*Bu bölümü okurken dinleyebileceğiniz şarkıları önermek istiyorum:
Bizi nasıl etkiler/ Kaan Boşnak
Cansu
“Sen hangi yüzle buraya geliyorsun lan?” Barut gitmişti ve biz ikimiz kalmıştık. Telefonu açmasıyla arabaya binmesi bir olmuştu. Ve beni yine bir katille baş başa bırakmıştı. Ama ona, “git,“ demeseydim gitmezdi, biliyordum. Ama şuan tutunacağım kimse yoktu.
“Seni merak ettim.” Beni mi merak etmişti? Bak işte buna gülerdim. Güldüm de zaten. “Beni mi merak ettin?” Olumlu anlamda başını salladı. “Sikerler lan! Siktirip gitmişsin yirmi dokuz yıl önce, şimdi mi merak ettin! Yıllar boyunca, o adamın elinde napıyor diye düşünmeden geçirmişsin, şimdi mi merak ediyorsun? Ben buna kanmam Orhan Katar.”
Bakışları keskin bakıyordu. Ama o umrumda bile değildi. Daha büyük dertlerim vardı. Ben baba dediğimden sevgi görmemiştim, diğerlerinden de görmek istemezdim. “Kanma. Beni dinleyeceksin sadece.” Bende onun gibi kararlıydım. “Benim seni dinleyecek zamanım yok. Ulan bir rahat bırakın beni ya. Ben kimseyi istemiyorum, bırakın yakamı bir nefes alayım. Ben arkadaşlarımla güzel bir hayat sürüyordum, yine sıçtınız içine.” Sigara çıkardı.
“Hangi hayat? Lösemi hastaları uyuşturucu kullanabilir mi mesela? Yada o iğneleri yapabilir mi?” O an sessizleştim. “Yada suç dünyasında nasıl güzel bir hayatın olacak? Ben bu inatçılığı yaptım, sen yapmayacaksın.” Bardağı duvara fırlatıp tam önünde meydan okurcasına durdum. “Ne yapacağımı sana sormayacağım Orhan Katar. Sen benim hayatımda ki bir figüran bile olamazsın. Sen yoksun hayatımda, öyle olmaya da devam edeceksin.” Bakışları hala sakindi, sigara dumanını üfledi.
“Senin hayatının ana karakteri Arda Bozok’du değil mi? Sana acı çektirenler hep hayatının merkezinde de oluyordur şimdi. O çocukta dahil. Sahi, senin birkaç ay sonra öleceğini biliyor mu? Bence bilmiyor, bilse çoktan yıkılır.” Dişlerimi sıktım. “Tehdit mi ediyorsun beni?” Yapma be dercesine baktı. “Haşa. Sadece olanı söylüyorum Cansu Katar.” Ben Katar değildim. “Bir, ben Cansu Katar hiçbir zaman olmadım. İki, ne istiyorsan hızlı söyle.” Güldü. “Zekisin, annene çekmemişsin.”
Hepsi manyaktı bunların. “Sadede gel.” Omuzları her an dikti, onu gördüğümden beri bir kere düştüklerini görmemiştim. “Tedavi olacaksın.” Onu çok beklerdi işte. “Olmazsam? Sen buraya hangi yüzle geldin zaten? Sen beni iki psikopatın arasına bırakıp gitmişsin lan! Şimdi mi önemli olduk? Bunun arkasından hangi oyun çıkacak?” Para mıydı derdi? Duruşuna bakarsak para için çırpınıyor gibi değildi. Eğer derdi para olsaydı canımlı cicimli konuşmaya başlamıştı bile.
“Oyun yok, seni de bilerek bırakmadım o piçe. Senin varlığından haberim olsaydı gelir alırdım. El kadar bebeği bir yavşak sadist’in eline bırakacak kadar düşmedim hiçbir zaman.” Alayla ona bakarken kollarımı göğsümün altında bağladım. “Benim ise baba ile anne katili olacak kadar gözüm döndü Orhan Katar. Arda Bozok’u en son gördüğümde, karnından vurdum Devin gibi.” Gururlu bir şekilde bıyık altından tebessüm etti. “Olması gerekendi.”
“Ben olması gerekenden fazlasını da yaparım Orhan Katar. Kendim için herkesi de çiğnemekten sakınmam. O yüzden ne söyleyeceksen söyle, ona göre kendi önlemimi alayım.” Sigara uzattı bir tane. “Al.” Kaşlarımı çattım. “İstemez.” Zehirli olabilirdi, güvenemezdim. “Zehir koymadım merak etme. Hatta buraya tedavi olman için neden vermek için geldim.” Fazla gereksizdi. Sigarayı alıp, dışarı çıktım. Bu İtalya da çok karanlıktı.
Peşimden gelirken, “ismini ben koydum,” dedi arkamdan. “Sen Cansuyu koydun, ben ise Alevi. Ama şuan kimliğimde ikimizin koyduğu isimde yazmıyor değil mi? Saçmalık.” Tam onu affedecekken yeni bir hata yapıyordu. Barut Türkmen affedilmeyi hak etmiyordu. Kendisinden başkasını düşünmeyen, doğru mu yanlış mı bilmeden yapan, bencil bir pisliğin tekiydi. Nasıl beni manipüle etmesine her an izin verebiliyordum? Bu sondu, bir daha yoktu. Bir daha onun pişman olduğuna inanmak yoktu.
Çok seven bir adam nasıl sevdiğine her an acı verebilirdi? O pişman bile değildi ki. Yaptıklarını sonucunu bilse bile yapardı tekrardan. Ondan gerçekten nefret ediyordum. “Eski kimliğinde benim koyduğum isim yazıyor ama,” diyerek tam yanımda yürümeye başladı. “Peşimden gelme. Tedavi falanda olmayacağım.” Kaşlarını çattı. “Neden?”
Derin bir nefes soludum. “Nedeni yok,” dediğimde, “yalan,” dedi. “Ölmekten çekinmeyen her bir kimsenin geçerli bir sebebi vardır.” Ara sokağa dönerken, yağmur yağmaya başlamıştı. Ama ara sokak sandığım yer çıkmaz sokağa çıkmıştı. İçimden söverek durdum. Ona döndüm. “Çünkü yaşamak içinde bir sebebim yok. Ve seni istemiyorum, git başımdan. Yirmi dokuz yıldır hangi cehennemde yattıysan oraya dön. Vicdanını rahatlatmaksa amacın, hiçbir şey senin suçun değil. Hakkım varsa helaldir Orhan Katar. Oldu mu şimdi? Rahatladı mı o vicdanın? Rahatladıysa sana bir bilet ayarlayayım.”
“Normal tepki vermiyorsun.” Benim tepkilerimden haberi bile yoktu. “Hesap mı sormamı istiyorsun senden? Şimdi hesap sorarsam normal mi olacağım? Yada tedavi olmamım imkansız olduğunu söylesem bana kalbini verecek misin? Çünkü yaşamam için başkasının kalbine ihtiyacım var. Bunu benim için yapacağını hiç sanmıyorum.” Zaten ciğerlerim çoktan iflas etmişti, tedavi olsam bile işe yaramayacağını bana doktorun kendisi söylemişti. Kalbimin içi ise kapkaraydı, anca bir kalp nakli olursam tedavi işe yarardı. Bunun içinse birinin ölmesi gerekiyordu ve bunu istemiyordum.
“Bir kalp bulabilirim.” Başımı iki yana salladım. “İstemiyorum. Zaten bunu nereden öğrendiğini de bilmiyorum ama hala o çok masum Barut Türkmen’e söylememiş olmalısın. O başta dahil kimse umrumda değil. Şuan bu ülkede gidebildiğim kadar uzağa gidip, bana yalan söylemeyen iki kişiyi yanıma çağıracağım. Bana onlar yeter, size gerek yok.” Tek bir telefonuma bakardı gelmeleri. Şuan onlardan başka kimseye güvenemezdim. Onları seviyordum, bana şuana kadar ihanet etmeyen sayılı insanlardanlardı. Ve evet, Acar’ın kaplan hali bile bana ihanet etmezdi.
“Bana ihtiyacın olduğunu söylemedim yada iddia etmedim. Gerçeği söylemem gerekirse senden başka kimsem yok. O yüzden o sikinde olmadığı güzel canını ayakta tutacaksın.” Oldu canım! O yalnız kalmasın diye ben yaşayacaktım bir de. Rüyasında görürdü. ”Kız yetimhaneye bir çocuk evlat edin. O sana bütün ömrün boyunca yoldaş olur. Seri katilden umut bekleme.” Duvara yaslanırken bana baktı. “Kaç kişiyi öldürdün Alev iken?”
Derin bir nefes soludum. Gerçekten sıkıcı olmaya başlıyordu. “28 kişiyi öldürdüm. 26 kişiyi de ağır yaraladım. Dört kamyon dolusu silah kaçakçılığı yaptım. Kurduğum suç örgütüne uyuşturcu sattım. İki deliler hastanesinde işime yarayacak bir sürü deliyi kaçırdım. Daha sayayım mı? Nasıl tatmin etmem gerekiyor seni mesela? Zevkim için bir sürü insanın hayatını kararttım da.” Zevkimden değildi ama onun böyle bilmesini isterdim.
“Bunların hepsini bir yılda mı yaptın? Zor iş.” Korku yoktu, oysa teyzem bile benden korkabilirdi. “Sana bir gerçek söyleyim mi?” İstemiyordum. Gerçekler yüzünden ben bu haldeydim ya. “Beni geçememişsin. Daha fazla çalışmalısın. Mafya dünyasına kendini alıştırıp yükselirsen, seni kimse durduramaz. Korkak kedi olmazsan yaptıklarını gördüğün an.” Alayla güldüm. “Ben mi korkacağım? Hadi oradan! Hiçbir şeyden korkum yok benim. Bana kimse zarar veremez.”
“Zaten orada bir yanlış yaparsan sana değil, sevdiklerine, zaaflarına zarar verirler. Bunu göze alabilir misin?” Bitmiş sigaranın son külünü döküp, bıraktım. Ayağımda sertçe ezdim. “Bu ülkede sevdiğim tek bir insan bile yok. Hem italyan mafyaları fena yakışıklılarmış. İki saatime bakar birisinin gözdesi olmam. İddiaya bile girerim.” Güldüğünde, “neye gülüyorsun,” diye sordum. “Zaten birisinin gözdesisin. Şu Barut Türkmen, İtalyan mafyalarına karıştığını sana söylemiş miydi? Herşeyi planlamış, akıllı oğlan.”
Hassiktirdi artık. “Umrumda değil. Hem bana onu anlatmak için mi geldin? Durmadan konuyu değiştirmesen? Zamanım baya kıymetlide.” Tekrar dudakları yukarı kıvrıldı. “Benimle dalga mı geçiyorsun sen? Bak Orhan Katar, beni tanımıyorsun ama bu kadar saçmalık yeter. Gerekirse kendimi en iyi bildiğim yolda tanıtırım. Cansu Bozok yada Cansu Katar olarak değil, Alev olarak tanırım. Patlamak üzere olan yanardağını patlatmak istemezsin değil mi? Yanardağ patlarsa o dışında çevresinde ki herşey zarar görür çünkü.”
“Bana benziyorsun.” Öyle miymiş? “Ben kimseye benzemem. Açıkcası konuşmadan da baya bir sıkıldım. Benden büyüksün diye de saygı filan da duymayacağım. O yüzden ben gider, baybay!” Giderken arkamdan, “tekrar görüşeceğiz,” dedi. “Tekrar görüşürsek bu kadar sakin olmam Orhan Katar. O kalbini yerinden sökerim.” Gerçekten de yapardım.
Orhan Katar kendisini göstermişti, Barut Türkmen yine bana ihanet etmişti. En iyi manipüle eden adam ödülü olsaydı kesinlikle o alırdı.
🥀
Acar
“Ben buna binmem! Ölmeye meraklı mı sandın beni? Cansu buna nasıl katlandı acaba?” Gülmemek için kendimi zor tuttum. “Uçak sadece be sarı. Kaza ihtimali en düşük araç. Korkma bu kadar.” Kapıya vurdu iki kere daha. Özel uçak olduğu için kimse onu dinleyip kapıyı açmıyordu. “Senin için demesi kolay tabi. Yüksek olmaz, çok yüksek.” Boğazını kaşıdı. Travma stres bozukluğu hareketleri gösteriyordu.
Ona doğru gidip, omzumu kapıya yasladım. Elimde ki hap kutusunu ona uzattım. “Bu kadar korkuyorsan, iç. Uyku ilacı, iki tane içmeni tavsiye ederim.” Kutuyu alıp içini açtı. Kokladı ilk önce, sonra da içine baktı. “Merak etme, içinde zehir falan yok. Şuan bana lazımsın, seni niye zehirleyim ki?” Kaşlarını çattı. “Bir planın vardır belki de. Al şunu, içmeyeceğim.” Alayla sırıttım. “Teyzen seni yabancılardan birşey almaman için tembihlemiştir doğru.”
Omzuma bir tane vurduğunda, sesli bir şekilde güldüm. Burnumu kaşıyıp, “seninle işim baya bir zor,” diye mırıldandım. “Ben sana çok meraklıyım çünkü değil mi? Kaan ile Kerem beni kaçırdığını duysalar senin derini yüzerler.” Gerçek olmayan bir korkuyla ona baktım. “Çok korktum şuan, lütfen onlara bunu benim yaptığımı söyleme. Sonra halim perişan olur değil mi?” Eski halime geri dönüp güldüm. “İnsanlara fazla güveniyorsun sarı, bunu yapma. İnsanlar konu kendilerine gelene kadar güvenilir olurlar zaten. Ama bu hayatta kimseye güvenemezsin. Bir kuru canı için binlerce can alırlar. Bana da güvenme.”
“Sen nasıl insanlarla tanıştın bilmiyorum ama benim sevdiklerim öyle insanlar değildir. Kendi canları hiçbir zaman öncelikleri olmamıştır.” Yüzüm ciddileşti. “Konu ölüm değildir. Tek bir zaaflarına bakarlar. Zaaflar insanların en güçsüz oldukları konulardır ve herkesin bir zaafı vardır. O zaafı için önündeki kimmiş görmezler. Mesela senin zaafın, ailen değil mi? Yoksa abin için bir katille aynı uçağa binmezdin. Hemde kafası gidik bir kattille.”
“Diyelim ki doğru, seninki ne?” Kafasını yukarı kaldırıp, bana bakmasını sağladım. “Benim zaafım benden çoktan alındı. Benim zaafım yok.” Anlamamıştı, anlamasını da beklemiyordum. “Ama senin var değil mi? O yüzden buradan çıkmak istemek yerine bu ilaçları iç, uyu. O senin aptal arkadaşlarınında beni bulabilirlerse istediklerini yapmaya çalışsınlar.” Elimi itip, “onlara birşey yapmayacaksın,” diye tehdit etti. “Duruma bağlı.”
Kaşlarını çattı. Kapıya vurarak bir adım attı. “Hırçın sarı. Korku filmlerinde sizi aptal ve korkak olarak tanıtmışlardı. Sen istisnasın galiba.” Ciddi bakıyordu, hayat ciddiye alınacak bir yer değildi oysa ki. “Onların kılını zarar verirsen umrunda olmadığı canını ben alırım. Sonuçta Deccal’in kardeşiyim değil mi?” Sırıttım. “Denemeni öneririm sarı. Beni öldürmeyi dene, belki yüzde birlik şansın tutar ve beni öldürürsün he. Çok eğlenceli gibi.”
“Aptal herif,” diyerek önümden çekildi. Koltuğa oturup, başını geriye attı. Sol bacağı şimdiden sallanmaya başlamıştı. “Hapları unuttun,” dedim karşısında ki koltuğa otururken. “İçmeyeceğim, uçağı çalıştırmalarını söyle.” Fazla cesur davranıyordu. “Peki,” diyerek iki kere parmaklarımı şıklattım. Uçak bir süre sonra havalanırken, gözlerini kapattı, bacağını daha hızlı sallamaya başladı. Nereye kadar dayanacağını merak ediyordum.
Korkusuyla başa çıkmak için sorular sormaya başladı. “Gerçek ismin ne?” Tozu döküp, kağıda sardım. Orta parmağım ile yüzük parmağımın arasına alarak içmeye başladım. “Acar.” Arkama yaslanarak camdan dışarıya baktım. “Cansuyla nerede tanıştınız?” Bu konuyu konuşmayı sevmiyordum. “Deliler hastanesinde.”
“Deli misin,” diye sordu merakla.
“Herkesin içinde azda olsa bir delilik vardır,” dedim.
Kaşlarını çattı. Sıkıca koltuğun yanlarını tutup, tırnaklarını geçiriyordu. “Neden deliler hastanesine girdin?” Güzel soruydu. Cevap vermedim bu soruya. Bu soruya nasıl cevap verebilirdim ki? Babam annemin başını gözlerimin önünde kesip, sonra beni delirtti mi deseydim? Onun babası yiğit bir adamdı, beni anlamazdı. Beni hiçbir konuda anlamazdı. Delirmeden kimse beni anlayamazdı. Zaten anlaşılmakta pek umrumda değildi.1
“Sigaraya benzemiyor.” Ona baktığımda, elimdekine odaklandığını fark ettim. “Değil.” Teni bembeyaz olmuştu, o ilacı kesinlikle alması gerekiyordu. “Ne peki?” Abimin boklarından biriydi işte. Bana içmeyi alıştırmıştı ama beni düşündüğü için yapmıştı. Öyle olmasa bile öyle olduğunu inanmak istiyordum çünkü sikik ailemden ondan başka kimsem kalmamıştı.
İlk gördüğüm ceset anneminkiydi. Gözümün önünde annemin kafasını bedeninden koparan ise babamdı. İkinci gördüğüm ceset ise babamınkiydi. Elimde ki testereyle kafasını koparan bu sefer bendim. Annemin ölümünde Acar ölürken, babamın ölümünde Kaplan doğmuştu. Asıl dejavu buydu.
“Bilmek istemezsin.” İçime çekerken, “içme,” dedi anında. “Neden? Merak etme, kafam gitmez. Sana birşey yapmam, düşük doz.” Bu hayatta herkes kendisini düşünürdü. “Kendine zarar veriyorsun, içme. Bırakamazsın o illeti bir daha. Hem bir insan niye bunu kullanır ki? Özenti yapacak insana da benzemiyorsun. Cansu hayatta ağzına sürmez, ne olursa olsun” Başımı iki yana salladım. “İnsanın kaybedecek birşeyi kalmadığında başlar illet dediğin şeye. Ve ben bile düşük dozda içerken en beterlerini Alev içiyor. Kimse hakkında emin olma, insanlar herşeyi yapabilir.”
Gözünde ki hayal kırıklığını okuyabiliyordum. Sanki tanımadığı bir kızdan bahsediyordum. “O başladıysa abimde başlamıştır. Hepiniz birbirinizden manyaksınız.” Cebimde ki uyku hapı ona doğru attım. “Yeteri kadar inatlaştın, şimdi iç onu. İçmezsen çocuk gibi sana zorla içtirtirim.” Kaşlarını çattı ama içti. “Uslu sarı.” Gözlerini devirdi. Bir kaç dakika sonra uyuya kaldı. Elimdekini yere atıp, ona doğru yaklaştım.
Yastığı ayarlayıp, onu rahat bir şekilde yatırdım. Üstünü örterek üşümemesini sağladım. “Çok güzelsin sarı ama bir kusurun var, fazla safsın. Dünya iyilere adaletli davranmaz. Bunu yavaş yavaş öğreneceksin.”
🥀
Barut
“Sakin ol, Acar ona birşey yapmaz.” Cansuya sinirle döndüm. “O piçi bu kadar tanıyorsan kaçıracağını da bilseydin keşke.” O da sinirliydi. “Düşünmeme zaman verseydin yada o evde onunla konuşmama, o zaman anlardım. Sen Barut Türkmen olduğun için Acar kaçırdı Güneş’i hatırlatmak isterim. Şuan ne onun suçu var ne de benim. Herşeyde olduğu gibi yine sen suçlusun Deccal!”
“Yine ben suçluyum yani? O değerli arkadaşın buraya geldiği an onun bağırsaklarını deşeceğim!” Telefonu çıkarıp, tekrar onu aradı. “Ona dokunduğun an ben senin ciğerlerini sökerim. Ona zarar vermez diyorsak vermez. O senin gibi suçluların günahlarını masumlara ödetmez.” Dişlerimi sıktım. Orhan Katar yanından ayrıldığını söylediğinde onu arabayla zorla durdurtarak, olan biteni anlatmıştım.3
Araba koltuğuna vurdu açmayınca. “Onu seni öldürmek için kaçırdı. O siktiğimin canını kendin kurtarmayı dene, çünkü umrumda değilsin.” Güneşten başka hiçbir şey umrumda değildi benimde. “Benim için değil, senin için kaçırdı. Bana baksana sen, bu göt aşık mı sana? Sende onu savunduğuna göre,” derken, “saçmalama,” dedi sözümü keserek. “Sinirlisin ve ne dediğini bilmeden konuşuyorsun. Bana doğru geleni savunurum ben. Şuan sen hiç doğru değilsin.”
“Sikerler doğruyu da yanlışı da! Deliler hastanesinden kaçmış bir psikopat gitmiş kardeşimi kaçırmış ben sakin olacağım öyle mi?” Arkasına yaslandı. Siniri bozulmuş bir şekilde gülünce şaşırdım. “Pardon,” dedi eliyle ağzını kapatırken ama hala gülüyordu. “Abim aklıma geldi de, ondan güldüm. Ne demişler Barut Türkmen, bu hayatta kimse yaşattığını yaşamadan ölmezmiş. Bak gör işte, hepsini tek tek yaşıyorsun.”
“Lan ben seni kaçırdım da intikam için mi kaçırdım? Ben seni o yarış yerinden kaçırmasaydım idam ediliyordun. Bir yıl boyunca kafam rahattı aslında, seni gördüğüm an başım dertten kurtulmuyor.” Bacağıma sert bir tekme attı. “Çokta istedim ya gelmeni bende! Gram aklıma gelmiyordun biliyor musun? Hatta seni gördüğümde başta tanıyamadım bile. Sensiz hayat daha güzel Barut Türkmen. Senin konuşmaya bile hakkın yok.”
Ne onu o psikopata verecektim ne de Güneş’e zarar vermesine izin verecektim. Ne olursa olsun, o her zaman gözümün önünde olacaktı. Telefonunda son arzum çalmaya başlayınca çıkardı. Arama zil sesi olmalıydı. “Hala mı bu şarkı?” Cevap vermeyerek telefonu açtı, yüzü ciddileşmişti. “Acar,” dediğinde olduğum yerden doğruldum. Acar onu aramıştı. “Hoparlöre al,” dedim hemen. Başını olumlu anlamda sallayarak hoparlöre aldı.
“Ateş güzeli, n’aber? Sana bir süprizim olacak birkaç saat sonra, hazırlan.” O süprizi götüne sokacaktım. “Acar, Güneş nerede?” Güldüğünü işittim, bu sefer içtendi. “Hemen mi yetiştirdi o yakışıklı sana? Merak etme, yanımda ve durumu gayet iyi. Biraz fazla hırçın ve bir de tam bir keçi. Sarı güzeli.” Gözlerini devirdi Cansu. “Yakışıklın yanımda, duyuyor,” dediğinde, “duyduğunu biliyorum, hoparlöre aldığın hava sesinin yoğunluğundan belli.”
Derin bir nefes soludu. “Kardeşinin iyi olmaması sana bağlı Barut Türkmen. Doğru seçeneği seçmeni umuyorum çünkü yanlışı yaparsan bu sarıya kıymak benim için çok zor olacak.” Dişlerimi sıktım. Telefonu alarak, “aç kulaklarını beni dinle. Ona birşey olursa, ilk önce sevdiklerini gözünün önünde öldürür, sonra seni gebertirim duydun mu beni? Hele bir dokun ona, o elini kargalara yem ederim lan!
“Kesin yaparsın,” dedi alaycı bir tavırla. “Ama ilk önce sen yanarsın ve bu sarı. Abisinin kan davası yüzünden ölmesine gerçekten katlanamam, kötü hissederim. Benim kötü hissetmemem için yapman gereken çok basit. Alev’i ver, güzellik yaşasın. Eğer ona zarar vermek zorunda kalırsam, sana da zarar veririm. Bunun olmasını ikimizde istemeyiz diye düşünüyorum. Ve telefonu Alev’e ver, hoparlörden çıkarak.”
Direksiyona sinirle yumruk atarken, telefonu ona verdim. Kapana sıkıştırmıştı resmen beni! Cansuya baktığımda yüzünün dehşet kapladığını gördüm. “Kafanı sikeyim Acar senin!” Telefonu kapattığında birşey dememe izin vermeden, “dışarı çık, hemen,” diyerek bağırdı kapıdan çıkarken. “Ne oluyor lan?” Omu dinleyip dışarı çıktım. “Bomba var içinde, koş Barut Türkmen! Ölürsen gebertirim seni!” Hassiktirdi!
Kolundan tutup ara sokağa girmemizi sağladım. On saniye sonra araba patlayınca, onu kendimce korumuya çalıştım. “Ulan manyak,” diye bağırdı telefona doğru, demek ki kapatmamıştı. “Öldürecektin bizi. Neredesin sen?” Gebertecektim lan onu? Belimden silahı çıkarıp, etrafa baktım. Gördüğüm kişilerle, “siktir,” diye mırıldandım. Güneş bana bakıyordu ve arkasında başına silah dayayan kaplan vardı.
“Ateş güzeli,” diye bağırdığında, Cansu hemen arkasına döndü. “Acar,” dedi şaşkınlıkla. “Güneş,” dedi ona bakarken. Yutkundu, gözlerini saniyelik kapattı. “Acar, hadi indir o silahı. Bu sefer bir delilik yapma, lütfen. Bak, delirceksen bana yada buna zarar ver, ona değil.” Silahı ona doğru uzattığım an eliyle silahı indirdi Cansu. “Sakın,” dedi uyararak. Bu sefer onu dinlemedim, elini iterek tekrar silahı ona doğrulttum.
“Aşk olsun, ben ne zaman delirdim?” Güneş alayla güldü. “Bunu sen mi diyorsun? Üçünüzde deli manyağın tekisiniz.” Alt dudağını büzdü Acar Güneş’e bakarken. “Kalbimi kırdın sarı, ne deliliğimi gördün?” Gözlerini devirdiğinde, “edep kalmamış,” dedi kınayarak. “Ne anlatıyorsun lan sen? Ona birşey olursa etini kargalara yem ederim demiştim. Sen bunu çoktan hak ettin.”
Güldü, her zaman delirmiş gibi gülüyordu. Normal değildi gülüşleri, hemde hiç. Cansu da böyle gülüyordu. İkisi birbirinin aynısı gibiydi. “Kargaları severim. Son yaz izledin mi? Orada kargalar yapılan iyilikleri unutmaz diyordu. Ben kargayım yakışıklı sende o taş atan çocuklarsın. Benim yaptığım taş atan çocuğu gagalayıp, beni koruyanı korumak. Ama sen her zaman tam tersini yapan bir pisliksin, bunu seni rastgele gören insan bile söyler.”
Öyleydim ama böyle olmayı ben seçmemiştim. Gözüm Cansuya gitti. Güneş’e bakıyordu ve silaha. “Beni bunun içinde affetme.” Kolundan kendime çekip başına silaha yasladığımda korkmadı bile. “Barut Türkmen yine aynı,” dedi alışmış bir bezmişlikle. Güneş dehşetle bana baktı. “Abi delirdin mi sen? İndir o silahı,” diyerek buraya gelecekti ki Acar onu bırakmadı. “Yanlış hareket, sonucu olur demiştim,” dedi dişlerini sıkarak. “Sonuca sonuçla karşılık verilir değil mi? Benim canım yanarsa, seninki de yanar.”
Kurtulmak için ikisi de çırpınmıyordu. Daha önce izledikleri filmi tekrar izliyorlarmış gibiydiler. “İkimizde yolun sonuna geldik Barut Türkmen,” dediğinde Cansuya baktım. “Daha çok yol var ama hepsi yokuş.” Başını iki yana salladı. “Senin yolların hepsi yokuş, benim ki ise uçurum. Kara sevda gibi.”
“O yüzden deniz kızısın sen.” Acar’a baktığımda, şaşırdığını görebiliyordum. “Senin bu abin harbi şerefsizin tekiymiş sarı.” Herkesin gözünde şerefsizin tekiydim ama şu kız benden nefret etmek isterken bile edemiyordu. Ve ben onun kafasına silah dayamıştım. Ama bu tetiği öleceğini bilsem de çekmezdim. Blöf idi yaptığım.
Kulağına yaklaşıp, “onunla gitmek istiyor musun,” diye sorduğumda, “silahı indirdiğin de kafana sıkmak ne kadar istiyorsam o kadar,” diye keskin bir şekilde yanıtladı. O zaman şuanlık onunla gidebilirdi. “Abi, indir o silahı! Bu kadar da değişmiş olamazsın.” Alayla güldü Cansu. “Öz kardeşin bile ne kadar piç olduğunu gördü. İtalyan mafyasına bu yakıştı mı hiç?” O nereden biliyordu? Doğru ya, Orhan Katar.
“Kaplan,” dedim ileri bakarak. “Kızı al, kızı ver. Nasıl fikir ama?” Acar bir Güneş’e bir de Cansuya baktı. “Kabul. Git bakalım sarı,” dedi belinden hafifçe iterken. “Tam bir öküzsün,” dedi Güneş ona. Sanki arkadaşıymış gibi davranıyordu ve bu canımı daha fazla sıkıyordu. Silahı başından hafifçe çektiğimde, “beni affetmemen için bir neden vereceğim Barut Türkmen,” dediğinde kaşlarımı çattım.
Karnımda bir acı hissettiğimde, yüzümü buruşturdum. “Güzel deneme.” Karnıma baktım, bıçak sokmuştu. Önüne dönüp, bıçağı geri çıkardığında başımı eğerek güldüm. Elimle yaraya bastırdım. “Bana güvenme demiştim,” diyerek sağ göğsümün altına sapladı bıçağı. “Bak bu acıttı.” dedim acıyla inleyerek. “Geber,” dedi geriye doğru yürürken.
Galiba beni öldürmek istemişti. Şuan bunu becerebilirdi. Geriye doğru sendelendim bende. Güneş, “delirdiniz mi siz,” diye bağırdı. “Görüşürüz gülüm. Bir daha karşına çıkacak kadar boka dalmaman niyetiyle,” diyip, Acarla giderken, o psikopatın bana bakıp güldüğünü görebiliyordum. Ama ben yaralandıysam o da yaralanacaktı.
Silahı kafasına nişan aldığımda, Güneş silahı alıp düşmemem için beni tuttu. “Bırak,” dedim. “Deccal olduğun için mi?” Ona baktım bir süre. Sonra tekrar ileri baktığımda, ikiside yoktu. Sikerlerdi. “Gitti, ” diye mırıldandım. Güneş ise korkuyla bana bakıyordu. “Abi çok kan akıyor ama ben hala inanamıyorum. Ağlamam gerek ama ağlayamıyorum. Sen tam bir canavara dönüşmüşsün.” Yüzüne baktım, yutkundum. “Babamın izinden gidiyordun sen en son. Adem Türkmen gibi yiğit, vatanına ihanet etmeyen bir asker olmak istiyordun sen. Ne oldu da değişti? Ne oldu da sen bu bataklığa girdin? Benim abim bu değil.”2
Herkesi bir bir hayal kırıklığına uğratıyordum. “Senin abin bu. Yan tarafta ki otele Andrew Marchi de anlarlar.” Başını iki yana salladı. “Ağır yaralasın ama Çiçekten öğrendiğim kadarıyla bunlar seni öldürmek yerine süründürür. Seni bu halde bırakamam.” Duvara tutunurken, “dediğimi yap yeter,” dedim. “Bana birşey olmaz.” Ben bunu çoktan hak etmiştim.
Başını iki yana salladı, gözleri dolmuştu. Onun bunu yaşamaması gerekiyordu. “Olmaz! Hastane yok mu bu ülkede? Hastaneye gidiyoruz.” Dişlerimi sıktım. “Güneş,” derken, “senin de ölmene izin veremem! Annem gibi ölmeyeceksin duydun mu beni? Bir tek sen kaldın annemden bana abi, bir tek sen. Seni göz göre göre bırakamam burada, ” diye bağırdı. “Bırakacaksın, mecbursun. Yüzümü bile görmeyeceksin, Barut Türkmen adını defterinden sileceksin. Ölürsem mezarıma gelmeyeceksin, bu yüzü unutacaksın.”
Delirmişim gibi bana baktı. “Bunu yapmayacağım.” Fazla kan kaybetmiştim, ölmek artık hiç umrumda değildi. Bir yıl önce yaşamak için bir sebebim vardı, ben şimdi o sebebi de yok etmiştim. “Yapacaksın hatta sana bir sebep vereyim mi? 6 Haziran 2001, Adem Türkmen ve Selma Türkmen’in ölüm tarihi. Selma Türkmen kederinden mi öldü zannediyorsun? Annemi kim öldürdü biliyor musun?” Bana öyle bir baktı ki, bakışlarından ilk defa korktum. O kadar büyük dehşet ve hayal kırıklığıyla baktı ki canım acıdı. “Sus,” dedi yalvarırcasına, susmadım.
“Ben öldürdüm. Ben Selma Türkmen yani öz annemi o istedi diye öldürdüm! Ben yedi yaşımda katil oldum Güneş. Benim ilk öldürdüğüm kişi annem oldu! Ben öz anneme kıydım lan! Annem yaşayabilirdi ben o fişi çekmeseydim, şuan yanında olurdu. Ben belki de Deccal hiç olmazdım. Ama ben,” derken bana sert bir tokat attı. Tokatın hiddetiyle yere devrildim. Duvara sırtımı yasladım yere düşerken.
Gözlerim doldu. “Ben annemi öldürdüm lan,” dedim kendime ilk defa sesli bir şekilde itiraf ederken. “Bu bıçak yaraları mı canımı acıtacak? Ben, beni ben olduğum için seven iki kişinin hayatını bitirdim. Benden o fişi çekmemi istedi, bende çektim. Son cümlesi ne oldu biliyor musun? Teşekkür ederim oğlum. Ben bu kadına kıydım lan. Ben şimdi kendi canımı mı düşüneceğim? O yüzden bir daha karşıma çıkma, kendini benden koru.”
Gözünden bir damla yaş geldi. Uzun zaman sonra itiraf ettiğim şeyle kalan kardeşimi de kaybetmiştim. “Senden nefret ediyorum,” dedi gözünden yaşlar süzülürken. “Keşke annem yerine sen ölseydin.” Arkasına dönüp gittiğinde, “keşke,” dedim sessizce. Ben işlediğim günahların bedelini ödüyordum.
Bu yaşananları ben size uzun bir duygusallıkla anlatamazdım. Çünkü ben zaman algımı kaybetmiştim. Yaşadıklarımın ne olduğunu bile anlam veremiyordum. Hiçbir şey yapmadım kendimi kurtarmak için. Öleceksem de katilim güzel kalsaydı bari.
Deccalin hayatı bir cinayetle başlamıştı, başka bir cinayetle de bitecekti. Olması gereken de buydu.2
Okur Yorumları | Yorum Ekle |