18. Bölüm

18. Bölüm

Bahar Yıldız
gdscgny

 

Fanusun için de aramızda oluşmuş garip sessizliği ilk o bozdu. “Hadi buradan çıkalım.” Elimdeki silahı belime soktum ve bir iki ihtiyacı alırken "Vakit yok hemen" dedi. Çantamı sırtıma taktım ve hızlıca kuyunun ağzına vardık. Geçitten önce O çıktı, sonra ben. Izgaranın önünde bana baktı omuzlarını gösterip, “Hadi” Kesinlikle sarılmak içimden gelmedi. El mecbur, benim için yabancı adamdı. Bileğimden tutarak beni sırtına aldı ve kuyunun içinden çıkardı.

Hava yeni aydınlanmaya başlamış ve Güneş ufuktan kızıllığını gösteriyordu. Meksika ormanı ve yeşili olan bir yer değildi. Ben sadece burada orman gördüm ve burası özel mülktü. Şehir ve şehre gittiğimiz yollarda bodur ağaçlar vardı. Rüzgâr sabah sıcak esiyordu. Tozluydu. Benim ülkeme hiç benzemiyordu. Kuyudan çıktığımızda yüzümde vuran rüzgârı özlemiştim. Yanımdaki adama dikkat ettiğimde üstü kanlıydı, savaştan çıkmıştı. Uzun boylu, yapılı ve yakışıklı bir adam. Şakakları ağarmış gözlerinin altı biraz uykusuzluktan morarmış olan bu adam benim öz babamdı.
Dirseğimden tutuğu gibi ilerideki cipe doğru koştuk “Sen arkaya” dedi. Arabanın kapısını açıp, içine geçtiğimde Brain iki büklüm eli arabanın kolunda içeri girdiği mi fark etti. Gülerek "Geç kaldım Turk" Lanet adamın karnı kanıyordu yaralanmıştı. O an tüm öfkem buhar olup uçtuğunu hissetim. İçimde anlamlandıramadığım bir korku filizlendi. Cip hızlıca hareket etti. Osman Beyin elime verdiği gazlı bezle tampon yapıyordum.
"Dayan evlat, birazdan yarana bakacağım" dediğinde benim gözlerim uzakta yükselen dumana takılmıştı. Duman, yüzyıllık malikânenin yanılmıyorsam yandığını gösteriyordu. Brain kucağımda yüzüme bakıyordu. Gözlerimi kucağımda yatan adama çevirerek Türkçe “Ölme çünkü çok uzun zamandır gelmeni bekliyorum. Gediğinde ben öldürecektim seni. Şimdi ölme! Öldürme işi benim. Seni öldürmek benim hakkım.” Bana bakıp gülüyordu aptal adam. Osman Bey'e bakarak “Yaşayacak mı, kan kaybından ölmese?”
“Yaşatma mı istiyorsun? Olur, ben doktorum Azra uygun bir yer bulmalıyız.”
Şehrin içine son hızla sürdü ve benzinlikte durdu. Benzinciye girip çıkması bir oldu. Şehrin izbe karalık sokaklarda ilerledik ve bir kapının önünde durdu. Kucağımdan Brain çekip aldı. Kapıya vurmaya başladı. Arabanın kapılarını kapadım. Evin kapısı açıldığında içerden çıkan zayıfça bir adam, Osman Beye baktı ve yüzünde oluşan şaşkınlıkla. “Bay Grant” dedi ve içeri girmemize izin verdi. İki adam Brain yatağa yatırdılar. Adam içeri koştu. Elinde tıbbi aletler ve tombulca bir kadınla içeri girdi. Kendi aralarında İspanyolca hızlıca konuştular. Osman Bey ne yapmaları gerektiğini anlattı Brain gözleri kapalıydı fazla kan kaybettiğinden kendinden geçmişti.

İki gündür buradaydık. Brain'ın çok kan kaybı onu halsiz bırakmıştı ve doğal olarak iyileşmesi biraz zaman almıştı. Osman Bey, Brain'ın yanında kalmamı istemiş ve ilaçlarına dikkat etmem konusunda uyarmıştı. Aslında bakımını benim üstüme yıkmıştı. Bu sıcak izbe odada ki koltuktan kalkamamıştım. İki gece ateşli ve sayıklamalarla geçirdik. Bazen gözlerini açtığında bana bakıyor sonra derin bir uykuya dalıyordu. Osman Bey iyi bir doktordu hareketleri çok seri ve ne yaptığını bilerek hareket eden adamdı. Henüz ikimizde konuşmamıştık daha doğrusu konuşmak istemiyordum. Onu tanımıyor ve tanımakta içimden gelmiyordu. Osman Bey’de konuşmak için üstelemiyordu.

Evlenmek isteyen adam vazgeçmişti anlaşılan. Beni baba teslim etmek için ateş çemberinin içinden geçmişti. Takdir ediyordum, doğru olan da buydu. Bugün banyo yapmıştım. Ev sahibi Sofi’nin kızı Maria, bana diz altına gelen, vücudumu saran, belden aşağıya can gibi inen açık sarı elbisesini vermişti. Saçlarımı toplamış başımın üstüne topuz yapmıştım ve dizlerimi elbisenin içine almış koltukta uyukluyordum.

Biri kapıya yaslanmış, bir diğeri yatakta doğrulmuş iki erkeğin beni izlediklerinin farkındaydım. Önce Osman Bey,

“Kızım!”

“Onunla konuşabildiniz mi?”

“Hayır, hazır değil.”

“Peki siz”

“O hazır olmadan asla konuşmam. Hazır olunca.”

“Durumu biliyor mu?”

“Hayır bilmiyor. Kendisi nasıl olsa anlayacak.”

“Zeynep Hanımla konuştunuz mu?”

“Evet, bu gün kalbi huzurla ilk defa uyuyacak ve artık ayağa kalkma vaktin geliyor genç adam. Buradan bir an önce çıkmalıyız. Bir şeyi merak ediyorum. Merakımla ilgili tek soru neden öldürmedin? Nedeni ben miyim?”

Her ikisini de dinliyordum. ‘Bilmediğim bir şey vardı, annem iyiydi, Osman Bey ben hazır olmadan benimle konuşmayacaktı ve bu sorunun cevabını bekliyordum.’ ama ses yoktu ikisi de susuyordu. Bekledikçe burnum kaşınıyordu ama ben sabırla gelecek cevabı bekliyordum.

Sonunda

“Aslında ben cevabını verdim size”

Karşı tarafın güldüğüne yemin edebilirdim.

“Bunun imkânsız olduğunu sende biliyorsun değil mi?”

Bu sefer diğer taraf gülüyordu adım kadar emindim.

“Göreceğiz.”

Sıkılmıştım üstelik burnum acayip kaşınıyordu. İstemsizce kıpırdadım. Gözlerin mi açtığımda Osman Bey çıkmıştı. Brain da beni izliyordu.

“Duydun”

“Neyi?”

“Azra Azra, babanla beni”

Sinirlenmiştim "İyileştin anlaşılan, ne zaman ayağa kalkarsın, artık sana bakmaktan yoruldum Amerikalı" Yüzünde garip ve pis bir sırıtışla, "Sen Türk kadını değil misin? Duyduğum kadarıyla çok vefakâr olurlar."

“Doğru ama bir o kadarda tehlikeli olurlar.”

"Evet, şey sırtıma bir yastık koyar mısın?" biraz doğrularak Kalktı. Koltuktan kalkıp bir tane sırt yastığı aldım ve arkasına doğru ilerledim. Yastığı sırtına yerleştirdikten sonra, tekrar yerime giderken kolumdan tutup yanına oturttu.

Elini kalbimin üzerindeki yara izine koyarak "Özür dilesem beni affedebilir misin?" gözlerime bakışlarını kilitlemişti. Ne demeliydim. Şaşırmıştım, bunu kesinlikle beklemiyordum. Ben ne konuşmaya, nede affetmeye hazırdım. “Bil, Bilemiyorum" diyerek kekeledim. Kalkmak için hamle yapınca tekrar durdurdu. "Tamam, affetme, ben bile kendimi affetmiyorum. Sen bana ne yaptın biliyor muzun? Asla bir masuma dokunmamam gerektiğini, yoksa bu hayatta cehennemde yanacağımı, ya da yine bu hayatta olabilecek huzuru ve cenneti kaybedeceğimi öğrettin. Azra ben hep cehennemdeyim, bu cehenneme seni de sürükledim. Özür Dilesem en azından bunun için affeder misin?"

“Giderayak vicdan temizliği mi? Babama teslim ettin ve af dile çok iyi ya! Hanginizi afetsem. Onu mu? Seni mi?

“İkimizi de affetmen kolay değil”

“Seni affetmem, senin için önemli mi?”

“Önemli Türk önemli”

Nasıl olsa artık gidiyordum. Affettim diyerek kurtulabilirdim diye düşündüm. Kafam hala yere bakıyordu. Eli bileğimde bana bakmaya çalışıyordu, kafamı kaldırdım.
"Artık çok önemli değil affetmem. Ama sen duymak istiyorsun ya, bunları duy. İnsanları öldürme, kimseyi o fanusa koyma, insanlara ikinci sınıf insan muamelesi yapma, konuşma özürlüsün sen nasıl desem hödüksün."

Gülüyordu.

“Dilimi konuş Türk” dedi.

Ellerini topuzdan kurtulmuş saçlarıma parmaklarını dolayarak yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Sayın Azra soyadı belli olmayan bebek, sen çok önemlisin ve baban seni almaya geldi diye benden kurtulduğunu düşünme"
“Evlenmiyorum, senden de kurtuluyorum, kısaca sana veda edip ve ülkeme döneceğim.” Pisliğin sözleri, kalbimde bir korkunun filizlenmesine sebep oldu. “Evet döneceksin ama” Bilmediğim neydi?

“Söylesene bilmediğim ne?” Kahkahalar odayı doldururken onu tasasız gülerken yüzünün aldığı muzip ifade gözlerime takıldı. Canı yandı biraz geri çekildim, belli etmiyordu biliyordum Osman Bey içinden iki kurşun çıkarmıştı ve hayati organlarına gelmemesi onun şansıydı. “İyi misin?” Gülerek "iyiyim bizi dinlediğini biliyordum Türk" Dediğinde yalnız olmadığımızı fark ettim. Başımı kaldırdım kapıda Osman Bey bize bakıyordu. Yataktan kalktım utanmıştım. Tekrar koltuğa oturdum. O ise ikimize bakıyordu. Ertesi gün Brain elinde bastonla salonu dolanıyordu. İyiydi.

Kapının önünde Maria ile sohbet ediyordum. Bugün yola çıkıyorduk. Kız beni Anna olarak biliyordu. Brain ve beni ülke dışına çıkaran ise kişi ise Mr Grant’ı.

Cipi hazırlandı. Yola arabayla çıkıyorduk. Osman Bey'in bana söylediği Güney Amerika üzerinden Venezuela'nın başkenti Karakaş’a gidiyorduk, sonrada Paris ve İstanbul yapacaktık. Brain arkaya ben Osman Beyin yanına oturdum.

İkisinin birden İspanyolca konuşmaya başlaması, ikisini de katletmek için güzel bir sebepti. Birbirleriyle hızlıca konuşuyorlardı. Ne sinirli, ne küskündürler sadece Brain anlamadığım bir konu hakkında Osman Bey'i ikna etmeye çalışıyordu. Yol uzundu onlar konuşuyor ben ise dinliyordum.

Birden Alex'i bıraktığımız havalananının önünde durduk. Brain arabadan indi. Osman Bey bana dönerek. "Brain'la burada yollarımız ayrılıyor Azra. Onun, seninle konuşmak istedikleri var, seni arabada bekliyorum." Kafamı salladım ve yavaşça arabadan indim. Yolun ilerisindeki kayalıklara doğru ilerledi. Sırtında çantasıyla yavaş yürüyordu. Döndüm Osman Bey'e baktım ve eliyle işaret etti git diye biraz yürüdükten sonra kayaları geçince araba görünmez oldu. İlerde ufka doğru bakıyordu. Yanında durdum.

“Osman Bey benimle konuşmak istediğini söyledi.”

Birden bana döndü iki eliyle yüzümü kavrayarak "Sana yaşattığım her şey için çok özür dilerim Türk dedi" Fazla özür diliyordu. “Önemli değil bitti artık.”

“Çok önemli Azra” Neden sürekli başa sarıyordu ki hödük. Gözlerime bakışı içimi acıtmıştı pişmandı anlamıştım. Bir an düşündüm, bu görevi başkası yapsaydı belki hayatta olmayacaktım. Tabi yaşadığım hiç bir şeyi silmiyordu. Sırtındaki çantayı almamı istedi. Sırtından çektim aldım. Çantanın önünden bir pasaport, kimlik ve bir kaç evrak çıkardı. Bana uzattı. Elinden aldım.

“Ben Kuzeye, Sen Kuzey doğuya gidiyorsun birazda güney sayılır. Oralarda kendine dikkat et olur mu? Ülkene dönünce okulunu bitir. Azra sonra burada sana eğitimin için yardım etmek istiyorum eğer kabul edersen.

“Ben ben ne diyeceğimi bilmiyorum. O kadar çok şey yaşadım ki uzun zamandır ülkemden uzağım.” Tam bir yıl az zaman değildi. Ömrümün bir yılında bana kâbusları yaşatan bu adamdan ayrılırken onun pişmanlığına merhem olmak istemiyordum. “Hatırlıyor muzun şu karşıdaki tepeyi Türk”

Eliyle beni öptüğü yeri gösteriyordu. Sadece kafamı salladım. Gözlerimi yere indirdim utanmıştım. O an sihirliydi. Eliyle kafa mı kaldırdı. Gözlerimin içine bakarak "Sana araba da tanrı ile ilgili söylediklerimi hatırlıyorsun değil mi?" Çok şey demişti ama neyi hatırlatmak istediğini anlamıştım. Gerçekten artık bir önemi olamazdı. Tekrar kafamı sallayarak indirdim bu sefer kızarmıştım. Biliyordum" düşün" dediğinde de biliyordum. Dudaklarını anlıma bastırdığın da, bunun bir veda olmadığını kesinlikle biliyordum. “Zamanı gelince görüşeceğiz Türk.” dedi.

İçimdeki korku ve heyecanla “Senden kurtulamayacağım değil mi Amerikalı? Dedim.” Kalbim hala kafesten kurtulmuş gibi hissetmiyordu. Kalbime attığı kurşunla oluşturduğu tahribatı kesinlikle iyileştirecektim. Umut ışığım ülkeme dönmemdi. Sırıtarak döndü ve havalananı doğru yürümeye başladı.

“Zamanı gelince Türk.”

“Bitti artık. Hey! Kendine iyi bak ölme.”

“Karımı dul bırakmam merak etme”

‘Aptal şey’ diyerek Cipe doğru döndüğümde olduğum yerde çakılı kaldım.

Ne demiş, ne demişti bu adam "Karımı dul bırakmam" ellerimdeki kimlik ve pasaportu açıp baktım inanamıyordum. Adım Azra George Brain Graham lanet olasıca Benimle evlenmiş, aşağılık herif dediğini gerçekten yapmıştı. Kafamı kaldırdığımda ağzım bir karış açık, kalbim korkuyla çırpındı. Çünkü gözlerinde o buz gibi bakışla, gözüm üstünde ona göre işareti yaparak havalananına girdi. Kurtulmak ne kelime adam beni kendine tapulanmış şekilde bırakıp gitti. Kafamı kaldırıp tepeye baktım şimdi ne demek istediğini tam olarak anladım. "Allah katında sözlendik demişti." İçimde büyüyen öfkeyle ayağımı yere vurarak lanet lanet dedim. Geri dönerek asıl canına okumam gereken kişinin yanına gittim.

Bölüm : 24.12.2024 12:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...