Acar
Arabayı iki yüzde sürüyordum. “Silahlar bagajda.” Kaşlarını çattı. “Ulan şehrin her tarafında polis var ve sen bagajında kaçak silahlar mı tutuyorsun?” Dediğini onayladım. “Kafanı sikeyim senin. Bu gidişle zaten ya hapse, yada mapusa gireceksin.” Sırıttım. “Senden önce ölmem merak etme.” Daha planladığım şeyler vardı.
“Birşey söyleyeceğim,” dediğinde, ona baktım. “Daha fazla sinirlenmemi yol açacaksa söyleyebilirsin şuan. Oraya gidince sinirlerimi boşaltacak şeyler yapacağım çünkü.” Alev’i kaçırmak neymiş gösterecektim o piçe. “O kız Güneş Türkmendi.” Gözlerimi kapattım saniyeliğine. “Hassiktir,” diye mırıldandım. “Kardeşi mi?” Başını olumlu anlamda salladı.
“Eğer buraya gittikten sonra,” derken sesi baskın çıkmıştı. “Ve olumsuz birşey olduğunda, o kıza bir bok yapmayacaksın. Deccal’i kardeşiyle vurmaya çalışmayacaksın anladın mı lan beni? Kızı bir daha görmeyeceksin, ismini unutacaksın. Bunu peşine düşme diye söyledim.” Fazla ayar yapmıştı, tersti. Sessiz kaldım.1
Arabayı sola doğru kırdığımda, durdurdum. Önümde ki yıkılmaya yüz tutmuş, terkedilmiş bir bina vardı. Silahın açık olup olmadığını kontrol ettim. Arpacık’i yerine çektim. Arabadan aşağı inerken, “şajör al bir kaç tane,” diye uyardım onu. “Tamam.”
Boynumu kıtlattım. Binadan yavaş adımlarla içeri girdim. Silahı önüme siper ettim. Tek tek aşağıda ki odalara bakmaya başladım. Burada yoklardı. “Ateş güzeli,” dedim etrafa bakarken. “Kavun dersem çık.” Kavundan nefret ederdim. Rakı masasında bile yemezdim.
Yukarıya çıkarken, arkamı Bekir kolluyordu. İnsanlara güvenmezdim, zaten insanlara güvenilir oldukları için güvenilmezdi. İnsanlara sırtını yaslayacağın biri olmadığı için güvenirdin. Yoksa güvenilecek canlılar değildik hiçbirimiz. Buna bende dahildim. Kendimden başka birim olmadığımı kendime alıştırmıştım. Bunu şu iki insan dışındaydı. Abime bile güvenmezken, Alev ile Bekir’e güvenirdim.
Üst kata bakarken, “sen en üsttekine bak,” dedim Bekir’e. Dediğim mantıklı gelmiş olacak ki, merdivenden yukarı çıktı. Sağımda ki daireye girerken, “kavun,” dedim heceleyerek. “Hadi çık.” Bu dairede de yoktu. Allah kahretsin! Neredeydi bu kız?
Hepsine tek tek baktık itinayla. Hiçbirinde de yoktu. Dişlerimi sıktım. Bekir, “burada da yok lan,” diye sinirle soludu. O zaman üç seçenek vardı. Bir, Deccal denen adam bizimle konuştuğunu anlayıp, onu götürmüştü. İki, buraya hiçbir zaman gelmemişlerdi. Üç, ikinci seçenek doğruysa, bizi aradığını bilip, bilerek buraya getirtmişti. Duvara yumruk attım sinirle. “Allah kahretsin!”
Bekir’in sinirle dişlerini sıktığını gördüm. “Oyuna düştük.” Durdu birkaç saniye aklına birşey gelmiş gibi. Cam kenarında duruyorduk. Etrafa baktı ve, “Acar, ” diye bağırarak beni itti. Ben ne olduğunu anlamadan, bir kurşun sesi duydum. Ne oluyordu lan?
“Bekir!” Yanıma yere düşmüştü. Omzundan akan kana baktım. “Vuruldun mu lan sen?” Kaşlarını çattı. “Sence?” Silahı na uzandı. Beni kendisiyle beraber duvar kenarına çekti. “Tetikçi yada tetikçiler var binanın etrafında. Tuzağa düştük yani.” Benim için mi vurulmuştu o lan? Bugün iki kez hayatım kurtuluyordu, hiç normal değildi. Sarı bana uğurlu gelmişti ve onu bırakmayacaktım.
“Acıyor mu?” Bina taranmaya başladı. Birkaç cam kırılma sesi geldi. “Buradan gitmezsek cesedimizi acıtabilirler.” Dişlerimi sıktım. “Alev ne olacak?” Bu kadar nasıl soğukkanlı olabiliyordu? “Onu sadece bizimle canını acıtmaya çalışır. Başka türlü ona zarar vermez.” Ayağa kalktı ve önüme iki şarjör attı. “Bunları al.” Omzunda ki akan kan yere damlarken, o hiçbir şey olmamış gibi nişan aldı.
“Ve kaplan ol. Kaplan’a ihtiyacımız var.” Dişlerimi sıktım ve ayağa kalktım. Gördüğüm bir #tetikçinin kafasına sıktım. “Bir eksik.” Bu beni öldürmeye çalışan piçti. O taraf boşalınca, camdan aşağı baktım. Yumuşak topların içi dolu bir kamyon vardı. Sırıttım, keyifli bir hale gelmişti.
“Bekir, atla.” Kaşlarını çattı. “Ne saçmalıyorsun sen,” ddemesine izin vermeden kendimi aşağı attım. Arkamdan, “Acar,” diye bağırdı. Sırtımın yumuşak bir yere çarptığını fark ettiğimde aşağıdan ona baktım. “Yumuşakmış.” Kamyondan çıktığımda, o atladı. O benim gibi beklemeden yanıma geldi.
Silah sesleri yaklaşınca, omzumdan beni ileri itip, koşmaya başladı. “Sadece keskin nişancılar yok, başını eğ!” Dediğini yaptım ve arabaya doğru koşmaya başladık. Gördüklerime sıkıyordum kaçarken.
Arabanın sürücü koltuğuna bindim aceleyle. O da hemen zaman kaybetmemek için arka koltuğa kendisini attı. “Bas lan bas!” Dediğini tekrar yaptım. Gazı kökledim ve orman yolunda en hızlı bir şekilde sürmeye başladım. “Sikerler ama he! Alev onunla lan!” Kendisini arkaya doğru yasladı. Ona bakarken karnından da akan kanı fark ettim. “Bekir hastaneye gidelim. Karnından da vurulmuşsun.” Dişlerimi sıktım. Kafamızı siksinlerdi!
“Sür, sonra bakarız.” Kurşun beni hedef alınmıştı ama o vurulmuştu. Sesi bok gibi çıkıyordu. Ama sürmekten başka çarem de yoktu. Önüme döndüğümde, “hastaneye sakın sürme. Kimliklerin sahte olduklarını anlarlarsa biteriz,” dediğinde, “ikide bir ne yapacağımı söyleme,” ddedim sertçe. Fazla kan kaybediyordu.
Daha fazla gaza bastım. Motorda iyi olduğum gibi arabalarla da aram iyiydi. “Geberteceğim lan onu! Deccal’i devletten önce ben öldüreceğim!” Ses gelmeyince dikiz aynasından ona baktım. Tişörtünü çıkarıp, ağzıyla yırttı. Kanayan yere baskı uygularken yüzünü buruşturdu. Yaraya baktı ve tişörtü üstünden çekti.
Parmağını soktuğunda acıyla inledi. Dişlerimi daha sert sıktım. Daha fazla kan dökülmeye başladı. Manyak diye bana derdi bir de! İşret ve baş parmağını geri çıkardığında, kurşuny çıkardığını gördüm. Bu acıyı biliyordum, üç kemiğinin aynı anda kırılmasına eş değerdi. Ama o sadece yüzünü buruşturmakla ve birkaç acı dolu nefes vererek yetindi.
“Dikişi kafes dövüşünde hallederim, oraya sür.” Arkaya baktım, takip eden yoktu. Direksiyona iki kere sertçe vurdum ve sinirle bağırdım. Bekir’i vuranların hepsine işkence edecektim! Sola dolu kıvırdım direksiyonu.
Ölmeden bitirmeye çalıştığımız bir gündü.
🥀
Alev
Bir insanın canı kaç türden acıyabilirdi? Kaç çeşit acı türü vardı bu hayatta? Ama en kısa yoldan özetleyecek olursak, acılar iki ayrılırdı. Fiziksel acılar ve ruhsal acılar. Ruhsal acılar çoğu zaman fiziksel acıdan daha boktanlardı. Travmalar, delirmeler ve ataklar nasıl bir kolun kırılmasıyla yada kurşun yarasıyla aynı olabilirdi? Ruhsal acılar kesinlikle daha beterlerdi. Çünkü kalıcıydılar.
Mesela ben o karanlık depodayken hissettiğim acı tokatlar, bıçak kesikleri yada kurşun yaraları olmamıştı. Bunu yapan kişinin kim olduğu benim canımı acıtmıştı. Çünkü Devin bunu yaptığında canım yanmıyordu ama Arda Bozlk yapınca deliriyordum. Babaların açtığı yaralar hiç iyileşmez derler ya, o çok doğru bir düşünceydi.
Baba acısını kalbimde tek bir kişi doldurmuştu, o da ihanetiyle daha fazla genişletmişti o boşluğu. Anılarım sarhoş, ben sarhoş oldum dedikleri doğru olsa gerekti.
Gözlerimi açarken, ilk gördüğüm surat onunkiydi. “Barut,” diye mırıldandım sessizce. O ise beni duymamıştı. Neredeydim? Neden bütün vücudum ağrıyordu? Etrafa bakarken, uçakta olduğumuzu fark ettim. Ama kimse yoktu, özel uçak gibiydi. “Hassiktir.” Küfrettiğim an bana baktı. “Uyanmaman lazımdı.”
Cama baktığımda, havada olduğumuzu fark ettim. “Hassiktir! İndir beni!” Çok yüksekti! Cama bakmamaya çalıştım. Ayağa kalkmaya çalışırken, sağ kolumun koltuğa kelepçelendiğini fark ettim. “Aç şunu! Türkmen çok yüksek burası, aç şunu.” Gülümsediğini görünce, “gülme,” ddedim hemen.
“Her yüksekten korkupta, uçurum kenarında nasıl durabiliyorsun anlamıyorum." Onun aşağında deniz vardı çünkü. “Katil! Aç şunu yoksa,” derken masada ki bıçağı aldım tek bir hamleyle. “Bıçaklarım seni!” Katil dediğimde bozulmuş gibiydi. Acar’ı öldürmüştü! Onu gebertecektim!
“Sana çok kötü bir haberim var.” Kaşlarımı çattım, daha ne olacaktı? “O yavşak arkadaşın ölmedi.” Ne? Kumandayı alıp, televizyonu açtı yanımızda ki. Bütün eşyalar sabitlenmişti, ev gibi. Televizyona baktığımda gözlerim doldu. Saatiyle beraber kaçtıkları anı gösteriyordu. “Bekir vuruldu, omzundan. Ona tek bir kurşun bile sıkılmayacaktı ama o Acar’a gelecek kurşunları engellemek için, kendini ona siper etti.” Bekir yine Bekirdi.
Televizyonu kapattı. Barut Türkmen’in yaptığı hareketi tek bir kişi yapardı, Arda Bozok. Öldürmeyi severdi o da, acı çektirmeyi. Ağzımı açtığım an, “şuan İtalya’ya gidiyoruz. Orada ki adın ise Zelia. Anlamı sana yakışıyor.” Kaşlarımı çattım. “Senin ismin ne?”
“Andrea.” İsimlerinin uyumunu bilerek seçmiş olmalıydı. Gülümsedim televizyona bakarak. Yaşıyordu, ikiside. Ölmemişti, önemli olan buydu. Uçak sallanınca gülüşüm soldu. Bir çığlık attım. “İnmek istiyorum ya!” Güldü halime bakarak. Elime gelen yastığı ona attım. “Çok komik! Niye uçakla gidiyoruz? Beni yakalasalar daha iyiydi be! Abi!” Gülmemek için kendisini zor tuttu. “Abin burada olsaydı bu yastıkla seni boğardı.” Haklıydı.
Cama bakınca öğürdüm. Beni uçak tutuyordu. Ayağa kalktı, önümde durdu. Ona ters bir bakış attım. “Sana olan nefretim çoğaldı. Pislik adam. Buradan çıktığım an sana iğne yapacağım!” İğnelerden korkuyordu. Eğildi. “Uslu bir kız olacaksan bileğini açacağım. İnene kadar uslu bir kız ol. Sonra istediğini yap.” Kaşlarımı çattım. “İyi insan rolü yapmayı ve umursuyormuş gibi bana bakmayı kes. Senin manipüle etme ayaklarını yemiyorum. Ben hala Alevim.”
“Zeki kız.” Cebinden anahtar çıkardı ve bileğimde ki kelepçeyi açtı. Bıçağı kalbine değdirdiğimde, bir bıçağa birde bana baktı. “Sapla.” Ölmekten korkmuyor gibi duruyordu. Yüzü yakınken, bıçak gibi keskin bakıyordum. “Uçak inene kadar birşey yapmayacağım çünkü Acar yaşıyor. Ona birşey olsaydı elimde ki bıçağı kalbine saplamaktan çekinmezdim Barut Türkmen. Bana arkanı dönme.”
Elimde ki bıçak ile karnına derin olmayan bir çizik attım. “Bu da beni korkuttuğun içindi.”
Sırıttığını gördüğümde sinirlendim. “Sen varya Cansu Bozok.” Ben Cansu değildim. “Her kim olursan ol masum kalpli bir insan olarak kalacaksın. Taş kalpli gibi rol yaparsın anca.” Alayla gülümsedim. “İstediğin gibi anlamaktan hiçbir zaman vazgeçmeyeceksin. Alev’in kalbi olmaz.”
“O piç yüzünden ağladın, sence yok mu? Eğer gerçekten evi tarasalardı, o korumaya birşey yapmalarına izin vermezdin. Hala gülüp yada ağlayabiliyorken bunu deme bence. ” Sinirimi bozmuştu çünkü haklıydı. “Kes sesini.” Ayağa kalkmasını beklerken kalkmadı. “Ama tek birşey değişmiş, bakışların. Başka bir insanmış gibi bakıyorsun, bu beni korkutuyor.” Böyle olmaya zorlanmıştım.
Bakışlarım değişmedi, hiçbir zaman değişmeyecekti. “Bende sana birşey söyleyeyim mi Barut Türkmen?” Ben birşey söyleyince, sonucu büyük bir harabe oluyordu. “Yalancı korkağın tekisin. İstersen ülkede ki en büyük seri katil ol ve herkes senden korksun, bu hiç değişmeyecek. Sen insanların acısından, korkusundan beslenen pisliğin tekisin. Sen insanların zaafını bilip, onlarla oynamaktan zevk almaktan keyif alansın.” Birini kaybetmekten, Arda Bozok kadar korktuğumu bilmesine rağmen o korkuyu bana yaşatmıştı.
“Canımı acıtacak şeyleri başkalarına yaşatmam.” Hesap mı sorulacaktı, sorulurdu. Alayla güldüm tekrardan. “Yaşatmaz mısın? Yalan Dünyana yeni bir yalan eklendi. Bu yalanların ne zaman bitecek merak ediyorum doğrusu.” Derin bir nefes soludu. “Beni hiçbir zaman anlamaya çalışmayacaksın değil mi?” Ne yaptığının farkında bile değildi. O bana ne yaşattığını bile bilmiyordu!
“Denedim.” İnanmadığı yüzünden belliydi. “Gerçekten denedim ama birşey izin vermedi işte. Ve o şey yüzünden ben sen haklı olsan bile seni anlamayacağım.” O şeyi ona hiçbir zaman söyleyemezdim. O zaman bütün oyun bozulurdu. O yine bana davranışlarıyla kendisini bağlardı, biliyordum. Bildikten sonra ki tek özrü yeterdi.Çünkü ben onu affetmek için çok neden aramıştım. Beni bu hale getiren o olsa bile çok neden aramıştım affetmek için.1
O şeyin ne olduğunu sormadı. “Bu kadar yüksekteyken sesin titremiyor, ilginç. Gözlerim kocaman açıldı. Omzundan onu ittim. Ayağa kalktım ama midem bulanınca geri oturdum. “Uçağına sıçayım Barut! Çok yüksek, neden bu kadar yüksek?” Güldüğünü işittim. “Uçak olduğu için olabilir mi deniz kızı? ” Cam kenarından uzaklaştım. “Kes sesini gerizekalı. Üzerine kusarım görürsün sonra.”
“İğrençsin.” Yere düşmüşken, koltukta ayağa kalkıp, bütün yastıkları ona atmaya başladım. Özel uçaktaydık, bir ev kadar büyüktü. “Pislik! Terbiyesiz! Kötü adam! Joker senden daha adamdı be! En azından o Harley’e hep doğruları söyledi! O deliler hastanesine seni yatırmaları lazım seni!” Ona attığım yastıkları engellemeye çalıştı. “Kızım bir dur!” Durmayacaktım işte.
Gelen hostes bize delirmiş gibi baktı. “Beyefendi, hanımefendi iyi mi? Siz iyi misiniz?” Tersçe gelen rus kıza baktım. “Sanane be! Tepsiyi getir bana hemen.” Dediğimi yaptı. Tepside ki bütün alkolleri, tek tek kafamı dikmeye başladım. Dört bardak kırmızı şarap’ı ve bir bira şişeyi tek başına yarım saniyede içmiştim.
“Git bana yenisini getir. O uzun ayaklarını biraz çalıştırda işe yarasın.” Bana gıcık olduğu belliydi. Aman çokta fifi! “Tabi,” diyerek arkasını dönüp gitti. Başım dönmeye başlamıştı bile. “Cansu düşeceksin.” Yüzümü buruşturdum. Midem bulanıyordu. “Sana kes sesini demedim mi ben? Sen akıllanmayacak mısın?” Aşağı inip, yastıklardan bir tanesini aldım. Ona vurmaya başladığımda, “lan,” dedi şaşkınlıkla.
“Cansu, delirmesine kızım.” Ben mi delirmiştim? Evet, ben delirmiştim. “Delirttiniz lan beni! Bozoklarla bir olup delirttin beni!” elimi tutunca, iki saniyelik fırsatla oturdu yerde. Ayağımı kendine doğru çekince, yere düşerken çığlık attım. Hızlı sarhoş oluyordum. Bir yastığı bana attığında, “pislik,” diye bağırdım. “Efendim.” Bir de efendim diyordu!
Yastıkları attı bana. “Güzel miymiş bakalım?” Karın boşluğuma gelince yüzümü buruşturdum. Acar'ın yaptığı bıçak yarası hala duruyordu. Yüzümü buruşturduğumu fark ettiğinde durdu. “Hassiktir, özür dilerim.” Bana yaklaştığında, tişörtümü hafifçe açtı. “Dikiş açılmamış.” Suçlu mu hissediyordu? O kadar şeyden sonra, ufacık bir acı için mi özür diliyordu?
“sen değ-,” derken üzerine kustum yanlışıkla. Midem iflas etmişti. Hiç tiskinmedi. “Sofia, bir poşet,” dedi gelen kadına. “Hemen.” Daha fazla kusarken, üzerime gelmesin diye elini koydu. “O kadar çok içmemeliydin.” Resmen üzerine kusuyordum ama onun yüzünde tek bir iğrenme ifadesi yoktu. Şaşırdım, normal olan bir insan kaçmaya çalışırdı. Ama o sakin bir şekilde, kusmamın bitmesini bekliyordu. Zaten normal de sayılmazdı.
Kusmam biterken yüzümü buruşturdum. “Boğazım yandı ya.” Beni uçağa gizlice bindirmenin cezasıydı bu. Bıyık altından gülümsed. “Bilseydim seni daha önceden uçağa bindirirdim.” Ne saçmalıyordu bu? “Canıma değsin, üstün battı.” Üstüne bakarken, “alıştım,” ddedi tekrar bana bakarken. “Beni maskeli bilirken kaç kere üstüme kustun. Normal geliyor artık.” Keşke onun maskeli olduğunu bilmeseydim. En azından maskeli vardı bana hep iyi olan, gerçekleri açıklayan derdim. Herkes yalancıydı.
Birşey demedim. Aklıma gelen şeylerle, geriye doğru çekildim. “Yaklaşma bana. Ben kendi başımın çaresine bakarım.” Niye böyle yaptığımı anladı, itiraz etmedi. Korkarken yinede güçlü kalmaya çalıştım. “Pilot’a söyle sallamadan sürsün. Bir de hızlı sürsün.” Hızlı sürerse daha hızlı inebilirdim. “İndiğimde telefon istiyorum. Vermezsen,” derken, “yarım kalan işini bitirirsin,” diyerek cümlemi bitirdi. “Aynen öyle.”
Gelen rus kızın uzattığı peçeteyi sertçe aldım. Sofia’ymış! Ben ondan daha güzeldim bir kere! Bu kadar kısa etek niye giyiyordu ki? Rizede olsaydı adı oruspuya çıkardı. İtalya’ya gittiğim an, Türkmen’in gözünün önünde bir İtalyan erkeğini öpecektim!Ayağa kalktı Barut Türkmen. “Sende bana bir gömlek borçlusun. Acilen değiştirmem lazım yoksa kusacağım.” Şuan bilerek diyordu. “Ağzına kusmadığıma şükret!” Arkasından bağırırken, o bir odaya girmişti bile.1
Üstüm kirlenmemişti, bu iyiydi. Ağzımı sildim güzelce. Ayağa kalkarken, cebimde birşeyin sallandığını hissettim. Kaşlarımı çatarak pantolonumun cebinde olan şeyi elime aldım. Baktığımda bir telefon olduğunu gördüm. Bu benim telefonumdu. İyi bari, telefonsuz kalmayacaktım. Acar ile Bekir’i yanıma alıp, yeni bir hyat kuracaktım. Bu hayata Barut Türkmen’i almayacaktım.
“Odanıza girebilirsiniz sizde.” Odonozo gorobolorsonoz sozdo! Ben bunu döverdim he! Ayağa kalkarken, olabildiğince dik durdum. “Bana bak lojman bebesi,” dedim açıkça. “Ayağını denk al, anladın mı? Eğer kim olduğumu bilmiyorsan, sana güzelce anlatmaktan çekinmem. Şimdi defol,” ddiyerek giderken şaşkınlığını görebiliyordum. Peki umrumda mıydı? Kesinlikle değildi.
29 numara odaya girdim ve şaşırmadım. Yaşımı bulabileyim diye oda numarası yapmıştı. Onun oda numarası ise 31 olmalıydı. Z kuşağının diline göre, tam bir red flag adamıydı. Kapıyı kapatıp, kitledim. Yine de tekbir olarak bıçağı sıkıca tuttum. İnsanlara güvenmezdim, en çokta benim kontrolüm olmayan mekanda.
Tuvalete koştum. Tuvaleti açarak kusmaya devam ettim. Burnumdan kan gelirken umursamazca davrandım. Hastalığımı bile bilmeyen bir adama ne diyebilirdim? Fazla ömrüm yoktu, bunu güzelce yaşamam lazımdı. İçerek ve eğlenerek. Sonrası zaten cehennemdi. Belki Tanrı bu kulunu anlar ve ona cennetini sunabilirdi. Ah, bu saçmalıktı. Günahlarımın cezasını çekecektim.
Elim burnumda ki kana gitti. Başım yine ağrımaya başlarken, öğürmeye devam ettim. Derin derin nefesler soludum. Bedenimin her bir hücresi bana acı verirken, ben kendime gelmeye çalıştım. Uçak sağlanırken daha fazla kustum. Kustukça kusmamdan da kan gelmeye başladı. En sonunda durduğunda, düşmemek için duvara tutundum.
Banyo lavabosuna tutunarak, aynaya baktım en sonunda. Gittikçe zayıflıyordum ve bu acı veriyordu. “Az daha dayan Alev, yakın zamanda iyi olacaksın. O karanlığı seveceksin, inan bana.” Bu hastalık benim hareket etmemi bile zorlaştırıyordu. Lösemi benim sonum olacaktı. Tedavi olmayacaktım, tedavi olmak isteyecek kadar umut dolu bir insan değildim. Ölümü görüp, ne yaptığını sorgular mıydı? Sorgulamalıydı.
Boynuma baktım, morarıktı. Hiç mi görmemişti? Karnımda ki çürümeler ile morarıkları hiç mi yaraya bakarken fark etmemişti? Elimi yüzümü yıkadım kendime gelmek için. Teyzem her zaman neden bu kadar zayıfsın, niye vücudunda bu kadar morarma ve halsizliğin var diye sorardı. O zaman ona söylememiştim. Bunu Bekir bile bilmiyordu. İşe bak anasını satayım, bir an aniden ölecekken, herkes şaşkınlıkla bana bakacaktı.1
Zaten bu Dünya yaşanacak kadar güzel değildi. O yüzden son zamanlarımda keyfime bakmalıydım. “Ölene dek, ayakta kalacaksın,” dedim aynaya bakarak. Bana deli diyebilirlerdi, çokta sikimdelerdi. En azından kuru bir canım için ağlamıyordum yada yalvarmıyordum. “Game over, ” diye mırıldandım. Öleceğim zaman o sırrı ona söyleyecektim.
Korkulu bir hayattansa, mezarda ki toprağı tercih ederdim. Ve ben bunları derken bile korku içindeydim. İçimden ne geliyorsa onu yapacaktım, her zamanki gibi. Sadece biraz daha abartacaktım. Her boku bu Dünyadan siktir yemeden yapacaktım. Ama onu hiçbir zaman affedip, vicdanını rahatlatmayacaktım. Benden sonra en azından vicdan azabı çekip, gülmesindi.
Doktor birkaç ay önce, “tedavi olmazsan, en fazla bir yıl yaşarsın,” demişti. Şuan en fazla altı ayım kalmıştı. O altı aya bir ömür sıldıracaktım. Güldüm, delirmiş gibi. Gülümsemem silinince, yine ayaklarım boşaldı. Yere düştüm istemsizce. Telefonumu çıkarıp, galeriye girdim. Timce yani ailecek çekildiğimiz fotoraf’ı açtım.
Ben yine Baran’ın sırtına binmiştim. Helinciğine yavşayıp, onu rahatsız etmemesi için kafasını kameraya doğru çevirmiştim. Gökhan abi ise Güneş’in omzuna kolunu atıp kendisine çekmişti. Kaan ile Fırat omuzlarını birbirine yaslamış, kameraya poz veriyorlardı. Abim ise kaldırımın önüne oturup, bir sigara yakmıştı herkesten aksine. Yanınada zorla onu oturtmuştu, sırf yanıma gelmesin diye.
Çocuk gibiydik ama en azından mutluyduk hepimiz... Tekrar böyle olmak için nelerimi vermezdim. Belki de hiçbir zaman o mektubu okumamalıydım. O mektubu okumasaydım, ben bu halde olmazdım.
🥀
Sandelyede uyuyan kadın’ı izlemeye devam ettim. Burada olmasının tek sebebi abisiydi. Aynı kader gibiydi ve bu çok değişikti. Ama ben kendi yaşadıklarımı ona yaşatmayacaktım. Konu Alev olsa bile.
Gözlerini kırpıştırdı. Uyandığı an büyük bir kaos çıkartabilirdi. Kusura bakma sarışın, abin çok büyük hatalar yaptı. Ve onu yakalamam için sen bana lazımsın. Eğer Bekir ölseydi, bunun karşılığında onunda bir canını alırdım. Ama bu yine bu kız olmayacaktı. Suçsuz birini öldürecek kadar kalpsiz değildim. Sadece insanların beni böyle sanması işime gelirdi.
Odanın ışığını biraz yaktım, karanlık insanı korkuturdu. Gözlerini açtığında, bana baktı. “Sen,” diye mırıldandı. Beni tanımıştı galiba. “Benim burada ne işim var?” Aynı ilk soru. “Abine sormalısın.” Kaşlarını çatarken, masada ki suyu ona uzattım. “Boğazın yanıyordur, biraz iç.” Peçeteye döktüğüm ilaç onun boğazını yakmış olmalıydı.
Onu bağlamamıştım, bağladığımda korkabilirdi. Uzattığım bardağa baktı. “Ne var onun içinde? Benim burada ne işim var? Ben en son eczaneye gidiyordum sonra,” derken durdu. Sonra ise gözleri büyüdü. Bardağa vurarak ayağa kalktı. “Sen beni kaçırdın mı? Sen benim kim olduğumu biliyor musunda buna cüret ediyorsun!” İlk kızgınlık, birazdan bağırmaya başlayacaktı.
“Olduğun kişi yüzünden buradasın zaten, otur konuşalım.” Alayla güldü. “Hayatınım hatasını yaptın. Abim bunu öğrenirse senin içinden geçer. Abimi geçtim, Kerem öğrenirse kırılmadık kemiğini bırakmaz. Çok yanlış kişiyi kaçırdın.” Kerem Bozok, yeraltı dünyasının yaveri olan Arda Bozok’un çocuğu. Arda Bozok’u tanıyordum ama ondan daha orospu çocuğusunu tanımıyordum. Tam bir yarraktı, her konuda.
Ayağa kalktım bende sandalyeden. “Güneş Türkmen, yaş 28. Doğum günü tarihi 3 Mayıs. Baba şehit, anne vefat. Evinde altı tane asker kalıyor ve Kerem Bozok abin gibi. Teyzen Cemre Türkmen, ev hanımı. Kerem ile Cansu’ya çocukluğundan beri bakan kadın. Cansu Bozok yani Alev aranan bir suçlu.” Her dediğime biraz daha şaşırdı. “Sen bunları nereden biliyorsun? Beni mi araştırdın?”
“Biraz ama asıl araştırdığım ve burada olmanın sebebi başkası.” Sakin kalmaya çalışıyordu, zeki kız. “Abim,” diye mırıldandı. “Abim’in peşindesin, herkes gibi. Ona ulaşmak için beni kaçırdın. Çünkü ailesinden bir tek ben kaldım ve bana değer verdiğini bilerek onu buraya getirteceksin, her nerede olursa olsun. Planın bu değil mi?” Sandığımdan daha zekiydi. İşimi bir nevi kolaylaştırmıştı.
İyi bir üniversiteden menzundu. Daha iyi bir meslek yapabilirdi ama o öğretmen olmayı tercih etmişti. Filmlerde ki aptal sarışınlarada benzemiyordu. “Doğrudur. O yüzden otur, planı anlatayım.” Etrafa baktı, beni bayıltmak içindi herhalde. Duvarda ki sopayı gördüğünde, beni iterek ona doğru koştu. Eline alarak bana döndü. “Kimsin sen?” Kimim ben? Güzel soru. Ah, sakin kalmak bana hiç yakışmıyordu. Ve şuan hiç eğlenmiyordum. Kaçmaya çalışmasına izin verecektim çünkü canım sıkılmıştı.
“Öylesine biri.” Güldü siniri bozulmuş gibi. O gülünce bende onun gibi gülümsedim. “Dalga geçiyorsun benimle,” dediğinde, “kesinlikle hayır,” diye cevapladım. “Manyaksın o zaman,” dediğinde, “biraz,” diye tekrar cevapladım. “Belli.” Bencede.
“Böyle mi devam edecek? Şuan beni dinlemekten başka çaren yok biliyorsun değil mi?” Başını iki yana salladı. “Her zaman bir ihtimal vardır.” Sopayla bana vurmaya başlayınca, bunu beklemiyordum. Narin birşeye benziyordu en son. “Lan! Kızım dur.” Sırtıma bir tane vurunca, yüzümü buruşturdum. “Kaçırmadan önce düşünecektin beyefendi!” Ulan ailecek deli bunlar!2
Sağ bileğini tuttum sıkıca. Sopayı zorla da olsa ondan almayı başardım. “Bırak beni! İmdat!” Sopayı atarken, ağzını kapattım. “Bağırma manyak bağırma. Hayır neye bağırıyorsun ki? Kaçırdık sanki.” Aptalmışım gibi bana baktı. Kaçırmıştım değil mi? “Kaçırdıkta abini aldığım an bırakcam. O yüzden sessiz ol.” Gözlerini devirdi. Duyguları yüzüne vuruyordu ve yüzünde korku yoktu. Bu garipti, kaçırılmış bir insanın korkması gerekirdi.
Elimi ısırdığı halde çekmedim. Karnıma tekme attığı an geriye doğru sendelendim. “Abimi bok alırsın sen! Az kaldı, sizden önce ben öldüreceğim beyefendiyi. Onun yüzünden düştüğüm hale bak ya!” Kesinlikle katılıyordum. “Ayıp yapdığı,” dediğimde, “değil mi,” dedi ikaz etmek için fırsat bulmuş gibi. “İnsan iyi olduğuna dair haber verir bir şekilde, yok! Kaç tane daha düşmanı var acaba senin gibi? Kendilerini Joker ile Harley Quen sanıyorlar herhalde. Haklı değil miyim sence?”
Duvara yaslandım gülerek. “Bence kesinlikle haklısın. Ergen gibiler öyleleri. Birde kendilerine ölümcül iğne edip, yarışanlar var. Kazanana kadar panzehir de kullanmıyorlar. Tam bir ergen gerzekler.” Duygu değişimi hızlıydı, kimse ona yetişemezdi. Bunu ise şuan fark etmiştim. Birini döndükten sonra hiçbir şey olmamış gibi onunla eğlenebilir gibiydi. Gibi değil öyleydi.3
“Ne yarışı ki?” Ölüm yarışı. “Yasa dışı motor yarışı yapanlar varmış. Birde bunlar deliler hastanesinden kaçmışlar. Birbirini öldürürken gözlerinde tereddüt olmuyorlarmış. Vay anasını, olaya bak. Ama en beterleri Kaplanmış. Oranın liderinden bile daha çok korku salıyormuş. Çünkü işkenceleri herkesin korkacağı şekildeymiş ve bunları yaparken zevk alıyormuş. Tam bir piç.” Kaşlarını çattı sorgularcasına.
“Haberlere çıkan ama yüzü olmayan kaplan mı?" Bütün ülke beni tanımıştı, bence kendimle gurur duymalıydım. “Evet, gördün mü haberi?” Başını olumlu anlamda salladı. “Cansunun suç arkadaşıymış. Alev gerçekten pisliklerle arkadaş olmuş.” Pislikte güzeldi. Kıyafetimi kokladım. “Bence pis kokmuyor.” İlk başta anlamaz gözlerle bana baktı. Sonra ise, “sensin,” diye mırıldandı.
“Sen de kaçmayı unuttun farkında mısın? En son kaçmaya çalışıyordun. Ne değişti?” Hatırlamış gibi, “imdat,” diye bağırdı cama doğru. Bunu yaparken bıyık altından gülümsüyordu. “Kaplan burada! Suçlu olarak aranan kaplan beni kaçırdı! Polisi arayın, imdat!” Kesinlikle onu ormana kaçırmalıydım. Arkasından hemen ağzını kapattım. Kulağına doğru, “fazla haylazsın. Susmak nedir bilmez misin sen,” diye fısıldadım. Bu soktuğumun camı neden buradaydı?
Elime vurup birşeyler söyledi. Hafif araladığımda, nefes aldı. Nefes alamadığını söylemek istemişti büyük ihtimalle. “Şimdi sana iki seçeneğim var. Parmağınla hangisini seçtiğini belirt tamam mı? Birinci seçenek, sessiz olup beni dinleyeceksin oturarak. İkinci seçenek, sen bağırmaya devam edeceksin ve ben seni sandalyeye bağlamak zorunda kalacağım ve bunu yapmak gerçekten istemiyorum. Ama hangisini seçeceğin sana kalmış.”
Parmağıyla bir yaptığında sırıttım. “Aferin sarı. Şimdi ağzını açacağım, bağırırsan ikinci seçeneği uygulamak zorunda kalırım. O yüzden akıllı bir kız olarak bağırmayacaksın, tamam mı?” Başını olumlu anlamda salladı.
Ağzını açtığımda ise bağırmaya başlamadı. “Senden korksaydım eğer, bir diyip bağırmaya başlardım. Ama senden hiç korkmuyorum kaplan. Çünkü bunu yapan ilk kişi değilsin.” Başı çok derde girmiş gibiydi.
Ve o benim zarar görmeyecek bir misafirim olacaktı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |