
BRAIN
Onu o gün ateşler içinde yanarken bulduğumda, ona yandığımı, âşık olduğumu ve onsuz artık asla eski ben olamayacağımı, yarım kalacağımı anlamıştım. O sabah gözlerini açıp o kocaman bakışlarla bana baktığında, onun için öleceğimi biliyordum. Ruhumdaki yangın içimi tüketiyordu. O saf çocuk bunun farkında bile değildi. Doktor, zamanında yetişmeseydim öleceğini, bedeni gibi ruhunun da bir anda çökebileceğini söylemişti. Demek ki ona iyi gelmiyordum. Alex gibi yüzünü güldüremiyordum. Uzak durmam en doğrusu olacaktı. Öyle de yaptım.
Ama o kapıdan içeri, Alex’le kol kola girince... İşte bu olmazdı. Evet, onun koluna dokunan o eli koparabilirdim. Hemen gitmeliydiler, yoksa her konuda hata yapacak, kontrolü kaybedecektim.
"Brain."
"Evet."
"Şey… Biz hazırız. Alex, sana söylememi istedi."
"Çok iyi, o zaman yola çıkın. Sana söylediklerimi hatırlıyor musun?"
"Hatırlıyorum."
"Çıkın."
"Ben bir şey mi yaptım?"
"Hayır. Neden öyle konuştun?"
AZRA
Hâlâ sırtı dönüktü. Gidecektim ama bu şekilde olamazdı. Bana sırtı dönük cevap veremezdi, aramızda en azından bu kadarlık bir hukuk vardı. Tüm cesaretimi toplayıp:
"Çünkü yanıtlamadığın çok soru var. Ve senin sırtın dönük," dedim.
Tam kapıdan çıkmak üzereydim ki kendimi birdenbire duvarla onun arasında buldum. Sol kolu göğsümün üzerinden geçerek duvara yaslanmıştı, sağ eliyle işaret parmağını tam kalbimin üzerinde, yara izimin üstüne koydu. Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. Sakalları yüzüme batıyor, üstü alkolle karışık tütün kokuyordu. Kalbim kuş gibi çırpınıyordu. Korkuyla yüzüne baktığımda:
"Yüzümü dönmemi mi istiyorsun? Olur... Ama sadece bir santim, Azra."
"Ne?"
"Duydun. Ve anladın. Ölmek için yeterli tek kurşun. Seni Osman Yılmaz’a aldığım gibi vereceğim. Yanlış bir şey yapma. Hatta içeridekine karşı yanlış duygular dahi besleme, Azra."
Ne diyordu bu adam? Kafayı mı sıyırmıştı? Şaşkınlığımla yüzüme nasıl bir ifade yerleştiyse, o da kaşlarını kaldırarak bakışlarımı süzdü.
"Mal mısın sen?" demek geldi içimden. Dilimin döndüğünce:
"Sen… sen ne dediğinin farkında mısın? Kafayı mı sıyırdın? Evet, Alex çok yakışıklı. Ama her gördüğüm yakışıklıya âşık mı olacağım?"
"Şu anki tehlikeli durumda aşkı düşünmen saçma olurdu."
"Sen inanılır gibi değilsin! Wood, kas beyinli pislik! Hem ben senin ülkendeki kızlara benzemem, her yakışıklıyı görünce boynuna atlamam. Nasıl böyle bir şeyi ima edersin? Ben sence bu muyum? Bunca zaman seninleyim, izinsiz bana dokundun. Sen de fena değilsin ama ben düşündüğün gibi biri miyim?"
Kırılmıştım. Ona bakmak istemedim, gitmek için hamle yaptım. Ama hemen dibimde belirdi, elleri kollarımı sıkıca kavradı. Nefesini ensemde hissediyordum. İtmeye çalıştım, yerinden kıpırdamadı. Vücuduyla beni tamamen kuşatmıştı.
"Başını kaldır Azra."
Kafamı iki yana salladım. Hayır, kırıldığımı görmesini istemiyordum. Bir eliyle çenemi kavradı, diğer koluyla belimden tutup ayaklarımı yerden kesti. Göğsüne dayadığım ellerimle itmeye çalıştım ama kıpırdamadı. Başımı kaldırdığımda gözleri buz gibiydi. Beni yere indirdi, bedenimdeki baskıyı azalttı. Parmağını yine kalbimin üzerine bastırarak:
"O zaman düşün, Türk," dedi. Ardından arkasını dönüp gitti ve yerine oturdu.
"Çıkabilirsin."
O kapıdan başka bir Azra çıktı. Girenle çıkan aynı insan değildi.
Düşün demişti. Neyi? Allah’ım, bu adam ne dedi şimdi? Arabaya bindiğimizde bile kafam söyledikleriyle meşguldü. Kalas! Düşün demekle neyi kast etti? Ben mi yanlış anladım?
"Anna iyi misin? Zombi görmüş gibisin. Bir şey mi oldu?"
"Yok, bir şey olmadı. Arkada biraz dinlenebilir miyim?"
"Tabii, rahatına bak."
"Canını sıkan bir şey olmuş. Brain bir şey mi dedi?"
Arka koltuğa geçtim, yerleştim. "Alex, iyiyim. Sadece kafam karışık. Bana ‘düşün’ dedi, ben de düşünüyorum. Sorun o."
"Neyi düşün dedi?"
"Bilmem."
"Brain ve bilmeceleri… Sen düşünmeye devam et. Ben şehrin çıkışındaki restorana gidiyorum. Yemekten sonra anlatırsın. Yolumuz uzun."
Şehrin kıyısındaki bir lokantada yemek yedikten sonra yola devam ettik. Arada benzin istasyonlarında durup ihtiyaçlarımızı gideriyorduk. Hızlı gitmiyorduk, oldukça yavaş ilerlediğimizden dikkat çekmediğimizi sanıyordum.
Mevsim sonbahardı. Rüzgâr tozu savuruyor, genzimize doluyordu. Alex’le yolculuk bir başkaydı. Gülmek için sebep aramaya gerek yoktu. İç ısıtan bir gülümsemesi, huzur veren bir bakışı vardı. Dikkatli baktığımda Brain’i andıran bir yanı olduğunu fark ettim. Sormak istiyordum ama henüz erkendi. Meraklı gözükmek istemediğim için sustum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |