
ALEX
Yol arkadaşım çok suskun ve bir o kadar da çekingen bir şeydi. Kesinlikle bir İskoç ya da İngiliz havası yoktu. Ne George takıntısı vardı ne de onun arkadaşı olma ihtimali. Bu kızın yaptığı işlerle bir bağlantısı olmalıydı, içime doğuyordu. Ama aynı zamanda o kadar saf, o kadar masumdu ki… Üstelik, alışıldık güzellik kalıplarına sığmayan, egzotik bir yanı vardı. Gözleri kehribar renginde ve kocamandı; kaşları yay gibi, burnu düz ve yüzüne mükemmel oturmuştu. Dudakları kalın ve kıvrıktı. Vücudu inceydi ama göğüsleri dolgun, beli zarifti. Omuzları dar, kalçaları yuvarlaktı. Böyle bir beden kuzeyli kadınlara özgü olamazdı. Macar kökenli olduğunu söylemişti ama konuşmalarından o dili bilmediğini fark ediyordum. Daha çok Latin ya da İtalyan kadınlarının o narin ve zarif yapısını taşıyordu.
Bir tek yanı vardı ki İngilizleri andırıyordu: Masum bakışı. O ifade beni, yıllar öncesine—çocukluğumun karanlık ama aynı zamanda en parlak günlerinden birine götürmüştü. Elli... George’un bir haftalığına yanımızda kalan, kalbimizde sonsuz bir yer edinen, bir daha asla unutamayacağımız Elli. George’un ailesi katledildikten sonra, ilk kez onunla birlikte gözlerinde bir ışık yanmıştı. Elli’nin ölüm haberini aldığımızda, o ışıltının nasıl sönüp korkunç bir karanlığa dönüştüğünü gözlerimle görmüştüm.
Yanımdaki bu kızda, Elli’nin saflığını anımsatan bir şey vardı. O anıya dokunuyordu sadece. Bu yüzden tehlikeliydi. Fazla tehlikeli.
"Alex, senin bir soyadın var mı?"
Yüzümde hafif çarpık bir gülümsemeyle yüzüne baktım. Bu kızın bakışları ruhumun derinliklerine kadar işliyordu. Gözleriyle insanın kalbine iniyordu. O kadar güzel, o kadar masum bakıyordu ki diz çöktürebilirdi. İçimden kendime bağırdım: Dur Alex, kendine gel. Bu bir iş. O, asılacağın bebeklerden değil. Hem George seni öldürür.
Kafamı çevirdim, hâlâ bana bakıyordu.
"Hey, soruma cevap vermedin."
"Ne sordun ki?"
"Soyadın var mı?"
"Tabii ki var. Sana söylediğimde öğrenirsin."
"Çok komiksin, ha ha ha."
"Ciddiyim, sen beni ciddiye bile almıyorsun. Kalbimi kırdın güzelim."
"Sen bu lafları kaç kıza söyledin acaba?"
Gülümsedim. "Sen de çok tatlısın. Ha ha ha, birçok kıza."
Ama bu sefer gülüşüm içten değildi. İçimde bir karışıklık vardı. Yanımda koltukta oturan kız masumdu ve ben onu incitmekten, mahvetmekten korkuyordum. Daha önce birçok kadın tanıdım ama bu başkaydı. Hem benim hem de Brain’in hafızasında yer etmiş o eski çocukluk aşkı Elli’ye benziyordu. Elbette Azra’yla geçmişimiz yoktu, sadece birkaç gündür tanıyordum ama o masumiyet... sanki bir yerden sızıyordu. Ona dokunmak, Elli’ye dokunmak gibi olurdu. Ama o kadar güzeldi ki... Kafamın içi susmuyordu. George’un bu kızdan ne istediğini ve hangi amaçla koruduğunu öğrenmem gerekecekti.
DÜŞ MÜ—KÂBUS MU?
Karanlık insanın içinde; geçmişinde, çocukluğunun derinliklerinde, bir gece çığlığı gibi ruhunun ince kıvrımlarında, her gece yılan gibi rüyalarını sararak ve kâbuslarla uyandırarak...
“Sarı saçların kahveye dönüyor, George.” Yatağın kenarına oturmuş kadın, ellerini oğlunun saçlarına daldırmıştı. Çocuk, annesinin güzelliğine hayran, aşkla kollarını boynuna doladı; hiç bırakmak istemiyordu. Boynundan yüzüne çevirdi gözlerini. “Kötü mü oluyor anne?”
Kadının yüzündeki tebessüm, loş odaya güneş gibi doğdu. “Hayır, meleğim. Benim saçlarıma dönüyor. Gözlerin ve saçların bana ait. Sadece bana. Vermem seni kimseye.”
Çocuk annesini gıdaklayıp itekledi. “Aman anne, babam yan odada.” Gülerek annesinin yanağına sulu bir öpücük kondurdu.
Kadın derin bir nefes alarak dalgalı saçlarını geriye savurdu. Sonra eğilerek çocuğun kulağına fısıldadı: “Aşk... Eğer içinde aşk varsa, sadece o aşka ait ol. Başkası kokmasın bedeninde.” Yanağından süzülen yaş, çocuğun saçlarının arasında kayboldu. “Aşk kokmayanı seçme, bebeğim.”
Kadın, ellerine kondurduğu öpücüğü çocuğa üfleyerek “İkinci aşkım benim... İyi geceler meleğim,” dedi ve kapı aralığından süzüldü.
Çocuk bir süre yatakta dönüp durdu, uyku tutmadı. Annesinin titreyen sesine üzülüyor, onunla olmak istiyordu. O an neden üzgün olduğunu anlayamıyor ama anlamak istiyordu. Koridorda sessiz adımlarla ilerledi. Yol ilerledikçe her şey kan gölüne dönüştü.
Brain karanlığın içinde, ter içinde uyandığında fısıltıyla küfretti. “...Lanet olsun.” Bir yıldır görmediği rüyanın etkisini tüm iliklerinde hissediyordu. Fanusu aradı. Yok. O yoktu. Hâlâ otel odasındaydı. Azra...
Kendi kendine küfrederek yataktan kalktı. “Nereden buldun beni tekrar karanlığım? Unutmuştum içimdeki sancıyı. İlacım da yanımda değil.”
Odanın içinde amaçsızca dolanıp eşyalarını topladı. Edgar’ı aradı.
“Bitti. Yalnızım.”
“Sen doğru olanı yaptın. İnan bana. Evi temizledim, fanusu kaldırdım ve tüneli kapattım. Artık parti zamanı. Dağıt biraz.”
“Sen de olacak mısın?”
“Kesinlikle.”
Sadece bir gün Edgar'la dağıttı; sonuna kadar içti. Edgar bir kadın getirmişti, ama o kadını görünce içinden kusmak geldi. Yüzünü buruşturdu.
"Salak! İçimden kusmak geldi. İçeride kustum. Kadını def et."
Ayaklanarak villadan çıktı. Kendini tekrar o köhne otel odasında buldu. Yatakta sere serpe yatarken, telefonunda John adı yanıp sönüyordu.
"Ne istiyorsun?"
"Neredesin?"
"Bir otel odasında... Uyumaya çalışıyorum. Kabuslarımdan uyandırdın, sevgilim."
"İyi. Senatör seni bekliyor. Ha, orada bir pürüz var. Onu da halletmen için dosyayı sana gönderiyorum."
"Olur."
Telefonu kapattığında tüm uykusu kaçmıştı. Lanet adam... Bir şeyden şüphelenmese beni asla çağırmazdı, diye kendi kendini yedi.
Otel odasından çıktığında hava kararmaya başlamıştı. Sabah hiçbir şey yememişti. Öğlen olmuştu. Küçük bir restoranda masaya oturdu. Garson kız yanına gelince jambonlu yumurta ve biraz patates istedi.
Restorandan çıktıktan sonra, adına bırakılmış dosya ve çanta dolusu parayı emanet dükkânından aldı. Sonra araba hurdalığına uğrayarak, üstü çadırla kapatılmış arabasını açtı. 4500 kilometrelik yol... Washington DC’ye iki günlük bir yolculuk onu bekliyordu. Uzundu ama güvenliydi.
Gözleri önünde uzanan yolda, aklı tamamen Azra’daydı. Kızın fanusta etrafını dikkatle izleyişi, tünelde kucağında uyuması, düşün dediğinde yüzüne yayılan şaşkın ifade… “Tamam, dur dur artık. Şu an değil. Yoksa John’u öldürmek zorunda kalacağım. Dur şimdi değil, o zaten bana ait. Ama zamanı gelecek, yeter ki Edgar’ın dediği gibi çıksın, Alex’e kapılmasın.”
Yüzünde büyükçe bir tebessüm belirdi, dudakları genişledikçe tebessüm daha da yayıldı. O anı düşündü, içten içe güldü. Gözlerine bakarken onu öpmemek için kendiyle verdiği savaşı hatırladı. Nasılsa çıkışmıştı kendine, “Odun, salak” demişti kendi kendine. Bu kızın o sözleri kendisine söylemiş olması, içinde büyüyen korkunç özlemi alevlendirdi. Kalbi yanıyor, nefesi kesiliyordu.
Arabasını sağa çekip indi. Arabanın etrafında dolandı, derin derin nefes almaya çalıştı. “Durdur, durdur… Ona giden yol tersten geçiyor.”
Tekrar arabaya bindi, son sürat gaza bastı. O andan sonra düşünmeyi bıraktı, sadece hedefine kilitlendi.
Boş yolda son sürat giderken bile kendine itiraf ettiği tek şey vardı: Azra, kendisine “hayır” dediği an fanustan çıkılamayacaktı.
Arabayı eski püskü bir benzin istasyonunun önünde durdurdu. İleride bir motel görünüyordu.
Üç gün sonra; işi bittiğinde, kişi hasta yatağında ölüydü. Hızlıca yan taraftaki tuvalete götürdü. Hastanenin o tarafı boştu. Doktorlar gelmeden, üzerindeki beyaz doktor gömleğini çıkardı. Saçındaki siyah peruğu, gözlerindeki lensleri çıkardı. Gri gömleğini üstünden sıyırıp çantasına koydu. Üzerine çıkardığı kapüşonlu tişörtünü tekrar giyindi, yüzünü yıkadı. Aynada kendisini izlerken dudağında gizli bir gülümseme vardı. Dazlak kafasını eliyle sıvazladı, tuvaletin kapısını araladı ve kameraların olmadığı kör kuytudan geçti. Üst katta, kefeden iki kahve alarak yıllardır dost olduğu, anne tarafından olan kuzeninin odasına daldı.
“Lavaboda işin uzun sürdü,” dedi doktor. “George, kahve getirmişsin, sağ ol. İhtiyacım vardı aslında.” Brain elindeki bardağı uzatarak kendini geniş koltuğa bıraktı. “İçimi bozmuşum ama şimdi iyiyim. İşim bitince canım çekti, sana da alayım dedim, beraber içeriz diye.” Doktor karşısına yerleşti. “İyi yapmışsın. Amcanı görüyor musun? Uzun zaman oldu bir araya gelmeyeli. İhmalkârsın.”
“Bir yıl oldu görmeyeli. En son sana Alex’le uğradıktan sonra ziyarete gitmiştik. Bizi bir arada gördüğünde acayip mutlu olmuştu. Genellikle birlikte uğrarız ama bu sefer Alex’e ulaşamadım, belki uğrarım. Sen ne yapıyorsun?”
Doktor elindeki kahve bardağını çevirerek hoşnut olmayan bir sesle konuştu. “Ne mi? Boşanıyorum.”
“Yine mi? Bu kaçıncı? Sam, sana evlenme dedim. Şimdi niye boşanıyorsun? Katıya güzel bir Rus değil miydi?”
“Aldatılmak benim kaderim. Boş ver George, kendime kızıyorum. Tek isteğim, sevdiğim kadının bana sadık olması ve çocuklarımı doğuracak bir kadın olması. Çok mu şey istiyorum? Yok. Ama nerede absürt? Ben onu buluyorum, sonra da tokat yiyorum. Kısacası hak ediyorum.”
“Kimse bunu hak etmez Sam, üzüldüm.”
“Sıkma canını giden para. Yeni birini buldum bile.”
“Sam, Sam, Sam, sen asla akıllanmayacaksın.”
“Söyledim ya, boş ver beni. Amcanı görmeye git. Onun için sen başkasın, bunu biliyorsun. Ona olan düşkünlüğün Alex’ten fazla. Geçen gün rutin kontrollerini yaptım. Senden bahsettiğinde gözleri bir başka parlıyor. George, sana olan düşkünlüğünü asla çözemedim.”
“Amcam kardeşinin ölümünü kabullenmekte zorlandı, düşkünlüğü bundan. Kendisi iyi mi?”
“İyi. Sağlığı yaşına göre yerinde. Endişelenme.”
Kapının sesiyle ikisi kafasını çevirdi. Görevli hemşire endişeli bir ifadeyle, “Efendim, yukarıdaki 101 numaralı hastayı kaybettik,” dedi. Doktor şaşkınlıkla ayağa fırladı. “Nasıl? Son baktığımda sorun yoktu! Tamam, geliyorum. George, sen bekle, hemen kalkma. Konuşuruz, değil mi?”
“Sam, sen işine bak. Ben buradayım, seni bekliyorum. Bir yere gidecek değilim.”
Dr. Sam McGelyn kapıdan aceleyle çıktı. Yerinde oturan adam, arkasını koltuğa yaslayıp kahvesini yudumlamaya devam etti. ‘Derin düşünmenin sırası değil. Buradan çıktıktan sonra amcama uğramalıyım. Şu miras ve şirket işlerini konuşmalıyız. Mirasını bırakacak değil ya… Bu acele niye? Hem Sam hem John uğramam gerektiğini söylüyorsa bilinmeyen bir şey var demektir. Alex’siz, sadece beni istemesi garip. Bir şeyler dönüyor.’
Koltuktan doğruldu, pencereye doğru adımladı. Sam içeri girdiğinde o, pencereden dışarıyı izliyordu. Hava pusluydu.
“Her şey yolunda mı? Yüzün çok kötü.”
“Önemli bir hastamdı. Neyse… Lanet olsun, FBI geldi. George, kusura bakma, bu önemli. Sonra konuşuruz, olur mu?”
“Lafı bile olmaz. Kuzen, Magi teyzeme selam söyle.”
“Tamam, söylerim. Sen de amcana uğra kesinlikle.” Genç adam kapıdan çıkarken başını salladı.
“Görüşürüz o zaman, kuzen.”
Brain kapıdan çıktıktan sonra sakin adımlarla asansörün kapısında bekledi.
Aşağı inerken içi sıkılıyordu. Amcasına uğramak, her an kendisini kâbuslarında bulmasına, dünyasının çıkılmaz hale gelmesine neden oluyordu. Asansör aşağı inip kapı açılınca, kalabalık bir orduyla karşılaştı. FBI buradaydı. En önde John vardı. Bir an göz göze geldiler. Yol verip onların asansöre dolmasını izledi. Hastane kapısına varınca telefonunu eline aldı.
“Sam her şey yolunda mı? Henüz çıkmadım. Aşağıdan yukarıya gelenler ne bilim. Yanında olmamı ister misin kuzen?”
“Sağol kuzen idare ederim.”
“Yanlış anlamasan meraktan soruyorum ne oluyor?”
“Rus Profesör kardiyoloji deydi. Dün pay pas oldu, sağlık durumu gayet iyiydi, bu gün öldü.”
“FBI burada olduğuna göre önemli biriydi.”
“Diplomatik kriz oluşturacak kadar önemli kuzen.”
“Sam, amcamı arayacağım, yanına olalım. Hastanenin adı bu tür krizlere karışmasın kuzen.”
“Abartma istersen contingency oluşmuştur. Gerçekten halledilmeyecek bir şey değil. sen endişe etme amcana uğra olur mu?”
“Bana amcam ile ilgili söylemediğin bir şey yok değil mi?”
“Amcana uğra kuzen görüşürüz.”
Brain içi huzursuz bir şekilde malikâneye arabayı sürerken senatörle görüşmek neden bu kadar önem arz etmeye başladı ki. Bu kapıya her geldiğinde ruhunu kapıda bırakıp içeri giriyordu. Kanatlı kapıdan geçip malikâneye girdiğinde ortadaki bahçeye ve meleğin elinden akan suya baktı. Nefret ediyordu yalnız gelmek ayrı işkence oluyordu. Cenneti ve cehennemi ayrı ayrı yaşıyordu kanatlı kapı açılıp içeri her daldığında evren onu Düşleri ile kâbusları arasında sıkıştırıyor anıları kalbini patlatacak duruma getiriyordu. Tam bir yıldır bu his yoktu ruhunda yine gelmiş yılan gibi kıvrılıp yüreğine çöreklenmişti. Kapı açıldığında yaşlı adam her zamanki zarafeti ile genç adama selam verdi. “hoş geldiniz.” İçeri adımlarken. “Nasılsın Yorgi?”
“İyim efendim senatör çalışma odasında, geldiğinizi haber verim mi?”
"Yorgi dur biraz amcam iyi mi?
“Evet efendim iyi. Size bir şeyler fısıldarsam, bu emektarı kapının önüne kor.” Gülümseyerek “O zaman geldiğimi haber verme ona sürpriz yapalım olur mu?”
“Peki, efendim size ne getirim.”
“Ne mi? Şu senin mistik kurabiyelerinden varsa olur, yanına da özel karışımından nasıl ama odama istiyorum. Şimdi değil Yorgi.”
“Sizin için her zaman hazırda tutuyorum efendim.”
Brain çalışma odasına kapısına geldiğinde durakladı. Kendine çeki düzen verdi. Üstünü değiştirmeye fırsat olmamıştı. Kapıyı iki kez tıklattı ve bekledi. Tok bir erkek sesi “Girin” dediğinde kapıyı açıp kendinden son derece emin adımlarla kahve ve siyah tonlarının hâkim olduğu salonu arşınlamaya başladı.
“George oğlum bir an gelmeyeceğini sandım. Nerede kaldın? İki gündür seni bekliyorum.” Genç adam amcasına sıkı sıkı sarıldı. “Amca geldim. Beni bu kadar ısrarla çağırman korkuttu.”
“Sam’e uğradın anlaşılan, endişe etme ben iyiyim evlat. Gel otur konuşacaklarım var. Bazı kararlar aldım. Senle bu konuyu paylaşmak istedim. Ne içersin?”
Belki daha sonra, şimdilik Yorgi bana özel içeceğimi hazırlıyor amca. Kulağım sende hadi anlat benle ne konuşmak istiyorsun meraklandım. Önemli olan seni sağlıklı görmem.”
“iyiyim iyi şimdilik yaşlılığın vermiş olduğu sıkıntılar dışında bir problem yok ama aldığım kararlar seni doğrudan ilgilendiriyor. Şirketten elimi tamamen çekmek istiyorum. Senato bana yetiyor George, şirketin başına güveneceğim birini getirmek istiyorum.”
“O, ben değilim.”
“Hayır, Hayır senin kabul etmeyeceğini biliyorum George benim tek istediğim son söz hakkının sende olması. CIO atarım ama arada bak oğlum, benden sonra leş kargaları babanın ve benim emeğime yerleşmesin bu söz hakkı sende olmalı,” İyide amca Alex onunda söz hakkı olmasın mı?”
“Bırak Alex'i. O, hiç bir zaman gözümde sen olmadı. Benim için her zaman sendin bunu unutma, bu karanlık hayatı bırakmanı suyun üstüne çıkmanı istiyorum artık uygulayan değil karar verip, uygulatan ol George bu durumun hiç hoşuma gitmiyor. “Sen neden bahsediyorsun amca?”
“Son bir kaç işinden mesela; Türkiye'deki işi, eline yüzüne bulaştırdın neredeyse bir krize sebepti. Kızı kendi elinde patlatmakta ne oluyor. Senin işin teslimdi.
“Amca haberin olmadığı bir şey var mı? Kız öldü bununda sorumlusu John ben değil.”
“Dünyanın bu olaydan haberi yok.”
“Dünyanın hangi olaydan haberi var amca. Yarım saat önce işlediğim cinayetten mesela.”
“İşte bahsettiğim tam da bu. Kız ortaya çıkar ve kaçırıldım diye yaygara koparırsa George kriz o zaman çıkar. Öldüğüne eminim, öyle değil mi?”
“Ben hiç bir işimi yarım yapmadım. Benim kontrolsüz iş yapacağımdan şüphen mi var?”
“Bu sorumun cevabı değil George. Ama sen öyle diyorsan tamam.”
“Evlenmeni istiyorum, normal bir hayat yaşamanı ve bana torun vermeni istiyorum George” Damdan düşer gibi söylenen cümle adamı ayağa fırlattı.
“Sen ne istediğini bilmiyorsun amca yanlış kişiden istiyorsun unutma ki amca sende hiç evlenmedin ayrıca bir oğlun var. Bu isteklerini ona söyle.”
Dur orada! Ben, kime neyi söyleyeceğimi iyi bilirim George. Hayatta bir tek bir kadınla evlenmek istedim. Olmadı. Unutma, hayatından birçok kadın gelip geçer ama yanında görmek istediğin tek kadın olur, o kadını bulduğunda da hiç bir kadının anlamı kalmaz.
“Amca madem buldun neden evlenmedin neden Alex öksüz büyüdü. Annesiz büyümek çok zordur ben yaşadım, sen ise yaşattın.”
“Ooo hiçbir şey göründüğü gibi değil evlat. Hiçbir zamanda olmadı. Sana şu kadarını ifade etmeliyim ki istediğin her şey bazen bir arada olmuyor.”
“Seçim mi yaptın amca?”
“Tabi ki hayır. Benim elimde değil di.”
“Seni istemedi. Senin gibi bir adamı, Onu tanımak isterdim. Güzel di değil mi? Alex bu kadar yakışıklı olduğuna göre.
“O,çok güzeldi. Bir rüya kadar evet benim gibi bir adamı istemedi George neyse acı ve derin konular hiç girmeyelim.”
“Evlenmemi unut. Şimdilik hayatımda o dediğin kadın yok, belki Alex benden hızlı davranır.”
“Doğru Alex sevgilisiyle Meksika yollarındayken yarın evlendiğini duyar gibiyim. Kızın neyin nesi olduğu belli bile değil. Ondan başka bir şey beklemem üç gün sonrada mahkeme yollarını arşınlar. George lütfen beni dinle. Şirkette kal lütfen! Artık iş alma, söylediğimi de düşün.”
“Sana hiç bir şey için söz veremem ama düşüncem amca bu yeterli mi?”
“Şimdilik buda bir adım. Akşam yemeğe kal. Hemen kaçmak yok. Sana ihtiyacım var koca oğlan
“Tamam”
“Şimdi git yemekte görüşürüz oğlum.”
Brain kapıdan çıktığında tek cümle içini yakıyordu. ‘Alex sevgilisiyle Meksika yollarında’ Bu şu demek her an kızın yaşadığı anlaşılabilirdi. Cebinden telefonu çıkardı. Koridor boyunca ilerlerken kendi kendine ‘Kendim gitmeliydim, kendim gitmeliydim neden aptal Alex'i gönderdim. Salak kafam Edgar’da gidebilirdi. O, dikkatsiz, o dikkatsizi neden gönderdim. Kızı öldürtecek, ben ne zaman kontrolü elimden kaybettim, ne zaman başkalarını dinler oldum kahretsin.’
“Efendim Efendim”
“Yorgi”
“Akşam yemeği efendim özel istediğiniz bir şey var mı?”
“Tabi, benim o çok sevdiğim mistik kurabiyeler hazırsa eğer odama biraz getirir misin? Yemek için özel bir isteğim yok Yorgi ben odamdayım.”
“Peki Efendim.”
Brain içindeki yanan volkanı susturdu gayet sakin bir şekilde üs kattaki odalara ilerledi. Telefonu cebine soktu ‘relaks relaks’ Odaya girince her şey bıraktığı gibi duruyordu, yatağına uzandı. ‘Sakin burada olmaz’ dedi içinden gözlerini kapadı." dinlemeliydi. Gitmesi gerektiği için gitmeliydi. ‘Yaşlı Kurt, yutmamalıyım attığın oltayı’ aklından geçen son düşünceyle gözlerini kapadı.*******
Merhaba doğaçlama şu an eksiklerim olabilir yorum yazın lütfeen.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |