31. Bölüm

30.Bölüm

Nehir Keser
gecemavisiyazarrr

İnsan bir anda altüst olabilirdi. Bir yaşanmışlık, ömür boyu arkasından gelebilirdi. Azrail canını alacağı an, aslında o yaşanmışlığın onu öldürdüğünü bilirdi.

 

Aşk denen illet her zaman zayıfsızlıktır. Seni altüst edip, hiçbir şey olmamış gibi karşına tekrar çıkabilirdi. Seni Cansudan, Alev’e bile çevirirdi. Masumluğunu alıp götürürdü senden. Acı çektirirdi, hayallerini alıp götürürdü. Abimi daha önceden dinlemeliydim. O her zaman haklıydı.

 

Sigara içerken, mutfağa girdim. Bıçak, çatal hatta kaşık bile plastik idi. Ona güvenim olmadığı gibi, onunda bana güveni yoktu. O ise şuan evde değildi. Pasaport almaya giderken bile beni gelmemem için odaya kitlemişti.

 

O gerçekten Deccal olmuştu.

 

Mutfakta bunalınca, bahçeye çıktım. Biraz hava almak iyi gelirdi. Korumalar çıktığım an bana bakmaya başladı. İki korumadan, dört korumaya çıkmıştı bunlar. “Sarı,” dedim onlara doğru yürürken. “Bana gidip bira al. Parasını da sahibine kitle.” Cüzdanıma bile el koyulmuştu. Ama o pasaportları aldığı an, bu düzenin amına bile koyacaktım.

 

“Tamam Alev Hanım.” Gittiğinde gözlerimi devirdim. “Dört şişe al! Anca keser.” Arkasından bağırırken, beni duyduğunu düşünüyordum. “Telefon kullanabilir miyim peki?” Diğerlerine döndüğümde, sakin olmama şaşırdıklarını görebiliyordum. “Maalesef.” Maalesef’i o pasaportlar gelince götlerine sokacaktım. Bekir’i aramam lazımdı. Buradan onu almadan siktir olup gidemezdim.

 

Masum taklidi yap Alev, illa ki işe yarayacak. “Lütfen, sadece iki dakikalığına. Gerçekten başka birşey istemeyeceğim, iki dakika konuşayım.” Yalvarma Alev, yalvarınca küçük düşersin. Ama rol gereği bunu yapmam lazımdı. Tereddüte düştü. “Başımıza iş açmayın abla.”

 

“Haberi bile olmaz, çok acil. Hem seni arkandan üzülen, biri vardır değil mi? Onlarla konuşmak istemez miydin iki dakika bile olsa?” Bunu dediğim an, yutkunamadı. Demek ki vardı. Yakışıklı çocuktu da, benden iki yaş büyük olmalıydı. Buradan onu vurabilirdim. “Ne halde olduğumu bile bilmiyorlar. İyi olduğumu bilmezlerse çok üzülürler. Lütfen, sadece iki dakika diyorum.”

 

İç çekti. Elini cebine götürdüğünde, zafer kazanmış gibi hissettim. “İki dakika,” dedi telefonunu çıkarırken. Hafif mahcubiyetle tebessüm ettim. “İki dakika.” Telefonu alıp, biraz uzaklaştım. Konuşmalarımı dinlemelerini istemezdim. Hemen Bekir’in numarasını tıklayıp, hemen aradım. Zamanım yoktu.

 

Telefon açıldı. “Kimsin?” Derin bir nefes soludum, ses vermedim. Nasıl açıklayacaktım? Ama o yine beni anladı. “Alev?” Bu sefer içtenlikle tebessüm ettim. Nefes alış verişimden beni tanımıştı.

 

“Neredesin sen? İyi misin? Konum ver, geliyorum hemen.” Dişlerimi sıktım. “Nerede olduğumu bilmiyorum,” dedim kısık sesle. “Uyandığımda hapis gibi bir evde uyandım, aranıyormuşum. Deli manyak beni kaçırdı resmen! Bu numaradan nerede olduğumu bul ve içinde kimin olduğunu umursamadan tara evi. Sonra da beni alıp götür buradan, fazla daraldım.” Alev sıkılmıştı, fazlasıyla.

 

“Tamam, Acar pasaportları halletti. Sana birşey olduysa, orayı o adamın başına yıkacağım için, biz gelene kadar kendini koru. Fransızca bilmeni umuyorum.” Tabiki de biliyordum. Fransa'ya gidiyor olmalıydık. Mekan güzeldi en azından. Bu ülkeyi bırakmak zor olacaktı. Herşey burada başlamış, burada bitecekti. Rize bütün acılarımıza şahit olmuştu. Ama ölürsemde, burada öleceğimi hissediyordum.

 

Ölüm yakın gibiydi. Ölüm, bana sonsuz karanlığa kucak açacaktı. Sorun değildi, ben karanlığa alışkındım. Karanlığın içinde, günahların içinde birini sevip, o günahın içinde ki karanlık ben olmuştum. O yüzden karanlık bana acıdan başka birşey getirmemişti. “Biliyorum,” derken, telefonu başkasının aldığını duydum. Acar tabiki.

 

Ama telefonu zamanında vermem lazımdı. Kumralın başını derde sokmak istemezdim. “O adamın amına koyacağım! Geliyorum, bekle.” Ah, bu Acar değil kaplandı. “İsabet edersin pislik herif.” Pislikti ama o bile masum sayılırdı. Sevgisizliğe aç bir deliydi sadece. O yüzden onun bütün davranışlarını alttan alıyordum. Çünkü kaplan’ın yaptığı bütün şiddeti, Acar yaşamıştı.

 

Onu mahveden insanlara dönüşüyordu. Acar olduğunda özür dilemesi birazda kendisineydi. O kaplanı sevmiyordu, o babası olmak istemiyordu. Ama kaplan babasıydı. Yıkıp döken, şiddetten beslenen bir deli. Zaten bütün acılar babaların yaptıklarından gelmez miydi? Kimse onu doğru düzgün sevmemişti. Tek bir sevgi kırıntısı için canını verebilirdi.

 

Telefonu kapattım. Hemen numarayı konuşma geçmişinden sildim. Rehberde gördüğüm isimle, “bak sen bizim çocuğa,” diye söyledim. Mucizevi güzelim diye kayıtlı fotoğrafa baktım iki saniye. Bizim korumanın manitasıydı. Onun gelmesini dört gözle bekliyor, ona birşey olmaması için Allâh’a her gün dua ediyor olmalıydı. Geldiğinde sıkıca sarılmak, onunla uğraşmak için can atıyor olmalıydı.

 

Nereden bildiğimi sormayın.

 

Telefonu rehberden çıkıp, geri adama vermek için arkama döndüm. Telefonu çocuğa uzattım. “Teşekkür ederim.” Kusura bakma kumral oğlan, yapmak zorundaydım. Sana birşey olmasına izin vermem. Ama diğerleri sikimde değildi. Bu çocuk kadar iyi olsalardı, onlarında ölmesine izin vermezdim. “Sorun değil. Bence biraz kafa dağıtmaya bakın. Zamanı geldiğinde zaten gidebilirsiniz.” Masum çocuk.

 

Bu sefer ona gerçekten gülümsedim. “Öyle yapayım bari kumral kafa.” Eve tekrar geri girdim. Buradan gitmem lazımdı. Merdivenlerden koşar adımlarla çıkmaya başladım. “Senden kurtulacağım pislik adam,” diye kendimi motive ettim. Kurtulacaktım, sonsuza dek. Hatta o kadar boktan şeyler yapacaktım ki, onun bana nefretle baktığını görecektim. Cansudan da, Alevden de nefret edecekti.

 

Onun odasının kapısını açtım. Şaşırdım, bu kapı açıktı. Bazı kapılar, “özel,” diyerek kapatmıştı. Düşünmemeye çalıştım. Burada silah bulmayı umuyordum yada bıçak. İçeri girdiğimde, yutkunamadım. Aklıma bir anı düştü.

*

Gittiği müzede ki tabloya baktı Cansu. Çizimini çok beğenmişti ama fiyatı fazlaydı. Karanlık bir gece, havaya doğru yükselen bir kadının çizimiydi. Ama detaylarıyla çizimi eşsiz yapıyordu. Picassodan çıkmış gibi kusursuzdu.

 

Alt dudağını ısırdı. Arkadan, “beğendin mi,” diye soran Barut’un sesini duyunca ona döndü. “Güzelmiş. Huzurlu hissettiriyor.” Gülümsedi. “O zaman senin olsun gülüm.” Gözlerini kocaman açtı Cansu. “Saçmalama! On bin dolar mı vereceksin beğendim diye?” Umursamadı Barut.

 

Elini iki kere şıklattı. Cansu anlamsız gözlerle ona baktı. “Ne yapıyorsun?” Bir adam buraya geldi. “Şunu sar eve getir. Ödemeyi ibandan yaparım.” Cansu itiraz edecekken, izin vermedi Barut.

 

İki gün sonra tablo eve ulaşmıştı ama Cansu yoktu. Barut’un onu bulduğunda herşey çok geçti. Silinmiş bir hafıza ve yabancı bakan gözler...

*

Bu sergide ki tabloydu. Herşeyi hatırlayan beynim bunu da hatırlamıştı. Kendimi kaptırmamaya çalıştım. Bir tablo, bir yavru canın bedeli olamazdı. Yalanlarında üstünü örtemezdi.

 

Aklımı toparlamaya çalıştım. Benden nefret et Barut Türkmen, benden ölesiye nefret et. O kadar benden nefret et ki, benim nefret etmeme gerek kalmasın.

 

Tabloya başımı çevirdim. Çekmecelere bakmaya başladım. Bir tane silah bırak be adam! Tabancaya bile razıydım şuan. Tek tek açarken, resimlerden ve dosyalardan başka birşey yoktu.

 

Aklıma gelen şey kafamı dank etti. Ellerim durarken, tabloya baktım. “Ben Barut Türkmen olsam,” derken, tabloya doğru yürümeye başladım. Tabloyu yavaşça indirdiğimde, “buraya saklardım,” diye mırıldandım tabanca önümde iken. En gizli yer burası olduğu belliydi.

 

Onu kendi silahıyla vuracaktım. Silahı alıp, hemen pantolonumun arka cebine sıkıştırdım. “Akıllısın Barut Türkmen. Ama ben senden daha güçlüyüm.” Kaşlarımı çattım, mermilerini kontrol ettim, doluydu. Onu öldürmeyecektim, ölüm ona hediye olurdu. Onu süründürecektim, onun yaptığı gibi.

 

“Abla! Geldi bira.” Tekrar belime sıkıştırdım silahı. Kıyafetimi üstüne örterek gizledim. Bu çocuğa kanım kaynamıştı. Odadan dışarı çıkarak, kapıyı kapattım. Kumralı korumam lazımdı. Acar burada ki kimseyi yaşatmazdı. Ve tahminen yarım saate burada olurlardı. Bu gece bu ev kanlar içinde olacaktı.

 

Aşağı indim. Elinde ki birayı alıp, ağzımla kapağı açtım. Koltuğa genişçe otururken, biradan büyük yudumlar aldım. Artık su gibi içiyordum. Birayı ağzımdan uzaklaştırırken, ona doğru uzattım. “İster misin?" Kaşlarını çattı. “İş saatleri içi içmek yasak.” Yüzümü buruşturdum. “Peh!”

 

“Yasak, yasak, yasak! Kim koyuyor bu yasakları? Bence Dünya üzerinde ki yasakları kaldırmalılar! Sikine takılmayacak kurallar ekliyorlar kendi kafalarına göre. Saçmalık!” O yasaklara uymadığım için bu haldeydim. Bir seri katili masumken kabullenmiştim. Sonra o da, “sana zarar vermem,” derken, beni bu hale getirmişti.

 

İnsanlara güven olmazlardı. Her ne olursa olsun, arkanı tamamen dönmemek lazımdı. Çünkü sırtına hançeri saplayabilirdi. Dokunmaya kıyamam sana derken, seni yerden yere sürükleyebilirdi. Sırtında ki yükleri taşıyormuş gibi gözükürken aslında sırtına daha fazla taşıyamayacağın kadar yük ekleyebilirdi.1

 

“İçmem normalde de.” Yalancı. Zorlamadım onu ama, istemiyorsa içmesindi. On beş dakika boyunca, iki şişe bitirdim. O adam gerçekten dört şişe almıştı ve masada sadece iki kişi kalmıştı. Sarhoş olmazdım, sıkıntı değildi. Yudumlarken, kapının açıldığını duydum. Ama gelen kişiye bakmadım, kim olduğunu biliyordum zaten.

 

Sertab Erener’den yanarım şarkısı çalıyordu. Şarkının ritmine odaklandım. Hafif bir kafa bulantısı vardı sadece. “Bazı alışkanlıklar değişmiyormuş.” Biradan bahsediyordu. “Siktir git.” Yeterli bir cevaptı. Kafama diktim yarım kalan şişeyi. Belki de sarhoş olmak için bunu yapmıştım.

 

Gözlerim uyku istiyordu. “Ev benim.” Alayla gülümsedim başımı koltuğa yaslarken. “Evin enkazın olsun.” Ona baktım en sonunda. Pasaport yoktu. “Kendini çok zeki zannediyorsun değil mi?” Kaşlarımı çattım. Bu da ne demekti? “Korumların telefon konuşmalarını takip etmediğimi düşündün herhalde.” Hassiktirdi!

 

“Ve şuanda belinde silah olmadığını bilmediğimi sanıyorsun.” Ayağa kalktım ve alkışlamaya başladım. Sarhoş olmam lafımı geri alıyorum. Her ne olursa olsun kolay sarhoş oluyordum. “Aferin sana! Nerde takdirname? Zaten hep takdirname getirirdin.” Bir tane zayıfı yoktu okul hayatında gerizekalının. Ben ise sınıfı zar zor geçiyordum.

 

“Silahı,” derken, ona doğru çektim. “çekeceksin,” diyerek cümlesini tamamlayınca küfrettim. “Pasaport’u ver.” Ofladı. “İyice sıkıcı bir insan olmuşsun sen be yavrum. Biraz kaos yaşatırdı da sonra istediğini söyler insan. Tadı çıkmıyor ki böyle.” Ruh hastası manyak.

 

“Ver, sıkarım.” Cebinden pasaport’u çıkarmasını beklerken, telefonu çıkardı. Mümkünmüş gibi daha çok kaşlarımı çattım. “O ne?” Telefonda ki bir videoyu, televizyona bağladı. Ona zaman verdim.

 

“Bak.” Televizyona baktığımda, geriye doğru sendelendim. “Acar... Bekir,” diye mırıldandım. O kadar sessiz mırıldanmıştım ki, sesimi ben bile zor duymuştum. İkisi de bir yıkılmış bir binada, beni arıyorlardı.

 

Bu video bir tetikçi tarafından çekiliyordu...

Dehşet içerisinde ona baktım. Bu kadar ileri gidemezdi. Bunu yapacak kadar değişmiş olamazdı. Onlara zarar veremezdi. “İkisinden birini seç,” dedi ben donmuş gibi kalmışken. “Yoksa ikisi de ölür. Hangisinin ölmesini istiyorsun?” Başımı iki yana salladım.

 

“Onlara birşey yaparsan seni yaşatmam.” Bu dediğime cevap vermedi. Telefonundan aramayı açtı. Telefonu masaya koyarken, ben hiçbir şey yapamadım. “İki dakikan var, kimi seçiyorsun?” Silahı hiddetle alnına yasladım. “Yaparsan seni gebertirim Barut Türkmen!”

 

“Yaparsan onları gebertirsin.” Sniper’in namlusu ikisi arasında gidiyordu. Oraya bakarken, gözlerimin dolmasını engelleyemedim. Elimde ki silahı alıp, yere atarken ona engel olmaya çalıştım. Kollarımı belimin arkasından tutup, gövdesini sırtıma yaslattı sertçe. Bu hareketlerimi kısıtlamak içindi.

 

“Bu kadar boktan mı oldun cidden?” Oma sorduğum soruya cevap vermedi. “Bu kadar mı Arda Bozok olmak istiyorsun?” Seni severek geçirdiğim her güne lanet olsun Barut Türkmen.

 

“Bir dakikan kaldı.” Başımı iki yana salladım ekrana bakarken. “Beni öldür, onlara dokunma.” İkiside bu bir yıl içinde zaafım olmuştu ve o bunu biliyordu. Özellikte de Bekir’i. “Onları ben öldürmüş olmayacağım ki, sen öldürmüş olacaksın. İkisinden biri otuz saniye içinde ölecek. Yada otuz saniyenin sonunda ikisi. Tercih senin deniz kızı.” Deniz kızı derken bana ne yaptığının farkında mıydı?

 

Kurturmak için çırpınmadım bile. Tek bir hareketim, ikisinin sonu olabilirdi. Acar beni bulamayınca, “Allah kahretsin,” diyerek birşeyleri kırmaya başladı. Bekir ise dişlerini sertçe sıkıyordu, çok sinirlenmedikçe bunu yapmazdı. “Bunu yaparsan seni hiçbir zaman affetmem.”

 

“Zaten affetmeyeceksin ki. Son yirmi saniyen.” Gözlerimi kapattım. Acar’ın bağırma sesleri kulaklarımı doldururken, gözümden bir damla yaş geldi.

 

Ve ağzımdan kendimi hiçbir zaman affetmeyeceğim sözcükler çıktı. “Bekir’i seçiyorum, Acar’ı öldürebilirsin.” Sesimim titremesine engel olamamıştım. Özür dilerim Acar, çok özür dilerim... Allah belamı versin benim! O sırada onun, “o hıyar ona zarar verirse onu gebertirim,” diye bağırma seslerini duydum. Sesizce ağlarken, dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

Telefona, “Mavi gözlünün kafasına sık,” dediğinde, “yapma,” diye bağırdım çaresizlikle. Kurtulmak için çırpındığımda bana engel oldu. “Gözlerini kapa.” Başımı iki yana salladım. Omzumu ve belimi saran kollarından kurtulmaya çalıştım. “Yapma! Sen Arda Bozok değilsin, yapmazsın.” Son çırpınışlarımdı bunlar. Eğer Acar benim yüzümden ölürse, Alev’e kıyardım.

 

Bir silah sesi ve televizyon’un kapanışı, benim bağırmalarımı susturdu. Kurtulmak için çırpınmadım, donmuş bir şekilde televizyona baktım. “Sana gözlerini kapa demiştim,” diye mırıldandı kulağıma doğru. Ne yapmıştı o?

 

Acar... Ölmüştü.... Benim yüzümden...

 

Büyük bir feryat kopardım. “Acar!” Alev bile bu kadar güçlü değildi. Ona söz vermiştim, o sözü tutmamıştım. Televizyona doğru gitmek istedim ama izin vermedi. “Bırak beni! Acar!” Onu öldürmüştü. Bana tekrar aynı acıyı yaşatmıştı. Bu adam benim tanıdığım adam olamazdı. Yalan bile söylerdi ama bana bunu yaşatmazdı. Beni tekrar öldürmüştü.

 

Delirmiş gibi bağırıyordum. Çocuğumu kaybettiğim an ki gibi bağırıyordum. Ayaklarımda güç bulamayınca, yere doğru düştüm. “Acar!” Deli gibi onun adını anarak bağırıyordum. Arkamda ise katili beni bırakmıyordu. Ben böyle bir adamı nasıl sevmiştim? Nasıl gözümü kırpmadan ona güvenmiştim? Canımı yakmaz dediğim en çok canımı yakandı şuan.

 

Bir yıl sonra ağlarken, kendimi güçlü tutamamıştım. “Senden nefret ediyorum Deccal! Sen benim hayatımı, ailemi, Cansu’yu, Acar’ı benden çaldın! Seni mahvedeceğim! Arda Bozok gibi mezarına ismini yazdırmayacağım! Yeminim olsun, bir mezarın bile olmayacak! Acar!” Yutkunuşunu çığlıklarımın arasından duymuştum. “Yap.” Tek dediği buydu.

 

Acar’ı seçmemiştim... Ona annesini bulmadan ölmeyeceğine söz vermiştim, tutamamıştım. Onu ölüme sürükleyen bendim. Bekir’e kıyamayıp, onu öldürtmüştüm. Ne yapmıştım ben? Daha fazla ağladım. “Bu kadar ağlayacak kadar çok mu değer veriyordun ona?” Hala soru soruyordu! Bu kadar nasıl acımasız olabiliyordu bana? “Seni geberteceğim!” Silaha uzanırken, koluma iğne yaptığını hissettim.

 

Boş bakışla başımı ona çevirdim. “Ne yaptın sen bana?” Vücudumda uyuşukluk hissettim. “Sakinleş.” Elimi götürecek gücüm bile kalmamıştı. “Sen bana ne yaptın?” Gözlerim kapanıyorken, eleri gevşedi. “İyi olacaksın.” İyi mi olacaktım? Gözümün önünde en iyi dostumu öldürtmüştü. Nasıl iyi olacaktım.

 

İstemeden başım göğsüne düştü. Ne bağırabildim, ne hareket edebildim. Gözlerim kapanmışken, sadece sessizce göz yaşı dökebildim. “Seni tanımasaydım çok iyi olurdum. Seni tanıdığım güne lanet olsun Batut Türkmen. Sana inandığım hergün için kendime lanet olsun. Senin,” derken, “uyu,” dedi. Onu dinlemedim. “Arda Bozoktan farkın yok. Keşke onun gibi sende ölseydin.” Yumruklarını sıktığını hissettim.

 

Başımı yasladığım göğüs çok yabancıydı. Abim neredeyse her gün, bu adamdan uzak dur diye neredeyse bana yalvarmıştı. Ben şimdi onu anlıyordum. “Seni öldürmediğim için çok pişmanım. Sana güvendiğim için aptalın tekiyim.” Sustu, nefretle çıkan sözlerimi dinledi. “Ve?” Ve’nin ne olduğunu çok iyi biliyordu. “Sana yenik düştüğüm için kendimden de nefret ediyorum.” Karanlık beni çekiyordu.

 

Şuan ölmeyi dilerdim. “Senden nefret ediyorum Arda Bozok.” Sarhoşluğun etkisiyle ona Arda Bozok demiştim. “Et.” Ediyordum zaten. Burada uyumak Azrail’ij kollarında uyumak gibiydi artık. Burada kendimi güvensiz hissediyordum. Ben ondan korkar hale gelmiştim.

 

O sevdiklerimi, hayatımı, masumluğumu, güvenimi, Acar’ı, kendimi, Deniz’imi ve gururumu yok etmişti. Bir insan nasıl bu kadar kötü olabilirdi? Sebebini bile söylemeden hayatımın içine sıçmıştı.

 

Ve ben yine o karanlığa mahkum olmuştum.

 

🥀

Kerem

Sigara içerken, dışarda ki karga sesleri kulaklarıma iyi geldi. Kargaları severdim. İnsanlar onlardan korkardı, tiskinirlerdi. Oysa tek suçları oldukları kişiydi. Renkleri, dış görünüşleri insanları korkutuyordu. Onları bahçelerinden korumak, onları bu Dünyadan silmek istiyorlardı. Bu yüzden onları seviyordum, suçsuz olduklarına rağmen cezalandırmaları yüzünden boktan oldukları için.

 

“Yine sessizleşmişiz bakıyorum.” Lavantanın sesiydi. “Evet, sen gelene kadar huzur vardı.” Ona baktığımda, kırıldığını anladım. İçimden kendime küfrettim. Kelimelerime dikkat etmem gerekiyordu. “Peki, gidiyorum o zaman.” Arkasını dönüp giderken, kolundan tuttum. Bana baktı, “ne oldu,” diye sordu. Ne diyecektim. Elim geri çekmek zorunda kaldım. “Yok birşey.” Bir özür dilemek bu kadar zor olmamalıydı ahmak.

 

“Tamam. Ben Asel’e bakayım. Bu arada, ağlamayı öğren karanlık. Bir sigara külü, içinde ki küllüğü daha çok kirletir. ” Gittiğinde, dişlerimi sıktım. Sigaradan büyük bir duman çektim. Dur demeyi bir türlü öğrenememiştim. İstediklerimin neden tam tersini yapıyordum? Gitmesini istememe rağmen gitmesini sağlıyordum. Herşeyerağmen yanımda duran tek kişiydi o. Bu gidişle onu da kaybedecektim.

 

Cama baktığımda, Güneş’in koşarak geldiğini gördüm. Biraz onunla uğraşmak kafamı toparlatabilirdi. Sarışın yine geç kalmıştı ama onu bu sefer suçlamayacaktım. Kendini suçladığı şeyleri hafifletmem lazımdı.

 

Anahtarla kapıdan içeri girdi. “Neredesin lan sen çirkin?” Beni görünce kaşlarını çattı. “Norodoson lon son çorkon?” Beni taklit edince gözlerimi devirdim. “Oyun oynama.” Ofladı. Yanıma yaslanıp, sigara paketimden bir sigara aldı. İlk sigarasını benim yanımda içmişti. “Senin bile kavga edecek halin kalmamışsa, biraz içmek lazım. Çakmak ver.” Cebimden çakmağı çıkarıp, ona uzattım.

 

“En fazla iki tane.” Onaylar bir mırıltı çıkardı. “Sabah kısa birşey giyersen ederiz kavga.” Alayla gülümsedi. Kaşlarımı çattım. “O kadar derdimiz var, senin derdin şortun boyu he. Çok değişik adamsın ama iyi bir abisin, seviyorum seni.” Abisi Deccal olunca içinden insan çıkmıştı bunun. Avaz avaz bağırmaktan başka birşey bilmezdi normalde.

 

“Daha çok kurtulmak istediğin bir abi gibiyim sarışın.” Kınarcasına baktı dumanı üflerken. “Günahımı alıyorsun.” Saçlarını karıştırdım ve omzundan tutup kendime çektim. Başını göğsüme yasaladı omzuma vurarak. “Sevdiğim birinin bir sözü vardır cimcime. Nedir o biliyor musun?” Biten sigarayı, camdan aşağı attım.

 

“Neymiş o söz?” Herkes üzgündü ama birimiz daha beter olmasın diye bunu saklamaya çalışıyorduk. “Ağlamayı öğren sarışın. Bir sigara külü içinde ki küllüğü daha çok kirletir.” Güldü sessizce. “Hangi kitaptan buldun bu sözü kim bilir? Zaten bunaldığında kaçtığın üç şey var. Kitaplar, bira ve ara sokak.” Ara sokaklarda ki bütün pislikleri tatmıştım.

 

Sustuk bir süre. Zaten biz her zaman susardık. “Abi,” dediğinde, “abim,” dedim içtenlikle. Başını kaldırıp, bana baktı alttan. “İnsan neden bu kadar acı çeker? Herşey yolunda gitse bile niye üzülür? Abim yanımda olsa, Cansu hiç Alev olmasa bile içimde ki bir yara hiç kapanmayacak gibi. Aile yüzünden midir sence?” Aile sevgisizliğindendir diyemedim.

 

“Senin aptal flörtlerin sana büyü yapmış olmalı sarışın. Yoksa seni kimse üzemez.” Sigara dumanını yüzüme üfledi. Öksürmemi beklediğini fark edince, yalandan öksürdüm. “Bu yalan söylemenin cezasıydı Kerem Türkmen.” Türkmen? Bu çocuk gerçek bir zıbadaydı.

 

“Ben yalan söylemem.” Omuz silkti belini mermere yaslarken. “Ben gerektiği kadar söylerim.” Bunu biliyordum. “Şimdi ciddi ol ve bana gerçeği söyle sarışın. Bana yalan söylersen seni affetmem.” Ciddileşti anında. “Ne konuda?” Yeni bir sigara yakarken, “Cansu neden Alev oldu,” diye sordum. Bu sorumla elinde ki sigara yere düştü.

 

Her hazırlıksız bir duruma yakalanınca eli boşalırdı. Demek ki biliyordu. “Neden sarışın? Bu onun hayatı için bile çok önemli, neden?” Gözlerinin dolduğunu görünce, kaşlarımı çattım. Bu kadar mı kötüydü nedeni? Acı çektiğini hiçbir zaman bana belli etmemişti. Neler yaşayıp da benden saklamıştı velet?

 

“Sessiz kalırsam?” Ona döndüm. “Söyle sarışın. Yada söyler misin? Eğer yakalanırsa ona göre hareket edeceğim. Bunu bana yalansız bir tek sen söylersin sarışın.” Yüzüme baktı. “Bildiğimden haberi yok. Bunu kimse bilmiyor abi.” Yine tek başına kalmıştı yani. Onu defalarca uyarmıştım, sevme demiştim. Beni dinlemeliydi, sadece kıskançlıktan yapmadığımı görmeliydi.

 

“Neyi?” Sevmek her zaman boktandı ve bu onu çok sonradan anlamıştı. Bedel ödemişti, fazlasıyla. Eğer Türkmen’in sebepleri olduğunu bilmeseydim onu öldürürdüm. “Kerem, o çocuğunu kaybetti.” Dudaklarıma doğru götürdüğüm sigara, parmaklarımın arasından uçtu gitti. Ne demekti bu?

 

“Ne?” Bana dürüst olmakta büyük bir ikilime düştüğünü görebiliyorum. Ama bana güvenmeyi tercih etti, devam etti lafına. “Buraya geldikten iki gün sonra hamilelik testi yaptı. Ben onu izlerken, teyzem onu mutfağa çağırınca sonuca baktım. İki çizgiydi, geri geldiğinde sessizce çok ağlamıştı.” Hamile miydi? Ama bu mümkün olamazdı. Onun rahmi alınmıştı... Hassiktir, alınmamıştı. O zaman niye lavanta bana böyle söylemişti?

 

Geriye doğru bir adım attım. Yumruklarımı sertçe sıkarken bunun farkına bile varmamıştım. “Sonra iki hafta sonra aceleyle iş yerine gideceğini söyleyerek çıktı. İki hafta boyunca bize gülerken, bütün gece ağlıyordu. Galiba bebek yüzünden ağlıyordu veya Devin yüzünden. Bu yüzden peşinden gittim, hastaneye gittiğini gördüm. O çıktığında içeri gizlice girdiğimde, bütün doktorlarla tekrar konuştum. Bebek karnında stresten öldüğü için aldırmak zorunda kalmış. O gece eve gelmemişti.”

 

Ne yaşatmışlardı lan benim güzelime? “O gece ne olduysa oldu bence.” Anlatırken gözünden bir damla yaş gelmişti. “Güneş,” dedim sesim sert çıkarken. “Bu gece yapacaklarım yüzünden beni sakın affetme.” Arkamı dönerken, boynumu kıtlattım. Odama girerken, “siktir, sana niye anlattım ki,” diye peşimden geldiğini duydum.

 

Dolabımı açıp, içinden silahı aldım. “Ne yapacaksın onunla sen? Gidip abimi vurmayacaksın herhalde?” Gidecekken, önümde durdu. “Çekil.” Şuan önümde kim olursa olsun ezer geçerdim. Bunu benim kardeşime yapamazlardı lan! Yapanın ebesini sikerdim.

 

“İzin vermiyorum. Seni mapusa, abimi mezara gönderemem.” Gözlerime baktığında, korktu. “Abini öldürdüğüm için beni mapusa değil, ödül törenine çıkarırlar. Ve diğerine gelirsek, abin bunu çoktan hak etti.” Giderken, “Çiçek,” diye bağırdı. “Çabuk gel! Kerem dellendi, gel buraya!” Kim geliyorsa gelsindi, ben bunu yapacaktım.

 

Kapıdan dışarı çıkarken, “karanlık, dur,” diye bağıran sesi duydum. Ayaklarım beynimden izinsizce durunca, içimden kendime sövmeye başladım. Neden durmadan onu dinliyordum ki? Bu durum canımı sıkmaya başlamıştı. Tekrar yürürken, mermiyi kontrol ettim. Dört mermi bana yeterdi. Özenle deşecektim o Türkmen bokunu.

 

Arabaya binecekken, önümde durdu. Ne ara yetişmişti bu bana? “Çekil.” Başını iki yana salladı. “Çekileyim de katil ol değil mi? Hem nerede olduğunu nerden bileceksin?” Nerede olduğunu biliyordum. “Bir, ben zaten katilim. İki, nerede olduğunu biliyorum. Üç, çekil çünkü seni incitmek istemiyorum.”

 

“Yapamazsın. Öyle bakmayı kes, katil gibi bakıyorsun.” O masum hayatında bende ne bekliyordu bilmiyorum ama, ben hiçbir zaman onun istediği gibi biri olmayacaktım. Bu hatayı hiçbir zaman yapmayacaktım. “Son kez diyorum, çekil.” Elinde ki iğneyi karnıma saplayacakken, son anda elini tuttum. Dişlerimin arasından, “lavanta,” diye tısladım. “Sikerler lavantayı. Bok gidersin!”

 

Arkadan başımda bir sızı ve cam kırılma sesini hissettim. Sikerlerdi ama he! Arkamı dönerken, “Güneş,” diye bağırdım. “Bayılmadı ama. Bu kadar kalın kafalı mıydı bu ya?” Bana sıra sıra geliyorlardı he!

 

Birşey diyecekken, koluma iğneyi yaptığını fark ettim. “Kusura bakma karanlık, kendine gelmen için.” Ağzımı açacakken, kendimden geçtim. Yere düşerken, gözlerim kapandı. Sesler sustu, karanlık beni kendisine çekti.

 

 

Bölüm : 20.01.2025 14:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...