26. Bölüm

25. Bölüm

Nehir Keser
gecemavisiyazarrr

Bir yıl sonra

 

“Teyze! Bunun altı yanıyor, koş!” Bir puding yapmayı bile becerememiştim. Bu son bir yılda zaten ne yaparsam elimde kalıyordu. Ağlamak istiyordum ama ağlayamıyordum.

 

Güneş’in gülme sesini duydum. “Altını kapa, altını.” Dediği gibi de yaptım. Kapatarak, derin bir nefes soludum. “Ne zormuş bu ev işleri ya? Elimden hiçbir şey gelmiyor.” Güneş ile gelmiştik buraya. Aslında ben gidiyordum, beni gördü ve buraya getirdi.

 

Devin’in yanına gidiyordum. Belkide o gün oraya gitseydim, son bir yılımı hiç yaşayamazdım bile. Güneş’e yine çok şey borçluydum.

 

Cemre teyze buraya geldi. “Aptal kız,” diye söylendi. Çocuk gibi sindim yanına. “Ama valla benim suçum yok. Ben daha çay demleyemez iken önüme bunu koydunuz.” Tebessüm etti. Yanağımı sıkıp, geri bıraktı. “Tembel tenekem benim. Ben öğretirim sana hepsini. Kendini doğurabilir en azından.” Yemek yemiyordum ki.

 

Uyumazdım, yemek yemezdim. İçerdim hatta burads bile sarhoş oluşlarım vardı. İnsanları sevmezdim, onlarda beni sevmesindi. Sadece içip uyuşmak vardı bende.

 

Sigara çıkardım, işaret ile orta parmağımın arasına aldım. “Öğretirsin.” Çakmağım olmadığı için, ocaktan yanan ateşle yaktım sigaramın ucunu. Külleşti, umursamadım. Küller insanların hayatını karartırdı.

 

“Bir şarkı aç bari. Sigaranın yanına iyi gider.” Sigara içmemden rahatsızdı. Günde iki paket bitirir hale gelmiştim. Ama elimde değildi ki. Bu sigarayla kendimi cezalandırıyordum belki de. Ömrümü alsın diye.

 

“Ben açıcağım,” dedi Güneş hemen. “Kerem olmadan bu evden rahatça çıkacağım. Eteğimin boyunu soranda olmayacak, kaçta geleceğimi de. Dünya var be!” Kerem yani abim. Onunla görüşüyorduk. Eve geliyordu çoğu zaman. Rizeye gelmesi zor oluyordu. Bunun sebebi işiydi.

 

Gülerek başımı iki yana salladım. Gülmek içimden gelmiyordu ama gülüyordum. Beyaz güvercin gibi. Kaçmak zorunda olduğu evinden kaçmıştı. Ama yaşamak için bir dallara tutunması gerekiyordu. O dalların tek tek kırılacağını bile bile. Evini özlese de gidemezdi. O evin kapılarını içerden kitleyip, camdan kaçmıştı çünkü.

 

Beyaz güvercin ölmek üzereydi. Ama sorun değildi, durabildiğince o dallara tutunup, yaşamaya çalışacaktı.

 

Güneş, iki yabancı şarkısını açınca, yutkunamadım. Bana göre Teoman'ın en anlamlı şarkısıydı. Her neyse. “Uykum var benin biraz. Yatayım mı ben?” Cemre teyze olumlu anlamda başını salladı. “Git yavrum, yat biraz.” Uyumadığımı anlamış olmalıydı. Bütün gece içtiğimi varsayarsak, anlamaması pekte mümkün değildi.

 

“Bu arada, Ceyda derslerini düzeltiyor. Samet zaten okul birincisi. Ders çalışmamasına rağmen, çok zeki.” Samet mükkemmelliyetçiydi. Onları alıp gitmiştim. İkisini bırakırsam daha fazla acı çekerlerdi.

 

Gülümsedim. Onları güvenli bir yere bırakmıştım ve bir telefon vermiştim ellerine. Bu, önemli birşey olduğunda beni aramaları içindi. Burada Ceydanın benim halimi görmesini istemiyordum. Samet zaten benden beterdi. Dünyaya dâir hiçbirşey hissetmiyordu.

 

Odaya girip, yatağa girdim. Çıkasım gelmiyordu. Devin ölmüş müydü yoksa yaşıyor muydu bilmiyordum. Arda Bozok’un mezarını tamir etmişler miydi? Orhan Katar benden nefret mi ediyordu? Peki ben kimdim? Cansu Bozok mu yoksa Cansu Katar mı? Oradakiler nasıldı?

 

Ben ve aklımda ki milyonlarca sorular...

 

Yastığa başımı koydum. Bencil bir insandım. Ama böyle olmayı ben seçmemiştim. Sinirlenince gözüm dönüyordu. Üzgünken dediklerimi sanki ben demiyordum. İçimde ki şeytan konuşuyordu.

 

Ben hiçbir zaman masum bir insan olmamıştım, olamayacaktım. Bu gerçek her geçen gün yüzüme daha fazla çarpıyordu. Belkide bu hayatta masum olmamak gerekiyordu? Cevabı yoktu bende.

 

Bir sene çok fazla gelmişti. Ama gitmekten başka çarem de yoktu, biliyordum. Bilipte hiçbir bok yapamamak koyuyordu insana. Olanların farkına varıpta tam tersini yapmak... Garipti.

 

Sonuna gelmiş bir uçurum gibiydi. Yere düşmemiştim ama ayaklarım kayıyordu. Tek bir adımımla yok olacaktım. Beyinde ki bütün sesler susacaktı, sadece karanlık. Ama ben karanlıktan korkuyordum. Karanlığın içinde yaşamama rağmen.

 

İyi diye birşey yoktu. İyi dediğin anlık bir mutluluk kırıntısından ibaretti. Hatta mutlulukta yoktu bence. Mutluluk olsaydı, ben neden böyleydim? Daha doğrusu, sonsuz mutluluk yoktu. O mutluluk eninde sonunda biterdi, hayat gibi. O hayatı nasıl geçirdiğin önemliydi. Ben o hayatın içine de sıçmıştım.

 

Her neyse.

 

Yatağa yan bir şekilde uzanıp, bacaklarımı kendime çektim. Bu sefer gerçekten boka batmıştım. Keşke herşeyi şuan unutsaydım. Eğer unutsaydım belki de belime kadar gelen saçlarımı, omuzlarıma kadar kesmezdim. Unutsaydım belki de tekrar aynı hataları yapmazdık. Tekrar karşılaşma, hiçbir şey olmamış gibi.

 

Kulaklıklarımı kulaklarıma yerleştirdim. Yanımda her daim olan sadece şarkılarmış. En azından onlara güvenebilirdim. Belki de onlara da güvenmemem gerekiyordu. Artık ben kimseye tam anlamıyla güvenmiyordum.

 

Çok yorgundum. Eskiden de hep yorgundum ama son zamanlarda farklıydı. Son zamanlarda dediğim bir yıldır böyleydi. Üç yüz altmış beş gün, elli hafta, on iki aydır hiç iyi değildim. Yataktan kalkmak istemiyordum. Sadece içmek istiyordum.

 

Gözlerimi kapattım. Bir yıla karşılık kaç saat uyuyabilirdim? İki yada üç? Peki uyursam ne olacaktı? Baş ağrılarım azalcak mıydı ki? Bence azalmayacaktı.

 

Gözlerimi kapattım. Uyuyunca ömrün daha da kısalır derlermiş. Sırf bunun için bile şuan uyuyabilirdim. Gözlerimi kapattım şarkılar eşliğinde. Telefon çalınca küfürler edip, açtım. “Ne var lan?” Bekir aramıştı.

 

“Alev, acilen gelmelisin yarış yerine. Kaplan yine ortalığı karıştırıyor.” Oflayarak yataktan kalktım. “Ne yaptı? Hırsızlık, darp, taciz’e teşebbüs?” Son dediğimi yapmış olsaydı, onu bitirirdim. Öz anneme sıkmıştım, onu mu öldüremeyecektim? “Daha beteri.” Kaşlarımı çattım. Telefonu kapattım.

 

Aptal herifler! Ben olmadan orayı idare bile edemiyorlardı. Hemen üzerimi değiştirdim. Altıma kısa kırmızı etek ve üzerime bol bir siyah tişört giymiştim. Saçımı açıp, odadan dışarı çıktım. “Teyze, benim acil bir işim çıktı iş yerinden. Bu akşam mesai yaparım büyük ihtimalle. Hatta yarın akşam gelebilirim. Merak etme.” Yalan söylemiştim.

 

“Ama uyuyacaktın,” dediğinde, yanağından bir tane öptüm. “Ben yine uyurum Cemre Sultan. Hatta geldiğimde o kadar uyuyacağım ki, tembel diye söyleneceksin.” Tebessüm etti. “Kızıl kafa.” Saçlarımın arka iç kısmını kızıla boyamıştım.

 

Ben bütün hayal kırıklığı acılarımı saçlarımdan çıkarmıştım. Ama kolyeme hiçbir zaman kıyamayacaktım.

 

Güneş’e baktım. “Time söyle, iki gün daha kalsınlar. Ben gelmeden giderlerse, bütün sinirimi o zebaniden çıkarırım.” Başını olumlu anlamda salladı. Fıroş’un çapkınlıklarını bile özlemiştim.

 

Siyah botlarımı giydim hemen. Evden aceleyle çıkıp, motoruma bindim. Dört yüzle gidiyordu artık. Bunu ben yapmıştım. İki yüzle giden motor, en hızlı giden motor olmuştu Türkiyede ki. Kablolarla biraz fazla oynamıştım.

 

İki saatle gideceğim yolu, bir saate gittim. Issız, uzun bir yol ve normal bir insanın gelmeyeceği bir yerdi. Motor yarış yeriydi. Burayı polisler bile bulamazdı.

 

“Bırak lan beni!” Kaplanın sesinin geldiği yere gittim. Sinir nöbetleri canımı sıkmaya başlamıştı. Beni gördüğünde, durdu. “Bırakın,” dedim gözlüğümü çıkarır iken. “Alev.” Artık adım Cansu değildi, Alevdi. Küllerimden doğup, yeni bir kadın yaratmıştım.

 

Karşımda ise kaplan duruyordu. Esmer teni ve kapkara saçları öndeydi. Buzdan oluşan gece mavisi gözleri vardı. Keskin yüz hatları ve kemersiz burnu vardı. Gözleri keskin, kaşları hafif kalındı. Hafif kirli sakalları onu daha da korkunç bir yakışıklığa itiyordu. Dolgun alt dudağı kanıyordu.

 

Yanlarına gittim. “Acar.” Gerçek adı Acar idi. İsminin anlamını taşıdığını düşünüyordum. “Ne oldu?” Yarıştakiler bile susmuştu. Zaten gece gelecektim buraya. Yarışa son vermişlerdi bu iyileşene kadar. Kafadan gidik bir manyaktı. Zaten burada ki herkes böyleydi, bende dahil.

.

 

“Bu aptal heriflere sor! İkide bir durduruyorlar beni, derilerini yüzeceğim.” Yapardı. Bekir’e baktım. “Niye durduruyorsunuz?” Bekir elini Acar’ın üstünden çekti. “Burayı yakacaktı kaplan.” Şaşırdım ama belli etmedim. Bu gerçekten manyaklaşmıştı.

 

Bir kadın, “kavga edecekler, hazır olun,” dedi. Haklıydı. Acar diğerlerinden de kurtuldu. Adıyla onu anmaları istemezdi, ben hariç. O yüzden ona sinirli iken kaplan diyordum. “Kaplan,” diye soludum dişlerimin arasından. Duruşunu düzeltti. Üstünde pantolon ve boynunda ki zincirden başka birşey yoktu.

 

“Abartıyorlar Alev. Sadece küçük bir kısmı yakacaktım.” Bana yaklaştı. “İsmin gibi. Güzel olmaz mıydı?” Gözlerimi devirdim. “Seni mahvederim kaplan, duydun mu? Bunu çocuk oyuncağı sanmayı kes. Birilerine zarar gelmesi umrumda değil ama dumandan dolayı burayı görüp, yerimizi bilebilirlerdi. Bu kadar mı basmıyor kafan?” Burayı ben kurmuştum ve burayı benden hariç kimse yok edemezdi.

 

“Basmıyor kafam, haplar olmayınca. Birde sen aklımla oynuyorsun.” Ne demişti o? Aklımla oynuyor musun mu demişti? Hayır, aklıma o gelmemesi gerekiyordu. Alev sadece ondan nefret edecekti. Cansuyu artık bırakmıştım.

 

Ben Cansuyla yaşayamamıştım. O beni üzüyordu, beni mahvediyordu. Ben de Alev olmaya karar vermiştim. Bunu ailem dediklerim bilmiyordu. İçimde ki o pisliği hiçbir zaman göremeyeceklerdi.

 

“Hap mı istiyorsun?” Sinirlendiğimi gördü ama birşey demedi. “Evet, onu istiyorum.” Burada benim sözüm geçerdi ama Acar bunu pekte umursamıyordu. “Benimle yarış ve kazan. O zaman haplar elinde olacak.” Bunun suç olması umrumda değildi. Yer altında büyümüştüm ve gerçek adalete artık hiç inanmıyordum.

 

Adaleti bulamıyorsam, kendi adaletimi kendim yaratırdım. Illegal olması umrumda değildi. Kendi mahkememde hakim olanda bendim. Burada tek bir kural vardı, ihanet etmemek. İhanetin cezasını büyük çekerlerdi.

 

“Kaybedersem? Hadi iddiaya girelim. Ben kazanırsam bana o hapları verirsin. Sen kazanırsan istediğin birşeyi yaparım.” Kaşlarımı çattım. Sonra ise alayla güldüm. “Düşünebildiğin herşeyden mi?”Onaylar bir mırıltı çıkardı. “Kabul Kaplan. Kaybetmemeye oyna.”

 

Etraftakilere baktım. “Herkes yerlerine geçsin! Bekir, iğneleri hazırla.” Bekir, “Fatih,” dediğinde, “tamam abi,” diyerek sağlık odasına girdi. Bura tehlikeli bölgeyle çevriliyiydi. Burada herşey serbestti. Yargılamak yoktu ama öldürmek vardı. Ölümle oynuyorduk ve bu bize zevk veriyordu.

 

“Ben seni düşürmeye kıyamam ama,” dedi alayla motoruna biner iken. “Ben kıyarım Acar. Oyunu kuran kişiye meydan okursan, sonu hep yenilgidir. Ölmemeye çalış Acar.” Onun kan kırmızısı yarış motoruna karşılık, benim siyah R25’imin savaşı. İkimizinkininde hızı birbirine neredeyse eşdeğerdi. Oyunu iyi oynayan kazanırdı.

 

Tekel’e baktım. İsmi “Turba” idi. Anlamını hiçbir zaman kimse öğrenmeyecekti. Bekir iğneyi vurmadan önce bana baktı. “Tek böbreğin yok. Ölebilirsin uzarsa.” Biliyordum. “Vur.” Bacağıma iğneyi sapladı. Yarış, defalarca yarış pistinin etrafında dönüyorduk. O sırada kural yoktu. Eğer düşer yada ölürsen, kaybederdin. Rakibini yere düşürmek için her kurnazlığı yapacaklardı.

 

Basitti. İşin kısmı bu iğnelerdeydi. İçinde uyuşturucu dahil, insanın vücudunu çürütecek zehirler bulunuyordu. Öldürmüyordu ama süründürüyordu. Panzehiri alana kadar yaşayacağın acının haddi hesabı yoktu. Eğlencesi buradaydı zaten.

 

Yarış’ın başlangıç kısmına girdim. Yanıma Acar geldi. Deli raporu vardı ama onu yok etmişti. Her an ne yapacağı belli olmuyordu. Seni deliler gibi sevdiğini söylerken, bir anda ağzını yüzünü dağıtabilirdi. Değişmeyen tek şey yaptıktan sonra pişmanlık duyup, kendisini affettirme çabasına girmesiydi.

 

Bikinili bir kadın geldi buraya. Motorların arasında durdu. Kırmızı bayrağı indirdiği an, oyun başlardı. “Sana yenilmekte güzel Alev ama yenilmeyi sevmiyorum.” Tebessüm ettim kendimden wmin bir şekilde. “Ben bir kere yenildim Kaplan, bir daha yenilmem. Ateş’in kızı olarak doğdum. Denizi yok eden ateş’in kızı.” O da aynı benim gibi tebessüm etti.

 

Beni düşürmeye çalışacaktı. İnsanlar iki gruba ayrılmıştı. Bir grup Alev’i, diğerleri ise Kaplanı destekliyorlardı. Gözüme takılan ise Cenk’ti. O benim ölmem için uğraşıyordu. Çünkü benim yerime geçip, buranın sahibi olmak istiyordu. Ama bilmiyordu, Alev’i kimse yenemezdi.

 

Sarışın kadın bayrağı indirdiğinde, gaza yüklendim. Ellerimin titremesini kendimi kasayarak engellemeye çalıştım. Kalbime vuran o iğneyle baş edebilirdim. Yalanlardan daha az acıtıyordu.

 

Acar bana baktı. Gülümsediğinde ne yapmayı planladığını anlamıştım. O hapları gerçekten de istiyordu. Bana doğru geleceğini anladığımda, frene hafif sertçe bastım. O ise boşluğa sürmüştü. Tekrar gaza yüklenip, arka tekerliğine çarptım. Elleri titremeye başlamıştı bile. Alnından oluk oluk ter akıyordu.

 

İkinci turu tamamladık. Tribünden destek sesleri geliyordu. Acar gözlerime baktığında, kaplanı gördüm. Yine o diğer kişiliğine dönüşmüştü. Herkesi mahvedebilirdi.

 

Cebinden bıçak çıkardı. Ben ise belimde ki silahı. Gaza daha fazla yüklendim. Ona zarar gelmeden onu engellemem gerekiyordu. Organlarımın çürüdüğünü hissediyordum ama bu acıya alışmıştım. Bana iyi geliyordu. Beynimde ki sesleri susturuyordu.

 

O ise düşmek üzereydi. Bıçağı sağ boşluğuma sapladı. Herkeste sesizlik oluştu. Sağ böbreğimin olmadığını bile bile bunu yapmıştı. Dişlerimi sıktım, ve ön tekerliğine sıktım. Tepe taklak yere düştüğünde, bende kendimi yere attım. Acıyla inledim.

 

Kazanan bendim.

 

“Alev!” Tribündekiler kazandığıma sevinmişti, ne halde olduğumu umursamamıştı. Kaplan’ı destekleyenler ise, bıyık altından sırıtıyordu. Özellikle Cenk denen soysuz.

 

Burada ki ilk bıçaklanışım değildi. Ayağa kalkarken, Bekir beni motora oturttu. “İyi misin?” Acar’ı gösterdim. “Panzehiri vur ona.” Dediğimi tekrarlatmadan yaptı. Onun bu huyunu seviyordum.

 

İnsanlara baktığımda, gördüğüm kişiyle yutkunamadım. Halüsinasyon olabilirdi, öyle olması gerekiyordu. Çünkü her an önde ki adamları aşıp, Acar’ı öldürecekmiş gibi davranıyordu. Ama o değildi. Ben sadece onu görmek istediğim için beynim bana bu oyunu oynuyordu.

 

Ama Barut’u görüyordum. Bu imkanlı birşey miydi? Bence çok imkansızdı. İmkansızlıklara inanmama rağmen imkansızdı işte. Terk edildiği kadının peşinden gelmezdi o. Cansu ondan nefret edemesede, Alev ondan nefret ediyordu. O zaman niye Alev’in kalbi atmaya başlamıştı?

 

Bakışlarımı çektim. O değildi, kafamda uyduruyordum. Burayı kimse bilemezdi. Neredeyse hergünümün burada geçtiği yeri kimse bilemezdi. Ama o aynı zamanda Deccal idi... Ne saçmalıyordum ben?

 

Bekir, Acar’a iğneyi vurduktan sonra benim bacağıma vurdu. “Yaran çok derin. Şuana kadar bilincini kaybetip, ölümün ucuna gelmeliydin. Bünyen baya alışık.” Gülümsedim sertçe. “Öldürmeyen bütün yaralar sıyırıktır Bekir. Daha beterini yaşadım.” Oraya tekrar baktığımda, onu göremedim.

 

Evet, sadece halüsinasyon görmüştüm. “Bu iğneler halüsinasyon gördürüyor muydu?” Başını olumlu anlamda salladı. “Yarana bakayım Alev. Çok fazla kanıyor. Diğer böbreğinede zarar verebilir.” Başımı iki yana salladım. Ayağa kalktım. “Gerek yok. İki saat sonra yeni yarışı hazırla. Cenk ile rakip olmak istediğimi de belirt.”

 

Acar’ın yanına eğildim. Cebimde ki küçük şeffaf poşeti önüne attım. “Kazandım ve istediğim onları içmen.” Hala gözlerinde ki kaplandı. “Sen kimsinde bana emir veriyorsun, ” diye soludu dişlerinin arasından.

 

“Burada olmanı sağlayan insan olarak kaplan. Eğer ben olmasaydım, seni beyaz bir dört duvara kapatacaklardı. Hatta burada ki herkesi! O yüzden beni dinlemezsen, cezanı misliyle çekersin.” Kadınım diye beni küçümseyenler olmuştu. Onların ise gittikleri yer aynıydı. Kara toprak.

 

Alev acımasız bir katildi. Kimliğim olmadığı için kimse beni tanıyamazdı. Eğildiğim yerden doğruldum. “Yut.” Nefretle bana bakmasını umursamadım.Poşeti açıp, beyaz tozları yuttu. Yaramı tutarak, odama çekildim.

 

Kendisine geldiğinde, onu affetmem için elinden geleni yapacaktı. Ona değer veriyordum. Benim için iyi bir arkadaştı. Ama sınırını fazla aşarsa, onu sağ bırakmazdım. O beyaz tozlar, istediği hapların toz haline getirilmiş haliydi. Onları içmeden acı çekip, beyninde ki canavarın onu yeneceğini biliyordum. Bu olursa, buranın düzenide bozabilirdi.

 

Kalbimle değil mantığımla kararlar alıyordum. Ve bu beni güçlü kılıyordu. Güneş, Cemre Teyze ve ateş timi her zaman sadece Cansuyu göreceklerdi. Onlar bunu hak ediyordu. Ama Cansu ölmüştü, bunu çok iyi biliyordum.

 

İlk yardım çantasını aldım. Eve gittiğimde endişelenmelerini istemiyordum. Kapı açıldığında, “Bekir sana Acar’ın yanında olmanı söylemiştim,” dedim duygusuzca. İlacı pamuğa döküp, bıçağın kenarlarına sürdüm. Çıkarmamıştı bıçağı. Acıyı bütün vücudumda hissettim ama yüzümü bile buruşturmadım.

 

Bıçağın sapından tutup, çıkaracak iken duymamam gereken bir ses duydum. “Deniz kızı.” Elim dondu kaldı sanki. Bu onun sesiydi. Ama olamazdı değil mi? O olamazdı. Halüsinasyon görmemiştim, oydu.

 

Buraya hangi cüretle gelebilirdi? Gücümü toplayıp, kafamı kaldırdığım da onu göremedim. Hemen ayağa kalkıp, etrafa baktım. Yoktu. Dışarıya çıktım telaşla. Buradan yürüyen Taner’i durdurdum. “Buraya bir adam girdi mi? Cevap ver!” Telaşlı olduğumu görünce kaşlarını çattı. “Hayır Alev, kimse girmedi.” Bıçağı gördü ama umrumda değildi.

 

Ne oluyordu bana? Unutmuştum onu, aklıma bile gelmiyordu. Ama niye onu durmadan görüp, sesini duyuyordum. Ellerimi yumruk yaptım. Duvara sert bir yumruk attım. “Senden nefret ediyorum!” Taner halimi görmesine rağmen gitti. Kendisi için en iyisini yapmıştı.

 

“Dur.” Durup, bana baktı. “Tekelden bira getir. Odayada Bekir hariç kimseyi sokma. Eğer tek biri bile girirse, kendine mezar taşı seçersin.” Onaylar anlamda başını salladı. Ellerimi saçlarıma geçirdim.

 

Aptal kız! Onu görmeyi acilen bırakmalıydım. Bir yıl sonra bana ne oluyordu böyle? Ona dair olan nefretim onu bana düşündürtüyordu. İntikam mı istiyordum? İntikam alırsam aklıma gelmezdi.

 

Sırf bir daha onu görmemek için ondan intikam alacaktım. Bu Alev’in sözüydü. Ölmüş o küçük kızın intikamını alacaktı. Alev, yaşadıklarını yaşatmadan ölmelerine izin vermeyecekti!

 

Adalet olsaydı Alev küllerinden doğmazdı.

 

 

🥀

 

Deccal

Pencereden yatakta uyuyan adama baktım. Onu öldürmeyecektim ama fazla acı çekecekti. Yaptığı şeyin karşılığını misliyle ödeyecekti. Deccal’in kızına zarar vermişti. Hayatının en büyük yanlışını yapmıştı.

 

Artık yüzbaşı yoktu, Barut yoktu. Sadece Deccal vardı, sadece o. Ve Deccal, ülkeyi altüst edecekti. Deniz ondan gitmişti, ülke ateşler altında yanacaktı. Deniz ona geri geldiği an, ateşler sönecekti. Herşey o Deniz’e bağlıydı. Etrafta tek bir su damlası yok iken, Deccal o suyu hala deliler gibi istiyordu.

 

Camdan içeri girdim. Vazoyu uyunsan diye, parmaklarımla ittim. Sıçrayarak uyandı kaplan. Kükreyen dilini kesmek gerekirdi o zaman. “Kaplan,” dedim uzatarak. “Ben kimim?” Alayla güldüm. “Kimsin lan sen?” Fazla sinirliydi.

 

Yatağın yanında ki sandalyeye oturdum. “Bu kadar sinirli olmamalısın. Ben siniri hiç sevmem. Eğer sevseydim, sen bu kadar rahat konuşuyor olamazdın.” Yataktan kalktı hemen. Çekmeceden silahını çıkarıp, bana doğru nişan aldı.

 

Güldüm. “Biliyorsun. Kim olduğumu adın gibi iyi biliyorsun.” Korkması gerekiyordu. “Deccal,” diye soludu dişlerinin arasından. “Namım buraya kadar geldi demek ki. Bence kendimle gurur duymalıyım değil mi?” Gülmem onu delirtiyordu.

 

Ayağa kalktım. Ona doğru bir adım attığımda, “yaklaşma, sıkarım,” diye tehdit etti. Ah, bu kadar aptal olmamalıydı ama. “Sık. Sıkmazsan öldürürüm seni.” Dediğim gibi yaptı, tetiğe bastı. Ama boşa sıktı. “Sana ufak bir detay vermeyi unuttum.”Kafama yavaşça vurdum. “Çok aptalım.” Gülüşüm silindi. “Silah boş. Acı çekmeye mahkumsun.” Silahı tekrar denedi ama çalışmadı.

 

Silaha bir tekme attım. Daha ne olduğunu anlamasına izin vermeden, boğazından sıkıp, duvara yapıştırdım sinek gibi. Haplar onu uyuşturmuştu.

 

“Gücün bir de bana yetsin kaplan.” Bıçağı sağ boşluğunda gezdirdim. “Ne yapmıştın sen? Deccal’e ait olana zarar verdin. Bunun cezası tahmin edemeyeceğin kadar fazla.” Elimi itmeye çalıştı ama başaramadı. Güç olarak bir deliden daha fazlaydım.

 

Onu boğduğum için hiçbir şey yapamıyordu. “Senin bunun yaptığını bilse, seni mahveder.” Gitmekle zaten bunu yapmıştı. İkimizde günaha bulanmıştık. “Sen beni değilde, sana olacakları düşün kaplan.” Sağ boşluğuna bıçağı sapladım. Acıyla inledi. Elimle ağzını kapattım.

 

“Sakin ol vahşi kaplan,” dedim alayla. “Bugünlük bu kadarla idare edebiliriz değil mi?" Bıçağı sapladığım yerden çıkarıp, tekrar aynı yere sapladım. Beni ittiğinde, geriye doğru adımlar attım. “Beni sahibine söyleyecek olursan, Deccal’in ondan vazgeçmediğini diye ekle. Burada kalacağımı, her an yarış pistinde olduğumuda.” Beni her gördüğünde halüsinasyon gördüğünü sanıyordu. Ama yanılıyordu.

 

Bir yıldır Rizede olduğumu bilen tek kişi Samet’ti. Ve onun minik prensesi Ceyda. Güzel rol yapıyordu, gofreti her zaman kapıyordu benden.

 

Deccal vazgeçmezdi.

 

🥀

Teyze, dinle beni bi.” Bağırma sesleri gelince, telefonu hafifçe kulağımdan uzaklaştırdım. “Bir ay yokum ne Cansu ya? Böyle bir mesai yok bence. Bir ay hiç mi eve uğramaya şansın olmaz?” Bu lanet sıyrığın belli olmaması için bir ay kadar süre vardı. Acar’ı fena pataklayacaktım.

 

Biramdan büyük bir yudum aldım. “Teyze gönüllü olarak gideceğim. Nesli tükenmekte olan hayvanlar için elimden geleni yapmam gerekiyor. Bir ay sonra, tam bu saatte evde olacağım. Yemin ediyorum.” Yaşarsam eğer.

 

Eğer benim pislik bir katil ve suç örgütünü kurduğumu bilse, o masum evine alır mıydı? Ben onun olsam almazdım. Çünkü masumdu o. Kendim olsam ne yaptığım biliniyordu. Akıllanmıştım.

 

“Gönüllü olarak gidiyorsun işte. Zorunda değilsin ki, gitme. Gittiğin kadar gittin işte, dur bi yerinde kızım. Kaçarak birşeyler çözülmüyor ki.” Son cümlesi canımı acıttı. “Özür dilerim sultanım. Bir ay daha gitmem gerekiyor. Ben sana kendimi affettireceğim gelince, söz.” Telefonu kapatıp, masaya koydum.

 

Dışarda ki bağırışları umursamadım. Bacaklarımı masaya koyup, biramdan yudumladım. Bok gibi para kazanmama rağmen vazgeçemediğim tek şey bu biraydı. Çoğu paramı Samet ile Ceydays harcıyordum. Herşeyin en iyisini alıyordum onlara. Bu bir ay arasında sadece onların yanına gidecektim.

 

Dadıları çok güvenilir insandı. Kim miydi? Açelya Kartal. O da peşimden gelmişti. Çocukları tek bırakamayacağım için, o villada onlara bakıcılık yapıyordu. Diğer hizmetçileri de güvenilir seçmeye çalışmıştım. Zaten sorun olduğunda Açelya beni arıyordu. Asel’e Kerem bakıyordu Hatay’da. Yürüdüğünü öğrendiğinde, aylar sonra ilk defa ağlamıştım.

 

 

Kapı açıldığında, Bekir’e baktım. “Ne var?” Ölüp ölmediğimi kontrol ediyor olabilirdi. Böbrek yerindeydi. Akşam biraz zor olmuştu ama iyiydim. İyi diye birşey varsa tabi. İyiye artık inancımı kaybetmiştim.

 

“Kaplan bıçaklandı.” Birayı püskürttüm kendimi tutamayarak. “Ne?” Hızlıca ayağa kalktığımda, boşluğum acıdı. “Kim? Kimse hemen karşıma getirin! İnfazını kendi ellerimle yapacağım.” Benden habersiz kuş bile uçmayacaktı! Nasıl Acar’ı bıçaklayabiliyorlardı?! Yapan kişinin cesareti fazla olmalıydı.

 

“Söylemedi. Seni görmek istiyor.” Onu iterek dışarı çıktım. Ona gerçekten değer veriyordum. Alev varsa birazda onun sayesindeydi. O yüzden yaptıklarına fazla sesimi çıkarmıyordum. Oysa yaptıklarının yarısını bir başkası yapsa, çoktan infaz emrini verirdim.

 

Onun odasına girdim hemen. Bu ıssız yerin alanı baya büyüktü. Beş terk edilmiş binayı tamir etmiş, insanlara saklanacak evler sağlamıştım. Onlarda bana sonsuz sadakat sürmüşlerdi önüme.

 

Yine onun delilik yapmaması için tutan korumalar vardı. “Bırakın onu,” diyerek yanına gittim. O benim kadar dayanıklı değildi. Korumalara öldürücü bakışlar attım. “Beceriksiz herifler! Nefesinizi kesmeden kaybolun gözümün önünden, hemen!” Kaçarcasına çıktılar odadan.

 

Acar’a baktım. “İyi misin sen?” Duvara yaslandı. Gözlerinde ki o canavar gitmişti. Yine iyi sayılacak Acar olmuştu. “Seni bıçakladım ama sen benim için endişelendin. Benim için endişelenen tek insansın Alev.” Boş edebiyat yapıyordu. “Ben bana ne yaptığını sormadım, senin nasıl olduğunu sordum. Sorduğum soruyu cevapla.”

 

“İdare eder.” Sakin değildi. “Çok özür dilerim. Çok acıyor mu?” Delirmiş gibi ona bakmamı umursamadı. “Hadi vur bana. Yumruk at, hak ettim ben. Sana zarar verdim ama kendimde değildim. Sanki içimde ki biri beni yönetti. Özür dilerim, çok özür dilerim.” Elimi tutup, yüzüne elimle vurmaya başladı.

 

“Acar, kendine gel.” Gelmedi. Onun hiçbir zaman bu hallerine tam olarak alışamayacaktım. Elimi çekmeme izin vermedi. “Hadi, daha sert vur. Hak ettim ben. Vurmazsan kendimi hiç affetmeyeceğim.” Ayarlarımla oynuyordu.

 

Aslında, ona gerçekten sert bir yumruk atmak istiyordum. Onun yüzünden bir ay boyunca eve gidemeyecektim. Sert bir yumruk çaktım yüzüne. Başı yana devrilirken, o gülümsedi. Acıdan zevk alıyordu.

 

Derin bir nefes alıp verdim. “Oldu mu?” Bana dönüp, sarıldı. “Bir daha yapmayacağım. Allah belamı versin ki sana bir daha el kaldırmayacağım.” Bu umrumda bile değildi. İntikam istiyordum ben ama intikamım Acar’a değildi.

 

Ben ona sarılmadım ama. Tekrar yapacaktı, bunu biliyordum. Ama isteyerek yapmıyordu. Çoklu kişilik bozukluğu. Ama onda daha farklıydı. Bir anda geliyordu ama ne zaman gideceği belli olmuyordu. Hiç beklemediğin anda içinde ki canavar çıkıyordu.

 

Geri çekildi. Yüzüme dokunacak iken, geriye çekildim. “Kim yaptı?” Kendini korumamış olmalıydı. Hak ettiğini düşündüğünde acıya kucak açardı. “Deccal,” demesiyle, ayaklarım bir saniyeliğine tutmadı.

 

Ne... Deccal demişti. O burada mıydı? O buradaysa, ben niye hala eksik hissediyordum? Hayır Alev, Cansunun sakın dışarıya çıkmasına izin verme. O sana yalanlar söyleyerek sonsuz acıya mahkum etti. Sakın o Cansuyu gün yüzüne çıkartma. Sen onun gibi rol yapabilirsin ama o sen gibi rol yapamaz. Gücü yetmez. Zaten o yüzden sen doğdun.

 

“Gözlerin doldu.” Gözlerim mi dolmuştu? Bunun için ondan yine nefret ettim. Cansunun sesini duymamazlıktan geldim. Oysa o, “bak, bizim içkn gelmiş! Bence onu affetmemiz gerekiyor,” diye haykırıyordu. Hayır, ben bu hatayı ikinci defa yapmayacaktım. Her yalanında onu affetmeyecektim.

 

Mantığımın sesine kulak verdim. Mantığım ise, “hangi yüzle yanına gelebiliyor bu? Ona bunun hesabını sorup, kapı dışarı etmelisin,” dedi. Alev onu dinledi ve Cansuyu karanlığa gömdü.

 

Belimde ki silahı çıkarıp, kapıdan dışarı çıktım. İkimizden biri ölmeden belkide bu oyun bitmeyecekti. O zaman Alev’in yaşaması için onu öldürebilirdim. Öz annemi katlettiğim gibi.

 

Bekir, “Alev,” demesiyle, “bana Barut Türkmen’i getirin. Hemen, ” diye öfkeyle soludum. Ona hissettiğim tek şey öfke ile nefrettim idi. “Burada öyle bir deli yoktu.” Onu ben deli edecektim.

 

“Getir dedim! Sinirimi senden çıkarmadan, o adamı bul Bekir!” Tek öfkemin Acar olmadığını anladı. Yarış hala devam ediyordu. Yedi yirmi dört vardı. İstedikleri zaman motorlarıyla geliyorlardı. Sabah olması umurlarında bile değildi.

 

Yarış pisti alanına gittim. İki el havaya ateş ettiğimde, kadınlardan çığlık sesleri geldi. “Barut Türkmen! Çık dışarı!” Niye Deccal diyip sırrını ifşa etmiyordum ki? Ama içimden birşey bana bunu yaptırtmadı. Ağzımdan tek bir kelime bile çıkmadı. Allah benimde belamı versin artık!

 

“Burada öyle biri yok, ” dedi Cenk. “Sen benden daha mı iyi bileceksin lan! Sen kim oluyorsun da benimle iddiaya giriyorsun?!” Sinirime baktı. “Bu kadar öfkeli olduğuna göre, önemli biri senin için.” Dişlerimi sıktım.

 

Ona birşey yaparsam buradakilerin bana olan sadakatini düşürürdüm. Hepsi sinirime katlanabilirdi ama sevdikleri birinin canına kıymama asla. Oysa benim için canını bile verirlerdi.

 

“Kes sesini! Konuşacaksan motorunla konuş.” Ellerini pantolonun cebine koydu. “Yeni biri katılmak istiyor. Adı Alaz Yılmaz. Ona sor bence, belki karşılaşmıştır.” Gözlerim karardı. “Nerede?” Tekel’i gösterdi.

 

Boynumu kıtlattım. İçimden bir ses yeni gelenin o olduğunu söylüyordu. Alev yanılmazdı. Acar, “kızım bir dur,” demesini umursamadım. Ayrıca nereden kızı oluyordum be? Aptallar.

 

Herkesten nefret ediyorum, özel kişiler hariç. O özel kişilerin arasında artık o yoktu. Tekel’e girdim aceleyle. Gördüğüm kişiyle yutkunamadım.

 

Oydu. Ama çok değişmişti. Sanki başka bir adam vardı karşımda. Bir yıl geçmemişte, sanki o geçmiş gibiydi. Hayır Alev, onun için üzülmemelisin. Aynı günaha bulaşmış iki düşmansınız siz. Babanı öldürdü, herşeyi senden saklayıp hayatını mahvetti. O yüzden ona üzülmemeliyiz ona.

 

Saçını üçe vurmuştu. Kirli sakalları hala vardı. Bakışları... Bakışları gerçekten Deccal’di. Zaten haberlerde hergün onun yaptıkları konuşuluyordu. Daha da acımasızlaşmıştı. Onu biraz iyiye çeken taraf yok olmuştu.

 

“Sen,” dedim dişlerimin arasından. Beni tek tek inceledi. Saçlarıma baktı. En çok saçlarımda gezdi gözleri. “Büyümüşsün.” İlk kelimesi bu olmuştu. Aylar sonra ilk kelimesi bu olmuştu. “Büyüdüm.” Büyüme’nin böyle birşey olduğunu bilmiyordum.

 

“Çık dışarı,” dedim kapıyı göstererek. “Buraya bir daha adım atmıyorsun.” Oysa onu vurmak istiyordum. Ağzını burnunu kırıp, bütün öfkemi dökmek istiyordum. Buraya gelmeden önce bunları düşünüyordum. Neden çok sakindim? Büyümek sakinleşmek miydi?

 

“Çıkmazsam?” İşte şimdi nefretimi ona gösterebilirdim. Yanına gidip, önünde durduğumda ürperdi. Kalbine silahı yasladım. “Öldürürüm seni. Gözümü yemin olsun ki bir saniye bile kırpmam. Canına kıyarım.” Eğildi bana doğru. “Yap. Bir kurşundur, ne olacak ki Cansu? Sık, canın sağolsun.” Cansu değildim ben!

 

Duvara sıktım. Omzundan sertçe ittim. “Cansu değil, Alev! Ateş’in canavarı olan Alev! Buranın sahibi benim! Şimdi siktirip gitmezsen, sana neler yapacağımı tahmin bile edemezsin. Karar senin. Ama bilki, seni burada yaşatmam yüzbaşı!” Cansu bana isyan ederken, ona bir tane tokat attım. Sesini kesmek zorunda kaldı.

 

“Yüzbaşı değil, Deccal. İlla diyeceksen, eski yüzbaşı dersin.” İstifa mı etmişti? Onda vatan sevgisi yoktu bile. Pislik bir seri katildim başka bir bok değildi. O öldürüe iken, ben onlara yaşama hakkı veriyordum. Tecavüzcüler hariç. Hangimiz daha boktandık şimdi?

 

Güvercin son dalında uyuyakalmış iken, avcı tekrar yanına gelmişti. Güvercin onun gördüğü an onu gagalamaya başladı. İntikam istercesine, ölmesini istercesine. Çünkü en güvendiği avcı çıkmıştı. Artık kimseye tam anlamıyla güveni yoktu.

 

“Git buradan!” Nefretim sanki onu daha da güçlendiriyordu. “Sık.” Beni gerçekten delirtiyordu! “Sıkamam sanıyorsun değil mi? Öyle bir sıkarım ki.” Gözleri hala saçlarımdaydı. “Sık!” Sol koluna sıktığımda, geriye bile sendelenmedi. Ne yapmıştım ben? Allah kahretsindi! Acımış mıydı? Tabi acırdı salak!

 

Sakinleştim sanki. “Geldiğimde, burada olma. Birazcık hatrım varsa gidersin. Eğer kendi isteğinle gitmezsen, ben seni gönderirim Barut Türkmen. Selametle.” Yüzünde umut dolu bir tebessüm yerleşti. Sanki onu vurmamışımda iyilik yapmışım gibi.

 

Dışarı çıktığımda, fırlatırcasına silahı Bekir’e verdim. “Bir yere giderse, ilk bana haber ver. Onun duyabileceği yerde kesinlikle önemli birşey konuşmuyorsunuz. Her hareketini tek tek incele, bir saniye bile gözünü ondan ayırma. Ona hiç güvenme.” Arda Bozok’a bile ondan daha çok güveniyordum. Hatta Devin’i bile artık ondan daha çok seviyordum.

 

“Ne oluyor Alev? Dünden beri böylesin.” Kimse yoktu etrafta. Acar, Bekir ve Taner hariç. Kimse kimsenin sikinde değildi. Böyle ortamları daha çok seviyordum. Bana huzur veriyordu. Bunu yapabilenlerde delilerdi. Haklı oldukları için onlara deli unvanını yaptıştırıyorlardı. Oysa biz onlardan daha akıllıydık.

 

“Sanane Acar. Bir de size hesap mı vereceğim?” Gidecekken, arkamdan Bekir geldi. “Seni tanıyorum,” derken evime girdim. O da peşimden girdi. “Çık dışarı!” Kapıyı kapattı. “Kendine gelmelisin. Mantığınla değil öfkenle haraket ediyorsun. Bu senin sonun olacak. Masada ki kalem kutuyu yere attım. “Senin bir bok bildiğin yok!”

 

“Doğru, bilmemede gerek olduğunu sanmıyorum. Ama senin öfkeyle yanlış kararlar alma lüksün yok. Ateş’in kızı Alev, her zaman sakin ve mantıklı kararlar vermek zorunda.” Silahla tekrar tavana sıktım. Sonra ise ona döndüm. “Ben ne istersem, istediğim an onu yaparım! Engel olmaya kalkanın canını alırım.” Elime gelen ilk şeyi duvara attım.

 

Masanın önünde ki kırılan fotoğraf çerçevesine baktım. “Siktir, siktir. Ne yaptım ben?” Onu kırmamalıydım. Hemen yanına gidip, fotoğrafı aldım. “Beni dinlemelisin Alev. Duygularınla haraket edersen herşey biter. Mantıklı olan neyse onu yapmalısın. İster bana bağır yada tehdit et ama doğru olan bu.” Fotoğrafı öptüm.

 

Asel’imin fotoğrafıydı. Eğer birini gerçekten özlediysem o küçük veletti. “Özür dilerim ablam. Bilerek olmadı.” O şimdi yüzümü görse hatırlamazdı beni. Konuşabiliyordu. İlk kelimesi Helin olmuştu. Helinden çok Baran sevinmişti. Defalarca tekrar ettirmiş, sonuna cik ekini getirmeyi çalışmıştı. Ben ise bunları telefondan izlemiştim.

 

Bunun tek sebebi Deccaldı. Ona olan nefretim hiçbir zaman bitmeyecekti. Geçmişinde suçu oydu geleceğiminde. Hala bırakmıyordu yakamı. Eğer o yakamı bırakmıyorsa, Alev onun da yakasına yapışırdı. Kazanana kadar pes etmezdi.

 

Bekir doğru söylüyordu. Mantık... Şuan beni yöneten Cansuydu. Ama bu olmamalıydı. Cansuyu tam anlamıyla öldürmem gerekiyordu. Alev gerektiği zaman onun gibi rol yapabilirdi. Cansunun yaralarını Alev sarmıştı. Nasıl ona karşı gelirdi? İhanet etmezdi.

 

Ayağa kalktım. “Geldin mi kendine?” Onaylar bir mırıltı çıkardım. “Ne yapacağımı biliyorum. Duygu yok, akıl var. Aklımı korumalıyım.” Küçük velet ablasına yol göstermişti. İki yaşına bile girmemişti oysaki. Kimsenin yapamadığını o yapmıştı. Çok özlemiştim onu.

 

Plan belliydi. İkimizden biri ölecekti. Herşeye rağmen ölen kişinin ben olmak istiyordum. Çünkü yaşamak ona daha fazla acı veriyordu. Sadece acı çekmesini istiyordum.

 

Yorum atarsanız sevinirim :)

 

 

 

 

 

Bölüm : 10.12.2024 12:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...