.’’
‘’Çok farklı görünüyorsun. Çok değişmişsin.’’
‘’Üç sene önce çocuktum Diana.’’
Onu nasıl unutabilmiştim? Öylece. Öylece unutmuştum. Oysa ondan o gece o kadar çok hoşlanmıştım ki. Hayatımda o dönem başka biri vardı ve doğru olanı yapmıştım aslında. Arkama bakmadan oradan uzaklaşmıştım. Zaman geçtikçe de tamamen aklımdan çıkmıştı. O dönem yaşadığım ilişkim de ciddiyetini kaybedip hemen ardından bitmişti. Yani tekrardan yalnızlığa hızlı bir iniş yapmıştım. Birden o geceden sonra Hope ile görüşmeye devam etseydim şu anda neler olurdu diye düşünmekten kendimi alamadım.
‘’Beni neden hiç aramadın? Arayabilirdin.’’
‘’Telefon kilit ekranında bir çocukla fotoğrafın vardı. Erkek arkadaşın olduğunu düşündüm ve sevgilisi olan birini arayıp, rahatsız etmek bana göre değil.’’
Doğruydu. Bir şekilde telefonumun ekranı yandığında görmüş olmalıydı.
‘’Evet, doğru. O zamanlar vardı ama sonrasında hemen bitti zaten. Ciddi bir şey değilmiş demek ki.’’
O sırada kuvvetli bir rüzgâr esti ve içimi titretti. Üşüyen kollarıma ellerimi sürttüm ve ısıtmaya çalıştım. Bunu gören Hope, garsona el işareti yaparak hesabı istedi.
‘’Sanırım seni artık evine götürsem iyi olur. Seni yeni bulmuşken üşütüp, hasta olmanı istemem.’’
Garson elinde post makinesiyle geldi ve Hope’un kahveleri ödemesini izledim. Teklif etmiştim ama benim ödememe izin vermedi. İsabet olmuştu. Zaten ödeyecek param yoktu. Yalnızca kibarlık etmiştim.
İki dakika sonra tekrardan arabaya bindiğimizde benim için ısıtıcıyı açtı ve biraz ısınmam için vakit tanıdı. Telefonuna uzandım ve müzik listesine girip, o şarkıyı aradım. Şimdi tüm arabada çalıyordu.
Cinnamon Girl.
Gözleri parlayarak bana baktı. O da benim düşündüklerimi düşünüyor gibiydi. O anı tekrar tekrar yaşadım. Kader bizi yıllar sonra bir araya getirmişti. Bu şarkıyla başlamıştık biz. Hatta başlayamamıştık desem daha doğru olurdu. Ama bildiğim tek bir şey vardı. O da o gece ikimizin kalplerinin de birbirlerine sarılmak için deli oldukları.
Tut beni, sev beni, dokun bana balım.
Yapan ilk kişi ol.
Şarkının bu kısmı gelince ona bakarak mırıldandım. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki şu an şarkı çalmıyor olmasaydı duyulacağına yüzde yüz emindim.
Üniversiteyi burada okumaya o konser sayesinde San Diego’ya geldiğimde karar vermiştim. Ama öyle vefasızdım ki buraya tekrar ayak bastığımda Hope aklıma bile gelmemişti. Beynim tüm bunların bir tesadüf olduğunu, eve gidip uyumam gerektiğini bağırırken, kalbim sonsuza kadar onun yanında kalabilirim diye haykırıyordu. Bense ne zaman ne yapacağını hiç bilmeyen biri olarak yalnızca şarkının sözlerini zihnime dolduruyordum.
Ne kadar aptallıktı benimki. Hope’un ışığının kalbimi aydınlatması gerekiyordu.
Ve sonra ilk defa aklımla değil de kalbimle hareket etmeye karar verdim. Kalbim, göğüs kafesimi yumruklarken bu karardan başkasını düşünmem haksızlık olurdu. Kalbime haksızlık etmek istemiyordum.
Şarkı arka planda çalmaya devam ederken ‘’Hope’’ diye fısıldadım. Gözlerini bana dikti ve bir an bile benden ayırmadı. ‘’Diana’’ diye bana karşılık verdi. Ona doğru biraz daha yaklaştım.
‘’Sana bir borcum var’’ dedim. Sesim fısıltı gibi çıkmıştı. Ellerim titriyor ve gözlerim kararıyordu.
‘’Ne borcu’’ diye sordu.
Mırıldandığım nakarat kısmı tekrar geldiğinde hiç düşünmeden ve bir an bile tereddüt edecek fırsatı kendime tanımadan dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Başta tepkisiz kaldı. Yalnızca gözlerini kapattı ve ne yapacağını bilemedi.
Ama biraz sonra dudaklarımızın iç içe geçmesine izin verdi ve ellerini belime doladı.
O gece beni öpmek istemişti.
Bu gece de ben onu öpmek istedim.
Beni öpmesi için ona izin vermemiştim ve bu gece de o bana izin vermez diye çok korkmuştum. Ama olmuştu işte. Ilık nefesi artık içimde dolaşıyordu. Tüm bu olan şeylerin gerçek olması için dua ediyordum. Geçici bir şey olmaması için. Gerçek bir kıvılcım olması için ve bu kıvılcımın kocaman bir orman yangınına dönüşmesi, hiç sönmemesi için dua ediyordum.
Bu gece, onu öpmeme izin verdi.
Bundan sonraki her gece için onu öpmeme izin versin istedim.
Çünkü artık beni her gece öpebilirdi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |