29. Bölüm

Dönüş 3

Bahar Yıldız
gdscgny

“Merhaba, ben George Brain Graham,” dedi ve elini uzatarak, “Osman Bey gönderdi ve Azra’yı benim almamı istedi.”

Zeynep Hanım çok şaşırmıştı. Bir yanda kızı, bir yanda ise önündeki genç adamı gözlüyordu. Kapıda kaldığı için Orhan Bey, Brain’i içeri buyur etti.

Azra da şaşırmıştı, açıkçası bunu beklemiyordu. Kapı eşiğinde içeri giren Brain, evi inceleyerek holden içeri yürüyordu. Ancak Zeynep Hanım onu durdurdu ve ayağını gösterdi. Dolaptan bir çift terlik alarak önüne bıraktı. Brain gülümseyerek ayakkabılarını çıkarttı ve ayağına terlikleri giydi. Biraz küçük olsa da idare ederdi.

Ev çok temiz ve sade döşenmişti. Modern bir tarz vardı, ancak yöresel bir sıcaklık da yansıtılmıştı. Duvarlarda el motiflerinden (kanaviçe) yapılmış tablolar asılıydı. Koltukların üstü el örgüsüyle örülmüş örtülerle kaplanmış ve yanlarında ağaç şeklinde oyulmuş dekoratif raflarda fotoğraf çerçevelerinin içinde kolaj şeklinde hazırlanmış resimler odaya hoş bir tezat katmıştı.

Orhan Bey, Brain’i tekli koltuğa oturttu. Azra ise ikili koltukta babasının yanına oturduktan sonra,

Orhan Bey, “Bir şey içer misiniz?” diye sordu. Brain bir bardak su rica ettiğinde, Zeynep Hanım sürahiden bardağa su doldurup, onu Brain’e uzattı.

Brain İngilizce olarak, “Teşekkür ederim. Sizi rahatsızlık vermek istemezdim, ama durumu Osman Bey anlatmış olmalı. Bir de sizinle doğrusu tanışmak istedim, kızınızın benimle güvende olduğunu bilmeniz açısından,” dedi.

Azra, konuşulanları annesine İngilizceye çevirdi. Zeynep Hanım, “Osman Bey, Azra’yı tanık korumaya alacağını henüz Amerika’ya gönderecek kadar durumun ciddiyetini bahsetmedi,” diyerek, Brain’e dikkatlice baktı. “Durum çok ciddi mi?” diye sordu.

Bu sefer Brain, gözlerini Zeynep Hanım’a dikerek, “Evet, durum çok ciddi. Osman Bey’e yeni gelen istihbarattan dolayı beni aradı. Bu yüzden buradayım,” dedi.

Azra, ilk defa ona itaatkar bir şekilde gözlerinde belli bir mesafe koyarak, “Ne zaman yola çıkmamız gerekecek?” diye sordu.

Brain, camdan buz gibi gözlerini ona çevirdi ve “Hemen şimdi. Biletler alındı, dört saat sonra uçağın içinde olmamız gerekiyor. Hazırsan bir an önce çıksak çok iyi olur,” dedi.

Azra, elini kalbine koydu. Geri dönmek inanılır gibi değildi; bu çok erkendi, üstelik bu adamın eşi olarak gidecekti. İçinden binlerce kes sövdü, lanetledi kaderini. Babasına sıkıca sarıldı. Orhan Bey kızını kucaklarken, o mistik kokusunu son defa içine çekerken ağlıyordu.

“Seni hep seveceğim, tek evladım, kızım. Ben senin her zaman yanındayım. Bir kuş uçurtman yeter. Azra, bunu biliyorsun,” dedi. Cebinden bir telefon çıkarıp, ona uzattı. “Annen ve ben kayıtlıyız, her ihtimale karşılık sende kalsın,” dedi. Küçük eski telefonu ve bir deste parayı cebine sıkıştırdı.

“Korkmayın, kızınızın hiçbir şeye ihtiyacı olmayacak. Bana güvenin, sizinle sürekli iletişimde olacağız. Sadece bir süre, ortalık durulana kadar sessiz kalmamız faydalı olur.”

Ortalık bir an sessizleşti.

Zeynep Hanım birden ayaklanarak, Brain’in karşısında durdu. Alev gibi gözlerle genç adama baktı. “Şimdi beni çok iyi dinle, genç adam. Kızım, benim hayatım, anlıyor musun? Bu evliliğe mecburi olduğum için katlanıyorum. Azra’yı hiçbir şekilde bir şeye zorlamayacaksın. Senin yanında sadece emanet. Anlat ona, Orhan sen anlat, Azra değil,” dedi.

Orhan Bey, Brain’e anlayacak şekilde açıklama yaptı.

“Eşinize söyleyin, ben Azra’yı incitmem ve onun istemediği hiçbir şey onun hayatında olmaz. Okulu buradan oraya entegre edilecek, hayatı olduğu gibi devam edecek. Üç hafta sonra sizinle iletişimde olacağız. Yanlış anlamayın, ama benim de orada bir ailem var. Onların bu durumdan haberleri yok, ve bu evliliğin gerçek olduğuna inandırmam gerekiyor. Bu nedenle orada bir düğün olabilir,” dedi.

Orhan Bey, çevirince,

Zeynep Hanım diklendi ve “Ona de ki, bu evlilik kızım istemezse asla gerçek olmaz. Ayrıca dua etsin ki, dinimizin gereklerini sorgulamıyorum. Yoksa buradan sünnet olmadan Amerika’ya kızımı alıp zor döner,” dedi.

“Hanım, sen çıldırdın mı? Adama bunu çevirmemi beklemiyorsun değil mi?” Orhan Bey, sinirli bir şekilde tekrar konuştu. “Çevir, Orhan. Onun, kızımı sahipsiz sanmasını istemiyorum, anladın mı?”

Orhan Bey, sinirli bir şekilde çeviri yaparken Brain gülümseyerek, “Ailem Yahudi asıllıdır, sünnet gibi bir sorunum yok, Orhan Bey. Kızınızın inançlarına da saygım sonsuz, içiniz rahat etsin,” dedi.

Zeynep Hanım, Azra’ya dönerek, “Güzel bak kızım, bir Yahudi’yle evlisin, tebrik ederim. Ama senin suçun ne ki? Asıl suçlu ben miyim, geçmişi senden sıyırıp atamadım,” dedi.

Azra, konuşulanları dinledikçe şaşkınlığı artmıştı. Bu adam ya yalan söylüyordu ya da başka bir durum vardı. Katolik bir ailenin çocuğu değil miydi? İçinde volkanlar patlıyordu, ruhu daralmış ve kaygıları zirveye çıkmıştı, fakat yüzünde hiçbir ifade barındırmadan yerinden kalkarak annesine sıkıca sarıldı. “Korkma anne, seni mahcup etmem. Üç hafta sonra benden telefon alamazsan, yine de umudunu kaybetme. Ben sana her zaman dönerim. Bu evlilik ne getirir, bilmem. Ama bildiğim tek şey, beni kayıp ettiğini düşündüğün o günler gibi yaşadıklarını sana tekrar yaşatmam. Seni çok seviyorum, bana güven ve içini rahat tut. Tamam mı, canım benim?”

“Tamam, güzel kızım,” dedi Zeynep Hanım.

Brain hareketlenerek, “Artık çıkmamız gerekli, lütfen endişe etmeyin,” dedi.

Azra hazırdı. Eline valizini alıp, hep birlikte apartmanın dışına çıktılar. Zeynep Hanım, gözlerinden yaşlar süzüldü ve “Allah’ım, kızımı koru,” diyerek bildiği tüm duaları okumaya başladı.

Azra, annesine ve babasına sıkıca sarıldı. Brain elindeki valizi alarak, cipin arka tarafına yerleştirdi. Yüzünü Zeynep Hanım’ın güzel yüzüne çevirdi ve elini sıkarak, “Osman Bey’in yanına gidiyoruz, endişe etmeyin. O, sizi habersiz bırakmaz,” dedi.

Zoraki bir gülümsemeyle karşılık verdi Zeynep Hanım. Ne söyleyebilirdi ki? Azra tekrar annesine sarılıp arabaya bindi.

Brain yanına oturunca, gözlerini dönüp ona çevirdi. İkizinin de yüzü ifadesizdi.

Brain, ona dönerek, “Nasılsın? Türkçe,” dedi.

Azra, yüzünde "Bu senin eserin" dermiş gibi bakarak, “İyiyim Yahudi,” dedi. Brain’ın kahkahası arabayı inletti. “Sen beni güldürdün ya, ölmeyeceksin, bunu bil. Bu, ilk güzel karım. Hiçbir kadın ve erkek bunu başaramadı. O yüzden benimle evlisin sen,” dedi. Birden direksiyondan bir elini çekerek Azra’nın çenesini kavradı ve gözlerine iki saniye baktı. Bakışları buz gibiydi. Azra, aynı ifadeyle bakışlarına karşılık verdi.

“Senin eserin değil mi?” dedi.

“Ben sana söyledim, canına susayan sendin. Sana Alex'ten uzak dur dedim, beni zorladın. Ayrıca amcam evlendiğimi öğrendi. Dolayısıyla onunla tanışman gerekiyor, mecbur kaldım. Yoksa seni ben değil, o bulurdu. O zaman hiçbir şey aynı olmazdı.”

“Bundan dolayı ortalığı karıştırdın, değil mi? Bencil adam.”

“Bu güzel ağzına bu sözler yakışmıyor, Türk. Emin ol, bu şekilde konuşursan ben de seni hiç istemeyeceğin şekilde sustururum.”

Azra birden sinirle ona dönerek, “Gitmekten vazgeçtim. Ne yani, nasıl susturacaksın? Kurşunlayarak mı, yoksa kilitleyerek mi, ya da döverek mi? Hangisini söylesene?” dedi.

Bu kız, kesinlikle ölümü olacaktı. Fazla zeki ve o güzel dudakları hareketlenmeye başlamıştı. Sorun şu ki, kendisi böyle durumlarda sabırlı değildi. İçindeki öfke ve özlem karışmış, volkan gibi patlamak üzereydi. Araba ağaçlık alana girdiği anda, Brain arabayı sert bir hareketle yana çekti. Sinirle kapıdan çıktı ve kapıyı hırsla çarptı. Bir ileri bir geri giderek derin nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. Bu ufaklık sabrını daha başlamadan zorluyordu. Ama vakti yoktu, bir an önce yola çıkmaları lazımdı, ama ufak bir ders hak ediyordu.

Azra'nın kapısını açarak, kolundan tutup dışarı çıkardı. Azra, korkuyla gözlerini Brain'a çevirdi.

“Seni nasıl sustururum biliyor musun? Öğren o zaman,” diyerek dudaklarını kızın dudaklarına kapadı.

Azra'nın kalbi atmayı durdurmuştu, sendeledi. Bir çift kol beline sarılarak bedenine yasladı. Brain’ın dudakları, Azra’nın ağzını aralayarak içine daldığında, ikisi de bu dünyadan soyutlandılar. Kopmak istedikçe kopamadılar. Brain, dudaklarını çekmeden Azra’nın dudakları üstünde kokusunu soluyarak sarıldı ve kulağına yaklaşarak, “Seni böyle sustururum Türk, anladın mı? Senin artık cezan bu,” dedi.

Azra sarsılmış bir halde gözlerini Brain’ın gözlerine kilitledi. Ne demesi gerektiğini bilemedi. Bu adam, böyle mi cezalandıracaktı kendisini? İçindeki korku, ürpertileri tüm benliğini sarstı. Ama bu korku, Brain’a karşı değildi. Kendi yüreğinde yanmaya başlayan ateşten korkuyordu.

Brain kapıyı açarak, Azra’yı arabaya oturttu. Onun sus pus hali çok hoşuna gitmişti. Gerçekten ölümü olacaktı bu kız; ilk defa kendi içindeki kasırgalardan, anlaşılmaz fırtınalardan, bu yaktığı yangından korkuyordu. Âşıktı. Elinin içiyle suratını sıvazladı ve arabayı hareket ettirdi. Tek tesellisi, o öpüşmenin acemice olsa da bir karşılığı vardı.

Havaalanına vardıklarında, Azra’nın sakinliği azalmaya başlamıştı. Etrafını izlerken, arabanın küçük bir piste doğru gittiğini fark etti. Valizi aldı, Azra yanında etrafına bakıyordu. Osman Bey arıyordu, gözleri emindi; gelecekti.

“Osman Bey’le buluşacağımızı sanıyordum,” dedi.

Brain yüzünü çevirerek, “Gelecek,” dedi.

Araba, jetin önünde durdu.

“Hadi.”

“Olmaz, Osman Bey gelmeden binmem. Gerçekten haberi var, değil mi Brain?”

“Haberi yoksa da olmuştur. Bin şu uçağa Azra, nasıl olsa bizi bulur.”

“Nasıl bir yalancısın! Sen neden aileme yalan söyledin?”

“Azra, uçağa bin. Karımı, soyadımı taşıyan birini benden binlerce kilometre uzakta bırakamam, değil mi? Karımsın ve ben ne diyorsam o!”

“Sen delisin! Alex haklıymış, binmeyeceğim. Ben geri dönüyorum, anladın mı?”

Birden elindeki valizleri yere koyan Brain, Azra’ya ölümün karanlığında bakarak yaklaştı. Bileğinden tutarak, omzuna attı. Tıs, bir çığlık duyuldu. Merdivenleri ikişer ikişer koşarak, kapıdan içeri girdi ve koltuklardan birine bıraktı. Sakince kemerini bağladı.

“Yerinden bir milim oynarsan, olacaklardan ben sorumlu olmam, Azra. İnan, olmam. Beni az da olsa tanıyorsun.”

“Sen zorbasın, kötüsün, yüzün hiç gülmüyor, sadece beni korkutuyorsun.”

Brain valizleri uçağa aldıktan sonra, kokpitte üç kez tıklattı ve uçak piste hareket etmeye başladı.

Yavaşça Azra’nın koltuğunun tam karşısındaki koltuğa oturdu. Azra, yüzünü cama çevirmiş, gözlerini dışarı dikmiş sessizce kaybolmaya başlayan yeryüzünü izliyordu. Birden ağlayan gözlerle döndü.

“Sana tek soru: Neden?”

Brain, iki eliyle ortadaki küçük sehpayı tutarak, yüzünü ona yaklaştırdı. “Bu kadar saf olamazsın, değil mi? Nedeni sensin, küçük Türk, sensin.”

“Ben saf mıyım? Beni aydınlat, ben ne? Ben sana hiçbir konuda ümit vermedim. Beni öpen sensin, sürekli hırpalayan sensin. Ne yani, Amerika’ya gidip hiçbir şey olmamış gibi evli bir çift mi olacağız? Söylesene?”

“Bilmiyorum, bunu zaman gösterecek. Belki biraz saplantılı olabilirim, Azra. Sana şu kadarını söylemeliyim ki, bir yıla yakın hiçbir kadına elimi süremiyorum. Eğer bana yardım etmesen, bu gidişle rahip olacağım.”

Azra şaşkın bir şekilde adamın yüzüne baktı. “Bu durumun benimle ne ilgisi var?”

“Hadi ya, ne ilgisi var? Ben senin gibi safı hak edecek ne yapmış olabilirim? Bak, bulutlara, onlarda bile kirlilik oranı çok yüksek. Ama sen, dünyadaki bu kirlenmeden zerre nasibini almamışsın. Tabii, o ağzında bir de Alex kelimesi çıkmasa…”

“Şaka gibisin, kıskanıyorsun!”

“Sonunda…”

“Kurbanına âşık olan cellat! Ya ben sana aşık mıyım? Bir sorsana bana! Kafana göre hareket ediyorsun.”

“Öpünce cevap veriyorsun. Bu bana yeter şimdilik.”

“Ne? Ben sana cevap vermiyorum. Ben öpüşmenin ne olduğunu bile bilmiyordum. Bildiğim tek şey, görseldi. Cevap verdiğimi nereden çıkardın?”

Kalakalmıştı. Ona cevap veriyor muydu? Öpüldü, başı dönüyordu, zemin kayganlaşıyor, garip bir uyuşukluk hissediyordu. Bu aşk mıydı? Bir yıldır bu adam bir şekilde hayatındaydı ve ona karşı içinde büyüttüğü korku olmuştu. Alex’le birlikteyken bile, sinsi bir yılan gibi varlığının korkusu yüreğinde saklanmıştı. Alex’e karşı aşırı tepkili oluyordu.

Brain, gözünü kırpmadan karşısındaki kızın yüzüne bakmayı sürdürdü. Uçak son hızla ilerliyordu.

“Osman Bey’e ne demeyi düşünüyorsun, Brain? Kızını aşık oldum ve onu kaçırdım, hem de ortalığı biraz karıştırarak mı?”

“İnince ararım. Sen benimle bir süre denemek istediğini söyleyebilirsin, mesela.”

“Orada dur! Benden yardım isteme. Sana bir cevap vermedim. Beni istiyor musun diye sorma gereği bile duymuyorsun. Ben ne diye sana yardım edeyim?”

“Türk, emin ol ki en az benim seni istediğim gibi isteyeceksin beni. Sana yemin olsun, aşkta ve savaşta her şey mübahtır, öyle değil mi?”

“Kendinden çok eminsin…”

Elini yüzüne uzatarak saçlarındaki buklelere doladı, yavaşça yüzünü kendine yaklaştırarak buz mavisi gözlerini ela irislere dikti ve, “Eminim, Türk.”

“Hı hı…”

Azra, saçlarını parmaklarından kurtararak geriye yaslandı. Yüzünü pencereye çevirdi. Bir süre gökyüzünün kızıllığında bulutları izledi. O bulutları izlerken, Brain’ın gözleri üzerinden bir salise ayrılmadı.

Azra birden dönerek, Brain’a, “Benimle evlenmek mi istiyorsun, gerçek bir evlilik?”

“Biz zaten evliyiz,” dedi rahatça, gerinerek bacaklarını üstüne attı. Yüzünde hafif bir tebessümle kızı incelemeye devam etti.

“Çarpıtma, Mr. George Brain Graham. Sen bana evlilik teklif ettin, ama benim sana evet dediğim bir evlilik değil bu…”

“Bu dili bu kadar güzel ağzında yuvarlayarak konuşmana bayılıyorum Azra. Benden de evlilik teklifi mi bekliyorsun? Tamam, olur. Sorun değil.”

Brain pişkin pişkin sırıtarak kızın suratına bakmaya devam etti.

Dalga geçiyor, alaya alıyordu.

Genç kız yüzüne baktı adamın, elleriyle yüzünü işaret ederek, “Şu suratındaki ifade var ya, yapacağın teklife vereceğim cevap, Mr. George Brain Graham.”

Brain etrafı inleten bir kahkaha attı. Bu kız onu güldürüyordu. Yavaşça yerinden kalkarak, kızın karşısına geçti.

“Bana bakıyorsun, ne görüyorsun?”

“Sana bir yıla yakın baktım o fanusun içinde. Çok şey gördüm ve gördüğüm hiçbir şey hoşuma gitmedi. Ne yaptıkların, ne de uğraştığın... Her şey bana korkudan başka duygu uyandırmadı. Kısacası, sana çok baktım.”

“Baktın ve gördün. Sence bakmak, görmek demek mi? Neye baktığını bilmek demek mi? Neye baktığını görsen de, bildiğini sansan da, ya da anladığını farz etsen de, aslında bu senin hiçbir şey bilmediğini ve görmediğini gösterir. Bakarsın ama görmesin. Her gördüğüne gerçekten baktığında, gördüğünü anladığını sansan da, anlamazsın. Kısacası izlenim bir yanılgıdır.”

Genç kız gözlerini kırpıştırarak karşısındaki adama baktı.

“Salak olduğumu mu söylüyorsun?”

Brain, yüzündeki tebessümle, “Ne haddime, sadece izlenimin yanılgı olmadığını anlamak için bakmak, görmek yetmez. Yani koklaman, dokunman, hissetmen gerekir. Kısacası…” dedi.

“Koklamam, dokunmam! Yemem de gerekiyor mu?”

Brain kahkaha atarak ayaklandı. “Lütfen ye beni,” diyerek koltuğuna yaklaştı. Gözlerini Azra’ya çevirdi. “Senin korkunu yüreğinden söküp almayacağım, Azra. Sen benden korkmamayı öğreneceksin. Bunu sen başaracaksın.”

Azra, gözlerini kısarak etrafını gösterdi ve, “Bak, bu uçak çok lüks. Yani zenginsin bir. Kesinlikle sıradan bir Amerikalı değilsin, iki. Hollywood filmlerinden çıkmış casuslar, askerler gibisin, yani aksiyonun çok bol, bu üç. Korkmamak, senden korkmamak... Hadi söyle, nereden bileyim beni tekrar o fanusun içine sokmayacağını? Bu da yapar, dört.”

“Ben zenginim, bu doğru. Ama bu sadece hayatımızı kolaylaştıran bir unsur, asla fazlası değil bir. Sıradan olmamak benim suçum değil, bu iki. Askerlik benim mesleğim, bu üç. Azra, seni o fanusa sokmam gerekirse, bunu sadece güvenlik zafiyeti nedeniyle yaparım ama eğer başka nedenlerle sokmam gerekirse, ikimizi birden o fanusa kilitlerim, bu da dört.”

“Mr. George Brain Graham, bu kadar laf kalabalığı için benim İngilizcem yetmez. Kısacası henüz aramızda bir sıfat yok, kız arkadaşın bile değilim, nokta.”

Diyerek Azra arkasına yaslandı. Brain, “Hı,” diyerek tekrar koltuğuna yerleşti. Yüzünde tatlı bir sırıtış yer edinirken, ellerini saçlarından geçirdi. “Sende haklısın, senin açıdan bakınca doğru karıcığım.”

Bölüm : 11.09.2025 17:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...