7. Bölüm

BÖLÜM 5

Fulden Becerikli
fuldenbecerikli

Diana, 2024

Aklım bulanıyordu.

Aynadaki yansımama bakarken pislikten dibi görünmeyen bir denize bakıyormuşum gibi hissetmeye başlamıştım. Su öyle bulanıktı ki.

Nasıl ve neden olduğunu bir türlü çözemezsem de son bir aydır böyleydi. Her şey o kadar yolundaydı ki. Daha önce işler hiç bu denli tıkırında gitmemişti. Fakat bir şeyler vardı. İçimde anlamlandıramadığım, beynimi sürekli dürtükleyen ve kara bulutlarla etrafımı saran bir şeyler…

Hope’a karşı olan hislerimde bir şeyler vardı.

Yanlış anlamayın. Her şey ilk günkü gibiydi aslında. Ama çok şey de değişmiş gibiydi. Sadece benim açımdan değişmiş olsa da öyleydi.

Arkadaşlarım sürekli Hope hakkında konuşmaya başlamıştı. Hani bahsettiğim yeni arkadaşlarım, yanlarındayken mutlu olduğumu söylediğim arkadaşlarım. Evet, işte onlar. İster istemez de olsa onları dost gibi gördüğüm için evdeki birkaç sorunumdan, Hope ile olan birkaç tartışmamızdan bahsediyordum ve onlar her defasında onu aslında arkadaş olarak sevdiğimi, yalnızca vefa beslediğimi düşünüyorlardı. Ben tabi ki aynı fikirde değildim. Öyle olmamalıydı.

Ta ki bir şeyler raydan çıkana kadar.

Adrian ile tanışana kadar.

Hope’un bazı zamanlarda sinir problemi gün yüzüne çıkıyordu. Bazen ona bir şeyleri anlatmakta çok zorluk çekiyordum ve her ne kadar beni çok sevse de hep kendini haklı görmekten vazgeçmiyordu. Bu sorun başlarda yoktu ama zaman geçtikçe gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Basit bir şeyden kavgaya tutuşuyor ve biraz olayları büyütüyorduk. Ona bir şeyleri açıklamaya çalışırken de çoğu zaman bir duvara konuşuyor gibi hissediyordum. Ve de çoğu zaman onu geç affediyordum çünkü onun gibi değildim. Bir kez sinirlendiğim zaman kolay kolay o andan kopamıyordum.

Size söylemiştim. Ben dürüst bir insanım. Bunları ona söylemediğimi düşünmeyin sakın. Çok kez söyledim. Anlatmaya çalıştım ama her seferinde başa döndü.

Bunu da çözmeye yemin etmişti. Hayatımı zorlaştıran tüm şeyleri ortadan kaldıracak gibiydi. Ama yine de bir insanın tüm eksilerine bu kadar katlanmak normal değildi. Bazen onun davranışlarının aşk değil de hastalık olduğunu düşünüyordum.

Sonra vazgeçiyordum. Çünkü aşktı da. O gece sanırım dilek kapım fazlasıyla açıktı. Tanrının duamı kabul etme hızı inanılır gibi değildi. Ya da evrenin bir oyunuydu. Bunu bu kadar çok istemiş olamazdım.

Yine bencillik yapıyorum öyle değil mi?

Adrian demiştim. Adrian kim diye merak ediyor olmalısınız. O da tıpkı Hope gibi birdenbire hayatıma giren biri. Ona aşık değilim korkmayın. Ama kafamı karıştırmadı desem yalan söylemiş olurum.

Hope ile bir şeylerin yolunda gitmediği günler yaşıyordum ve onunla fakültede karşılaştık. Daha önce hiç görmemiştim ve tatlı bir çocuktu. Sadece arkadaş olduk ama ben ne zaman Hope ile olan işleri raydan çıkarsam karşıma çıktı ve aklımı karıştırdı. Bunu söylediğim için kendimle gurur duymuyorum ama geceleri kendimi onu düşünürken yakalamaya başladım ve sanki onu düşündükçe kalp ritmim de değişiyordu.

Tabi ki bundan da arkadaşlarıma bahsettim. İşte o zaman benim Hope’u yalnızca arkadaş olarak sevdiğimi düşünmeye başladılar. Eğer onu gerçekten sevseymişim kimsenin aklımı karıştırmasına izin vermezmişim vesaire vesaire.

Haklı olabilirlerdi.

Ama ben yine de Adrian’ı aklımdan atamamaya başladım ve onunla görüşmeye devam ettim.

Klik sesi çıkaran bir tuş sesiyle kendime geldim. Isıtıcıya su koyduğumu düşüncelerimle boğuşmaktan çoktan unutmuştum bile.

Sıcak suyu kahve kupasına dökerken, anahtarın sesini duydum ve hemen sonrasında kapı açıldı. Hope gelmişti.

‘’Ay ışığım?’’ diye seslendi koridorun sonundan.

‘’Mutfaktayım.’’

Ellerinde alışveriş poşetleriyle mutfağa girdi ve poşetleri tezgâhın üzerine bıraktı. Gelip, dudağıma minik bir öpücük kondurduktan sonra geri çekildi ve az önce bıraktığı poşetleri karıştırmaya başladı.

‘’Harika bir tarih kitabı buldum biliyor musun? Gelirken bir sahaf gördüm. Koleksiyon ürünüymüş. Çok az kişide var.’’

Yalandan gülümsedim.

‘’Ya? Ne güzel. Senin adına çok sevindim.’’

Tarihten nefret ederdim. Ama Hope’un en sevdiği şeydi. Benden sonra.

‘’İstersen akşam birlikte bakabiliriz.’’

‘’Bilmem, olabilir.’’ Tabi ki bakmayacaktım. Orada durup hoşuma gidiyor gibi yapmaktan çok sıkılmıştım.

‘’1800’lü yılları konu alıyor. İngilizler ve Ruslar. İkimizin karışımı gibi düşün.’’ Sırıttı ve kitabın sayfalarını karıştırmayı bıraktı.

Hope aslen İngiliz idi. Fakat oraya hiç gitmemiş. Anne ve babası o doğar doğmaz iş için San Diego’ya taşınmışlar ve çok geçmeden de boşanmışlar. Babası da İngiltere’ye dönünce Hope’un annesi bir daha o ülkeye asla ayak bile basmak istememiş hatta Hope’un da oraya gitmesine hiç izin vermemiş. Babası da onu bir süre sonra arayıp sormayı bıraktığı için Hope da asla gitmek istememiş. Bu yüzden bunu açık açık dillendirmese de orası onun için özel bir yerdi. Orayla ilgili her şeyi bir süre sonra takıntı haline getirdiğini fark ettim. Lanet olası tarihi de buna dahildi.

Cevap vermedim ve kahve bardağını elime aldım. Bunu fark etmiş olmalı ki çok geçmeden dibimde bitti.

‘’Bir sorun mu var Diana?’’

‘’Hayır, ne gibi bir sorun olacak ki?’’

‘’Bilmem. Keyifsiz görünüyorsun ve çok fazla konuşmuyorsun.’’

Omzumu silktim ve salona doğru ilerledim. Biraz televizyon açıp, ses olmasını sağlayacaktım. Böylece belki sorgulamayı keserdi.

Peşimden salona geldi.

‘’Neden cevap vermiyorsun?’’

Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım ve sabır diledim. Bu diyalogların sonunun nasıl biteceğini maalesef ki biliyordum. Daha önce defalarca deneyimlemiştim. Her yaptığım ya da yapmadığım hareketi bu şekilde sorguluyordu. Beni hiç rahat bırakmıyordu. Hem de hiç!

‘’Sadece biraz sessizlik istiyorum Hope. Çok mu?’’

Koltukta ayak ucuma oturup, gözlerini yeniden bana dikti. Suratına şaşkın bir ifade takınmıştı.

‘’Özür dilerim böyle hissettirdiğimi bilmiyordum.’’

İşte yine başlıyorduk! Yine özür diliyordu. Sürekli özür diliyordu. Aynı saçmalıktan çok sıkılmıştım. Özür dileyecek bir durum yoktu ki. Sanki bir hata yapıyormuş gibi defalarca özür diliyordu. Oysa tek yapması gereken çenesini kapayıp, yanımdan defolup, bana biraz kişisel alan tahsis etmesiydi.

‘’Yapma Hope.’’ Diye mırıldandım.

Ellerini dizlerime koydu ve bana bakmaya devam etti.

‘’Seni bu denli sıktığımı bilmiyordum. Ben üzgünüm.’’

‘’Özür dilemeyi keser misin!’’

Sessizleşti. Ortamda arkada çalan hafif televizyon sesinden başka hiç ses kalmadı. Derin bir nefes almak istedim.

‘’Neler oluyor sana?’’

Bön bön yüzüne baktım. Kalbini kırmaktan korkuyordum ama beni o raddeye getirmek üzere olduğunu kendisi de tahmin ediyor olmalıydı.

‘’Bir şey olduğu falan yok sadece biraz kişisel alan istiyorum.’’

‘’Tamam, peki. Biraz yalnız kal, sonra istersen birlikte film izleriz ya da oyun oynarız ya da istersen yeni aldığım tarih kitabıma bakarız.’’

‘’O aptal tarih kitabına bakmak istemiyorum!’’

Boğazında bir damarın seğirdiğini gördüm. Az sonra olacakları biliyordum. Çenemi kapatmayacaktım. Tüm öfkemi yüzüne haykırmaya devam edecektim. Ağır konuşacaktım ve onu sözlerimle tahrik ederek çıldırmasına yol açacaktım. O da yumruklarını sıkarak başta kendine engel olmaya çalışacaktı. Ama sonra ben asla alttan almadığım için kendini kaybedecekti ve kırıp dökecekti. Bir saat sonra da gelip özür dileyecekti.

Hep aynı döngü.

Hep aynı son.

Ve hep aynı başlangıç.

‘’Artık kendine çekidüzen versen iyi olur Hope. Aksi taktirde yollarımızı ayırmak zorunda kalacağız. Bu işten çok sıkıldım. Beni boğuyorsun. Şu sıçtığımın koltuğunda bile tek başıma oturamıyorum.’’

Bir hışımla ayağa kalktı ve başını ellerinin arasına alarak, odada volta atmaya başladı. Bunu hep yapardı. Saçma sapan bir şekilde odanın etrafında döner dururdu ve bu beni daha çok sinir etmekten başka hiçbir şeye yol açmazdı.

‘’Hep aynı şeyi yapıyorsun. Ortada hiçbir şey yokken konuyu ayrılığa getiriyorsun.’’

‘’Ortada bir şey yok mu? Yok mu? Kendini böyle kandırmaya devam et.’’

‘’Sen ne olsun istiyorsun Diana? Senin için, sen mutlu ol diye yapmadığım şey kalmadı. Daha ne olsun istiyorsun?’’

‘’Bana saygı duymanı istiyorum! Ama senin kalın kafan bunu almıyor.’’

‘’Yine başladın. Hakaret etmeden duramıyor musun?’’

‘’Kapa çeneni.’’

Elime telefonumu aldım ve onu görmezden gelmeye çalıştım. İçimden defolup gitmesi için, bu olayın büyümemesi için dua ediyordum.

Ayrılmak istediğime bakmayın. Ondan ayrılamazdım ben. Buna hem cesaretim hem de isteğim yoktu. Ondan ayrılırsam hiçbir şey eskisi gibi olmazdı.

Dedikleri gibi vefa mıydı bu? Alışkanlık mıydı? Kendim bile bu sorulara yanıt bulamazken başkalarına danışmam büyük aptallıktı. Ama yine de çevremdeki insanların sesleri kulaklarımda yankılanıyordu. Üzerime saldıkları tilkiler de zihnimin içine girmek üzereydi.

‘’Bir şeyleri çözmeden kapatıp duruyoruz ve sonrasında bir çığ gibi büyüyor farkında değil misin?’’

‘’Konuşmak istemiyorum Hope.’’

‘’Her zamanki gibi kaç.’’

Asla susmayacaktı. Asla durmayacaktı. Ona her defasında sinirli olduğum zamanlarda beni rahat bırakmasını, sakinleşince normale döneceğimi söylüyordum. Ama o inadına daha da üstüme geliyor, yangını körüklüyordu.

Bir hışımla ayağa kalktım ve karşısına dikildim. Kanımda öfke kaynıyordu. Ağzıma geleni ona söylemek istiyordum. Söyleyecektim de. Kaçınılmaz son buydu.

‘’Aşk mı bu?’’

Anlayamadığını ifade eden bir yüz ifadesiyle bana baktı.

‘’Ne?’’

‘’Bu yaşadığımız şey, aşk mı?’’

‘’Tabi ki aşk Diana. Sen neden bahsediyorsun? Bunca zaman birbirimize duyduğumuz şey aşktan başka ne olabilir?’’

Onu taklit ederek ben de odada volta atmaya başladım. Ağzımın içinde Rusça bir şeyler mırıldandım.

Artık seni sevdiğimden emin bile değilim.

Az önce ona aynen bunu söylemiştim. Yalnızca Rusça söylemek için cesaret bulmuştum. Onun anlayabileceği bir dilde söyleyebileceğime emin değildim. Sanırım o yürek bende yoktu.

‘’Dilimizde konuş.’’

‘’Benim dilim bu Hope! Onu da sana soracak değilim.’’

Yumruklarını sıktı. Konuşup konuşmamak arasında kaldı ama ben önünde sonunda konuşacağını biliyordum ve bir dakika sonra yine beni haklı çıkardı.

‘’Sen nesin biliyor musun?’’

Birkaç adım attı ve aramızdaki mesafeyi kapattı. Dik dik yüzüne baktım ve ona meydan okudum.

‘’Doyumsuzun tekisin. İstediğin şeyi elde edince daha fazlasını isteyen bencilin tekisin. Tanıdığım o kız değilsin artık. Benim için hiç değişmiyorsun. Ben senin için tüm hayatımı değiştirmeye hazırdım. Hem de her zaman! Ama sen benim için bırak hayatını, şu sivri dilini bile değiştirmezsin! Senin için mesleğimi bile bıraktım.’’

Sinirden kıs kıs güldüm. Ensemdeki damarlar gerilmişti. Yine suçlu ben olmuştum, görüyor musunuz? Bahsettiğim şey tam olarak buydu. Kendini bir kere bile sorguladığını görmedim. Topu bana atmak o kadar kolaydı ki. O da her defasında bunu yapıyordu. Evde bir şeyi kırdığında suçu kardeşine atan korkak, bencil bir çocuk gibiydi. Küçücük bir çocuk!

‘’Diyene bak!’’ diye çıkıştım ona doğru. ‘’Asıl bencil olan sensin! Suçu kendinde aramayan, kör adamın tekisin sen. Nasıl soğuttun kendini benden böyle? Ben sana aşıktım!’’

Ellerimi göğsüne koyup, kuvvetlice ittirdim. Yerinden kıpırdamaz sanmıştım ama bir iki adım geriye doğru sendeledi.

‘’Artık değil misin?’’ diye sordu. İşler ciddiye binince yine sesini kedi yavrusuna çevirmişti. Çünkü korkusu öfkesine ağır basıyordu. Beni kaybetme korkusu tüm duygularına ağır basıyordu. Söylediğim diğer şeyler ise umurunda bile değildi. Yine cımbızla yalnızca cevabını duymak istediği şeyi çekip almıştı.

‘’Duymak istiyor musun?’’

Sessiz kaldı. İstemediğini biliyordum. Onda da bunu duyacak yürek yoktu.

‘’Değilim!’’ diye adeta çığlık attım. ‘’Sen benim hayatımı kolaylaştıran adamdan, zorlaştıran adama dönüştün.’’

‘’Nankör!’’ Benden de kuvvetli bir şekilde bağırdı. Bana en nefret ettiğim kelimeyi söylemişti. Kan beynime sıçradı. Artık ağzımdan çıkacak kelimeleri seçemiyordum.

‘’Keşke hiç tanışmasaydık.’’

Gözlerinin dolduğunu gördüm. Şimdi de ağlayacak mıydı? Zaten benimle ne zaman kavga etse ağlardı. Ama susmadım, durmadım. Kendime engel olamadım.

‘’Aşk değil bu arada. Vefa. Alışkanlık. Belki de seni başından beri arkadaş olarak seviyordum. Yalnızca hayatımı kolaylaştıran bir basamaksın belki de.’’

Bana öyle bir bakış attı ki gözlerinden alevler fışkıracak zannettim. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Sinirle bir elini saçlarından geçirdi ve onları darmadağın etti.

‘’İnsan arkadaş olarak gördüğü insanı öyle öper mi Diana? Tenini öyle sunar mı? Öyle sarılır, öyle sever mi? Bunları yaptığı insanı bir basamak olarak görür mü?’’

‘’Sever belki de! Belki de görüyorumdur!’’

‘’Sen iyice saçmalamaya başladın. Git yat. Bu kirli düşüncelerini at aklından. Biz bir ömrü birlikte geçireceğimize dair söz verdik birbirimize.’’

Bunu söyleyeceğim için pişman olacağımı hiç düşünmezdim.

Düşünmemiştim de.

Öfke değil gibiydi bana bunu yaptıran.

Sahiden öyle hissettiğim için söyleyebildim sanmıştım.

Bunun koca bir yanılgı olduğunu günler geçtikten sonra anlayacaktım fakat artık çok geç olacaktı.

Ve söyledim.

Hem de söylerken o kadar duygusuz ve acımasızdım ki. Kendime inanamadım.

‘’Seninle bir ömür geçireceğime, o aptal tarih kitaplarındaki gibi başka bir evrende köle olurum daha iyi!’’

Gözyaşları yanaklarından süzülüp, zeminle buluştu. Benim duygusuz ve kupkuru gözlerim ile tezat oluşturuyordu adeta. Tek kelime daha edecek halim de kalmamıştı zaten.

‘’Tamam’’ diye fısıldadı. Sesi o kadar az çıktı ki bir an duyamayacak gibi oldum. Bu onun ilk yenilgisiydi. Daha önce bana hiç yenilmemişti.

‘’Sabah eşyalarımı toplarım. Bu gece misafir odasında kalırım.’’

Olduğum yere çivilendim. Neden bahsediyordu?

‘’Ama burası senin evin’’ dedim buz gibi bir sesle.

‘’Bizim evimizdi. Artık senin. Seni tek başına sokağa atacak halim yok. Ben başımın çaresine bakabilirim ama sen yeni bir düzen kurmakta zorlanabilirsin.’’

Hala beni düşündüğü gerçeğiyle yüzleşemedim. Bu gerçeği görmezden gelmek benim için daha kolay olacaktı. Acilen karşısından gitmem gerekiyordu çünkü kuru gözlerim yaşlarla dolmak üzereydi.

‘’İyi geceler.’’

Kendimi odaya kapattım ve kapımı kilitledim. Başım yastığa düşünce yorganı tepeme kadar çektim ve hıçkırarak ağlamaya başladım. İçim öyle dolmuştu ki sonunda taşmıştı. Olması gerekenin bu olduğunu iç sesim aracılığıyla kendime inandırmaya çalışıyordum. Böyle olması gerekti. Koca bir aşkı harcıyorsak bile böyle olması gerekti. Ben artık onu sevmiyordum. Sevmediğim bir insanın hayatımda olmasına gerek yoktu. Yaşanmıştı ve tükenmişti. Sonu gelmişti. Geçen yıllar kendi gibi bizi de çürütmüştü. Ona meydan okuyamamıştık.

Karanlık düşüncelerim saatlerce bir an olsun aydınlanmadı.

Bu aşk değilse neden bu kadar çok canımı yakmıştı?

Hani arkadaş olarak…

Göz kapaklarım ağırlaştı. Müzik çalarımı komidinin üzerinden aldım ve kulaklıkları kulağıma geçirdim.

Arkada çalan müzik umurumda değildi. Yalnızca zihnimi susturmak istiyordum.

Bir süre sonra uyku beni kollarıyla esir aldı.

Yarın hiçbir şey aynı olmayacaktı.

Her şey o kadar farklı olacaktı ki evrendeki tüm farklılıklar çok küçük kalacaktı.

Bambaşka bir sabaha uyanacaktım.

Kelimenin tam anlamıyla.

Bölüm : 09.01.2025 23:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...