28. Bölüm

27. Bölüm

Nehir Keser
gecemavisiyazarrr

Cansu ağlarken gözünde ki minik yaşları sildi. Ormanda kaybolmuştu ve üstü başı çamur içindeydi. Ayak bileği çok acıyordu. Hep o köpek yüzündendi!

 

Ona bakarak havladı. Adını Çavuş koymuştu Cansu. On dört yaşında başına gelenlere bak! Ergen bir çocuktu. Yüzünde tek bir sivilce bile çıkmaması, ona gelen bir şanstı. Güzellik takıntısı vardı ve bunu sevmiyordu. “Hep senin yüzünden Çavuş,” diye azarladı onu. “Senin yüzünden bu haldeyim! Barut yok, abi yok. Ne yapacağız biz burada? Hem havada kararıyor.”

 

Beraber oyun oynarlarken baya uzaklaşmışlardı. Ormana girdiklerinin farkına bile varmamışlardı. Çavuş onun peşinden oyun için koşarken, ayağa taşa takılmıştı ve yağmurdan dolayı ıslak toprağa düşmüştü. Bileğini kırmış bile olabilirdi!

 

Üzgün bir şekilde havladı Çavuş. Beş aylık bir sivas kangalıydı. “Hiç bana öyle bakma,” dedi omuz silkerken Cansu. “Halime bak! Abim beni öldürecek. Hatta abimden önce Barut beni öldürecek.” Elini dertle başına attı. “Onlardan önce Cemre Sultan’ın beni bulması lazım. Yoksa ben gerçekten boku yerim.” Çavuş başını kucağına koydu. Çenesini yaladı.

 

Acıdan ağlar iken gülümsedi Cansu. “Tamam, affettim seni.” Kıyamıyordu kimseye. Kin tutamazdı uzun süre. Anca öfkelenirdi o kadar. “Ama ne yapacağız biz?” Soğuk ona etki etmiyordu ama gerçekten bileği çok kötü durumdaydı.

 

Kurt sesleri duyunca irkildi. Çavuş ona gömüldü. “Korkma,” dedi başını okşarken. “Bulurlar bizi. Barut var, o kesin bulur bizi. Sende göreceksin.” Şüphesizce ona güveniyordu. Öldürse bile sebebi vardır onun.

 

Zaten her tarafta onu arıyordu. Kerem askerdeydi. Ankaraya gitmişti Kara Harp Üniversitesi için. Dereceyle kazanmıştı. İkinci senesindeydi. Giderken kardeşine, “bu Türkmen’den uzak dur. Birşey yaparsa ilk bana söyle. Konuşursa duyma, ” diye öğütler vermişti. Ama Cansunun bir kulağından girmiş, diğer kulağından çıkmıştı.1

 

“Barut!” Erkek gibi ıslık çaldı. Islığından tanırdı onu o. Çavuş koku aldı. Sigara ile karışık barut kokusuydu. Kucağından çıkarak, etrafında döndü. Kaşlarını çattı Cansu. “Ne oldu yavrucuk?” Arkasına dônüp gittiğinde, daha fazla gözlerinden yaş döküldü. “Git zaten sende! İki tane köpeksiniz!” İkincisi Kerem oluyordu.

 

Çavuş koşarak kokuyu takip etti. “Ulan Cansu, ulan Cansu!” Barut ormanda onu arıyordu. Ormanın her yerini ezbere bilirdi. Ama bu kızın ormanla ilgili hiçbir bilgisi yoktu. “Seni bir elime geçireyim, odana kapatacağım. Cadı! Ormanda ne işin var senin,” diye kızıyordu. Kızmasının sebebi ona birşey olacağından korkmasıydı. Ona birşey olursa kendisini affetmezdi.

 

Tekrar ıslık çaldı Cansu. “Barut! Canım acıyor, gel buraya!” Sanki onun sesini duymuş gibi kalbine ağrı girdi. Onun canı yanınca kalbine ağrı giriyordu. Çavuş onun yanına gidince, ona baktı. Havlayarak etrafında döndü.

 

Barut kaşlarını çattı. “Ne oldu?” Havlayarak bir yere gitti Çavuş. Barut’ta son çare onu takip etmek zorunda kaldı. On dakika sonra, Cansunun yanında olmuşlardı. Barut onu bu halde görünce, “Cansu,” diye telaşla soludu. Böyle işi sikerdi!

 

Hemen yanına gidip, yanına çömeldi. “Ne oldu lan sana?” Cansu sol ayak bileğini gösterdi. “Kırıldı galiba,” dedi masum bir üzgünlükle. “Abimin bedduaları tuttu.” Barut kaşlarını çattı. “Abin sana böyle beddua mı etti? Yok lan, sadece Allâh belanı versin diyor.” Tersçe ona baktı Cansu.

 

“Şuan vermemiş gibi mi duruyor gerizekalı? Kaldır beni!” Barut onu yavaşça kucağını aldı. Yürüyemezdi böyle. “O ayak iyileşsin bi göstereceğim sana.” Aklı çıkıyordu ona birşey olacak diye. Ama bu kız hee dakika başını belaya sokuyordu!

 

Kollarını boynuna doladı düşmemek için Cansu. “Abime söylemede ne yapıyorsan yap,” dedi hafif korkuyla. Abisi ilk önce onu, sonra Barut’u gebertirdi. “Başıma ikinci bir bela alamam.” Bu Cansu için iyiydi.

 

Onunda üstü çamur olmuştu. “Yüzüm çok kötü değil mi?” Barut ona baktı. İmkansız gibi kusur aramaya başladı. Ama lanet olacası hala çok güzeldi! “Habeş maymununa benzemişsin.” Keşke benzeseydi. Benzese bile dalıp giderdi ona, her zaman ki gibi.

 

Daha fazla ağlayınca, “şaka lan,” dedi hemen. “Kes sesini, çok güzelsin.” Sustu Cansu, gülümsedi. Susturmanın yolunun bu olduğunu bilmiyordu. Egosunu tatmin etmişti sanırım. “Ergen.” Omzuna vurdu Cansu. “Ayı.” Vurduğu yeri öptü.1

 

Şaşkınlıkla ona baktı. “Niye öptün?” Öpecekse niye vurmuştu? “Sert vurdum biraz. Acımışsa öpünce geçermiş. O yüzden öptüm.” Bu kız gerçekten ruh hastasıydı. Davranışları günden güne değişiyordu.

 

Hoşuna gitti Barut’un ama. Ruh hastası da olsa seviyordu bu kızı. “I love you bal.” Balı bilerek Türkçe söylemişti. Okula gitmesine rağmen İngilizceden tek bir kelime bilmiyordu. Sayılsal’ı onun sayesinde yapabiliyordu. Hatta sınava girmeden önce, sınav cevaplarını öğrenip, ona kopya olarak veriyordu. Bunu yaptığı her zaman sarılıp, onu çok sevdiğini söylüyordu. O yüzden çalıştırsa bile bunu yapıyordu.

 

Kaşlarını çattı Cansu. “Ne dedin Barut?” Gülümsedi Barut. “Ayağının acısını çabuk unuttun herhalde.” Onlar yürürken, peşlerinden Çavuş geliyordu. “Acıyor hala. Ve benim uykum geldi.” Acılarını uyuyarak geçirmeye çalışırdı. Nereden bilebilirdi ki, ilerde o kada fazla acı çekip uyuyamayacağını? En sevdiğine güvenemeyeceğini.

 

Başını göğsüne yasladı. Masumca bakan gözlerini kapattı. “Ne dediğini bilmiyorum ama, sanada I love you çocuk.” Uyumasını bekledi. Saçlarına bir tane öpücük kondurdu. O çoktan uyuya kalmışken, eve götürdü.

 

“Teyze,” dedi sesizce. Teyzesi salondan hemen onun yanına gitti sesi duyunca. Peşinden de Güneş koştu telaşla. “Abi.” Sessiz olması gerektiğini bakışlarıyla uyardı Barut. Cansu kıpırdanır iken göğsüne daha fazla sindi. Buradan ayrılmamak istercesine gömüldü ona. Anlamsız birşeyler mırıldandı uyku sersemliğiyle.

 

“Aptal kız,” dedi Güneş’e. “Ne sesin bitiyor ne de flörtlerin.” Alt dudağını ısırdı. “Nereden bileyim ben ya?” Küçük bebek gibi pışpışladı Cansu’yu. Teyzesine baktı. “Banyo yaptırsana uyandırmadan onu. Hafif sıcak su olsun, tam sıcak olursa yanar. Soğuk sakın yapma suyu, hasta oluyor hemen. Uyku sersemi olacaktır, konuşmaya çalışma. Uyanır yoksa, uyanmasın.”

 

Cemre tebessüm etti. Kimseye göstermediği ilgiyi bu kıza gösteriyordu. Annesi ile babasından sonra hayata onunla tutunmuştu. Bir yere gidecekken, “Cansu’ya dikkat edin,” diye tembihleyip gidiyordu. Gözünün önünden bir saniye bile ayırmıyordu. Onun yaptığı yaramazlıkları başkası yapsa evden atacağı şeyleri, o yapınca gülüyordu. Onu zorbalayan çocuğu hastanelik etmişti. Kendisi kızıyordu ama başkasına izin vermiyordu.

 

“Tamam,” diyerek Cansuyu kucağına aldı. “Bol tişörtünü ve gri eşofmanını giydir. Onlarla rahat eder. Saçlarına dokunma ama yıkadıktan sonra. Ben kurularım.” Saçlarıyla oynamayı seviyordu. Eğer ondan en güzel olan şeyi ayırabilseydi, saçları derdi.

 

Cansu yerinin gitmesiyle huysuzlandı. “Bittiyse gideyim ben,” diye uğraştı onunla Cemre. Barut ise gayet ciddiydi. Ona baktığında sadece ciddi değildi. “Bitti.” Cemre onu banyoya götürürken, Güneş yine şaşırdı. “Sen hepsini ezberinde mi tutuyorsun?” Kafasına vurup, salona geçti Barut. “Kes lan tırrek. Çay koy bana.”

 

Güneş sinirle ayağında ki terliği çıkarıp, ona attı. “Hizmetçin mi var köpek? Git kendin koy çayını.” Köpek diyip ona karşı mı gelmişti? Kulaklarında bir sorun olmasını umuyordu. “Ne dedin sen?” Güneş yanına oturdu.

 

“Kendin koy çayını. Kendi evimde hizmetçiyim resmen! Zaten deniz kızın hariç herkes senin gözünde figüran. İşine yarasın, istediğini hemen yerine getirsin yeter.” Gözlerini devirdi Barut. “Yok canım, o sana özel. Hem teyzeme figüran mı diyorsun lan? Yersin kafayı.” Uzanıp, karnına tekmeattı Güneş.

 

Barut, “lan,” diyerek yastıkla onu boğacakken, “yaparsan bağırırım,” diye tehdit etti. “Avazım çıktığı kadar bağırım. Uyanır, karar senin.” Yapmayacaktı. Ona o da değer veriyordu. Cemre kendi kızı gibi, Güneş ise kız kardeşi gibi seviyordu onu. Barut... Bilmiyordu. Ama kardeşi gibi sevmediğine emindi.

 

Tek bir bildiği vardı, annesini ne kadar çok seviyorsa, onuda o kadar çok seviyordu. “Eşek sıpası, ” diyerek bacaklarını itti. “Adam ol.” Ağzını taklit edip, kafasına bir tane vurdu Barut. “Sen yarını bekle. Kurtarsınlar seni elimden o adamlar. Tekrar karşıma çıkabiliyorlarsa tabi.” Hepsini neredeyse hastanelik ediyordu! Manyaktı manyak!

 

“Senden asker değilde seri katil olur abi,” dediğinde, sustu Barut. “Hatta Kerem’i de tetikçin yaparsın. Ülkede ki kötü gördüklerinizi öldürürsünüz.” Nereden bilebilirdi ki abisinin gerçekten ilerde seri katil olacağını? Bilemezdi.

 

Sessiz kaldı, cevap vermedi. Düşünceler zaten sadece onunla susuyordu. İçinde ki caniyi haberi olmadan sadece o durdurabiliyordu.

 

Öyleydi işte. Donarken sıcak suyu ile ayakta durmaya çalışıyordu. Ülkeyi yakmak isterken, onun denizinde yüzmek istiyordu.

 

🥀

Barut

 

 

Saçlarında gezindi parmaklarım. “Özür dilerim.” Onun bu halde olması da benim suçumdu. Onu yanımda isterken zarar görüyordu. Kendisine zarar veriyordu. Bana olan nefretini benden çıkarması gerekirken, kendisinin canını acıtıyordu. Bana zarar vermesini istiyordum ama kendisine değil.

 

Biriyle konuşuyordu durmadan. Kim olduğunu bilmiyordum, sadece o görüyordu. Benim yüzünden miydi? Tabiki de benim yüzündendi. Ona hayatının en büyük hayal kırıklığını yaşatmıştım. Ne olursa olsun eskisi gibi olmayacaktı.

 

Saçları... Yanında olsaydım onları kesmesine hayatta izin vermezdim. Öldürse daha iyiydi beni onları kesmek yerine. “Deniz, gitme.” Kaşlarımı çattım. Uykusunda bunu demişti. Deniz kimdi? “Özür dilerim, koruyamadım, ” dedi gözünden bir damla yaş akarken. Kabus görüyordu.

 

Bin tane sakinleştirici verilmesine rağmen en fazla beş saat uyurdu. O sakinleştiricileri başkası alsa bir hafta gözlerini açamazdı. Oysa eskiden çok uyurdu. Okulda, evde, sinemada hatta ayakta bile uyurdu. On sekiz yaşına bastığı andan beri uyumamaya başlamıştı. Ben ise bir sik yapmamıştım.

 

Annem onun gibi nefret ediyor muydu acaba? Babamda kesin bana hayal kırıklığıyla bakıyordu. Mezarında ki kemikleri sızlıyordur beni böyle görünce. Vatanı için şehit düşen Adem Türkmen’in oğlu, Ülkenin korkulur rüyası Deccal olmuştu.

 

O bile benden nefret ederken, annem beni oğlu olarak görmezdi ki. Senden de özür dilerim anne, babam gibi olamadım. Bana düşenden daha fazlasını yaptım. Yaptıkça parçaladım ama istediğim oldu. Artık her biri benden korkarken, suç işleme oranı düşmüştü. Bunun sebebi birilerinin hayatını karartırken o sikik canlarını önemsemeleriydi.

 

Eli karnına gitti. “Gitme, yalvarırım... Deniz, ölme, ” dedi gözlerinden yaşlar damlarken. Gözünde ki yaşları silemedim. Bunu yapmaya layık görmedim kendimi. “Geçti,” diye mırıldandım sadece. Ama ağlıyordu. Neden ağlıyordu? Göz yaşlarını sevmiyordum. En azından Alev ağlamasaydı. Ama şuan ağlayan Alev değil, Cansuydu.

 

Cansunun kapatamadığı yaralar için Alev doğmuştu. Onun yaralarını sararken, onu yok saymıştı. İyileşmek adına onu bir duvara kitlemişti. Ama odanın içine bir ampul yakmıştı. Karanlıkta olmasını istemişti. Onun yerine kendisini karanlığa gömmüştü.

 

Silah kaçakçılığı, uyuşturucu satışı, örgüt kurma, vergi kaçakçılığı ve kiralık katillik gibi bir sürü boka bulaşmıştı. Ülkenin mahkemesinde ikimizinde suçu aynıydı. İdam. Masum o kız benim yüzünden boka bulaşmıştı. Ben peki buraya hangi yüzle gelmiştim? Her davranışım onu daha da bataklığa sürüklüyordu.

 

Ama onu korumam lazımdı. Çünkü bir gerçek vardı, Devin ölmemişti. Acı bir gerçek daha vardı, ben yine ondan birşeyler saklıyordum. Her yalanın birgün açığa çıkacağını bile bile yapıyordum. Bencil miydim? Evet. Onu korurken acı çekişini izliyordum. Sonun değişmeyeceğini bile bile.

 

İkimizin tek bir sonu olabilirdi. İkimizden biri ölmeden bu bitmeyecekti. Ölen kişinin ben olmam için elimden geleni yapacaktım. Deccal’in ölümünün tek sebebi o olabilirdi. Fazla cringe gelebilirdi ama gerçek buydu.

 

Birisini ölümüne sevmek... Yapılan yanlışların iyi niyetle yapılmasıydı. Keremin diliyle boktan birşeydi. Ama güzel olan boktanlıklardandı. “Ağlama deniz kızı. Silemiyorum göz yaşlarını, ağlama.” Deniz kimdi bilmiyordum ama ölmesini istememesine rağmen ölen birisiydi. Sadece gittikten sonra ki dört ayı öğrenememiştim.

 

O gece gibi onu hissetmek istiyordum. Kerem’in vurulduğunu öğrenmenden önce ki gece. O geceden sonra herşey bombok olmuştu. Herşey Devin yüzünden olmuştu. Arda neysede bir anne kendi çocuğuna böyle yapmaması gerekiyordu. Bir anne nasıl bu kadar acımasız olabilirdi? Az da olsa biraz vicdan olması gerekmez miydi?

 

Deccal kadınlardan bir tek onu öldürebilirdi. Ama yapamazdı, bir kere bu hatayı yapmıştı. Sonunun ne olduğunu biliyordu. Bir hatayı ikinci kez yapmazdı.

 

Ama yine kendini tutamadı. Eğilerek, göz yaşlarını sildi. “Geçti,” diye mırıldandım. “Ölmedi,” diyerek tekrar yalan söyledim. Yalanlar ona iyi geliyordu. “Öldü. Senin yüzünden,” diye mırıldandı sakinleştiricinin etkisiyle. Kendinde değildi. Kaşlarımı çattım. Benim yüzünden mi?

 

Beynimi sorguladım. Deccal Deniz adında birisinin canını almamıştı. Belki de daha az acı çekmek için beni suçluyordu. Ama hala acı çekiyordu. “Herşeyin tek suçlusu sensin. Ben senin yüzünden” derken, sustu. Bunun devamını getirmiyordu. Her neyse devamı, affedemeyeceği birşeydi. Diğerlerini affedebilirdi ama onu affedemez gibiydi. İstesede bunu yapamıyordu.

 

“Benim yüzünden.” Göz yaşları durdu. Yaşadıklarından dolayı bir suçlu hulup nefret etmesi gerekiyordu. Yoksa kendisine daha fazla zarar verip delirecekti. Ben zaten kendimden çoktan vazgeçmiştim. İlk cinayetimi işledikten sonra ölmek umrumda olmamıştı.

 

“Senin yüzünden,” diye onayladı. Sakinleştirici onu uyutmayı başaramamıştı. O kadar şey yaşamıştı ki, uyuyamıyordu bile. “Kız çocukları babalarına benzeyen kişilere aşık olurlarmış.” Hayır, bunu deme deniz kızı. Bu lafın altından kalkamam. “Sen Arda Bozoksun. Sen Cansu’nun katilisin.” Yutkunamadım.

 

Bu kadar mı berbattı yaptıklarım? Ama hala pişman değildim. Gerçekten ölmesi yerine ruhen canının çok acıması, daha az acıtacağını düşünmüştüm. O ise Cansuyu öldürmüştü. Beni öldürseydi daha iyiydi. Ben Cansu yaşasın diye kendimden vazgeçmişken, o bunu yapmamalıydı. Fazla acımasızcaydı bu, acıtıyordu.

 

Sakinleştirici onda sarhoş etkisi yaratmıştı. Üç saat uyku, iki saat nefret dökme. Ben şuan o iki saatin başındaydım. Canı sağolsundu. “Sen bir çocuğun katilisin. Sen Deniz’imin katilisin. İşte bu yüzden seni affetmeyeceğim.” Deniz kimdi? Kimi öldürmekle suçlanıyordum şuan? Her neyse benimde kendimi affetmeyeceğim gibi geliyordu.

 

“Deniz kim?” Bu ismi ilk defa duyuyordum. “Deniz,” derken güldü. Gülüşünden acı akıyordu. Ama ben yine birşey diyemedim. Demek istediğim o kadar şey varken ben yine sustum. “Deniz Deccal’in masum katili. Senden nefret ediyorum!” Yükseldiği an yüzünü buruşturdu. “Böbrek gitti galiba ya.” Sadece sarhoştu. Belki de öyle biri yoktu.2

 

Hareket ettiğinde hemen onu rahatça yatırdım. “Uyu.” Geriye çekilirkem, bileğimden tuttu. Gözlerime öyle bir baktı ki ürperdim. Eskisi gibi bakmıyordu, yaşam belirtisi yoktu gözlerinde. “Bana ne yapacağımı söyleme bir daha.” Ona baktığımda duygularımı artık anlamıyordu. “Uyu,” dedim tekrardan.

 

Sinirlenmesini istemiştim. Bakışlarında siniri görürsem yaşam belirtisi göstermiş olurdu. Yaşasın diye ben bu haldeyim. Nefes almak sadece yaşamak değildi. Ben onun mutlu olmasını istiyordum. Galiba artık bu ikimiz içinde imkansızdı. İmkansız diye birşey var mıydı peki? İmkansız sona gelince olan birşeydi. Ve biz bence sona gelmiştik.

 

Son kez sarılmak isterdim. Çünkü ona sarılınca yaşadığımı hissediyordum. Annem’e sarılıyor gibi hissediyordum. Sarhoş olması, gülmesi, uğraşması ve saçları ona benziyordu Cansu’nun. Ama artık bu bedende yaşayan Alev’di. Alev benim tanıdığım kişi olamazdı.

 

İtiraz etmeye hakkım yoktu. Benim yüzümden böyleyken nasıl itiraz edebilirdim? Buna hakkım yoktu. Sadece onun güvenliğini sağlamalıydım. Nefretinin gitmesini istemiyordum. Nefret etmek için hissetmek gerekirdi. Hala benim için birşeyler hissediyordu.

 

Gel yanıma diyememek zordu. Oysa herşeye rağmen bunu demek istiyordum. Aptallıktı ama sorun değildi. Ben o sözü verirken ölümden fazlasını göze almıştım. “Git,” dedi sanki daha fazla canımı acıtmak istercesine. “Gel,” diye mırıldandım Rusça.

 

Umursamazca ona baktım. “Umrumda olduğun için değil, zorunda olduğum için buradayım. Burada duracaksam, sıradan insanlardan olamamam. Sıradan olmamak için, benden nefret eden birine iyilik yapabilirim. Bu daha fazla saygı kazanmama yol açar.” Saygı sikimde değildi. Biraz da olsa yanında kalmak istemiştim.

 

Güldü alayla. Kaşlarımı çattım. Sakinleştirici onu unutturuyordu. Beş dakika önce dediklerini bile unutabilirdi. “Umursamazsın,” dedi bana bakarken. “Canını acıtmayı becerdim demek. Daha fazla acıyacak o canın. Öyle bir acıyacak ki, ölmek için bana yalvaracaksın.” Acıtmasını istiyordum canımı.

 

Kulağına eğildim. “Senin yaptığın gibi mi? Ateş’in canavarı Alev, Cansu senin kadar güçlü müydü?” Söylediğim sözler yüzünden kendime küfrettim. Ama burada kalmam için benden daha fazla nefret edip, mantığı ile hareket etmesi gerekiyordu.

 

Daha fazla güldü. Gülüşlerinin duygusu yok gibiydi. Birşey hissetmeden gülüyordu. “Ve kalp kırmaya çalışmak.” Yüzüme baktı. “Ben değiştim de sen hiç değişmemişsin Deccal.” Barut demiyordu. “Ama artık benim bir kalbim yok. Kıramazsın, aklında bulunsun.” Sol göğsüme dokundu, kalbimi buldu. “Ama ben kırarım, kalbin hala atıyor çünkü. Deniz için.” Şu Deniz kimdi?

 

“Deniz,” derken, “kes sesini,” dedi hemen. “Bir daha onun adını söylemiyorsun.” Sakinleştirici olmasıydı onun ismini bile söylemezdi bana. Hatırlamayacaktı ve bende tekrardan hatırlamayacaktım. Her zaman ki gibi. İkimizde suçluyduk bence.

 

“Peki.” Koltuğa geri oturdum. Bir sigara yaktım. “Siktir git.” Gitmeyecektim. “Gitmeyeceğimi nedeniyle söyledim.” Oturdu. Oturmaması lazımdı, çok canı acırdı. “Bana da ver o zaman pislik herif.” İçimden sırıttım. Bir sigara da ona uzattım. “Uyuşturucu kullanıyor musun?” Eğer yapıyorsa gerçekten Cansuyu öldürmüş olabilirdi.

 

Sigarayı yaktı. “Şuan yanımda durmana izin veriyorsam, işime yarayacağı için. O yüzden o sesini kes yoksa sonucunu umursamadan seni kovarım. Yada kafana sıkarım ki bunu yapmayı gerçekten istiyorum.” Canın sağolsun deniz kızım. Ama o yine canımın acıdığını anlamadı yada umursamadı.

 

“Ne yaşadın bir yılda?” Yirmi tane sakinleştirici vurulmasına rağmen hala bu haldeydi. Konuşuyordu sadece sakindi. “Sana kes sesini dedim.” O kadar sakindi ki sanki duvar konuşuyordu. Cansumdan eser kalmamıştı. Ama isyan edemezdim. Yarattığı kişi yüzünden kimse itiraz edemezdi.

 

Arda Bozoksun demişti bana. Bu hayatımda duyduğum en kötü benzetmeydi. Arda Bozok onun için neler uyandırdığını biliyordum. Ondan nefret edemiyordu ama edemezken bile nefret ediyordu. Hayatında en çok canını acıtan oydu. Ona benzetmesi onun gibi olduğum içindi.

 

“Soru sordum.” Ona karşı güçsüz olduğumu belli etmemem gerekiyordu. En azından Alev bunu bilmemeliydi. “Sorunu siksinler,” dedi dumanı üflerken. İki yabancı düşmandık. “Hayatımda senden daha gurursuz birini görmedim.” Senin için diyemedim.

 

“Bende başkalarını kızıp kendisine zarar veren bir aptal görmedim senin gibi.” Bu cümleyi içimden gelerek kurmuştum. Ne yaşarsa yaşasın, kendisine zarar veriyordu en çok. “Zararların en büyüğünü yaşatacağım sana Barut Türkmen. Öyle acı çekeceksin ki burada, sadece iki seçeneğin olacak.” Seçeneklerini bildiğim için sormadım.

 

Tavana baktım. “Я люблю тебя, дорогая.” Kaşlarını çattı. Seni seviyorum balım demiştim. I love you bal gibi. Tabi o yine anlamamıştı. Motorda Alev yazıyordu. Sonumun ondan gelmesini istemişti. “Ne dediğini önemsemiyorum.” Önemsediğim tek şey o cümlemdi oysa ki.

 

Gözleri yavaş yavaş kapanıyordu. “Bana ne verdiler? Kim verdi?” Bekir hariç kimseye güvenmiyor gibiydi. “Sakinleştirici ve panzehir verdi Bekir.” Bekir’in verdiğini duyduğunda rahatladı. “Bekir verdiyse bir bildiği vardır.” Baran bitmişti şimdi de Bekir başlamıştı. Bu kızın her türlü en yakın arkadaşı erkek oluyordu. Ve ben yine kıskanmıştım.

 

“Senden,” derken başını dik tutmaya çalıştı. Bayılmak üzereydi. “Nefret ediyorsun.” Buna alışmıştım. “Senden nefret ediyorum,” diye beni onayladı. “O yüzden siktir git.” Gidemezdim. Devin ölmemişti, hiçbir yere gidemezdim. Pişmanlık duyuyordu ona karşı, öldürmesine izin verirdi. O yüzden siktirip gidemezdim.

 

“Uyu.” Uyumamaya çalıştı. Sigarası dudağında kalmıştı. “Ben uyumam,” derken uykuya yenildi. İşte şimdi gerçekten Kerem olmuştu. Başı düştüğünde dik bir şekilde tuttum başını. Sonra onu rahatça yatırdım. “Başın düşmesin senin,” diye mırıldandım. “Hep dik dur sen.”

 

Doğrulurken, kapı açıldı. Oraya baktığımda, Bekir’i gördüm. Bana bakınca kaşlarını çattı. “Senin burada ne işin var? Alev,” diyerek ona baktı. “Uyudu.” Yanına gelip, serumunu kontrol etti. Ona birşey yapacağımdan şüphelenmişti. Trajikomik’ti.

 

“Neden buradasın? Seni görürse yine sinirlenir ve bu onu zorlar.” Böbrek gitmemişti ama ciğerleri solmak üzereydi. “Benden şüphelenmek yerine o Kaplan’ı tut.” Deccal ortaya çıkıyordu. “Yoksa o kaplanı kedi yaparım. Bir daha ona zarar gelirse, onunla beraber seni de yakarım. Selametle.” Kapıdan çıkarken, “herşey fiziksel değildir. Şuan en büyük zararı ona sen veriyorsun Deccal,” dediğinde, dişlerimi sıktım.

 

O söylemiş olmalıydı. “O söylemedi ama ben onun davranışlarından anlıyorum. Bir deli değilim ben Deccal, herşeyi anlayabilirim.” Ona baktım. “Beni bilen herkesin öldüğünüde bilirsin belki de.” Tebessüm etti. “Öldür beni o zaman. Ama sonrası senin içinde kötü olur. Bu bir tehdit değil, sadece gerçekler.” Salak değildi, akıllıydı. Ama benim kadar değildi.

 

“Deccal olduğumu herkese anlatmayı dene.” Dilini damağına vurdu. Bana doğru iki adım attı. “Burada ki suçlar, burada kalır Alaz. Sende buradan olduğuna göre, niye söyleyeyim? İşime yaramayan şeylerle uğraşmam.” Normalde olsa onu şuan öldürürdüm. Artık onun hakkında önemli şeyler bilmem gerekiyordu. Öldüremeyeceğime göre, onun sakladığı bir sırrı ona karşı sunardım.

 

Kapıdan çıktım. “Piç.” En azından onunla güvendeydi. Burada ona zarar verecek son kişiydi. Bu biraz olsa içimi rahatlatıyordu. Telefon çaldığında, kimin aradığına bakmadan açtım. “Barut,” diyen teyzemin sesini duydum. Bir aydır beni ilk defa arıyordu.

 

“Teyzem,” dedim gülümseyerek. Gülümsemek artık içimden gelmiyordu ama onun bunu bilmemesi gerekiyordu. Kimsenin olmadığı bir ara sokağa girdim. “Sorun mu var?” Bir ay sonra aramasının bir sebebi olmalıydı. “Cansu.” Kaşlarımı çattım. Ne oluyordu?

 

“Ne oldu?” Evde olmadığını söylüyor olamazdı. “Cansu çok kötü birşey yapmış. Rizedesin, Kerem söyledi. Onu bul ve sakla hemen bir yere. Gerekiyorsa kaçır.” Ne oluyordu? “Teyze, ne diyorsum sen? Niye yapayım bunu?” Ağlıyor gibi geliyordu sesi. Ne oluyordu böyle?

 

“Delirme ama.” Neden böyle birşeu diyordu? Ne yapmıştı ki? Yada hangisini öğrenmişti? “Söyle!” Sesimi yükselttiğimi fark edince, “söyler misin, ” dedim sakince. “Ba-, ” derken, telefonu başkasının aldığını duydum. “Beni dinle dağ ayısı.”Bu Güneş’on sesiydi.

 

O böyle diyorsa birşey olmuş olmalıydı. “Cansu yani Alev,” dediğinde, yumruğumu ısırdım. Onlar bunu nereden biliyordu? “Sen nerden,” derken, “bildiğini biliyorum aptal. Konumuz o değil. Her ne olduysa, biri onu şikayet etmiş. Her tarafta aranıyor. Son cinayetlerden bile o suçlu. Uyuşturucu satışı, silah kaçakçılığı ve insan kaçırma suçundan aranıyor. Birde örgüt lideriymiş. Bunun cezası idam. Ve bu cezaya bir Deccal, iki de onun için geçerli artık.”

 

Ona birşey olmasına izin vermezdim. İdam edeceklermiş! İnfazını ilk önce Deccal keserdi onlara. “Kim etmiş,” dedim dişlerimin arasında. Deccal ortaya çıkıyordu. “Bunu da sen bul! Operasyon düzenlenebilir her nerede bu boku yapıyorsa. İlk önce orayı temizle, sonra onu sakla. Yapmadan da kendine Barut Türkmen deme. Sana bir konum atacağım, oraya götür onu. Tamam mı?” Ne çıkmıştı bunun içinden.

 

“Kapat.” Telefonu cebime koydum. Bütün düzeni yine mahvolmuştu. Onun ki bozulduysa, Deccal’in ki de bozulurdu. Boynumu kıtlattım. “İki suçluyu birden arasınlar o zaman.” Telefonumundan 155’i aradım. Kendimi ihbar edecektim.

 

Bu delilikti ama onun için değerdi.

 

Arama tuşuna basıp kulağıma götürdüm. Beş saniye sonra telefon açıldı. “Alo 155, sizi dinliyoruz.” Odaya doğru giderken. “Deccal’in kim olduğunu biliyorum.” Dinleme cihazını açtı ve bilgisiyarını. Bunu bilmemek için kör olmak gerekirdi. “Kimden şüpheleniyorsunuz?” İsim verdiğim an, yok etmeye çalışacaklardı. Delil bile aramayacaklardı çünkü halk’ın gözünde tekrar yükseliceklerdi.

 

“Benim. Ben Barut Türkmen, eski yüzbaşı. Aynı zamanda ülkeyi cehenneme çeviren Deccal. Alev’in yanına benimde ismimi koyun, yoksa hepinizin sonunu getiririm.” Telefonu kapattığımda, bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

 

Ama onun yine eski Cansu olması için elimden geleni yapacaktım.

 

🥀

Alev

Başım yine felaket derecede ağrıyordu. Eskisi kadar acı vermiyordu artık. Gözlerim aralanırken, “Barut,” diye fısıldadım ayık değilken. Bunu dediğim için küfrettim. Benden başka kimse duymamıştı galiba. Ama kabus görmüştüm. İlk defa bir kabustan korkmuştum.

 

Doğrulmaya çalışırken, gözlerimi zorla açtım. Sanki bayılmıştım. Etrafa baktım, burası yarış yerinde ki herhangi bir oda değildi. Yarış yerinin adı, Ateş’ti. Sudan nefret ettiğimi iyice belirttiğimi sanıyordum.

 

“Bekir.” Etrafa baktım, o yoktu. Kolumda ki serumu çıkardım. “Acar.” Neden kimse yoktu? Bekir başımdan ayrılmazdı. O beni yalnız bırakmazdı ama yoktu. Ayağa kalkarken, başım döndü, gözüm karardı. Tekrar yatağa düştüm. “Deniz,” diye mırıldandım. Gözümün ônüme hiç görmediğim suratı düştü. Koruyamadığım o masum bedeni.

 

Gözlerim doldu. “Annem...” Hayır, güçsüz olmamalıydım. Onu koruyamadığım bu Dünyadan hesap sormalıydım. Ayağa kalktım, karnıma dokundum. “Seni çok seviyorum. Herşeyden çok hemde.” Ölmemiş gibi duymasını istedim beni.

 

Çiçek... Rahmimin alındığı yalanı söyleyen kadın. Ama onunda suçu yoktu ki. Ameliyat’a Arda Bozok’un adamlarından biri girmişti. Ona bu yalanı söyleyende oydu. Bunu sadece biz biliyorduk, başka kimse değil.2

 

Ben anne olma imkanım varken bokkanlığım yüzünden onu kaybetmiştim.

 

Ben yüzünü bile göremediğim çocuğumu karnımda benim yüzünden ölmüştü.

 

Ben annemden daha beter anne olmuştum.

 

Keşke o gün gerçekten rahmimi alınsaydın da, ben bu kadar acı çekmeseydim baba. Keşke ölmeseydin de, ben ona düşman olmasaydım baba. Keşke biraz beni öz evladın gibi sevseydin de ben bu kadar berbat olmasaydım baba. Keşke gerçekten bana baba olsaydın baba. Keşke hafızamı silmeseydin baba. Keşke... Keşke ben benliğimi kaybetmeden beni öldürseydim baba. Ben yapamıyorum çünkü.

 

Aptal olma Alev, aptal olma. Kapıdan dışarı çıktım. Sinirlenmiştim. O ise hiçbir şey yaşatmamış gibi karşıma gelmişti! Onun yüzünden ben çocuğumu kaybetmiştim ya. Canımdan can almışlardı benden. Kalbimin yarısını bir kavanoza koyup vermişlerdi bana... Su dolu bir kavonuzda bir avuç kadar olmayan bedeni...

 

Hatırladığımda, boğulduğumu hissettim. Canım yanıyordu, çok hemde. Ama Alev’in canı acımazdı. Alev çocuğunu kaybetmişti, daha fazla canı acıyamazdı. “Neredeyim ben?” Ev baya büyük. Sade bir dekorasyon’u vardı. Bu hoşuma gitti. Duvarda ki gitarı görünce, yutkunamadım.

 

Onun gitarıydı...

 

Gözlerimi kapattım. Beni buraya o getirmiş olmalıydı. “Sen ne yapmaya çalışıyorsun lan!” Merdivenlerden inip, onu aramaya başladım. “Barut Türkmen, çık dışarı!” İki katlıydı ev. Üst katta bazı odalar, alt katta ise salon ile mutfak birleşikti. Bu şuan umrumda değildi. Tablolara bakmamaya çalıştım. Çünkü hepsini o çizmişti, bilirdim.

 

Mutfağa girdiğimde, yemek yapan onu gördüm. Siyah gömleğinin kollarını sıvamıştı. Siyah kot pantolonu vardı. Çoğu zaman böyle giyiniyordu zaten. Siyahta ona yakışıyordu. Ama ondan nefret ediyordum.

 

“Sen ne yaptığını zannediyorsun?!” Doğradığı salamdan bir tane yedi. “Ne yapıyormuşum? Sana kahvaltı hazırlıyordum ama sen çoktan uyanmışsın. On dakika geç uyanmalıydın.” Kamera şakası mıydı bu? “Kaçırdın mı beni manyak adam?” Bekir’i nasıl atlatmıştı? Bekir gitmeme izin vermezdi ki.

 

“Öyle olması gerekti. Fakat maalesef, bu sefer hiçbir yere gidemezsin. Çünkü ikimizde bütün polisler tarafından aranıyoruz yavrum.” Kaşlarımı çattım. “Sen benimle alay mı ediyorsun lan? Ne saçmalıyorsun sen! Kafayı mı yedin?” Bana doğru yaklaştığınds, geriye doğru adımlar attım.

 

“Gelme.” Durmadı bu sefer. “Sana diyorum, bir adım daha atma.” Gelmemesi lazımdı. Geriye doğru adımlar atarken, adımlarım tükendi. Sırtım duvara çarpınca, kafam çarpmasın diye elini koydu. Sonraysa çekti. “Senden,” diye başlarken, “nefret ettiğin bir adamla yaşamak zorundasın deniz kızı. Çünkü ikimizde ifşa olduk. Daha doğrusu ben kendimi ihbar ettim. Deccal ile Alev aranıyor.” Ne?

 

“Neyden bahsediyorsun sen? Ne, kim aranıyor? Hem kendini ihbar mı ettin sen? Manyak mısın oğlum sen?” Sırıttı. “Endişelenmişiz gibiyiz.” Ağzını taklit ettim. “Aptal! Anlat yoksa o bıçağı kalbine saplarım.” Sesli bir şekilde güldü. O gülen suratını yırtardım ben! “I love you.” Ne dediğini anlıyordum.

 

Onun yüzünden Deniz ölmüştü. “I nefret sana. Türkçeli, anlamazsın diye.” Onu bozmadı. Gülüşü silindi ama. “Seni şuan öyle döverim ki,” dedim dişlerimin arasından. “Deccal falan dinlemem alırım ayağımın altına!” Güldü tekrar. “Bir dayak yemediğimiz kaldı.” Bir adım daha yaklaştığında, kokusu burnuma doldu. Çaktırmadan soludum. Nefret ediyordum ondan.

 

Saçlarıma dokunduğunda, gülüşü hafif tebessüme dönüştü. “Kestin.” Ne oluyordu? Ona kanmamak için omzundan ittim sertçe. “Bana dokunma cesaretini nereden buluyorsun sen? Seni buraya gömerim! Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” Vuracakken kolumdan tutup, duvara yasladı. Kolumu ondan kurtarmak için çektim. Yüzümüzün arasında bir nefes vardı.

 

“Bırak beni! O elini dirsekten kırarım senin. Bunun cezasını çekeceksin Barut Türkmen!” Gözleri keskindi. Nasıl bir adama dönüşmüştü böyle? “Seni en iyi ben bilirim deniz kızı,” dedi dudaklarıma doğru. “Eskidendi.” Onun yüzünden çocuğumu kaybettiğimi bilmiyordu ama. “Hiçbir şey eskimez. Sadece zaman eskir.”

 

Bacak arasına tekme atacakken, eliyle dirseğimi tuttu. Tahmin etmişti. Kafa atacakken, başını yana çekti. Bunu da tahmin etmişti. Gittikçe sinirleniyordum. “Şimdi beni dinlemen lazım. Sonra dövmene izin vereceğim.” Tırnaklarımı koluna bastırdım. “Çek o elini üzerimden, hemen.” Dediğimi yaptı. Hemen geriye çekildim.

 

“Anlat!” Yüzünü buruşturdu. “Fazla sinirlisin, zarar bu. Psikologlar derin derin nefes alıp, vermemizi öneriyor. Hadi.” Bu da kafayı yemişti. “Sıçarım nefesine şimdi!” Göz kırptı. Ona hakaret etmem hoşuna gidiyordu resmen!

 

“Sen anlatmazsan ben öğrenirim,” diyerek mutfaktan çıktım. Dış kapıyı açmaya çalıştığımda, açılmadı. Tekme attım bir tane sertçe. “Aç şu kapıyı! Ne yaptığını sanıyorsun sen! Beni böyle tutsak edemezsin!” Mutfaktan çıkıp, bana baktı. “İdam edilmene izin vermeyeceğime göre, evet tutsaksın.” Ne idamı?

 

Ağzımı açtığım an, “anlatıyorum,” dedi ne soracağımı anlamış gibi. “Biri seni şikayet etmiş ve polisler tarafından aranıyorsun. Teyzem ile Güneş bana bunu söylemeseydi şuan yakalanmıştı Alev. Bende senin arandığını öğrenince, kendimi ihbar ettim. Yani şuan ikimizde yakalanırsak idam edilebiliriz.” Ne? “Teyzen mi? Öğrenmişler mi onlar?” Başını olumlu anlamda salladı.

 

Bütün hıncımı kapıdan çıkardım. En sonunda kendime geldiğimde, “kim ihbar etmiş beni,” diye sordum. “Bilmiyorum ama şüphelendiğim birkaç isim var.” Kimden şüphelendiğini tahmin edebiliyordum. “Cenk ile Acardan şüpheleniyorsun değil mi? Cenk yapabilir ama Acar yapmaz. O kadar ileri gitmez.” Dilini damağına vurdu. “Cenk’ten değil, Bekirden.” Ne?

 

Alayla güldüm istemsizce. “Pardon,” dedim gülüşüme engel olamayarak. “Bunu nereden çıkardın?” Bekir böyle birşey yapmazdı. Gözümle görmeden hayatta inanmazdım. Bekirden bahsediyorduk, arkamı aylar sonra dönebildiğim tek adamdı o benim. “Deccal olduğumu biliyordu. Ama o yapmadıysa Kaplan yapmışta olabilir. Çünkü senden etkileniyor.” Bunu nerden sesinde onu sevmediğini fark etmiştim.

 

“Yani? Bunu bende biliyorum.” Kaşlarını çattı. “Onun senden etkilendiğini bilmene rağmen yanında mı tuttun? Bıçakladığım için beni vurdun birde. Hayırdır?” Hesap mı soruyordu o? “Sanane. Hemde iyi çocuk, bir şansı hak ediyordu. Hatta buradan çıktığım an, ilk onun yanına gideceğim.” Yalandı ama sinirlendiğim için demiştim.

 

Tersçe baktı bana. “Hatta bende ondan biraz,” derken, “yeter bu kadar,” dedi koltuğa otururken. “Nasıl Alevsin sen? Bir plan yapsana. Hala o şerefsizi söylüyorsun. Düşüneceksen sesli düşünme. Kafamı dağıtıyorsun.” Tırnaklarını avcunun içine bastırıyordu. Kıskanmıştı. Ama buna hakkı yoktu.

 

Omuz silktim. Bende ondan en uzak koltuğa oturup, uzandım. “Niye plan yapayım? Beni sen kaçırdın, kendin bul birşeyler. Umrumda değil idam edilmek. Cemre Sultan öğrenmeseydi iyiydi. Güneş zaten abimi halleder. Sen kendi haline yan.” İçimde fırtınalar kopsada artık bunu ona göstermeyecektim. Çünkü nefretim onu ayakta tutuyordu. Bunun olmasına izin vermeyecektim. Ve evet, bu evde kalacaktım. Ama onun başına her an bela açacaktım.

 

Bana baktı. “Bu kadar mı?” Şaşırmıştı. “Evet. Odam nerede benim? Karşı odansa seni geberteceğimi bil.” Tebessüm etti. “Fazla film izliyorsun.” Cevap vermedim. “Uyandığın oda senin. Ama istemezsen başka odaya da geçebilirsin. Ev büyük.” Olurdu. “Rahat durmayacaksın değil mi? Şuan umursamaz görünsende içinden öfke akıyor.” Beni tanımasından nefret ediyordum.

 

Oysa içimde ki en güzel şey onun yüzünden ölmüştü. “Kes sesini.” Deniz... Denizim... Benim diğer yarım. Annen seni her zaman yaşatacak tamam mı? Hiç unutmayacağım seni. Kendimi unutsam bile seni unutmayacağım. Ama annene yol göstermen gerekiyor. Ben şuan tökezlendim bebeğim. Annen ne yapacağını bilmiyor ama merak etme, halledecek. Sen hiç üzülme tamam mı? Kıyamam ben sana.

 

Cennet onun ayaklarında değilse ben ilahi adalete de inanamazdım. Cennete yakışacak en güzel melekti o. Kızım, Denizimdi benim. Ama babası denecek o alçak yüzünden çok erkenden cennete gitmişti. İkimizde baba konusunda şanslı olamamıştık.2

 

Nefes alamadığımda, olduğun yerde oturdum. Bunu ona belli etmedim. “İçimde ki tek şey senden nefret etmem.” Nefretim beni ayakta tutuyordu. Herşey için onu affedebilirdim ama Deniz... Denizimi çalmıştı benden. Benim can suyumu yok etmişti.

 

Ben sırf onu rüyamda görmemek için, bir yıl boyunca hiç uyumamıştım. Ama bunu da bilmiyordu. Çünkü her gece rüyama giriyordu benim. Hamileyim diye uyumam gerekiyordu. Ama uyuduğum her akşam onun yüzünü görüyordum. Bedenime dolan stres en çok ona zarar vermişti ve... Devamını getiremedim.

 

Birşey demedi. Ben onun her yüzünü görünce kaybettiğim bebeğimi hatırlıyordum. “Ve,” dedim batırarak. “Senin yüzünü görmek istemiyorum. Yok kendini ihbar etmişsin, yok idam edilecekmişiz sikimde değil. Bu olay bitene kadar, bana arkanı dönme. Hatta bana hiçbir zaman arkanı dönme. Uyuyacak iken kapını kilitle. Ciddiyim, bana hiç güvenme Barut Türkmen. Çünkü en güçsüz olduğun anda, arkandan alacağın ilk darbe benden gelecek.”

 

Yalandı amına koyayım! Ben herşeye rağmen ona kıyamıyordum ki. Hala ona sarılmak isteyecek kadar gurursuzdum. Ama bana güvenmemeliydi. Çünkü ona kıyamayan Alev değil, Cansuydu. Ve Alev, Cansuyu dinlemezdi.

 

Bana baktı ama bakışlarını anlamadım. Yada anlamak istemedim, bilmiyorum. “Canın sağolsun.” Durmadan bunu diyordu. “Telefonunu ver.” Kaşlarını çattı. “Ne yapacaksın?” Acar’ı arayacaktım. “Acar’ı arayacağım. Beni görmezse yakar orayı, nerede olduğumu söylemem lazım. Ver o yüzden telefonunu.” Öfkeli baktığını anlayabiliyordum. “Sikerler Acarı. Vermiyorum telefonu.” Dişlerimi sıktım.

 

“Ver dedim.” Ayağa kalktığımda, o da kalktı. “Hayır.” Cebinde ki telefona uzandığımda, bileğimi tutup kendisine çekti beni. Gövdesine yapışınca, nefretle ona baktım. “İstediğin kadar öyle bak, işlemez bana.” Alayla güldüm. “Söke söke işleteceğim sana o nefreti Deccal. Ver o telefonu, biraz az canın acısın.” O da alayla gülümsedi. “Nasıl sökeceğini düşünmeye başla çünkü,” derken cebinde ki telefonunu hışınla duvara attı.“Gitti.” Parçalanan camlardan biri onun koluna saplanınca, yutkundum.

 

“Aptal herif!” Bileğimi ondan çektim. “Sen hangi mağaradan çıktın be! O telefon bize lazım olacaktı.” O da sinirlenmişti ama belli etmemeye çalıştı. “Nasıl bir yardım olacaktı pardon?” Gözlerimi devirdim. “Acar sahte pasaport hazırlıyor gerizekalı. Bende ondan pasaport’u alıp, siktirip gidecektim başka ülkeye. Hatta sana bile isteyebilirdim ama sen herşeyi bombok ettin.” Kaşlarını çattı.

 

“Sen o yüzden istedin telefonu.” Ne sanmıştı acaba? “Senin aptal kıskançlığın yüzünden burada kaldık. Bir güne kalmadan uçakta olurduk kırmasaydın.” Kafasını kaşıdı. “Nereden bileyim lan ben? Neyse, yenisini alarım ben.” Gözlerimi devirdim. “Rahatına sıçayım senin! Her tarafta aranırken, sana telefon vermek yerine koluna kelepçe takarlar. Bu akılla sen çok yaşamazsın benden demesi.”

 

Umursamazca baktı. Bu sefer ciddi anlamda umursamazdı. “Neyse boşver, hallederim ben.” Delirmiş gibi ona baktım. “Boşver mi? Tamam lan, boşveriyorum amına koyayım. Hallet kendin, nasıl halledebiliyorsan.” Onunla aynı evde olmak bok gibiydi. Ama Alev şuanlık bunun doğru olduğunu biliyordu. Ne zaman ne gerekiyorsa, o yapılacaktı.

 

“Hallederim ben.” Kumandayı alıp, duvara asılı televizyonu açtı. Şaşırmadığım gibi haber başlığında ikimiz vardık. “İki tane aranan büyük suçlular aranıyor. Deccal’in kendisini ihbar etmesi şok verici bir olay. İhbarından bakarsak Alev için bunu yaptığı düşünülüyor.” İhbarından kmı? “Harbiden, sen niye kendini ihbar ettin? Bunu yapmana gerek yoktu.” Sustu.

 

“Biliyor musun, seni hiçbir zaman anlamayacağım. Yaptıkların birbirlerine uyuşmuyor.” Bana baktı. “Beni siktir et, sen niye sakladın? Bu kadar nefret eden bir insan çoktan ele verirdi.” Ben acı çekmesini istemiştim, ölmesini değil. O yüzden söylememiştim.

 

“Canım istemedi.” Bu cevap bence gerektiğince yeterliydi. “Öyle olsun.” Odaya tekrar çıkarken, “öyle oldu. Rahatsız etme çok önemli bir şey olmadığı sürece. Ses sevmem.” Merdivenlerden çıkarken, tek bir kelime bile etmedi.

 

Koşar adımlarla odaya girip, içerden kitledim. Ellerim titriyordu. “Halin acınası,” diyen sesi duyunca, yatakta oturan ona baktım. “Kes sesini Cansu.” Onun için yaptığıma kör olmaya yemin etmişti. “Koruyamadıkların yüzünden onu suçluyorsun. Acınası,” dedi gözlerime bakarken.

 

Dişlerimi sıktım. “Ben hiçbir şeyden sorumlu değilim. Yaptığım şeylerin cezasını ödememek içinde siktirip gideceğim. Sen burada kalacaksın.” Dudaklarını büzdü. “Ama bu imkansız. Sen bensin, nasıl bensiz gidebilirsin ki? Ahmak olma Alev,” dedi kendimi gelmemi söylercesine. “Senden de nefret ediyorum. Aklımla oynuyorsun, kafamı karıştırıyorsun. Herşeyi yoluna sokunca geliyorsun. Ne istiyorsun benden?”

 

Beyaz elbisesi üzerindeydi. Yüzüne soft bir makyaj yapmıştı. Elinde ki karamı yiyordu. “Benden nefret etmiyorsun. Beni seviyorsun. ” Ellerimin titremesine engel olmaya çalıştım. “Seni sevmiyorum! Herkesten nefret ediyorum hatta! Kimseyi istemiyorum yanımda! Seni de o çiçekli bahçeye koyan benim. Sen neler yaşadığımı bilmiyorsun, bilemeyeceksin.” Kaşlarını çattı. “Sen insanlara zalim oldun. Sen Devin Bozok oldun.”

 

Bu lafıyla geriye doğru sendelendim. “Ve Deniz doğmadığı için şanslı. Senin gibi annesi olmak yerine herkes ölmeyi tercih ederdi.” Bu lafı kalbimi acıttı. Gözümden bir damla yaş düştü. “Benim yüzünden mi herşey?” Tek bir cümlesi, herşeyi değiştirebilirdi.

 

“Evet,” dedi bana dönük otururken. “Senin hayatın yalan. Kendini affa çıkarmak için kendine göre suçlular bulup, onlardan nefret ediyorsun. Oysa yaşadıklarının hepsi senin suçun. Arda Bozok’un seni öldürmeye çalışmasına rağmen öldürmeyen sendin. Çocuğunu stres altında bırakıp, ölmesine sebep olan sendin. Öz anneni katleden sendin. Geçmişini unutup, sana değer veren insanları tanımayan sendin. Ama sen herşey için tek bir kişiyi suçladın. Öz baban sikinde bile değilken yaptın.”

 

Bu gerçek yüzüme tokat gibi çarptı. “Bencilsin. Ben herşeyi sen iyi ol diye yaptım. Artık sana zarar gelmesin diye ben geldim.” Gözlerimi kapattım. “Hiçbir şey benim suçum değil. Asıl senin suçun. Herşeyi bombok eden sensin. Cansu Bozok, Cansu Katar olduğu için boktansın.” Yutkuşunu duydum. “Gidiyorum ben, ” dediğinde gözlerimi açtım. O çoktan gitmişti.

 

“Kaç zaten! Başka bir bok bilmiyorsun sen!” Sırtım kapıya yaslanınca, yere oturdum. “Herkes gitsin, kimseyi istemiyorum. Siktirip gidin!” Duvara yumruklar atmaya başladım. “Nefret ediyorum hepinizden! Hepiniz yalancısınız çünkü.” Elimden kanlar gelmeyd başlayınca durdum. Başımı kapıya yasladım.

 

İki düşman, bir eve mahsur kalmıştı. Ama kız o kadar çaresizdi ki, tek tutunabildiği büyük nefretiydi.

 

Yorumlarınızla desteklerseniz çok sevinirim. İyi okumalar dileğiyle.

 

 

 

 

 

Bölüm : 25.12.2024 21:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...