
Kerem gece vakti tekrar birasına koşmuştu. Beyni darmaduman olunca yaptığı ilk şey içmekti. Sadece içip, kafasını toparlaması gerekiyordu. Yoksa herşey onun için daha da berbat olabilirdi.
Çiçek ise her yerde onu arıyordu. Bir yıldır bunu yapıyordu. Onu değiştirmeye çalışır iken kendisi mahvoluyordu. Ama bu onu görmüyordu. Anlamak istemediği şey, onun ne olursa olsun değişmeyeceğiyde. Ama içinde ki umut hiç kopmuyordu.
Aslında sevilmekten korkuyordu. Sevmekten, birine bağlanmak. Yaptığı şey onu korkutuyordu. Çünkü o bu hissi bilmiyordu. Sevmenin, gerçekten sevilmenin ne demek olduğunu bilmiyordu. Bilmedikçe kalp kırıyordu.
Gökyüzüne baktı Kerem. Yıldızlara gülümsedi. O lanet gecelerde onu bırakmayan üç şey vardı. Ay, yıldızlar ve lavanta. O ise tek başında kalmak istiyordu. Beyninde ki susmayan seslerle kendisini cezalandırmak istiyordu. Karanlıktan korkmasına rağmen karanlıktı işte.
Çiçek ara sokağa girer iken gözleri onu arıyordu. “Nereye kadar kaçacaksın? Bir kere de dur yerinde be adam!” Kerem onun sesini duydu. “Sende nereye kadar peşimden ayrılmayacaksın? Bir kere de peşimden gelme be lavanta.” Tek bir gerçek vardı, Kerem lavantasını hak etmiyordu.
Anlatamıyordu kendisini, kırıyordu onu sürekli. Kırdıkça kendisine olan nefreti çoğalıyordu. Boktandı işte. Kendisini hiçbir yere ait hissetmiyordu. Tutanabildiği dallar, yükünden dolayı kırılıyordu.
Çiçek sesin geldiği yere koştu. Ölmesinden korkuyordu. Bu bir yılda ona çok bağlanmıştı. Kabul etmesede öyleydi. Köşeyi dönünce onu gördü. Birasını yudumlar iken kaşları her zaman ki gibi çatıktı. Onun geldiğini bilmesine rağmen oraya bakmadı Kerem.
Kendinde hiç değildi Kerem. Sarhoş olmuştu. Çiçek onun yanına gitti. Kerem ona baktı. “Beni eve götürmeye çalışacaksın değil mi?” Çiçek yanına oturdu. Sırtını duvara yasladı. Kerem yine şaşkınlıkla ona baktı. “Boşver ya evi,” dedi yandan ona bakarak Çiçek. “Dışarılar daha iyi. Evde dört duvar üstüne geliyor insanın.”
Birasını aldı ve yudumladı. Bu sefer sadece yüzünü buruşturdu. Güldü Kerem. “Dokunmasın lavanta, dikkat et.” Sarhoş hali bile kontrollü olmalıydı. Çiçek tabi tabi bakışı attı. “Bana diyene bak. Sarhoş olmuş hemen.” Sarhoş halini ilk defa görecekti.
Kerem’i güldürmeyi başaran tek kişi lavantaydı. Ona herkesten daha fazla değer verir iken kırıyordu. Bu onu lanetliyordu. “Onuncu şişe yalnız. Sen birinci şişeden nalları dikerdin. Hem,” derken sustu.
“Hem ne?”Yanında ki kadına baktı. Kalbi atıyordu onunla. Bu duygunun ismini bilmiyordu ama kalbi atıyordu. Gülüyordu onun yanında, saçmalayabiliyordu. Ve bunun karşısınds birşey istemiyordu kadın. Çıkarsız bir şekilde yanındaydı. Bu onu şaşırtıyordu.
Gözlerinde masumluk akıyordu. “Git buradan.” Onu kirletmekten korkmuştu. “Bu sorumun cevabı değil.” Git desede gitmiyordu. Zaten gitmesini de istemiyordu. “Sen nesin lavanta? Çıkarın yok ama buradasın. Yanımdasın. Neden?” Kaşlarını çatarak biradan yudumladı Çiçek. “İlla bir çıkarım mı olması gerekiyor?”
“Öyle olması gerekmiyor mu?” Başını iki yana salladı Çiçek. “Herşey çıkar’a dayalı değildir karanlık. Sevdiğin kişilere koşulsuz şartsız her zaman yanında olursun.” Kerem göz kırptı. “Beni seviyorsun yani?” Çiçek omzuna vurdu yavaşça. “Şımarma hemen.”
“Bu sorumun cevabı değil lavanta.” Sustu Çiçek. Yüzüne baktı. “Sevilmek sana imkansız gibi geliyor değil mi? O yüzden kimseye bağlanmamaya çalışıyorsun, sevmekten korkuyorsun. Ama seviyorsun bazı şeyleri, istemsizce.” Sevdiği şeyler arasında lavantası da vardı.
Cevap veremezdi buna. Ayağa kalktı Kerem. “Görüşürüz.” Ayakta bile duramıyordu ama durması gerekiyordu, farkındaydı. Sarhoş iken içinden geleni söylüyordu. Bu olursa onu kaybedebilirdi. Bundan korkuyordu.
Türkmen’i galiba şimdi anlamıştı. Cansu gittiğinden beridir hiç iyi değildi. Kimseye tahammülü kalmamıştı, en ufak şeye patlıyordu. Bazen çok içiyordu bazen de kırıp döküyordu. Yüzbaşılığından vazgeçmişti bir kadın için. Lakin onun için bir kadından daha fazlasıydı deniz kızısı.
Nefreti aşktan sayıyordu. Kerem içtiğinde bir tane yumruk atmıştı. Sonra da, “şimdi siktirip gidiyorsun Rize'ye, birşey yapıyorsun Türkmen. Yoksa seni öyle bir döverim ki, ayağa kalkamazsın. Anladın mı lan beni! Kendini anlatmadan gelirsen kafana sıkarım. Sende kurtulursun bende. Ne Cansuymuş arkadaş,” diye isyan etmişti. İkisini ayırmaya çalışırken ciddi değildi bu kadar.
Barut onun sayesinde gitmeye cesaret bulmuştu. Bütün ülke ondan korkar iken, o nefretini hissetmekten korkmuştu.
Kerem öyle diyince, “herşey o,” demişti sarhoş halinde iken. “Anneme benziyor Kerem. Her huyu annem biliyor musun?” Kerem defalarca duyduğu şeyi tekrar duymuştu. “Gitmesi bile. O kadar sakin gitti ki, sakinliği koydu.” Gözlerini devirdi Kerem. “Sıçarım senin aşk acına he! Başım hergün ağrıyor senin yüzünden. Güneş’in flörtlerine bile razı hale geldim.” Sonrası yine sıradandı. Barut Cansu diyor, Kerem bahtına küfrediyordu.
Ne oluyordu lan ona? Kendisine gelmeliydi. “Kaç zaten, ” dedi oturduğu yerden ona bakar iken Çiçek. “Hayatımda gördüğüm en korkak adamsın Kerem Bozok! Ne zaman çıkmaza giriyorsun, o zaman kaçıyorsun.” Tom ve Jerry gibiydiler. Tom aslında Jerry’i sahibi öldürmesin diye kovalıyordu. Jerry de yakalanırsa öleceğini sanıyordu.
Ama bu sefer Jerry iyi şeyler yaşamaya korkuyordu. Karanlığa o kadar alışmıştı ki, boktan hayatta bir ışık görmeye korkuyordu. Çiçek ayağa kalkınca, bu sefer önüne Kerem geçti. Duvarla Kerem arasında sıkışmıştı Çiçek. Masum olabilirdi ama korkak hiç değildi.
“Kaçmazsam yapacaklarımdan korkuyorum.” Önünde ki kadının yüzünün her zerresini inceledi. “Ne yapmaktan?” Kerem içinden geleni ilk defa söyledi. “Seni öpüp, sevdiğimi söylemekten korkuyorum.” Bunu sarhoşluktan söylemişti. Ama dediğinde tek bir yalan yoktu.
Çiçek şaşırdı. Bunu beklemiyordu. Ondan böyle bir laf çıkacağı aklının ucundan gelmezdi. “Ne?” Kerem’in kaşları ilk defa çatık değildi. “Gitmem gerekiyormuş değil mi lavanta?” Sustu bu sefer Çiçek.
Ne oluyordu burada? Sarhoş iken gerçekten kendisinde değildi. “Sarhoş olduğun için diyorsun. Sabah hatırlamayacaksın bile.” Olabilirdi. “Olabilir ama ben yalan söylemem lavanta.” Maalesef ki biliyordu Çiçek.
Geriye doğru adımlar attı Kerem. “O yüzden pek peşimde dolanma lavanta. Benden çok uzağa git. Kendini kirletirsin, kıyamam sana. Rizeye git yada karşıma çıkma. Uzaklaş benden, anladın mı? Çünkü ben ne yaparsan yap değişmem. Kanımın rengi bile normal değilken benden değişmemi bekleme. Selametle.” Arkasını dönüp gitti.
Çiçek ne yapacaktı şimdi? Peşinden mi gidecekti yoksa duracak mıydı? Durarsa onu kaybederdi. Giderse... Giderse ne olurdu bilmiyordu. Ama hala onu değiştirebilme ümidi vardı içinde. Ona ihtiyacı var iken gidemezdi.
Ama korkunç bir gerçek vardı, Kerem değişmezdi. Benliğine hiçbir zaman ihanet etmezdi. Acıya alışıktı çünkü. Mide bulantılarına ve her an başının ağrımasına. İyileşmek onu korkutuyordu. İyileşirse herşey biter sanıyordu. Zaten iyileşmeye mecali yoktu.
Birayı kafasına dikti Çiçek. Yavaş yavaş o kirleniyordu. Ağzına içki sürmeyen kız, sarhoş olmaya çalışıyordu. Yıpratıyordu onu kendisiyle beraber. Çiçek ama daha fazla yıpranmayı seçti. Peşinden gidip, kolundan tutup onu kendisine doğru döndürdü.
“Hiçbir yere gitmiyorsun. Ölmene izin vermiyorum.” Ölmeye az kalmıştı onun için. Çiçek onu yok etmeye çalışıyordu. Peki bunu niçin yapıyordu? İkiside birbirinin her bokunu biliyordu. Ama birşey denildiğinde Kerem kaçmaya çalışıyordu. 'Çiçek ise o şeyin üstüne gidiyordu. Güneş ile ay gibiydiler.
“Sebep?” Çiçek birşeyler geveledi. “Ôyle işte. Birisinin ölmesini kimse istemez. Ölemezsin, vermiyorum izin. Seni değiştirene kadar da hiçbir yere gitmiyorum.” Kolundan tutup kendisine çekti Kerem. “Neden?”
Kaşlarını çattı Çiçek. “Fazla konuşmaya başladın. Başımı ağrıttın, sus biraz.” Sırıttı Kerem. “Ben olmak sana hiç yakışmıyor lavanta. Ben demek karanlık demek. Lavantalar kırılgan olur, sönersin o karanlıkta.” Başını dik tuttu Çiçek.
“Bende de vazgeçmeme huyu vardır karanlık. Seni değiştireceğim, ne olursa olsun. İyileştireceğim seni.” İkiside farklı şeye inanıyordu. Kerem değişmez iken Çiçek kaderle oynuyordu.
Peki kim kazanacaktı?
🥀
Elimde ki kırmızı şarabı yudumladım. Cenk ve kaplan yarıştaydı. “Cenk kazanacak.” Bekir bana baktı. “Nasıl emin olabiliyorsun? Kaplan daha kuvvetli bir yapıya sahip. ” Yarım bir şekilde sırıttım ama samimi değildi. “Ellerini titriyormuş gibi yapıyor. Acar ise kendini fazla kasıyor. Ona hamle yapacağı an, güçlü olduğunu gösterecek. Herşey görünüş değildir Bekir. Akıl herşeyi yener.” O akıl Cenk’te vardı.
Düşman olmasıydık belkide anlaşabilirdik. Ah, hiç sanmıyorum. O benden daha aptaldı. Alev’in zekası herşeyden daha üstündü. “Alaz’ı ne yapacaksın?” Bardağı sertçe sıktım. Öfkelenmemem gerekiyordu. Ama o benden Cansuyu çalmıştı! Geçmişimi, babamı ve güvenimi yok etmişti. Nasıl öfkelenemezdim ki?
“O burada kalmayacak.” Bana baktı. “Neden ondan bu kadar nefret ediyorsun? Senin birine nefret duyman o kadar kolay birşey değil. Çıkarın üzerine kullanırsın sevmediklerini. Ama o adam farklı. Sanki bu halde olmanın sebebi oymuş gibi davranıyorsun. Dövmelerinin, saçlarının tek suçlusu gibi.”
Sinirle ona baktım. “Sanane Bekir? Fazla sorgulamaya başladın beni. Ve ben sorgulanmaktan hiç hoşlanmam.” O da viskisinden bir yudum aldı. Burada güvenebildiğim tek arkadaşımdı. “Yine sinirlendin. Onu duyunca duygularınla hareket ediyorsun. Seni ilk defa böyle görüyorum.” Ona susması için birşeyler söylemeden başımın etini yemeye devam edecekti.
“Benim önceki adım neydi?” Kaşlarını çattı. “Cansu.” Bunu sadece o biliyordu buradaki. “Cansuyu tanıyorsun, eve geldin. O Cansuyu benden alan o adam. Geçmişimi alanda o adam. Babamı öldürüp, yüzüme gülende o adam. Üvey olduğumu saklayanda o adam. Abimi de sakladı. Yetti mi?!” Sustu. Ona herşeyimi anlatabilirdim. Çünkü o da herşeyini sadece bana anlatmıştı. O yüzden VİP yere onu sokuyordum. Oysa burada sadece benim olmam gerekiyorfu.
Önüne döndü, birşey söylemedi. Ama söyleyeceği birşey varmış gibiydi. “Söyle,” dediğimde, Kaplan panter’a hamle yaptı. İşte o zaman kendisini gösterdi Panter. Motoru yana kıvırıp, kaplanın etrafında dönmeye başladı. “O adamı öldürmedin. Hala birşeyler var içinde onun için. İçinde olan şeyleri Cansu tutuyor. Sen hala onu yok edemedin çünkü. Bu yüzden de bu kadar öfkelisin.”
Bardağı bu sefer o kadar sıktım ki, paramparça oldu. Bileğimi ve avcumu içini parçalayan camları umursamadım. Acar düştüğünde, “aptal herif,” diye bağırdım. Oysa o beni duymuyordu. “Nasıl yenemezsin onu! Ona inanıp kaybettin. Aptal!” Masada ki suyu da yere attıp kırdım.
“Bundan bahsediyorum.” Yumruklarımı sıktım. Avcumun içine girmiş cam dahada kanattı. Bileğim kanıyordu, umursamadım. “Kes sesini! Ve yanılıyorsun, Cansu çoktan öldü.” O mektubu okuduğu an ölmüştü. Onu haklı çıkaracak tek birşey bulamayınca ölmüştü. “Ve Alev sadece onun gibi rol yapar, istediği zaman. Hatta sana bunu kanıtlayacağım.” Masadan kalkar iken, Fatih panzehiri onlara vuruyordu.
Kaplan bu sefer sinirli değildi. Cenk onun öz abisiydi. O yüzden Cenk’i öldürmüyordum. Ben onun gibi değildim. Değer verdiğim insanların sevdiklerine zarar vermezdim. Çünkü bilirdim ki verdiğim an mahvolacaklarını. Ve o adam bana tek zaafımsın derken bunu yapmıştı. Ve Cansu hala onu affetmek için yanıp tutuşuyordu.
Defalarca dediğimi tekrar tekrarlıyordum. Artık Cansu yoktu, Alev vardı. Alev asla Cansu olamazdı. Alev uyumaz, affetmez, güvenmez, sakin olmaz, yaşamaz... Alev ayakta durmak dışında birşey yapmaz!
Oraya indiğimde, Cenk yerde oturan Acar’a elini uzattı. “İyi denemeydi kardeş. Kural bir, görünüşe aldanma. İnsanlar rol yapabilir, bunu anlaman lazım.” Acar ona uzatılan eli tuttu. Cenk onu ayağa kaldırdı. “Rol konusunda yeteneklisin abi.” Omzuna iki tane vurdu Cenk.
Her ne olursa olsun, iyi bir abiydi. “Pisti boşaltalım,” dedim oraya giderek. “Ne oldu? Yine mi sinir krizi geçireceksin patron? Yada kraliçe demeli miyim? Delilerin kraliçesi.” Cenk'in alaylı söylenişini umursamadım. Gülümsedim tatlı tatlı. “Birazdan görürsün Panter. Hoşuna gidecek, emin olabilirsin.” Yanağından makas aldığımda, gözlerini devirdi.
Onlar kenara çekilirken, ben kenar köşeye baktım arkama dönerek. Gözünün benim üstünde olduğunu biliyordum. Gülümsememi silmedim. Alev gayet Cansu gibi rol yapabiliyordu.
Yavaş yavaş onun yanına gittim. Omzuna bakmamaya çalıştım. Sigara dumanını bana doğru üfledi. Bir kül yere düştü. O kül bendim. Bunun tek suçlusu buydu. Gözleri ellerime değindi. Yutkundu kanı görünce.
Sigarayı bir kenara attığında istemsizce kaşlarımı çattım. Sol elimi, tutup, kendisine doğru götürdü. “Pansuman gerekiyor buna. Bekir denen adama söyle, ilk yardım çantasını getirsin. Bama olan nefretin yüzünden yaralarını görmezden gelme.” Kabulleniş vardı sesinde. Ona olan nefretimi kabul etmiş gibiydi. Ama endişelenmişti.
Oysa en büyük yarayı kendisi açmıştı. Bunun hatırlayınca, hiddetle elimi çektim. Cam parçalarını sertçe çıkardım. Sanki kendi canı acımış gibi, gözlerini kapattı. Bileğimde ki camı o kadar sert çıkardım ki, yaşam damarımı kesiyordum az kalsın. Yüzümü bile buruşturmadım. Bileğimde ki ölü güvercin dövmesi kanla bulandı.
“Öldürmeyen yaralar sadece sıyırıktır.” Senin açtığın yara beni öldürdü diyemedim. Kalben’in bir sözü aklıma geldi. “Yarayı kapatan aşk, yaradan daha derin. ” diyordu. Benim yaram kabuk bağladığı an o kabuğu koparmıştı bu adam. Bu aklıma gelince yine sinirlendim.
“Konumuza gelecek olursak,” derken avuçlarımı sertçe birbirlerine vurdu. “Sikerler konunu.” Devamını getirmedi. “Çok ayıp,” dedim kınayarak. “Bu kadar insanın içinde, buranın sahibine küfretmek yakışır mı hiç?” İsmini söyleyecekken, durdum. “Alaz’dı değil mi?” Sessizliği evet olarak algılıyordum.
“Buraya girmenin tek bir kuralı vardır. Benimle yarış ve kazan. Eğer kaybedersen, siktirip gidersin. Eğer kazanırsan, buranın bir parçası olursun. Kabul etmezsen seni yollayabiliriz.” Her türlü gönderecektim. “Sadece gitmek değil. Kaybedip, işkenceyi geçebilirse burada kalır. Zaten hepsi o işkencelerle burada. Kaybedenleri öldürüyorsun.” Beni gerçekten iyi araştırmıştı.
“Deccal’den daha pislik olamam, emin olabilirsin.” Bize bakan delilere baktım. “Bakın, ne kadar da çok şey biliyor. Bence bir alkışı hak etti değil mi?” Alkışlamaya başladım ama bana uyan kimse yoktu. Nefretimi, öfkemi saklayamıyordum.
Alkışlarımı durdum, ona baktım. “O zaman yarışıda biliyorsundur. Ama bak, sana bir torpil yapabilirim. Kaybedersen, sadece gidersin. Ölüm yok, işkence belki. Kabul mü?” Gitmesini istiyordum. Bana ayak uydurup, alayla gülümsedim. “Yenilceğime bu kadar emin olma deniz kızı. Kabul değil, yarışalım.” Öfkemi tutmaya çalıştım.
“Boğulacağın dalgalarda yüzüyorsun Alaz,” dedim dişlerimi sıkarak. Beni sinirlendiren neydi peki? Onun bana öyle seslenmesi miydi yoksa onun canını yeterince acıtamam mı? Benim canımı alan adamın canını fena yakacaktım. Mantığımla. Öfkeyle kalkıp zararla oturmamam gerekiyordu.
“Denizi istiyorsan, kızgın dalgalarına da katlanırsın deniz kızı. Ben o kızgın dalgalarda boğulmayada razıyım deniz’in içindeysem.” Bu neydi şimdi? “Ne yazık ki ben ateş’in canavarıyım.” Arkama dönerek, elimi iki kere şıklattım. Bu motorları hazır et demekti.
Bekir bana yapma dercesine baktı. Onu umursamadım. Yerde bileğimden akan kanlar vardı. Motora bindim hazır olunca. Büyük bir arazideydik. Tam ortada pist ve çevresinde burayı izleyen deliler. Bir ilçeden daha büyüktü bura. Çünkü Rize’nin hiç bilinmediği bir yerdeydik. Gizli geçitle buradaydık ve o yüzden yakalanmıyorduk. Yüzden fazla deli vardı ve her birinin ayrı evleri vardı. Bok gibi para saçıyordum.
Kiralık katil olduğumu söylemiş miydim? Birde Bozoklardan kalan paranın yarısı bana kalmıştı. Servetimin yarısı kadar değildi burası. Herkes beni sever, sayardı. Bu Dünyada iki şeye inanırdım. İtibar ve paraya. Gerisi pek önemli değildi Alev için.
Canavarın kendisiydim. Ağaçların kokusu burnumu sardı. Buraya motoruyla gelen Deccal’e baktım. Gece mavisi bir motoru vardı. Siyah sprey boyayla Rusça birşeyler yazıyordu. Üç dil öğrenmiştim. Bu kiralık katil olduğum için yapmam gerekiyordu. İngilizce, Fransızca ve Almanca öğrenmiştim. Toplam beş dil konuşabiliyordum.
Rusçada öğrenmeliydim. Eğer burada kalırsa, arkamdan iş çevirebilirdi. Beni polise bile verebilirdi. Ama bu çok düşük ihtimaldi. Beni ihbar ederse, benimde onu ifşa edeceğimden korkardı. Beni öldürmeye çalışabilirdi. Bunun yapmaması için hiçbir sebebi yoktu.
“Ne yazıyor?” Bunu sormamam gerekiyordu. Niye merak etmiştim ki! Aptal kız, aptal! Tırnaklarımı avuçlarımın içine geçirdim. Bu adam Alev’i bile öfkelendiriyordu! Oysa Alev sakin ve mantıklı kararlar alırdı. Ama bu adam bütün düzenimi tekrardan altüst etmeye yemin etmiş gibiydi.
Tebessüm ettiğini yandan görebiliyordum. “Sormamışım say. Her neyse sonun olsun.” Bunun niçin demiştim bilmiyorum ama çok kötü birşey demişim gibi geliyordu. İnternetten ne olduğunu öğrenebilirdim. Ama uğraşmama değmezdi.
“Sonum senden gelsin,” diye mırıldanışını duydum. Ama o kadar sesiz mırıldanmıştı ki yanlış duymuş olabilirdim. Başlatacak sarı şeytan olan kadın, araya benzin döktü. Bekir buraya geldi. 1.92 boyunda, kumraldı. Ela gözleri onu masummuş gibi gösteriyordu. Yumuşak yüz haltları ile keskin gözlerinin verdiği hava farklıydı. Güzeldi ama kendisi bunu bôyle düşünmüyordu.
Kaşlarını çattı Alaz. Ona ismiyle seslendiğim an Cansu olacağımı bildiğim için ona Alaz demek istiyordum. Deccal, Alaz yada Barut Türkmen dememde sorun yoktu. Ama sadece Barut demek bana geçmişi hatırlatırdı. Ve lanet olsun ki geçmişim ondan ibaretti.
Bekir bacağıma iğneyi vurduktan sonra bana baktı. “Pişman olacaksın.” Alayla gülümsedim. “Alev pişman olacak birşey yapmaz.” Eğildiği yerden doğrulur iken, “Alev değil şua karşımda ki. Karşımda ki öfkeden gözü dönmüş Cansu var ve canı yanacak. Kazansada, kazanmasada,” derken onu umursamadığımı mimiklerimle belli ettim. Yanılıyordu.
Onun yanına gitti ve iğneyi koluna vurdu. Ama sert vurduğunu fark etmiştim. Burada sadece ikimiz birbirimize sırtımızı güvenerek yaslayabilirdik. Tekrar birilerine güvenmemi sağlayandı Bekir. Patron deli ilişkisi değilde, iki kardeş gibiydik. O da ondan nefret ediyordu.
“Ona birşey olursa, seni yakarım,” dediğini duydum Bekir’in. İçimden tebessüm ettim. Herşeyime katlanabilen tek oydu. Cansu da onu seviyordu. Cevap vermedi o. Bekir boşalan iğneyi bir kenara atıp, gitti. “Ve yakışıklı gider,” dedim kendi kendime eğlenerek. Cenk, Acar ve Fatih bana deli görmüş gibi bakıyordu. Diğerleri gülmüştü.
Onlara göz kırptım. Düşünmemek için uğraşmam gerekiyordu. “Panter!” El salladım çok seviyormuşum gibi. Sarışın, “bir, iki,” derken, orta parmağımı Cenk’e çektim. “Geber!” Sarışın çakmağı yere attığında, motorlardan egzoz sesi çıktı. Yarış başlamıştı.
Cenk’in güldüğünü işittim. Onu bile güldürmeyi başarmıştım. Bu onun bipolar bozukluğundan kaynaklanıyordu. Gerçekten de kardeşler en çok abilerine benzermiş. Çünkü gülerken bile benden nefret ediyordu.
Tekerlekliklerden izler çıkıyordu. Arkada büyük bir yangın çıkmıştı. Herkes beni destekliyordu çünkü Alaz’ı tanımıyorlardı. “Niye geldin!” Arkadan ona çarptım ama sarsılmadı bile. “Birşey diyebildiğin zaman gel dedin. Hem nefretine dayanırım da seni tekrardan kaybetmeye dayanamam deniz kızı.” Tekrar sinirlenmiştim.
“Aptal herif! Herşeyi sen berbat ettin!” Bana baktı. “O adam yüzünden hergün acı çeker iken, onun yok olmasını sağladım. Acın nefrete dönüştü. Acı çekme diye yaptım.” Yalancı! Ona zerre güvenim kalmamıştı.
Ön kaldırdım ve motorda gizli olan kelebeği çıkardım. “Senin hayatın yalan! Herşeyin yalan! Ben senin yüzünden,” derken sustum. Devamını getiremedim. Ona olan asıl nefretimi dinlendiremedim. Hiçbir bok bilmiyordu! O olmadığında ne çektiğimi bilmiyordu!
O yaşasın diye ne yaptığımı bilmiyordu. Ondan nefret ederken bile onun için neler çektiğimi bilmiyordu. En güvendiğimin yalancı bir pislik çıktığında hissettiklerimi anlamıyordu. Cansu ölmek istemez iken, onun yüzünden Cansuyu öldürdüğümü bilmiyordu. Onun yalanları yüzünden benim de yalanlarla yaşadığımı bilmiyordu. O... O hiçbir boku bilmiyordu.
Alev’in nefreti güçlendi. Birinci turu tamamlar iken o hiçbir şey yapmıyordu. Saçlarımda ile avcumdaydı gözü yine. “Benim için herşeyi yapar mısın?” Kaşlarını çattı. “Evet,” dedi düşünmeden. “Öl o zaman! Ben elimi senin kanına bulamadan geberip git!” Dudaklarını birbirlerine bastırdı. Ona nefretle haykırmam sanki ona acı veriyordu.
Ben Deccal’i bile sevmiştim o diye. Ama Deccal de pislikti. Ondan kalan tek güzel şey maskeliydi. O da onun pisliğinden payını almıştı. Ben onun yüzünden kendimden nefret ediyordum. Yine gelmişti! Birşey demedi, sadece baktı. Artık bakışlarından onu anlayamıyordum.
Yangının kenarından geçer iken, ikimizde üç yüzle gidiyorduk. Bu ölüm demekti. İkimizinde sikinde değildi ölmek. “Gel iddiaya girelim,” diye bağırdı önüme geçer iken. Motoru yana kırarak, motorları yan bir şekilde hizaladım. “Olur.” İddiayı kaybedecekti zaten. Benden daha iyi motor kullanmayı bilmiyordu.
“Eğer ben kazanırsam, bir gece beni dinleyeceksin.” Ağzımı açtığım an susturdu. “Eğer kaybedersem ve işkenceyi geçip kalırsam,” derken gözlerime baktı. “İstediğini yaparsın. Kabul mü?” Onu öldürmek istiyordum! “Tamam lan,” diye bağırdım. Dinlesem bile bir bok değişmeyecekti. Her türlü benim çıkarıma geliyordu.
Cansu bana nefretle bakıyordu. “Ona nasıl böyle diyebilirsin? Barut o, Barut’a nasıl ölmesini söylebilirsin? Gerçekten canavarsın Alev,” dedi nefretle bana. Aptal! Ben ona yapılanların intikamını alıyordum. O ise bencilce davranıyordu. Acı çekerken, acı çektirenlere sevgi duyacak kadar aptaldı.
Onada sinirlenmiştim. “Sen kes sesini!” Tam yolun ortasında duruyordu. Bana bakıyordu nefretle. On beş yaşlarındaydı. Unutmadan önceki haliydi. “Herşeyi senin için yaparken, bana bunları diyemezsin.” O bana hafif şaşkın gözlerle baktı. Kiminle konuştuğumu anlamaya çalışıyordu.
“Sen herşeyi kendin için yaptın,” dedi elimde ki kelebeğe bakarken. “Ne yapacaksın onunla,” dedi korkuyla. “Ona mı zarar vereceksin? Sakın yapma Alev, o Barut. Sakın!” Başım ağrıyordu. İlaçtan dolayı ellerim titriyordu. “Yaparsam biter! Eğer sesini kesmezsen, seni de öldürürüm onunla beraber! Sus artık.” Kesmedi sesini. “Öldürürüm kendimi yaparsan. Sakın yapma!” Ne demişti o?
Hiç kimse için ölmeye değmezdi. “Aptal kız! Biri için ölünmez! Bunu sana öğreteceğim.” Motoru sürerken ayağa kalktım. “Sen kendin öl,” diye bağırdığında, yutkunamadım. Kelebeği ona doğru uzattım motorla yanına giderken. Ağaçların arasındaydı. “Cansu delirdin mi? Otur,” dedi bana o. Oturmayacaktım!
Ona bakıp, Cansuyu gösterdim. “Senin yüzünden bana karşı geliyor. Hepsi senin suçun!” Kaşlarını çattı. Sonra ise anlamış gibi, “hassiktir,” diye mırıldandı. Burnumdan kan geliyordu. Beş dakika dolmak üzereydi ve ben ölecektim. Bu beş dakika sadece benim için geçerliydi. Çünkü bir sürü hastalık taşıyordum.
Halimi gördü. Gözlerim kararırken, dengemi kaybediyordum. “O senin yüzünden bu halde,” diye mırıldandım başımı tutarken. “O senin yüzünden öldü. Hepsi senin suçun...” Cansu Alev diye bağırır iken, ben dengemi kaybettim. Boşluğa doğru düşerken, kan kustum. “Cansu!” Birinin beni kendisine çektiğini hissettim. “Anne,” diye fısıldadım.
Deli miydim? Galiba evet. Çünkü Alev Devin’i anlıyordu. Kim yasak bir tohum’u bağrına basıp severdi ki? Yada bir katili? Kimse. “Geçti,” diye mırıldanan Barut Türkmen’i duydum. Düşmüş müydük? Hiçbir şey hissedemiyordum. Ciğerimin çürüdüğünü hissediyordum.
“Geçmişti,” derken, daha fazla kan kustum. “Hatırlattın. Nefret ediyorum senden. Onun yerinede nefret ediyorum.” O dediğim Cansuydu. Çünkü o ondan nefret etmek yerine tutsak olmayı seçmişti. Göğsüne belli etmeden sindim. Onu öldürmek istememiştim ki. Sadece zarar vermek istiyordum.
Ölmek için burası çok rahattı.
Kafamı dik tutuyordu. “Bekir! Şu koduğumun panzehirini getir!” Yüzümü buruşturdum. “Yenildim.” Tekrardan ona yenilmiştim. “Kalıyorsun demek.” Gözlerimi açamıyordum. Bünyem acıya alışık olmasaydı çoktan bayılmış yada ölmüştüm.
Güvercin yine avcının kucağına düşmüştü.
“Yorma kendini. Benim suçum, kabul etmemem lazımdı. Allah belamı versin! Bekir!” Gözlerimi zorla açtım. “Senden en çok niye bu kadar nefret ediyorum biliyor musun?” Yüzümü avcunun içine aldı. “Nefret et benden. Herşeyin suçlusu benim, nefret et benden.” Bütün günahlarımı sırtına almak istiyormuş gibiydi.
“Senden nefret edemediğim için senden nefret ediyorum.” Bunu beklemiyor gibiydi. Korkmuş ve endişeli duruyordu. “Özür dilerim. Çok özür dilerim. Olduğum adam yüzünden özür dilerim. Beni öldür ama sen yaşa. İster Alev olarak ister Cansu olarak. Benden nefret et ama yaşa deniz kızım.” Bunu yapmamalıydı. Ona tekrar bağlanmamı istiyordu ama bu olmayacaktı.
Gözlerimin tekrar kapandı. Bekir’in geldiğini duydum. Ayak sesleri ona aitti. “Ben senin yüzünden öz annemin katili oldum.” Bacağıma bir iğne vurulduğunu hissettim. Acıyla inledim iğnenin dozuyla. Sanki ona vurmuşlar gibi kasıldı. Saçlarımla oynadı. Bu dah fazla canımı acıttı. Cansu ise kahkaha atıyordu. Bama zarar gelmesi onun hoşuna gitmişti. Ama asıl nedeni ona birşey yapmamamdı.
Bayılmadan önce, “ben senin yüzünden,” derken devamını getiremedim. Acar’ın buraya gelmek için sinirle bağırıp, sinir krizi geçirmesi bile sustu. Karanlığa gömüldüm. Onun kokusunu fırsattan istifade soludum. Bunu yaptığım için kendimden nefret ettim.
Ben senin yüzünden bebeğimi kaybettim diyemedim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |