30. Bölüm

29. Bölüm

Nehir Keser
gecemavisiyazarrr

Camdan dışarıya baktım. Buralarda kimse yoktu ama polis her an gelebilirdi. “Bu hallerede mi düşecektim lan?” Alev bu hallere düşmemeliydi. Ama çoktan düşmüştü. Bu camdan atlayıp kurtulsa mıydım acaba? Ah, saçmalama Alev. Yine Cansu gibi düşündün.

 

Elimde ki sigaradan bir duman çektim. Bütün gece bu camdan bakıp, kendimi sorgulamıştım. Hayır ben gadddar değildim, sadece çevrem kötüydü. Gaddar dizisini severdim. Bana biraz kendimi hatırlatıyordu. Alev’in neden Alev olduğunu hatırlatıyordu. Cansu son yaz dizisini deliler gibi izlerken, masum oluncak neden arıyordu. Alev ise gaddar izlerken yaptığı suçları temize çıkarmaya çalışıyordu.

 

“Baba,” diye mırıldandım. “Senden daha kötüsüyle karşılaştım. Seni aratacak kadar boktan birisiyle. Aynı kader, aynı hayat değil mi baba? Ve Cansuyu sevmemekte haklıymışsın, bende sevmiyorum onu. Ama Alev’i sever miydin?” Onun katiliyle aynı evde yaşamak zorundaydım. O benim katilimim gözlerinden öpecek olmasına rağmen.

 

Alev ile Cansu’nun tek bir ortak yönü olabilirdi. Herşeye rağmen Arda Bozok’u anlayacak bir neden bulmaya çalışmaları. Cansu herkes için bunu yaparken, Alev hala sadece onun için yapıyordu. Onu anlayıp, ölen birisinin sevgisini hissetmek istiyordu. Kendimden yabancı gibi bahsetmekte garipti. Garip olan bokta her neyse zaten.

 

Telefonum yanımda yoktu. Bekir’i aramam lazımdı. Ondan başka şuan kimseye güvenemezdim. Bekir Denizden haberi olan ikinci kişiydi. Onun omzunda ağladığım günü unutamayacaktım. Bir de ondan şüpheleniyormuş, peh! O benim yanımda çıkarı olmadan duran tek kişiydi o yarış yerinde. Ondan mı şüphelenecektim? Şüphelendiğim son insan bile olamazdı.

 

Ve ben burada duramazdım. Birşeyler yapmalıydım. Cama bakmayı durdurdum. Odanın içine baktım. En sevdiğim renklerle ve sevdiğim şarkıcıların albümleri duvara asılıydı. Evet, o sadece Cansuyu tanıyordu. Ama Alev’i tanımasına hiçbir zaman izin vermeyecektim. Çekmecelere koştum ve açnaya başladım tek tek. Hiçbirinde hiçbir şey yoktu! En alttaki çekmeceyi açtığımda, yutkunamadım.

 

Bir sürü Karam ve öylesine bir not kağıdı. Sinirlendiğimde yerdim en çok artık. Ama her zaman iki tane yerdim. Belki de düzenimi bozmaya çalışmak için yapıyordum. Her neyse. Notu elime aldım ve sesli bir şekilde okudum. “Kaçmak için bunlar işine yarayabilir,” dediğimde, dişlerimi sıktım. Kaçmayı deneyeceğimi biliyordu.

 

Etrafa baktım sanki biri beni görecekmiş gibi. Gizlice karamlardan bir tanesini cebime koydum ve tekrar etrafa baktım. Kimse görmemişti o yüzden yapmamış sayıyordum. Ayağa kalkıp, camdan dışarıya ayaklarımı sarkıttım. Çok yüksek değildi, bir yerlerimi kırmamam lazımdı. “Allah’ım sen büyüksün.” Ellerimle kendimi ittiğimde, bahçeye düşüp yuvarlanmaya başladım.

 

Büyük bir acı yoktu. Başımı olabileceğimle korumaya çalıştım. Durduğumda masmavi gökyüzü bana kucak açtı. “Bugün güzel değil hava, bu kadar mutlu olma.” Derin bir iç çektim. Küçük sıyrıklar hariç iyiydim. Bunu fark edince ayağa kalktım. Daha çok yolum vardı.

 

Plan yapmadan atlamıştım. Bahçenin olduğunu bilmek haricinde nerede olduğumuzu bile bilmiyordum. Etraf duvarla kaplıydı, tek çarem dış kapıydı. Ah, keşke onu odasına kitleseydim. O zaman hemen kaçardım. Şuan evin neresinde olduğunu ve beni kameralarla izleyip izlemediğini bile bilmiyordum. Aptal gibi hareket etmiştim.

 

Yolun yarısından geri dönemezdim. Rizede miydik acaba? Bunu buradan kaçtıktan sonra öğrenmeliydim. Gizlice evin ön kısmına doğru yürümeye başladım. Eğer yakalanırsam kendimi daha iyi koruyacak birşeyler almalıydım. Peki ben kimden kendimi koruyacaktım? Bir zamanlar canımı emanet ettiğim kişiden kendimi korumak için planlar yapıyordum. Ama o her zaman yalancıydı.

 

Ön kapıya doğru giderken, “güzel deneme,” diyen sesini duydum arkamdan. İçimden küfrettim. “Bencede.” Arkamı döndüğümde, bana kaşlarını çatarak bakan gözlerini gördüm. “Nasıl gördün beni? Gerçekten merak ediyorum, odada kamera falan mı var?” Sessizliği evet demekti. “Özel hayat gizliliği diye birşey var.” Ağladığımı ve karamı aldığımı görmüş olabilirdi. Ya Deniz...

 

Ağzımı açacakken, “odada yok, cam kenarı tarafında var,” dedi beni rahatlatmak istercesine. Buna sevinmiştim. Deniz’i hiçbir zaman öğrenmemeliydi. Kollarımı birleştirerek bileklerimi gösterdim. “Beni yakaladın, tutuklamalısın bence. Sonra bir yeni idam yasasıyla idam edebilirsin.” Alayla gülümsedim.

 

“Kapıdan içeri girince tutuklayabilirim. Bu arada, bir daha kaçmayı denerken ön kapıda korumalar olduğunu bil. Ve cam kenarında ki kamera odanda yasak birşey yaparsan öter ama göstermez. Odanda rahatça hareket edebilirsin o şeyler hariç.” O şeyleri çok iyi anlamıştım. “Korumalar var demek?” Başını olumlu anlamda salladı.

 

Bir şans daha denemek istiyordum. “Ne kadarda akıllısın. Ama bana işlemez.” Bacak arasına tekme attığımda, geriye sendelendi, iki büklüm oldu. “Cansu! Bir dur artık!” Dişlerimi sıktım. “Alev benim adım Alev!” Arkama dönüp koşmaya başladım. Ön kapıdan geçecekken, önüme duvar oldular.

 

“Kavga, bayılırım,” derken daha cüsseli olanın karnına bir yumruk attım. Diğeri beni tutmaya çalışırken, eğilerek bacağına sertçe vurdum düşebileceği şekilde. Ama sadece geriye doğru sendelendi. Bende dışarıya kaçmaya çalıştım. Kolumdan tutan adama baktım. “Birazdan senin o elini kırcam. Hakkını helal et.” Kaşlarını çattı.

 

Yerden eğilirken aldığım taşı, beni arkadan tutmaya çalışan adamın kafasına sertçe vurdum. Acıyla böğürdü. Bana birşey yapmıyorlardı tutmaktan başka. Bunu o istemişti büyük ihtimalle. “Yenge dur artık.” Kaşlarımı çattım. “Ne yengesi be? Sence yenge olsam böyle mi yaparım?” Bana yenge diyen adamın sırtına vurduğumds, kafasına aldığı etkiyle beraber yere düştü.

 

Diğer adam, bileğimi sertçe tutup, ters çevirerek sırtımı yaslattı. Bu adam kaşınıyordu. Ters bir şekilde kafa attım arkadan. Geriye çekildiğinde, elimi ondan kurtarmaya çalıştım. Ama ayı o kadar sert turuyordu ki, bileğim morarmış olabilirdi. “Cansu!” Onun sesi geliyordu. Kurturmak için çırpındım. “Ya bıraksana kardeşim! Sen kime karşı geldiğinin farkında mısın? Ben Alev! İstemediğim yeri insanlarıyla beraber ateşe veririm!” Tekme atmaya çalışıyordum ama bütün bedenimi sarmıştı piç. Benim iki katım olan adamdan kurtulamamıştım.

 

Bana doğru gelen Deccal’e baktım. Kurtulmaya çalıştım tekrardan. “Senden nefret ediyorum Barut Türkmen!” Bütün gücümle bağırmıştım. Önümde durduğunda, sinirli olduğunu görebiliyordum. “Bu evi başına yıkacağım! Sana yeminim olsun, burada rahat bir nefes alamayacaksın!” Sözlerime karşı umursamaz davrandı. Canı mı acımıştı? Benimki kadar acıyamazdı. Birbirimize duygusal şiddet uygulamayı hiçbir zaman bırakmayacaktık.

 

İkimizde birbirimize o kadar öfkeliydik ki, ikimizden biri ölmeden bu öfke durgunlaşmayacaktı. “Gitmek mi istiyorsun?” Durdum, beni bırakacak mıydı? Laflarım ona etki etmiş miydi? “Evet. Kendi başımın çaresine kendim bakarım. Burada durdukça her gün seni öldürmek isteyeceğim ve bunu deneyeceğimden eminim. O yüzden benden uzak, Allah’a yakın ol.” Adama bırakması için eliyle emir verdi. “Git,” dedi Adama. Koruma onu dinleyerek bir yere doğru yürümeye başladı.

 

Kolumdan tutup, kendisine çekince dişlerimi sıktım. “Bunu bir daha yaparsan,” derken, “beni öldürme planlarına başlamanı öneririm. Çünkü bu ülkeden gidemediğin sürece, burada kalmak zorundasın.” Bacaklarımdan tutarak beni sırtına attı resmen! Ne olduğunu anlayamadan, yürümeye başladı.

 

Sırtına vurmaya başladım omzundayken. “Bırak beni ayı! Alev’e bunu yapamazsın!” Yüzünü buruşturdu. “Alev’i bu kadar güçlü sanma bence. Cansu herkesten güçlü, güç konusunda onu susturamazsın.” Yine Cansuyu savunuyordu. “Cansuyu bu kadar düşünen insan bunları yapmazdı! Senin sevgi dediğin şeyde yalan be! Geçmişte götüne girsin!” Kurtulmak içim çırpındım.

 

Eve girdiğimizde, “yalancı! Bu evi başına yıkacağım,” diye tekrar bağırmaya başladım. Beni yere bıraktıktan sonra, kapıyı kitledi. Ben ise kırılacak ilk camla yapılan vazoyu görmüştüm. Ona doğru gittim. Yere atıp, kırdığımda, “lan manyak,” diye bağırdı. “Bağırma lan bana!” Kırılan keskin parçayı, elime aldım. Ona doğru uzattım. “Bunu göğsüne saplarım!” Önümde durdu, camı göğsüne denk getirdi. “Sapla. Ama saplamadan önce sadece polislerden kaçmadığını bil.” Kaşlarımı çattım.

 

“Ne diyorsun sen be?” Şuan o kadar sinirliydi ki, ağzına gelenleri söyleyecek ve sonradan pişman olacak durumdaydı. Onu tanımaktan nefret ediyordum. “Devin’in ölmediğini söylesem? Annen ölmedi ama öldürmek için senin kurtulmanı bekliyordur.” elimde ki cam yere düştü. Devin.... Ölmemiş miydi? Orhan Katar onu kurtarmış mıydı? Ama bu imkansızdı. Ölmediyse niye karşıma çıkmamıştı?

 

“Yalancı. Senin hayatın yalan.” Camı tekrar almak için eğilmedim. Onun önünde eğilemezdim. “Doğruyu söylüyorum, inanmasanda. Seni belki de o şikayet etti. Tabi, insan öz annesini vurunca ve öldüremeyince,” derken, “kes sesini,” dedim. O ise cümlesini devam ettirdi. “Böyle boşluğa düşebiliyor. Kendinden nefret edebiliyor mesela.” Dişlerimi sıktım.

 

Hiç ne dediğimi düşünmeden, “en azından benim annem yaşıyor,” dedim bastırarak. Bu cümlem onun sarsılmasına sebep olmuştu. “Sana birşey söyleyeyim mi Barut Türkmen. Annen bu halini görseydi kederinden de ölürdü. Daha önce kocasının ölüm acısından öldüğü gibi. Sen annen gibi hiçbir zaman iyi olamadın veya baban gibi vatanına bağlı. Sen bu hayatta elinde tutulacak hiçbir güzel şey bırakmadın.” Yutkunamadı.

 

Sustuğumda dediklerimi sorguladım. Herşeye rağmen hassiktirdi. Onu hiçbir zaman annesinden vurmamalıydım. Aile acısını en iyi ben bilirken onu nasıl bu konudan vurmuştum? Bunu Arda Bozok’a bile yapmazdım. Ama neden pişman olamıyordum? Ondan o kadar nefret ediyordum ki, hiçbir dediğimden pişman olamıyordum.

 

“Bana derken kendine dön bak. Benden daha boktan durumdasın.” Sakinleşti, tek kelime demedi bir süre. Onu anlamamı bekledi sanki, anlamak istemedim. Canının acıdığını göstermek istedi, kanayan yarasına bakmadım. Yüzümüzün arasında yedi santim vardı. “Sen Barut Türkmen, annesizliğinin acısını başkalarından hiçbir zaman çıkaramayacaksın. Annen böyle bir adam olduğunu görmediği için şanslı. Çünkü sen o çocuktan çok farklı bir insan oldun.”

 

Gözlerini bir saniye bile kırpmadı. Oysa insan canı acıdığında gözlerini kapatır ve bunun kabus olmasını dilerdi. “Bir konuda haklısın,” dediğinde yapma diye geçirdim içimden. “Sen gerçekten Alev olmuşsun. Alev oldukça büyümüşsün. Ama ben senin yaptığın gibi babandan vurmayacağım. Çünkü sen hala bende Cansusun, deniz kızısın.” De anasını satayım! Ağzıma sıç burada, sessiz kalma.

 

“Diyemezsin zaten. Arda Bozok’u öldürüp, acı çekmemi görende sendin. Sen benden,” derken, sustum. “Ne? O ne Alev?” Alev... Alev olduğumu kabullenmişti. Sessiz kaldım. Sinirle gidecekken, izin vermedi. Kolumdan tutup, beni tekrar geriye çekince, dişlerimi sıktım. “Deniz mi?” Şaşkınlıkla ona baktım. Deniz’i nereden biliyordu bu?

 

“Onun adını bir daha ağzına alırsan.” Yine kendime engel olamamıştım. Çocuğumun katilinin yüzüne bakıyordum. Ve Deniz annesinin kaderini çok erkenden yaşamıştı. Onu öldüren babasıydı. Kaderi bana benzemeseydi şuan yanımdaydı. Üç aylık bir bebek olacaktı eğer dokuz ay boyunca karnımda yaşayıp, ölmeseydi.

 

“Kim?” Öldürdüğün çocuğum diyemedim. Neden demedim bilmiyordum ama diyemedim. Dersem belki çok vicdan azabı çekecekti ama diyemedim. Ben zaten ne istediysem tam tersini yapmıştım. “Sana hesap vermeyeceğim. Çünkü sen artık benim güvendiğim adam değilsin.” Kolumu çektiğimde, merdivenlerden yukarı çıktım.

 

Nefes alamazken, nefes alıyor gibi gözükmem gerekiyordu.

 

🥀

 

Acar

Dünyanın havası kasvetliydi. İçinde yaşayanlar ise daha karamsardı.

 

Haptan bir tane daha aldım. Yarış yeri gittiyse, biraz burada eğlenebilirdim. O boktan hastaneye tekrar dönmeyecektim. Bekir, “rahatını sikeyim,” dediğimde, güldüm. Hapları masaya koyup, kum torbasına sert bir yumruk attım. İçinde ki bağırma sesini duymadım. “Hadi ama, o başının çaresine bakar. Biz bunu konuşturalım biraz değil mi?” Bekir kum torbasına baktı. “Konuşacak gibi.” Zorundaydı.

 

Art arda yumruklar atmaya başladım. “Yardım edin!” Kahkaha attım geriye çekilirken. “Sesli kum torbası... Neden daha önce aklıma gelmedi ki.” Bekir’i önüne getirdim. “Bir yumruk atmalısın. Eğlenceksin, bana güven.” Ben ise şarkının sesini daha fazla açtım. Serseri çalıyordu. Teoman severdim. Bu karanlık boks odası ise beni daha da içine çekiyordu.

 

“Eğlence peşinde değiliz kaplan.” Dünya zaten eğlenmek için uygun bir yer değildi ki! Bizim en karanlık anımızda bile o duyguyu yaşamamız lazımdı. Delilik bu ise evet, ben deliydim. Ama ben deliysem, onlara normal gelen şeyler benim tabiatıma ters olduğu içindi. Şimdi, kime göre deliydik? Onlar mı yoksa biz mi? Ah, onlar daha fazla olduğu için tabiki de biz deli çıkacaktık. Çünkü onların kural diye koydukları engellere uymuyorduk.

 

“Hadi Bekir,” dedim oflayarak. Bir yumruk attığında, sesli bir şekilde gülmeye devam ettim. “İşte bu!” Daha fazla yumruk attı. Durduğunda, kum torbasına yaklaştı. Ama bizimkine ceset torbası diyebilirdik. Bence bu isim daha çekiciydi. “Şimdi, konuşuyor musun yoksa devam mı edelim?” Konuşmayacak kadar güçlü değildi. İçinden, “konuşacağım, durun,” diye bir ses yükseldi.

 

Bekir kum torbasını açtığında, yere düştü Kemal denen adam. Elleri ile ayakları bağlıydı. Gözlerini daha da korksun diye bağlamamıştım. Bekir’e baktı, sonra da bana. Bana baktığı an gözlerinde ki korku beni cezbetti. Geriye doğru kaçmaya çalıştı. “Yemem seni, merak etme. Çiğ et sevmiyorum.” Bekir eğildi ve adama baktı. “Eğer konuşmazsan, onu üzerine salarım. Neler yapabileceğini en az sende biliyorsundur.” Biraz daha konuşmamasını tercih ederdim. Onunla oynamak hoşuma gitmişti.

 

Kemal, Bekir’e baktı. “Ne istiyorsunuz benden?” Alev’i şikayet edeni söylemesini. “Alev’i kim şikayet etti? Sahibin kim? Alev’i kim götürdü? ” Sustu, derin bir nefes soludu. “İsmini bilmiyorum, lakabı var.” O da işimize gelirdi. “Lakabı ne?” Kanlar içinde ki adamın, gözleri kapanıyordu. Söylemeden ölürse onu yakardım. “Şikayet edene felaket diyorlar. Onu götüren ise Deccal. Eski yüzbaşı.” Gözleri kapandığında, bedeni yere düştü.

 

“Beni bıçaklayan piç mi kaçırdı Alev’i lan?” Alev ile onun arasında nasıl bir ilişki vardı? “Felaket’i bulmamız yeterli,” diyen Bekir’e baktım. “Alev’i bulmayacak mıyız? O adam ona zarar vermişse?” Ayağa kalktı. “Vermez. Gel, içeri gidelim. Orası dahada hoşuna gider.” Tabiki de! Ama bu işi sorgulayacaktım. Çünkü ben bir kaplandım, kurbanımı yemeden bırakmazdım.

 

Perdeden içeri girerken, şarkı eşliğinde dans etmeye başladım. Garsonun götüreceği kırmızı şarap’ı alıp, önüne para attım. Bar’ın içinde ki dövüş ve ring. Tam istediğim mekandı.

 

Kıvırcık saçlı, güzel kadın bana doğru geldi. Beyaz tenli, mavi gözlüydü. İçkiden bir yudum aldım. “Kaplan değil mi,” dedi yüzünde ki kadınsı tebessümüyle. Masaya yaslanıp, dibimde ki kadına baktım. “Tam üstüne bastın bebek. Bu güzelliğe karşı isminde mükkemmel olmalı.” Bekir öteki taraftan akıllanmazsın bakışı atıyordu. Ona bakmadım bile.

 

Söyleyecekken, “yada dur,” dedim sırıtarak. “Ben tahmin edeyim. Bilirsem, bir dans?”Masaya belimni yaslayarak, yüzünü yaklaştırdı. “Hızlısın. Ama bilebileceğini sanmıyorum.” Kaplan istediği herşeyi bilebilirdi. “Sende,” derken kokusunu soludum. Acı badem kokusu vardı. “Gamze tipi var. Gamze!”

 

Gözleri büyüdü. “Hadi canım! Nasıl bilebildin? Bilge falan mısın?” Bardakta ki şarabı kafama diktim ve masaya koydum. Elinden tutup bir tur döndürdüm. Kendime çekip, onunla dans etmeye başladım. “Gamzeden başka isim sana yakışmazdı bebek.” Bağırış sesleriyle gece daha iyi ilerliyordu.

 

“İlk deneme değildi bence.” İlkler her zaman boktan olurdu ama en iyileri onlar olurdu. Benim ilkim yoktu, akıllanmazdım. Kulağına doğru eğildim. “İlkler senin kadar güzel olsaydı keşke. O zaman yaşamaya doyamazdım.” Gülümsedi. “Az önce birini öldürürken de çok iyiydin. Her zaman bu kadar hızlı mısındır?” Burada ki herkes katildi, herkes! Burası o yüzden güzeldi. Kimse kimsenin sikinde değildi.

 

Yana doğru hareket ettim. Bir elimi beline yerleştirdim. “Her yerde hızlıyımdır güzelim. İstersen sana daha ayrıntılı gösterebilirim, ne dersin?” Hayatım pompalamasyondu. Ensemden beni çeken birini hissettim. “Gitmemiz lazım.” Bekir’e gözlerimi devirdim. “Anladık düzen takıntılı manyak.” omzumdan tutup, beni dış kapıya doğru götürdü. Arkama bakarak, “gece ikide burada ol,” dedim göz kırparak. O da benim gibi göz kırptı.

 

“Kaplan, karı kız derdini sikeyim. Başımızda bin tane bela var, kendine gel.” Ofladı yakamı düzeltirken. “Daha ringe çıkacaktım. Hem ne bu telaş? Polisler bizi değil, Alev’i arıyor. Bizi satmazda hem.” Dişlerini sıktı. “Alev’e ne olacak? Şikayet edeni bulmamız lazım. O senin için bulurdu hayırsız piç.” Bende bulacaktım ve o bulanı kendi yöntemlerimle öldürecektim. Kum torbası yapacaklarımın çeyreği bile değildi.

 

Çıkarken, “bizim Taner halleder konum işini. Adamı bulduktan sonra biz ikimiz yeteriz. Sonrada Alev’in yerini bulup, sahte pasaportları veririm. İkimizede yaptım, hadi iyisin,” dediğimde, “ilk defa düzgün birşey yaptın,” dedi. Hakkımı yiyorlardı.

 

Güneş gözlüğümü burnumdan hafifçe düşürdüm. “Gece vakti niye takıyorsan bunu da.” Gülümsemem silindi, ciddileştim. “Sorgulama.” Dediğimi de yaptı. Karşıdan karşıya geçecekten, arabalar jet hızıyla geçiyordu. Yirmi dakika boyunca yürümüş müydük? Zaman hızlı akıyordu, tıpkı bir su gibi.

 

Arabaların geçmesini umursamayarak, hızlı bir şekilde yolun ortasında yürümeye başladım. Bunu yapmak planımın içinde değildi. Kaplan mı istemişti? Belki de. Bir arabanın bana çarpmasını istememe rağmen yürümeye devam ettim.

 

Sarı bir araba bana doğru geliyordu. Şoför fena sarhoştu. Bekir, “lan manyak,” diye bağırdı arkamdan. Haklıydı, manyağın tekiydim. Araba beni ezecekken, bir bedenin beni çektiğini hissettim. Yolun dışısına düştüğümü fark ettim. Beni biri kurtarmış mıydı? Nedendi?

 

Yanıma bir kadının düştüğünü fark ettim. Bu mu beni kurtarmıştı? Tanımıyordum, canını neden tanımadığı biri için tehlikeye sokmuştu? Acıyla inlediğini fark ettim. Kolunun üstüne düşmüştü. Kendisine niye zarar vermişti? Saf mıydı bu kız?

 

Bana baktı. “İyi misiniz?” Otururken bana bunu sormuştu. İyi misin diye sormuştu bana. İyi misin... Bu soruya ne cevap veriyorlardı? Ben bu sorunun cevabını bilmiyordum. Bana ilk defa birisi iyi misin diye soruyordu. İyi miydim ki? “Ne?”

 

Yüzüme baktığında, güldü. “İyi misin?” Gülmüş müydü? Ben güldüğümde insanlar korkuyordu. Peki bu kız gülünce masum olmuştu? Korkmadan, sakınmadan bana bakıyordu. “İyi miyim?” İnsanlar bana bakmayı çekinirken, o niye yüzüme bakarken korkmuyordu? Hala anlam verememiştim. Niye beni kurtarmıştı?

 

“İyiyim galiba.” Ayağa kalktı, elini bana uzattı. “Kalkın o zaman.” Elini tutup, ayağa kalktım. Birşey diyecekken, saate baktı. Alt dudağını ısırdı, çantasını alırken. “Geç kaldım, teyzem beni öldürecek!” Bir tarafa doğru, “görüşürüz,” diyerek koşmaya başladı. Değişik kız.

 

Arkasından bakakaldım. Dünya galiba daha az boktandı. Bekir’in arkamdan, “arabaya geç,” dediğini duydum. Ona bakıp, o kızı gösterdim. “O kızın kim olduğunu bul bana.” Yada ben niye bulmuyordum ki? Arabaya baktım, sürücü koltuğuna oturdum. Ön koltuğa geçti yanıma. “Sivillere bulaşmıyordun.” Sivilleri sikerlerdi, biri ilk defa bana iyi misin diye sormuştu. Çıkarı olmadan, sonradan birşey istemeden beni kurtarmıştı.

 

Arabayı çalıştırdım ve gittiği yöne doğru sürmeye başladım. Bekir, “sakın,” dedi bana. “Bana baksana sen, tanıyor musun bu kızı? Ne bu tepkiler? Kız iyilik yaptı hem, bir yardımımız olsun.” Gideceği yere kadar bırakabilirdim. “Sen iyilik nedir bilir misin lan! Ulan seni annen iyilik yapmamış sana.” Ağır olmuştu, cevap vermedim. Zaten o yüzden şuan gidiyordum.

 

Yanına doğru yanaştığımda, arabayı yavaşlattım. Anlık korktu araba yaklaşınca. Bize baktığında, “camı aç,” dedim. Oflayarak camı açtı. Korkusu biraz azalmıştı. Aptal herif! Sapık gibi niye yaklaşıyorsun? “Geç kaldığınızı söylemiştin, istersen seni bırakabilirim. Korkmana gerek yok, istediğin an arabadan inebilirsin. Hem ödeşmiş oluruz.”

 

Tereddüt etti birkaç saniye. Saat’e baktı. Bana güvenmiş olacak ki, “aslında çok iyi olur,” dedi. Arka kapının kilidini açtım. “Binebilirsin.” Teşekkür ederek arka koltuğa oturdu. Bekir ne ara şapkasını takmıştı? Telefonunda başını eğerek oyalanmaya başladı. “Nereye gidiyorsun?” Belki de ödeşmek istemiştim sadece. Ama bu kadar masum olunmazdı. İyi misin diye ilk defa bana sorulmuştu. Abim bile sormamıştı bu soruyu bana.

 

Yolu bana tarif etti. “Güzelyol mahallesinde dursan çok iyi olur.” Başımı onaylar bir şekilde salladım. Beş dakika boyunca sessizce arabayı sürdüm. Canım sıkıldığında, radyonun sesini açtım. Alla beni pulla beni şarkısı denk geldiğinde gülümsediğini gördüm. Daha fazla sesi açtım gülümsemesiyle.

 

Arabayı sürerken sözlerine eşlik etti. “Alla beni pulla beni, al koynuna yar. Gözüm senden başkasını görmez oldu yar. Gönlüm senden birşey ister nasıl desem yar. Alla beni pulla beni, al koynuna yar.” Sesi çok güzeldi.

 

“Senin için dağları deler, yol açarım yar,” dedim erkek söylemeye başladığında. “Senin için denizleri kuruturum yar. Senin için gök kubbeyi yerlere çalarım yar. Canımı iste canım bile sana kurban yar.” Alt dudağını ısırdı söylediğimde. Bozuntuya vermedi ama.

 

“Dağlar taşlar, uçan kuşlar senin olsun yar.Deniz, derya gökler yeryerinde dursun yar. Gönlüm senden birşey ister nasıl desem yar. Alla beni pulla beni, al koynuna yar.” Sözlerine uygun role girmişti. Bu dudaklarımda hafif bir tebessümün olmasına sebep açtı.

 

“Saçlarına yıldızlardan taç yapayım yar. Bir nefeste güneşleri söndüreyim yar. Çıra gibi uğrunda ben yanayım yar. Canımı iste canım bile sana kurban yar.” Onun ismi Güneş gibiydi. Güneş gibi parlıyordu.

 

“Yıldızlar yerinde güzel bırak dursun yar. Saçlarımı ellerinle okşa yeter yar. Gönlüm senden birşey ister nasıl desem yar. Alla beni pulla beni al koynuna yar.” Bekir’in yandan bana ters bir bakış atmasını umursamadım. Kız mutlu olmuştu hem.

 

“Rüzgar olup ince beline sarılayım yar. Çimen olup ayağına serileyim yar. Sürme olup gözlerine sürüleyim yar. Canım iste canım bile sana kurban yar.”

 

Devamını getirmedi. Sesli bir şekilde güldü sadece. “Ses güzelmiş.” Kimse beğenmezdi oysaki. Yada susmam için öyle diyorlardı. İkinci seçenek daha ağır bastı. “Eyvallah.” Eyvallah hareketi yaptığında, şaşırdım. Dış görünüş her zaman kandırır dedikleri doğru olsa gerekmiş. Ama bunu şakasına yaptığını fark ettim.

 

Mahalleye girerken, arabayı yavaşlattım. “Burası mı?” Onaylar bir mırıltı çıkardı. “Evet, teşekkür ederim. Evim zaten hemen solda, durabilirsin.” Arabayı tamamen durdurup, ona baktım. “İn.” Nazikçe tebessüm edip, indi. Gidecekken, “çanta,” dedim koltuğa koyduğu çantasını gösterirken, “Çok pardon, aklımdan gitmiş.” Onuda alarak, kapıyı kapattı. Tekrar saate bakarak, “Kerem beni bu sefer kesin öldürecek,” diye söylene söylene gitti. Galiba abisiydi.

 

Radyonun sesini kapattım. Cebimde ki sigara ile çakmağı çıkarıp, sigaranın ucunu yaktım. Çakmağı geri cebime koyarken, parmaklarımın arasına aldığım sigarayı, ağzıma götürdüm.

 

Kabuslarla dolu bir Dünyada fazla sevecendi.

 

 

Bölüm : 14.01.2025 00:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...