Barut
Uyuyan güzelin uyanma zamanı gelmişti.
En son yatağa kıvrılmış ve sonrada uyuya kalmış deniz kızına baktım. Çoktan gelmiştik ve akıllık edip korkmamak için uyumuştu. Başka bir sebebi olabileceğini düşünmemiştim. Kendi memleketim daha güzeldi ama onu orada bırakmamak için gurbet elleri gelmem gerekiyordu. Zaten ben demeden beni bulamazlardı, bu da kanıtıydı. Hepsi aptallardı, osmanlıyı savunup, onlar gibi hainleri temizleyenleri idam ediyorlardı. Tecavüzcü olsaydım ceza almazdım zaten. Sikten bir kanun.1
Koluna dokunduğumda, irkilerek kalktı. Bu yutkunmama sebep oldu sessizcene. Eskiden benden korkmazdı, şimdi savunmasızken herkesten korkar hale gelmişti. Elinde ki bıçağı refleks olarak karnıma doğru tuttu. Elindekiyle kendini korumak, içtikleriyle kafasını toparlamak istiyordu. “Birşey yok.” Kaşlarını çattı kendine gelirken. “Ne?” Allah’ta benim belamı versindi.
“Geldik, İtalya’ya.” Doğruldu hemen. “Kimlik?” Normalde çok konuşurdu, kimse susturamazdı onu. Her boku içerdi ama haplara başlamazdı. Şimdi hem haplara başlamıştı hemde işine gelmedikçe konuşmaz hale gelmişti. Benim yüzümden di galiba. Hafızasını kaybettikten sonra bir daha onun karşısına çıkmamalıydım. O zaman ne o masumluğunu kaybederdi, yada ben benliğimi.
Cebimde ki kimliği ona uzattım. O ise ilk önce kolyesinin içini açıp bir hapyuttu. İçme diyemedim, o boka bulaşmasına izin verdim. “Üzerimden çekilmezsen, bıçağımı boğazına saplarım.” Ruhsuzca konuşuyordu, kaybedecek birşeyi kalmamış gibi. Normalde de böyle konuşurdu ama şuan gerçekten yaşama dair tek birşey hissetmiyor gibiydi. Bu olduğum adam yüzünden olsa gerekti. Herkesi kaybedebilecek durumdaydım ama onu kaybetmek istememiştim. İstedikçe daha boka sarmıştım.
Kimliğe baktı. “Zelia Marchi. Anne ismi Carla Galli. Baba ismi Matteo Galli. Büyük ihtimalle kimlikte ölülerdir. Ama soy isimleri benimkiyle aynı değil.” Her zaman zekiydi. Bana baktı, “kendikini ver,” dediğinde kaşlarımı çattım. “Neden?” Alayla gülümsedi. “Sen beni aptal mı zannettin? Soy ismine bakacağım, kimliğini ver.” Hassiktirdi. Bu sefer beni gerçekten öldürecekti. “Yataktan kalk, öyle konuşalım.”
“Olmaz, kimliğini ver. Birisini öldürmek için lunapark’ta uygun değildi ama yaptım, bu mu uygun olmayacak? Ver şunu.” Cebimden kimliği çıkarıp ona verdim. Beş saniye sonra büyük bir kıyamet kopabilirdi. “İsim Andrea Marchi,” diye baktığında, devamını okumadı. Ayağa kalktı öfkeyle. “Sen ne yaptığını sanıyorsun?! Sen bizi karı koca mı yaptın! Sırf uzaklaşmayayım, yanında kalmak zorunda olayım diye değil mi?” Doğruyu söylemek gerekirse evet idi. Bencilce olduğunu biliyordum.
“Sonra konuşuruz,” dediğimde siniri bozulmuş gibi güldü. “Sen benimle çok büyük taşşak geçiyorsun, ” dediğinde, “asla,” dedim. “Yalan, zaten yalandan başka bir bok bilmiyorsun.” Bana doğru gelip, tam önümde durdu. Kimliği göğüs kafesime yapıştırdı. “Pasaportu bu kadar kolay kimden aldın, bu uçağı nasıl aldığın sikimde değil ama kimlik konusunda bunu yapmayacaktın.” Pasaport’u Barandan almıştım. Zebani Baran yine Baranlığını yapmıştı.
Tehdit edecekti, adım gibi biliyordum. “Bir daha benim yanımdan iki kilometre daha fazla yaklaşırsan, seni gebertirim. Eğer diyelim tesadüfen karşılaştık ki ben tesadüflere hiç inanmıyorum, başını çevireceksin.” Bu mümkün değildi. “Karı kocayız yavrum, bu insanları şüphelendirir değil mi? Hemde zengin bir iş adamının karısısın, biraz tebessüm et.” Omzuma vurarak, “Barut,” diye bağırdı sinirle. “Allah artık gerçekten belanı versin be adam!” Odadan çıkarken, arkasından bıyık altından güldüm. “Gülme,” diye bağırdı kapıdan çıkarken.
“Arkasında da gözü var, arkasında da. Hiçbir şey kaçmıyor gözünden.” Bu İtalya bana güzel şeyler getirebilirdi. Burada ki pislikleri bana bulaşmadıkları sürece gebertmeyecektim. Çünkü kendi ülkem kadar burayı sevmiyordum, orada daha iyi bir yaşam olmasını sağlamıştım. Farkında değillerdi ama suç oranları artacaktı ve halk tekrar ayaklanmaya başlayacaktı. Benim korkumdan bir sik yapamayan piçler yapmaya başlayacaktı.
Arkasından gittim bende. Sofia’ya baktım. “Evi hazırla.” Başını olumlu anlamda salladı. “Nasıl isterseniz.” Gülümsediğinde, önüme geri döndüm. “Cansu! Lan manyak, kaybolacaksın! Bekle iki dakka.”Koşar adımlarla yürümeye başladı. “Bırak peşimi artık! Ne istiyorsun sen benden daha? Yetmedi mi ya!” Ona yetişip, kolundan tuttum. “O elini kırarım senin!” Vahşi kedicik. Bunu dıştan söylersem bana vahşiyi gösterirdi. Ölmeye niyetim yoktu.
“Kocana bu kadar sert olmamalısın yavrum.” Onu sinir etmek hoşuma gidiyordu. Çünkü sinirlendiğinde Cansu oluyordu. Alev çok duygusuzdu, yaşamıyor gibiydi. O yüzden onu sinir ediyordum. “Kocamsan boşanıyorum kardeşim senden! Koca ne ya? Aptal herif! Seni çok önceden öldürmem gerekiyordu. Seni öldürmediğim güne lanet olsun!” Bencede. Beni öldürseydi herkes için daha güzel olabilirdi.
“Kaybolacaksın, benimle gel. İtalya’nın neresinde olduğumuzu ve nereler olduğunu bile bilmiyorsun. O telefonunda da internet yüklü değil, ne yapacaksın?” Tiskiniyormuş gibi bana bakarken sinirle bans doğru döndü. “Beni çok düşünüyormuş gibi kes. Buraya gelmeden önce bana en çok zararı sen bana verdin. Keşke sende Arda Bozok gibi ölseydin. Hatta bence sen onu kendini öldüremediğin için öldürdün. Çünkü ikinizde aynı pisliksiniz, ikinizden de tiskiniyorum.” Ağır laflar ediyordu, bir gün pişman olacaktı.
Arda Bozok, hiçbir zaman baba denilmeyi hak etmeyen adam. Ondan ne zaman bahsetse baba diyemiyordu. Baba dediğinde de ise hep ağlıyordu. Evet, aptallık etmiştim. Gözümün önünde çürürken, anlık bir sinirle gitmiştim vurmuştum onu. İlk önce karnından iki kere, sonra ise ayağından. En son ise yaşıyorken onu yakmıştım. İntikam böyle alınırdı. Ama oyun bitmemişti, aslında Arda Bozok sadece bir figürandı. Başrol kimdi hala bilinmiyordu.5
“Ben o adam değilim. Her bok olabilirim ama o adam olamam.” Göğsüme iki kere yavaşça vurdu. “Sen o adamsın. Seninde onun gibi kalbin kara. O çocukken beni çok kırardı, döverdi saatlerce. Sonra bir ilaç içerdi ve benden özür dilerdi. Ama ilacın etkisi bittiğinde aynısını tekrar yapardı. Yalanlar sôyleyerek özür dilerdi ama artık ben ona inanmıyordum çünkü tekrar yapacağını biliyordum. Bu sana kimi hatırlattı?” Gözlerimi kapattığımda, alayla güldüğünü işittim. “Seni değil mi? O yüzden canavar, ben artık o çocuk değilim. Yalanlara inanmam.”
Gidecekken, kolundan tutup kendime çektim. “İçki kokuyorsun, kendine gel,” dedi duygusuzca. “Gelmiyorum anasını satayım! Ulan ben senin için neler yaptım, tek bir hatam yüzünden silip atıyorsun beni! Öldürmeseydim ne olacaktı sence? O seni öldürecekti ve sen bir bok yapmayacaktın. Eğer babanı söyleseydim gidip Arda piçini öldürcektin ve psikolojini daha çok sikecektin! Abini sakladım evet çünkü geçmişi hatırladığında pişman olacaktın. Ben sakladıysam da sen üzülme diye sakladım Cansu, sen beni dinlemeden siktir olup gittin. Ama ben hala senden vazgeçemiyorum, yapamıyorum. Ben seni köpek gibi seviyorum çünkü!”
“Sevme o zaman! Başka kadın mı yok sevecek,” dediğinde, “yok,” dedim. “Senden başkası yok anasını satayım! Gidebiliyorsan da git, holdri meydan!” Hafif şaşkınlıkla bana baktı. “Kendine gel.” Gelmeyecektim. “Kendime gelince bir bok oluyor mu sence? Daha çok uzaklaşıyorsun benden, istemiyorum bunu. Hem o yalanlar diyorsun ya hani, sen onları öğrenmeden önce daha mutluydun. Böyle olacağını bildiğim için senden sakladım. Ve evet yalancı pisliğin önde gideniyim ama bende böyleyim.” Söylemek bir boka yaramayacağına rağmen çabalıyordum.
Derin bir nefes verdi. Etrafa baktı, siyah arabayı gördü. “Arabayla bırak o zaman beni. Madem başka kurtuluş yok senden.” Bu bir kabullenme miydi? Elim gevşeyince, arbaya doğru yürüdü ve ön koltuğa oturdu. Sonra ise bir sigara yaktı. Söylemek demek ki işe yarıyordu. Susmaktan daha boktan birşey yoktu.
🥀
Alev
Dans ederken içkimden bir yudum daha aldım. Nerede miydim? Bir gece kulübünde kafamı susturmaya çalışıyordum. Saat gecenin kaçıydı bilmiyordum ama eğlenmem gerektiğini iyi biliyorum.
Masaya çıktım ve garsonun tepsisine para koyarak içkilerden bir tanesini aldım. Sonra eğilerek kulağına fısıldadım. “Tamam,” deyip gitti. İtalyaca da güzeldi ya. Hem erkekleri hayli yakışıklıydı. Ama şöyle bir gerček vardı ki hiçbiri bir Barut Türkmen etmezdi. Sahte kocam olurdu kendisi.
Anlamsızca güldüm. Buraya gelmesi an meselesiydi. Telefonds takip uygulaması olduğunu anlamıştım bile. “Hayata bir kere geliyoruz, eğlenin,” diye bağırdığımda bazıları güldü. “Kesinlikle!” Beni idam edeceklermiş, peh! Tanrı canımı zaten birkaç ay sonra alacaktı. O zamana kadar ayık kafa gezip, kendime işkence etmeyecektim. Çünkü kafada ki sesler beni mahvedecekti. Onları susturmanın tek yolu içmekti.
“Cansu!” Hadi ama, hızlı gelmişti. O sırada garsona söylediğim şarkı çalmaya başladı; Nilüfer. Bunlara Müslüm Baba’yı tanıtmalıydık. Dans ederken, ona baktım. “Zaaflarına bir gece, hatalarına bir nilüfer,” diyerek şarkıyı söylemeye başladım. Tam önümde durduğunda, “herşeyi al, bana beni geri ver. Bir şansım olsun,” diye yüzüne söyledim. Benden herşeyi alırken beni de almıştı.
“Düşeceksin manyak,” dedi gülerken. “Ben düşmem,!” Geriye doğru adımlar atarken, tekrar öne doğru adım attım. “Sen git! Sana ihtiyacım yok benim.” Beni dengelemeye çalışıyordu. “İn masadan yavrum. Mini etek giymişsin, sana bakanları onu giydireceğim şimdi inmezsen.” Kıskanmıştı. Ve kimse konuştuklarımızı anlamıyordu. Bazıları da şarkıds ne dediklerini anlamadığı için dans etmeye devam ediyorlardı. Oysa ne kadar anlamlı bir şarkıydı.
Kıskanç yüzbaşı demek isterdi Cansu. Ama onun ne bir yüzbaşılığı ne de bir vatanı kalmıştı. O aslında çok şeyini kaybetmişti. “Çekil,” diyerek masadan indim. “Sen hep bu kadar otoriter olmak zorunda mısın? Ağlamıyorsun, gülmüyorsun, sinirlenmiyorsun. Ama hissediyorsun belli etmiyorsun. Ne bu, erkeklik gururu mu?” Masaya yaslandı ve bana baktı. “Sende ağlıyorsun, bazen gülüyorsun ve sinirleniyorsun. Ama hiçbir şey hissetmiyorsun. Bu daha kötü değil mi?” İçkiden bir yudum daha aldım. “Hissedince herşey daha beter oluyor. O yüzden hissetmemek daha iyi.“
O sırada ikinci istediğim şarki çalmaya başlayıncs oynamaya başladım. Tabiki de Jagged idi! Manyak şey şarkısıydı bir. Sözleri söylerken kimse ne yapdığımı anlamıyordu. Ona bakarak, “bitti özge ve Dilara, büyük oynuyorum hedefim Rihanna.” Gülerek bana bakıyordu ve o benim şuan sikimde bile değildi. Sadece eğlenmek istiyordum. “Harika değil mi sence merhaba şarkısı?” Kesinlikle harikaydı.
Ondan uzaklaşarak insanların eğlendiği yerlere karıştım. Dakikalar boyunca dans ettiğim için sessiz ve kimsenin olmadığı bir yere soluklandım. Cebimden hapımı çıkarıp yuttum. Bu benim eğlence aracımdı. Kimseye kesinlikle önermiyordum ben değilseniz eğer. Kafamda ki susmayan seslere iyi geliyordu. Bir tane daha alacakken beni durduran bir eli hissettim. Sahibi klasikti.
“Yeter bu kadar.” Alayla güldüm. “Ne kadar alacağımı kendim karar veririm.” Ona uzattım. “Eğer onu yutmamı istemiyorsan sen yut o zaman. Bakalım bağımlı olacak kadar değer veriyor musun bana?” Öylesine söylemiştim, alacağımı tahmin etmiyordum. Tam yutacakken, elimden kendisi alıp ağzına attı ve çiğnemeden yuttu. Sonr ise yüzünü buruşturdu. “Ne yaptın sen? Onun dozu çok fazlaydı, ilk başlayanlarda fazla etki yapar.” Kaşlarını çattı. “Dozu fazla olan hapı ikinciye yutacaktın.”
Bana değer veriyordu ama bunu bilerek yanlış göstererek yapıyordu. Onu affedemezdim, yapamazdım. Hiçbirşeyden bir günahı olmadığını bilsem bile bunu yapamazdım. Hem kendi iyiliğim için hemde onun kurtulması için. İkimizden biri ölmeden bu hikaye bitmez demiştim ya, ikimizden biri ölecekti işte. Ve onun beni unutması lazımdı. Çünkü yanımda oldukça onu affetmek istiyordum ve bu aptallıktı. İkimizde birbirimize fazlasıyla zarar veriyorduk ama o bunu görmek istemiyordu.
Önüme döndüm içerken, o da aynısını yaptı. “Barut,” dediğimde, “efendim,” diye karşılık verdi. Tekrar içtikten sonra yuttum. “Ben yerine doldurmak istediğin kadın değilim biliyor musun? O yüzden hayatını siktir etmene gerek yok. Annen seni affederdi, içmene izin vermezdi ama ben öyle değilim. Ben hiçbir zaman annen değilim.” Bunları söylememi beklemiyor gibiydi.
“Saçmalıyorsun.” Ona dönerek başımı iki yana salladım. “Teyzemde hep böyle yapardı, Güneşte. Teyzem abime, sana ve Güneş’i döverdi ama bana bir fiske bile vurmamıştı hiçbir zaman. Çünkü ölen ablasını görüp kıyamıyordu. Güneş hep bana zarar geldiğinde ağlardı, annesine benzetirdi. Hepinize sikten bir gerçeğim var, ben Cansu bile değilim.” Alayla güldüğümde, birşey diyemedi. “Anneme benzediğin için seni sevseydim sarhoş olmaya başladığında senden uzaklaşırdım çünkü annem içkiden nefret ederdi. Sen kimse değilsin, sadece Cansusun.”
İnanarak demiyordu kesinlikle. “Bende sana birşey diyeyim mi?” Türkçe şarkılar ve eğlenen italyan insanların arasında yabanlaşmıştık. “De,” diye mırıldandım. O da içkisinden bir yudum aldı. “Ben Arda Bozok değilim. O piç olmak yerine kendimi öldürürüm daha iyi.” Ona döndüm ve ona yaklaştım. Gözlerime baktı en son. “İki gün öncesine kadar değildin. Biliyor musun ben birşey daha hatırladım. Beni makineye sokmadan önce, bir seçecek sunmuştu. Abini mi öldüreyim yoksa Barut’u mu?” Bunu bilmiyordu. Yutkundu. “Sen ne dedin?”
“Beni öldür dedim ama o yine Arda Bozokluğunu yaptı. Hafızamı kaybettirip istediği gibi doldurtturdu. Çünkü öldürürse eğlencesi biterdi. O çocuğuna sahip çıkmadı, sende çıkmadın. Ben annen masum olduğu için annen değilim. Sen ise o adam kadar kötü olduğun için osun. Kabul et, ikimizde masum değiliz ama sen daha günahkarsın.” Yutkunamadı bu sefer. “Cansu, beni affetme. Ama gidersen benim yaşamak için amacım olmaz. Ben sana tutundum yaşamak için. Bütün dallarım koptu, bir tek sen kaldın. Kafamı sık ama gitme, lütfen.”
Gidecektim, hemde unutulmaz derecede. “Ben bir gün öleceğim ve sen o vicdan azabın ile yaşamaya devam edeceksin. Bu da senin en büyük cezan Barut Türkmen.” Bu hap sayesinde bir ayım daha eksilmiş olabilirdi. Denizin yanına gidecektim. Eğlenmek için gelmiştim ama o yine tüm duygularımı mahvetmişti.
“Ölmesen?” Sanki biliyormuş gibi konuşuyordu. “Her insan ölür.” Başını iki yana salladı. “Benden önce ölürsen gebertirim seni kadın.” Yüzü çok yakındı, bakışları anlamlıydı her zaman ki gibi. Ama tek bir fark, ikimizde mutlu değildik. “Annem dedin ya hani. Annem benim yüzümden öldü.” Bu sefer şaşıran bendim. Annesi onun yüzünden mi ölmüştü? Hassiktir, bu çok kötüydü. Hayır, hayır, hayır bu çok kötüydü.
“Ne?” İlk defa birine itiraf ediyor olmalıydı. “Annem hastaneye kaldırılmıştı, ağır depresyon geçiriyordu. Bende başında kalmıştım, çocuk aklı işte. Hiç gülmüyordu ama Cansu, hiç. O her zaman gülerdi oysa ki herşeye rağmen ama bu sefer gülmüyordu. Sonra bana saatler sonra dedi ki, mutlu olma mı istiyor musun? Sevindim tabi, annem mutlu olacak diye.” Gözlerim dolmuşken dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu çok kötüydü, çok kötü. “Fişi gösterdi, makinenin. O makineyle nefes alıyordu, hastalığı vardı onun. Çek o fişi dediğinde bende yaptım. İlk başta birşey olmadı, sonra ise yavaş gözleri kapandı. Makineden düz çizgiler oluştu.”
Kendi annesinin katili olmuştu. Bu yüzden kendisine hiçbir zaman acımıyordu. “Ben kendi doğum günümde annemi öldürdüm. Ben o zaman katil oldum deniz kızı. Annem benden kendisini öldürmemi istedi diye ben annemi öldürdüm. Sende ölemezsin tamam mı?” Herşeyi siktir edip onu kendime çekip sarıldım. Bütün acıları, yalanları boşverip ona sarıldım. O bana yalan söylerken annesini hatırlıyor olmalıydı. Bu sefer denileni yapmak değilde yaşatmak istemişti. Ama bunu becerememişti.
Onu işte şimdi anlamıştım. Onun bir suçu yoktu. Aynısını yaşatmak istememişti. Çünkü ne zaman doğruyu söyleyip yaptığında, annesinin ölümüne yol açmıştı. Beni de kaybetmemek için yalanlara sığınmıştı çünkü yapmazsa öleceğimi düşünmüştü. O yüzden Arda Bozok’u öldürmüştü, o yüzden saklamıştı benden. Hem Deniz... Kabul etmek zordu ama onun ölmesine ben yol açmıştım. Haberi bile olmadığı bir canlının ölümünden kimse suçlu olamazdı.
Aptalcaydı ama olması gerekendi. “Geçti, geçti, geçti.” Geçince geçmiyordu, bak bende yalan söylemiştim. “Biraz kalsana böyle.” Gözlerimi kapattım. Onu ölümümle vicdan azabı çektirmek istiyordum ama o zaten çekiyordu. Dakikalar boyunca ona sarıldım, o çekilmeden de çekilmedim. “Özür dilerim,” diye mırıldandı. O zaman ağzımdan tek bir kelime çıktı. Geri çekilirkene yüzüne baktım. “Affedebilseydim affederdim seni. Cansu affetse Alev affetmez seni. Çünkü seni tanımıyor.” Gözlerinin kırpkırmızı olduğunu fark ettim. Benden daha sarhoştu.
“Alev’i kendimi tanıtsam?” Olmazdı, o asla ikna olmazdı. “Olmaz.” Duvara yaslandı tekrardan. “Meyhaneye gidelim o zaman. Burası bana göre değil.” Aslında bakarsak bana göre de değildi. “Benim biraz işim var, olmaz,” dediğimde, “Acar beyefendiyi arıyacaksınız tabi. Sonra gelip seni almasını söyleyeceksin. O sikik herifi onu gördüğüm ilk an öldürmeliydim,” dedi birasını içerken. Burada bile biradan vazgeçemiyorduk.
“Onu aramadım, Bekir’i aradım. Vurulmuş, senin yüzünden.” Kaşlarını çattı. “Onun vurulmasını istememiştim.” O zaten herşeyi istemeden yapıyordu. Herşeyde haklı olabilirdi ama bu konuda asla. “Onun kılına zarar gelirse canını alırım demiştim,” dedim bende iki adımlık mesafedeyken duvara sırtımı yaslarken. “Al amına koyayım. Bir siktirip gitmedi bu siktiğimin kuru canı.” Fazla içmişti ve laflarına dikkat etmiyordu.
“Bunu gerçekten istiyorum ama yapamıyorum.” Onu öldürsem herşey biter gibiydi, bende dahil. Ama oyun bozulurdu, bu kabul edilemezdi. “Bu oyun ikimizden biri ölünce bitmeyecek,” dediğim alayla güldükten sonra. “İkimizde ölünce bitecek. Ve iddia ederim en fazla bir yıl yaşacağız.” Alayla bana baktı. “Bir yıl fazla bence, beş ay olabilir. Ama gerçekte otuz dokuz yaşında ölmek isterdim.”
Kaşlarımı çattım. “Neden otuz dokuz?” Başta sessizleşti, bir süre cevap vermedi. “Boşver.” Peki. “Bende otuz iki yaşına kadar yaşamak isterdim.” Bu sefer o kaşlarını çattı sorgularcasına. “Neden otuz iki?“ Alayla ona dönüp, “boşver,” diye cevapladım onun gibi. Çocukken otuz iki yaşıma girdiğimde, babamın karşısına çıkıp, ondan onun gibi hesap soracaktım. Çocuk aklıydı işte. Ne Arda Bozok yaşıyordu ne de Orhan Katar’dan hesap sorabilirdim. Ama Orhan Katar’dan hesap sormak isterdim ölmeden önce. Bağıra çağıra ortalığı yıkmak isterdim.
“Cansu,” diyip bana döndüğünde, “efendim,” dedim Cansu demesine rağmen. “Şuan yaptığım şey için de beni affetme.” Ne diyordu? “Ne yaptın,” dedim kabullenmişcesine. Artık yaptıklarına şaşırmıyordum. “Söyle.” Sakindim, olmaması gerekenden fazlasından. O sırada bir ses kulaklarımı doldurdu. “Cansu Katar.”
🥀
Acar
Anladın mı artık? Kabul mü?” Düşündü biraz. İki saattir ona laf anlatmaya çalışıyordum. Bu kız fazla inatçıydı. Keçi bile imana gelirdi de bunda hala tık yoktu. “Diyorsun ki, abim Alev’i kaçırdı be size kumpas kurdu. Ve Cansu sizin yanınıza gelmek istemişti. Şimdi sana yardım edersem abimden Cansuyu alacaksın ve ikiside daha mutlu olacak. Aynı zamanda onu benimle korkutup ödeşmiş olacaksın. Bunun içinde benim yardımıma ihtiyacın var değil mi?”
Sonunda anlamıştı. “Evet. Hadi ama sarı, bu kadar inatçı olamazsın. Hem sende abini ile Cansuyu görüp, iyi olduklarına ikna olacaksın. İkimizinde çıkarında bu iş. Abini arayacağım ve biraz rol yapacaksın sadece, bu kadar.” Bunu uğraşmadan da yapabilirdim ama o zaman korkardı. Ona yaşadıklarımın aynısını yaşatmayacaktım, ne olursa olsun. Suçsuz insanlar bunu hak etmiyordu çünkü. Bu yüzden o Deccal denen piçi de öldüremeyecektim şimdilik. Alevi aldıktan sonra bunu başka zaman yapacaktım.
Ofladı. “Tamam Allah’ın cezası, kabul. Ama abime hiçbir şey yapmayacaksın, söz ver.” Sonunda idi. “Söz, bu oyunda ona hiçbir şey yapmayacağım.” Ayağa kalktım ve kapıyı açtım. “O zaman içeri girebilirsin sarı. Birkaç günlük bu evde kalacaksın, mecburi.” Gözlerini devirerek, kapıdan dışarı çıktı. “Misafirleri sevmem, misafirliği de sevmem,” dediğinde ona onay verdim. , “bende, bak bir ortak yön daha.”
İçeriye baktı, “güzelmiş ev,” diyerek bir koltuğa oturdu. Sade, beyaz eşyalarla kaplı bir evdi. Zevksiz Bekir'in evlerinden bir tanesiydi. Kendi evlerimden birisini götürseydim tırsabilirdi. Zevk sahibi olmam kesinlikle benim suçum değildi. Telefonumu çıkardım. “Bakalım senin oyunculuğun güzel miymiş sarı?” Kaşlarını çattı. “Ne?” Bu çok saftı ama. “Abini arayacağım ve ağlamaya başlayacaksın kaçırılmış gibi.” Başını olumlu anlamda salladı.
“İlk önce susadım ben ya. Su yok mu?” Alayla ona baktım. “Az önce dökmeseydin vardı.” Hemen sinirlendi. “Haklıydım bir kere! Teyzem yabancılardan birşey almamamı tembihlerdi. Hemde beni kaçıran insanlardan.” Bu sefer güldüm sesli bir şekilde. “Kaç yaşındasın sen? Üç mü?” Yastığı bana attı. “Pislik! Bana mecbursun şuan, ona göre konuş.”
“Ben sana ne kadar mecbursam, sende bana o kadar mecbursun sarı.” Telefonda ki numarayı çevirdim ve sessiz olması gerektiğini gösterdim. Boğazını temizledi. Telefon bir süre sonra açıldığında, “sen hala ölmedin mi lan,” dedi direk. “Kediler dokuz canlıdır diye bir atasözü vardır, bilir misin? Daha sekiz canım kaldı yakışıklı, o yüzden şansın zor gibi.” Telefonu hopörleri alıp, masaya koydum.
“Sekiz değil yedi. Karnım hala sızlıyor mu kaplan?” Güldüm. Senin amına koymazsam benim adımda kaplan değil amına koyayım. “Benim bir yerim sızlamıyor ama senin vicdanın sızlayabilir. Çünkü yanımda şuan sarı bir misafirim var.” Sarıya baktığımda anlayarak, “abi,” diye bağırdı korkuyla. “Abi! Yardım et!” Göz kırptım. Senin Allah'ına kurban be çocuk.
Yutkunuşunu duydum. “Bak, misafirim kendini belli etti. Ama sizde genetik bozukluk var gibi be yakışıklı. Sen emer kardeşin sarı, anlam veremedim.” Barut, “ona dokunursan seni öldürürüm lan,” diye kükredi. Güneś ağlamaya başlayınca, ben bile hafif şaşırmadım. “Abi, korkuyorum! Çok karanlık etraf!” Koltukta otururken bir vazoyu kırdı ve bir çığlık attı. Ben ise onu hayranlıkla izliyordum. Oyunculuk desen var, merhamet desen var, güzellik desen yine var. Bu kız neyin nesiydi şimdi?4
Barut küfürler yağdırmaya başladı. “Ona kılına zarar gelsin seni diri diri gömerim oruspu çocuğu! Onun bir suçu yok, derdin benimle lan! Sıkıyorsa karşıma gel!” Amacıma ulaşmıştım. “Ben geliyordum da sen bir ters köşe yaptın be yakışıklı. Eğer karşıma geçseydin kardeşin şuan yatağında uyuyor olurdu değil mi? Ama bak sana bir teklif.” Hala sövüyordu. “Teklifine sıçarım lan! Ne istiyorsun kardeşimden!”
“Bak çok yanlış anlıyorsun beni. Kardeşini alabilirsin istediğin an. Ama Alevi de bize verirsin değil mi? Cana karşılık can diye düşünelim.” Kısık sesle küfretti. “Rüyanda görürsün sen amına koduğumun evladı. Götün yiyorsa İtalya'ya gel kendin al.” O an ikimizde şaşırdık. Güneş dudaklarını oynatarak, “bunlar İtalya’ya kaçmış,” dedi şaşkınlıkla. Allah kahretsindi! “O zaman bizde İtalya’ya geliriz,” diyerek telefonu kapattım. Sinirle, “kafamı sikeyim,” diye bağırdım.
“Şimdi ne yapacağız peki? Cansu çoktan kafayı yemiştir. Orada ikisinden biri ölmeden bitirmezler işi. Birşey yapalım ya.” O ikisinin canını düşünüyordu ben ise sadece Alev’in canını. “İtalya’ya gidiyoruz.” Daha çok şaşırdı. “İtalya’ya mı gidiyoruz? Ölüme gidiyorsun farkındasın değil mi? Beni aldığı an o Cansuyu da alır, seni de gebertir. O yüzbaşıyken kimsenin bulamadığı en büyük seri katillerinden biri olacak kadar akıllı. Sonda sen zararlı çıkarsın.” Ondan korkacak değildim.
“Zaafı ne bunun?” Her insanın bir zaafı olurdu. Zaaflardan daha boktan birşey yoktu. İnsanı en güçsüz kılan şeydi zaaflar. Onlarsız yapamayacaklarını bildikleri için her bokunu verirlerdi. “Kişi olarak soracak olursan sadece Cansu. Eğer korku olarak soracak olursan sevdiklerini kaybetmek.” Güzeldi. “O zaman seni kaybetmemek için elinden geleni yapar. Ve Alev benimle gelmek isterse, bir bokta diyemez. Bu şekilde ikiside yaşamış olur.” O Deccal itine bu acılar yeterde artardı. Alevse zaafı ondan uzak durmak ona acı verirdi. Ve şuan Güneş’i kaybedecek diye ölümüne korkuyordu. Şuanlık ödeşmiş sayabilirdim.
Ayağa kalktım. “O zaman yarın İtalya’ya gidiyoruz sarı. Sonra seni evine kendi ellerimle bırakacağım, söz. İki günlüğüne tatil gibi düşün.” Koltuğa devrildi. “Sana yardım etmem boktan birşey ama geleceğim. En azından Cansu sizinle daha mutlu, abimle olmak işkence gibidir ona.” Kaşlarımı çattım. Kardeşi bile ne kadar pislik biri olduğunu biliyordu.
İddiası pislikleri Dünyadan temizlemekti ama kendisi yaşıyordu. En büyük pisliği temizlemekte bana kalmıştı.9
Okur Yorumları | Yorum Ekle |