35. Bölüm
Nehir Keser / KARA SEVDA / SON

SON

Nehir Keser
gecemavisiyazarrr

 

Ben seninle herşeye vardım deniz kızı, ölüme bile. Sadece ikimizden biri öleceğine, ikimizde ölelim, birlikte...

 

En acı ölüm neydi? Bıçak mı yoksa silah mıydı en çok acıtan? Yada boğulmak yada yanmak? Benim için en kötüsü yanarak ölmekti. Yanmaktan korkmama rağmen adımı Alev koymuştum. Ben bütün korkularımı kendimde bulmuştum.

 

Ama bazen işler böyle olmuyordu. O ateşin kimin yaktığı insanın canını daha çok yakıyordu. Zaten ölüm değil, Arda Bozok tarafından ölmek beni her zaman korkutmuştu. O şuan bana zarar veremezdi, gebermişti. Artık onu unutmalıydım, içimden bile ismini anmamalıydım. Ama olmuyordu, ben katilimin ismini unutamıyordum.

 

Arda Bozok öldükten sonra onun yerini Devin değil, Barut Türkmen doldurmuştu. Ve ben o gece Arda Bozok’un karnına nasıl sıktıysam, onun da karnından bıçaklayıp kaçmıştım. İkisi de bunu hak etmesine rağmen vicdanımı susturamıyordum. Ve bundan da nefret ediyordum.

 

“O bıçağı kalbine saplamanı beklemiştim,” dedi yine psikopatça olan zevkle. Normalde bu kadar gülen, herşeyi dalgaya alan bir insan değildi. O haplar olmasaydı, yaşamayı bile sevmezdi. O haplar durmadan psikopatça gülmesine ve öyle davranmasını sağlıyordu. Aslında herkesten daha ciddi ve olayların büyüklüğünün farkına varan bir insandı. Ama bu halini daha fazla seviyordu çünkü yaşamayı seviyordu. Ve ben istemeden de olsa onun ölmesini istemiştim.

 

Yüzümün ifadesini görünce, “hadi ama, üzülüyor olamazsın değil mi? O adam çoktan bunu hak etmişti,” dediğinde, “Güneş hak etmemişti,” dedim bastırarak. Onunda yüzü ciddileşti. “Sarı’ya zarar vermedim, hatta hiçte korkmadı. Onunla bir anlaşma yaptım ve o da buna uydu. Normalde zeki kız ama fazla saf.”

 

Aslanlarla oynamaya cüret eden bir kızdı. Bir gün hayvanet bahçesine gitmişti tek başına. Ve sonradan öğrendik ki aslanın kafesine gizlice girmişti. Ama Aslan onu yemek yerine onunla oynamıştı. Akşam olduğunda gidebileceğimiz tek yere gitmiştik onu bulmak için ve orada Aslanla beraber uyuduğunu görmüştük. Korkusu yoktu, hiçbir şeyden. O benden daha güçlüydü, bu da bir gerçekti.

 

“Vanilyalı dondurma yiyelim mi? Canım çekti.” Kaşlarını çattı. “Vanilyalı dondurma mı? Sen dondurma sevmezsin diye biliyordum. Tatlıyla ve çikolatayla aran yoktu. Yoldayken alırız bir tane.” O bana söylettirmeden alırdı. Vanilyalı dondurma’nın kafamı oyaladığını bilirdi.

 

“Yada boşver dondurmayı. Bira alalım sonra gece kulübüne gideriz. Bir gecelik ciddiyetimi korumama gerek olmayabilir. Bugün güzel bir gün.” Bugün boktan bir gün. Kafamın güzelleşmesini istiyordum, düşünmemek için. Sesizce başını olumlu anlamda salladı. Birşeyler düşünüyor olmalıydı. Ne olmuştu yine bu çocuğa? “Gece klübü dedim? Normalde beni zorla götürürdün, şimdi sessizsin. Eğlence diyorum, kafa bulmak diyorum, kızlar diyorum Acar. Tepki versene be adam.”

 

“Ölmüş müdür lan acaba? Gidip kafasına sıksam mı? Şuan ayağa kalkamayacak durumdadır, iki dakkamı alır.” Hala orada kalmıştı. “Boşver,” dedim umursamazca. “Kan kaybından ölür belki, bizi ilgilendirmez. ” Önüme döndüğümde, ön kapıyı açtım arabanın. “İtalya’yı gezelim biraz ne dersin? Güzel bir yere benziyor, içip eğlenelicek yer. Hayat kısa, siktir et.”

 

Şaşkın gözlerle bana baktı. “Sana ne oldu bilmiyorum ama daha iyi olmuşsun Alevcik. Tam benim kafa olmuşsun, bunu sevdim.” Değildim ama öyle olmaya çalışacaktım. Bir şey diyecekken, bir silah sesi patladığında, elim belimde ki silaha gitti. “Eğil,” diye bağırdım. Ona baktığımda, omzundan vurulduğunu gördüm. Silahını çıkarıp etrafa baktı. Geldiğimiz yola baktığımızda ikimizde şaşkındık.

 

“Güneş,” dedim şaşkınlıkla. Silahın namlusuna üfledi. “Selam millet,” diyerek buraya doğru geldi. “Lan manyak,” dedi Acar omzunu tutarken. “Bu, beni zorla uçağa bindirdiğin ve kaçırdığın içindi.” Arabaya yaslandığında, “ulan bir tane akıllınız olsun be,” diye bağırdım. “Senin burada ne işin var?” Gülümsedi tatlı tatlı. Kıyamıyordum da bağırmaya. “Canım sıkıldı geleyim dedim.”

 

“Abin? Öldü mü bari,” diye sordu Acar arkadan. “Bilmiyorum, umrumda değil, ” dediğinde yutkundum. Böyle demesinin tek sebebi olabilirdi, bana anlattığını onada anlatmıştı. Artık yanında bir kişi bile kalmamıştı, yapayalnız idi. Benim arkamı yaslayacak arkadaşlarım vardı ama onun yoktu. Darbelerim onu öldürmezdi, o güçlüydü. Ama her insan günün sonunda kafayı yerdi.

 

Güneş’e annenin katilinin yanına git diyemezdim. Yada onun yerine, o yalnız kalmaktan korkar, yanına git de diyemezdim. Onun şimdi canı acıyordur, doktara götür demek istedim diyemedim. Onun yerine, “bizimle gelemezsin,” dedim. Silaha baktı. “Niye? Acar’ı vurduğum için mi? Hadi ama, bunu çoktan hak etmişti! Tamam, kendi omzuma da vurayım ödeşelim.” Gözlerimi kocamam açtım. “Sakın!”

 

Beni dinlemedi, sağ omzuna nişan aldı ve sıktı. Elinden silahı almaya zamanım bile olmamıştı. Delirmiş gibi ona baktım. İçinde ki deliliği dışarıya vurmaya çalışıyordu. İnledi yüzünü buruşturup. “Güneş! Sen ne yaptığını sanıyorsun?” Elinden silahı alıp ona hesap sordum. Omzu kanıyordu, orya baktığımda benim canım acımıştı. Acar arkadan ona hayran bir şekilde bakarken, “delirmiş,” dedi her zamanki alaylığıyla. “Acıyormuş,” dedi başını olumlu anlamda sallarken. “Tamam, ödeştik işte. Geliyor muyum gelmiyor muyum? Burayı sevdim, burada kalacağım.” Onu da gerçekler değiştirmişti ve ben birşey yapamazdım. Aynısını yaşamış olarak söylüyordum ki, şuan nasılsa hayatı boyunca böyle devam edecekti.

 

Barut Türkmen’den yine nefret ettim. Şuan onun kendisine sıkmasının tek sebebi oydu. Ülkesine dönmek istemiyordu çünkü teyzesinin yüzüne bakacak cesareti bulamayacaktı. Buradan gitmeyeceği belliydi ama başını belaya sokabilirdi. O yüzden gözümün önünde olmalıydı. Onu tanıyordum, neler yapacağını tahmin edebiliyordum. Delircekti, delirmişti ve bu hergün daha çok artacaktı. Hele ki yanında Acar denen psikopat olursa. Güneşte bu potansiyel vardı.

 

“Hastaneye gitmemiz lazım,” dedim ikisinede bakarak. Bir tane akıllı yoktu çevremde. “Pardon da ne diyecek bu sarı? Canım sıkıldı ilk önce beni kaçıran manyağı vurdum ve beni aralarına alsınlar diye kendime mi sıktım diyecek? Bana dese hoşuma gider ama bu aptalların hoşuna gideceklerini sanmıyorum.”

 

Onları dinlemeyerek kıyafetimi çıkardığımda, başını yana çevirdi. Herşeye rağmen böyle olmasını seviyordum. Güneş’in omzuna sıkıca bağladığımda acıyla, “yavaş olsana,” dedi inleyerek. “Onu yapmadan önce düşünecektin. Bir gerçek bu kadar seni değiştirmemeliydi.” Yüzü ciddileşti. “Seni değiştirmedi mi peki? Aynı kişi tarafından hemde? O senin babanı öldürdü, benimde annemi. Sen böyle olmuşken benden bunun hesabını soramazsın. Onun kafasına son kez sıkmalıydım, herşey son bulurdu.”

 

Dişlerimi sıktım. “O herşeye rağmen senin abin Güneş,” dedim bastırarak. “Zaten yaptığı şeyin cezasını yıllarca çekti. Bu hayatta değer verdiği tek kişi sensin ve ondan böyle bahsedemezsin. Sana yıllarca hem baba hemde anne olan adam hakkında böyle konuşmaya da senin hakkın yok. Bizimle gelirsin ama ben olamazsın, olmana izin vermeyeceğim. Hayatın boyunca tek birini öldürmedin, sadece tetiği çekmekle biten birşey olduğunu mu zannediyorsun? O elinde ki kan hergün gözüne çarpar, özellikle öldürdüğün kişi ailenden biriyse o zaman gerçekten delirirsin.”

 

Alt dudağını ısırdı gözleri dolmuşken. “Annemi benden aldı,” dediğinde, “annen zaten ölmek istiyordu ve çocuğunun masumluğuyla bunu sağladı,” dedim. “Bak Barut Türkmen piçin teki olabilir ama dünyanın en iyi abisi oldu sana. En zor anında o vardı, her anında. Anlıyorum annenin ölümüyle tekrar yüzleştin ve canın acıyor ama bunu tek bir kişinin üstüne yükleyemezsin. O yaran kapanana kadar düşün, kapandığında sana tek bir soru soracağım. Şimdi arka koltuğa geç.” Omzumdan iterek, arka koltuğa oturdu sertçe. Kapıyı sertçe kapattığında, derin bir nefes soludum.

 

“Arabayı ben sürerim,” dedim ona bakarak. “Emredersin patron,” dedi gözlerini devirirken. “Emrederim çünkü başka bir boktan anlamıyorsunuz ki,” diyerek sürücü koltuğuna oturdum. Kuvvetle muhtemelen, bu akşam biri ölecekti. Ön koltuğa geçince, “bugün aramızdan biri ölecek büyük ihtimalle,” dediğimde ikisi de sessiz kaldı. “Hikaye sona yaklaştı. Öldüğümüz an, oyun biter. Ve bugün bitecek, ikinizde iyi biliyorsunuz.”

Acar gülümsedi. “O piti piti mi yapacağız? Bana uyar.” Başımı iki yana salladım arabayı çalıştırırken. “Ölecekleri tahmin edebiliyorum.” Telefondan gizlice konum paylaştığımda, sessizce yutkundum. Bugün iki kişi ölecekti, o kişiler seçilmişti. Bugün hesaplaşma günüydü. Herşeyin sonu demekti.

 

“Ölmek sandığımız kadar kolay birşey mi?” Acar başını iki yana salladı. “Ölen kişi sen isen, o kadar da acı çekmeyebilirsin. Ama ölen kişi en sevdiklerinden biri ise, o zaman iki kere ölürsün. En azından benim tabirimde böyle sarı. Yaşamak güzeldir, eğer hayatını güzelleştirebilirsen. Eğer güzelleştiremezsem ve boka sararsa, o zamanda pek yaşıyor sayılmazsın.” Yan bir şekilde oturup, sırtına kapıya yasladı Güneş. Sol ayağı ileri uzatıp, sağ bacağının dirseğini kırdı.

 

İlk defa onu bu kadar düşünceli ve hayattan bıkmış görüyordum. O da Barut Türkmen yüzünden bu hale gelmişti. “En acısız ölüm nedir?” Onun bunu sormaması lazımdı. Hayatı severdi o, her zaman da sevmeliydi. O bana emanetti, onu koruyacaktım. “Kafana sıkmak,” dedi Acar. “O tetiği çektiğin an herşey sonlanır.” Elinde ki silaha baktığında, “yeter bu kadar,” dedim hemen. “Ölmeyeceksiniz, ikinizde. Geberip gidecek kadar korkaksanız kafanıza sıkın, hemen,” dedim silaha odaklanmaması için. Silahı koltuğa koyup, tersçe bana baktığında rahatladım.

 

“Hiçte bir kere! Ben korkak değilim ama ikinizde kedi yavrusunuz. Acar miyavlasana,” dediğinde, kahkaha attım içtenlikle. Acar bunu demiş olamazsın dercesine ona döndüğünde, daha çok güldüm. “Kuklan mıyım ben senin sarı yabani? Acar otur, Acar kalk, Acar miyavla. Sen miyavla, ben niye miyavlıyorum?” Kaşlarını çattı Güneş. “Ama senden çok güzel kedi olur bak. Bir kerecik miyavla lütfen ya. Benden kedi olmaz, hem kedinin babası Kaplandır. Sen kendine kaplan demiyor musun? Bir kere miyavla noğlar!”

 

Acar gözlerini kapattı yalvaran halini görünce. Düz ve sert bir sesle, “miyav,” dediğinde şaşkınlıkla ona döndüm. Bunu kimse için yapmazdı, hemde yanında başkası varken. Hatta diyen kişiye çok kötü şeyler diyebilir, onu dövebilirdi. Güneş güldü sesli bir şekilde ama dalga geçmek için değildi, böyle yapmasına sevindiği içindi. “Demekki o kadar da kötü bir insan değilmişsin. Hala orada ki kalbinde azda olsa güzellik varmış, bu güzel.” Acar gözlerini devirdi. “Şımarma.” O şımartmıştı şuan.

 

“Psikopat manyak. İlk önce vuruyor sonra miyavla diyor.” Yüzünü buruşturdu Güneş. “Bu kadar acıtacağını bilsem vurmazdım. İlk defa vuruldum ve onda da kendimi vurdum. Bence iyi bir başlangıç.” Telefondan mesaj geldiğinde, durdum. Hastaneye bakarak, “inin,” dedim hemen. “Emredersiniz,” dediler ikisi aynı anda.

 

İndiklerinde direksiyona vurup arkama attım kendimi. Saçlarımı karıştırdım derin bir nefes alırken. Telefonu korkarak açtığımda, gördüğüm mesajla gözlerimi kapadım. Korkuyordum, hemde çok. Çünkü bu akşam ya ikimiz yada ikimizden biri ölecekti.

 

Doktoru aradım. Hiçbir şey demesine izin vermeden, “bana iki tane öldürücü zehir hazırla doktor,” dediğimde, “emin misiniz,” diye sordu. Dikiz aynasından kendine baktım. Bu Cansu değildi, Cansuyu değiştirmişlerdi. Cansuyu bu hale getirmişlerdi. Ağzımdan bir cümle, üç kelime çıktı:

 

“Hiç olmadığım kadar.”

 

🥀

Ayağımla şarkıya ayak uydururken, nefessiz kalıyormuş gibi hissediyordum. Her an buraya gelebilirdi ve ben ondan korkuyordum. Ve bu sefer ben bencillik yapmıştım. Öleceğimi bildiğimden, onunla beraber ölmek istemiştim. O zaman karanlıktan korkmama gerek kalmazdı.

 

Ölüm canımı acıtmazdı ki zaten, yalnızlık beni mahvederdi. Acar ve Güneş çok ilerde ciddi manada eğleniyordu. Güneş çoktan kafayı bulmuştu. Ona yaklaşarak, “bu acıymış,” dedi gülerek. “Ama güzelmiş. Sıcak şarap daha güzeldi, onu istiyorum.” Acar hafif bir tebessümle ona bakarken, garsonun götürdüğünü sıcak şarabı alıp, Güneş’e uzattı. “İç bakalım sarı. Sonra korku filmlerinde ki aptal sarışınlar gibi tuvalete gidip, katil tarafından öl. Malum, bugün birileri ölecek. Son gülmemiz.”

 

Güneş inadına güldü. “Ölürsem, o katili öldür,” dediğinde, “zevkle,” dedi Acar. Bugün sondu, bugünden sonra hikayemiz olmayacaktı. Ne Ateş timi ne de biz. Kısa bir hayattı ama çok güzeldi be, herşeye rağmen.

 

Kafam bulanıktı. Herşeye rağmen onu sevmenin acısını çok beter bir şekilde ödüyordum. Oysa ondan hiçbir şey hissetmesem kurtulmam kolay olurdu. Onu yalnız bırakmak hiçbir zaman istememiştim ama şuan o yalnızdı. Ben dahil herkes sırtını çevirmişti ona. Gerçekler... Gerçekler hepimizi mahvetmişti.

 

Ne onu affedebiliyordum ne de ondan vazgeçebiliyordum. Boktanlığın vücut haliydim. Göğsümde ki fotoğrafımı çıkardım ve burukça baktım. İlk defa gülümsemişti Arda Bozok, ilk defa tebessüm etmişti. O günüm çok güzel geçmişti, çocuk aklıyla gizlice gülerken ki fotoğrafını çekmiştim.

 

Fotoğrafa bakıp iç çektim. Baş parmağım gülen yüzünde dolaştı. “Beni azıcık sevseydin ben böyle olmazdım biliyor musun baba? O adama baba demek içimden gelmiyor, sana da demiyordum hiçbir zaman. Ama Orhan Katar’a baba demek istemediğim için demiyorum. Sana hep demek istemiştim ama sen bana baba deme demiştin. O adam yüzünden beni hiç sevmedin değil mi? Özür dilerim, senin kızın olmadığım için. Eğer senin öz kızın olup evi terk etmeseydim, ne sen mezarda olurdun ne de benim bu kadar canım acırdı baba.”

 

Yüzüne bakarken, “özür dilerim,” diyen sesini duyduğumda irkildim. Bu Arda Bozok’un sesiydi. Hemen arkamı döndüm, kimse yoktu. Gözlerimi kapattım, yine deliriyordum. Benden özür dileyişini duymuştum ama o çoktan ölmüştü. “Özür dilerim,” diye mırıldandım bende. “Özür dilerim baba, çok özür dilerim.”

 

Bugün bu iş bitecekti. Gözümden akan yaşı sildim. Hiçbir zaman istediğim kadar güçlü olamamıştım. Jagged’den daha sikik bir hayatım vardı. Onun bir Özgesi, benimde bir Barut Türkmen’im vardı. Tek fark, ikisinin aldatma şeklinin farklı olmasıydı.

 

Güneş’in sesi geliyordu. “Sana bir soru. Unutulan kişi mi olmak daha çok acıtır yoksa vazgeçilen mi?” Acar sustu başta. Bu soru onun için eğlence kuramayacak kadar derin bir soruydu ama Güneş bunun farkında değildi. “Unutulmak,” diye bağırdı Acar. Onlara baktım. Bardağı masaya koydu ve masaya belini yasladı. “Vazgeçilen kişi hiçbir zaman olmadım ama unutulan oldum ve acısı berbat.” Onu bir konuda kıskanıyordum, yaşadıklarını utanmadan dile getirebiliyordu.

 

“Vazgeçilen kişi olmakta bir o kadar unutulmak kadar acıtır. Çünkü en değer verdiğin insan, onu tanımayan bir insanı senin yerine tercih edebilir. Oysa ki onu sen hak etmiştin, o değil.” Konu erkekle alakası yoktu. Ben ise unutulan kişi olmakta kalmıştım. Unutulmak nasıl birşeydi? En değer verdiğin kişinin seni gördüğünde, “kimsin?” diye sorması ne kadar acıtırdı? Bence çok.

 

Başımı iki yana salladım. Shot’lara tek tek kafama diktim. Acı bir tadı vardı. Yamuk adımlar eşliğinde, barber’in yanına gidip, tezgaha yaslandım. “Bana bir viski, lütfen.” Başını olumlu anlamda salladı. “Bugün fazla içtiniz,” dedi hazırlarken. “Sebebi nedir?” Kıvırcık siyah saçlarıyla fazla soru soruyordu. “Ölüm,” dedim gülerken. Tepkisini ölçmeye çalıştım. “Korkutur mu?” Tebessüm ederken başını iki yana salladı. “Asla,” dedi iddialı bir şekilde. Onu birada olsa kıskanmıştım. “Beni korkutur.” Çok hemde.

 

Viskiyi masaya koyarken, bana baktı. Halimi görünce, iyi olmamı istercesine“Scream izlediniz mi,” diye sordu. Güldüm. Ona yaklaşıp, “en sevdiğin korku filmi ne,” diye sorduğumda, “izlemişsiniz,” dedi hoşuna gitmiş gibi. “Billy Loomis’e güvenmiştim,” dedim yüzümü buruştururken. “Katil olması değilde sevdiği kadına ihanet etmesi tam bir piçlikti.” Hafif şaşkınlıkla bana baktı. “Katil olması sizin için önemli değil mi yani? Bence katil olması daha korkutucu.” Yanılıyordu, katil olması sorun değildi. Onun bu halde olmasının tek sebebi ise babasıydı, her çocuğun olduğu gibi. Annesi gittikten sonra bunu yapması bana normal geliyordu.

 

“Değil,” dediğimde, “zevk alması bile mi,” diye sordu. Evet, zevk alması bile. “İnsanın zevkleri farklı olabilir. Onun zevk alacak kadar psikopat olmasının tek sebebi babasıydı. O filmin tek suçlu Billy’in babası!” Alkışladı beni. Daha fazla yaklaştı çaktırmadan. Viskiden bir yudum alırken, yüzüne baktım.

 

Kulağıma yaklaştı. “Bana da zevk veriyor. Sana da değil mi Cansu Katar?” Gülen yüzüm dondu. “Sen,” derken kolumdan tutup beni kendisine daha fazla yaklaştırdı. “Seni ihbar edenin yüzünü görmek nasıl hissettiriyor? Büyük hayrananımdır, acılı gülüşlerine hemde.” Dehşetle ona baktım. Karnımda baktığımda, bıçak tuttuğunu gördüm. Dişlerimi sıktım.

 

“Seni tanımıyorum bile,” dedim başımı kaldırıp ona bakarken. Benden baya uzundu, başımı kaldırmam gerekiyordu ona bakarken. “Beni en iyi sen tanıyorsun.” Bu da ne demekti şimdi? Onu tanımıyordum, buna yemin bile edebilirdim. Beyaz tenli, siyah kıvırcık saçları vardı. Keskin yüz haltları ve V çenesi vardı. Burnunun ucunda yara vardı, daha önceden kırılmış olmalıydı. Simsiyah gözleri, katilmiş gibi bakıyordu.

 

Bileğini tutmak için elimi uzattığımda elimi tuttu. Alt dudağını büzüp sarkıttı. “Yerinde olsam bunu denemezdim. Club’ın her yerinde bomba düzeneği varken ve içinde değer verdiğin iki insan varken, katile karşı gelecek kadar aptal değilim çünkü. ” Gözlerimden korku geçti, hayır idi. Başımı iki yana salladım. Güldü yüzüme bakarken. İşaret parmağını çeneme koyup, kaldırdı. “Korkuyor musun? Alev olmuşken ölmekten mi hemde? Scream’ı sevdiğini sanmıştım.”

 

“Seni aptal herif, ne kadar korku filmi izledin sen? Seni tanımıyorum ve beni ihbar ettiğini söylüyorsun! Eğer bunu yaptıysan, neden? İtalya da mı kendini göstermek için mi? Aptal pislik herif! Cehennemin dibine git!” Ona hakaret etmem hoşuna gidiyor gibiydi. Herkes ön kısımda dans ediyordu, bizi gören kimse yoktu. Hepsi ölmek üzereydiler, buradan çıkmalılardı.

 

Yerinden çıkıp, tam arkamda durdu. Bileğimi kıvırıp, belime kilitlediğinde boğazıma bıçağı dayadı. Nefesini ensemde hissedebiliyordum. “Maalesef, o karanlığına tek başına gideceksin. Şimdi tuvalete doğru sessizce yürü, cevaplarını öğreneceksin.” Dediğini yapmak zorunda kaldım. Yavaş adımlar atarken, “ben karanlığa tek gitmem, yanımda birini de götürürüm yabancı,” dedim bileğimi kurtarmaya çalışırken. “Ben yabancı değilim.” Herkes bir yabancıydı oysa ki.

 

Kimdi bu adam? Bugün belki de hepimiz ölecektik. “Evet, bugün son deniz kızı,” dediğinde yutkundum. Deniz kızı demişti bana. “Ne,” diye mırıldanırken aptallık ettiğimi fark ettim. “Maskeliyi seviyor muydun?” Gözlerim kocaman açıldı. “O Barut Türkmen,” dediğimde güldüğünü işittim. “Ben o adam gibi yalancı değil deniz kızım. Sırf başkasını unutman için kendimi başkasının yerinde göstermem. Ben sana hep doğruları söyledim, her zaman.” Gözlerim doldu. Tırnaklarımı avcuma geçirdim.

 

“Sende yalan söylüyorsun.” Tuvalete girdiğimizde, beni serbest bırakıp hafifçe ileri itti. Kapıyı kitleyip, anahtarı çöp kutusuna attı. “Ben hiçbir zaman yalan söylemem deniz kızı. Hatta bir maskelinin hitap şeklini de çalmam. Deniz kızı, o diyince hoşuna gidiyordur.” Dişlerimi sıktım. Geriye doğru adımlar, attım ona doğru dönerken. “Yalan söylüyorsun, filmde de yalanlar söylerlerdi katiller. Michael yalan söylemişti! Sende onu kopyalıyorsun, yalan söylüyorsun! Beni kandırıp yanlış kararlar vermemi istiyorsun ama bunu yapmayacağım.”

 

Alt dudağını ısırdı. “Neden?” Neden di? Sessiz kaldım, birşey diyemedim. “Çünkü sen hala Cansusun, yirmi iki yaşında bıraktığım gibisin. Eline diplomanı aldığın gün ki gibisin.” Başımı iki yana salladım. “Yalan.” Bu yalan olsundu. Maskeliyi o zannetmeme rağmen nefret edememiştim, o kalsındı. Bu adam kafamı karıştırırdı, bugün acısız geçecekti. Hassiktir bugün olmazdı! Aklıma gelen şeyle küfrettim.

 

Barut Türkmen korku filmlerini aptalca bulurdu ama maskeli her zaman onları izlerdi... “Gerçeklerden nefret ediyorsun değil mi? Şuan korkuyorsun çünkü bana inanmaya başladın. Korkuyorsun çünkü ikimizde bu club’un içindeyken burayı patlatacağımı biliyorsun. Ölmek seni bu kadar korkutuyor muydu deniz kızı.” Gözümden bir damla yaş gelirken, “bana deniz kızı demeyi kes,” diye bağırdım. “Ben deniz kızı değilim! İstemiyorum, birşey duymak istemiyorum! Sus!”

 

Gerçekler her zaman acıydı. Seni bir saniye önce gülerken, bir saniye sonra öldürtebilirdi bile. Yada tam tersi. Bana hiçbir zaman iyiyi getirmemişti. Acılar her zaman gerçeklerden gelirdi. “Duymak zorundasın,” dediğinde, “değilim,” diye bağırdım tekrar. “Yalan söylüyorsun, herkes gibi. Maskeli Barut Türkmen, Deccal olduğu gibi. Sen şuan yalan söylüyorsun. Maskeli böyle yapmaz.” Maskeli bana zarar vermezdi ama hep doğruları söylerdi. O sikik doğrular daha çok acıtırdı.

 

Elinde ki kırmıza tuşa baktım. Düzenekli bombaydı, ona bastığı an hepimiz ölürdük. “Maskelisin öyle mi? On sekiz yaşımda neremden vuruldum?” Bunu bir tek maskeli biliyordu. “Sağ ayağından, topuk kısmından. Kaçarkene vuruldun. Bir ara sokakta, bira içiyordun. Sonra yanına geldim.” Hassiktir, bunu bilemezdi. “Kim vurdu beni peki?” Sorularımı boş buluyormuş gibi bakıyordu. “Arda Bozok. İstediğin kadar soru sor deniz kızı, hepsini cevaplarım. Sence şuan odaklanman gereken kısım burası mı? Bence başka sorular sormalısın.”

 

“Niye gittin?” Yaklaşıp tam önümde durdu. Banyo lavobosu ile onun arasında sıkışmıştım. “Bana ihtiyacın kalmamıştı.” Kaşlarımı çattım. “O zaman niye tekrardan geldin?” Bakışları maskeli gibi bakıyordu ve ben ona inanmaya başlamıştım. “Çünkü bana tekrardan ihtiyacın var.” Hassiktirdi ama doğruydu.

 

“Ölmek için mi?” Başını olumlu anlamda salladı. “Ölmek için.” Yutkundum. “Güneş olmaz, Acarda.” Gülümsedi alayla. “Çok mu bağlandın onlara? Kimseyi kendinden daha çok önemseme demiştim sana, her zaman. Biraz beni dinleseydin bu halde olmazdın, aptal kız.” Ben aptal değildim! “Adın ne?” Başını sola yatırdı. “Alaz ama bana maskeli demeni tercih ederim. O daha güzel.” Kesinlikle.

 

“Sen gerçekten maskelisin,” diye mırıldandım. Hareketleri onun gibiydi, her haraketi. Konuşmak tarzı da onundu ama Barut Türkmen hiçbir zaman maskeli gibi davranmıyordu. “Sonunda kabul ettin he? Aptal kız, sana yalan söylemekle zaman kaybetmem. Ama bu düğmeyi basıp bütün zamanları durdurabilirim ve bunu yapacağım.” Dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

“Pisliğin tekisin! İlk önce kendini bağlayıp, sonra siktirip gittin! Şimdi tekrardan karşıms gelip herşeyi daha boka batırdın. Sakın gözlerini devirme, o gözlerini bu sefer gerçekten oyarım.” Her ona ikaz ettiğimde gözlerini devirirdi sinir olduğumu bile bile. “Bence şuan bana sarılmak istiyorsun ve Barut Türkmen’i öldürmek istiyorsun değil mi? O aptal sana takıntılı bir psikopat, bunu ne zaman anlayacaksın? Yıllardır bunu anlayamadın. Hem ben seni hiçbir zaman terk etmedim, her zaman yanındaydım, beni görmesen bile. Ama o piç değildi bile. Aptal kız, nesine aşık oldun o adamın anlamıyorum.”

 

“Sana sarılmayacağım çünkü benimle dalga geçeceksin.” Güldü. “Kesinlikle evet.” Gerzek adam. Silah sesi patlayınca, irkildim. “Ow,” dedi arkasına bakarken. “Barut Türkmen sahalara giriş yapmış desene. Telefonunu ver.” Ne yapacaktı? Neden herşey bir anda gelişiyordu. Telefonu vermeyince oflayarak cebimden aldı. “Bir işte de zorluk çıkarmasan?” Telefonu almaya çalışınca, bıçağı yüzüme doğru tuttu. “Sakın, oyunbozanlık yok. Bugün herşey bitecek çünkü oyun fazla uzadı. Oyun uzadıysa, kısaltmamız gerekir.” Başımı iki yana salladım.

 

Güneş vardı, Acar vardı. Onlara zarar gelmezdi. “Bugün üç kişi ölecek,” dediğinde, kaşlarımı çattım. Mesaj gönderme sesinden sonra telefonu arkasına umursamazca attı. “Ne yaptığını sanıyorsun sen? Ben Cansu değilim, Alevim!” Aptal cümleler kuruyordum, beni en iyi o tanıyordu. “Sen hala Cansusun. Gözlerin boş baksaydı eğer, işte o zaman Alev olurdun. Ama gözlerin hala anlamlı bakıyor, Alev olsaydın daha az acı çekerdin. Sidney gibisin.”

 

“Durmadan yaşadığım için mi?” Bakışlarından bunun için dediği belliydi. O da ölmüyordu, bende. İkimizde Azrail’e kafa tutmuş gibiydik. “Ölmemi sen istemedin. Eğer maskeli katil sen isen, niye benim yaşamam için çalıştın?” İki adım daha yaklaştığında aramızda hiç mesafe kalmadı. Başımı dik tuttum, korkmadığımı ona göstermeye çalıştım. “Herkesin yaşaması istediği bir zaafı vardır deniz kızı, benimkisi sensin.”

 

“Neden?” Sustu, birşey demedi. Bir silah sesi ve bağırarak küfreden Barut Türkmen’in sesini duydum. Tırnaklarımı avcuma daha çok geçirdim. Öyle ki bir ıslaklık hissettim, umursamadım. Çöp kutusunu bilerek devirdiğinde, sessizlik oluştu. Onu buraya çekmeye çalışıyordu. “Ona birşey yapma,” dedim içimden kendime küfrederek. “Öldürmek hariç hiçbir şey yapmayabilirim.” Hayır, olmazdı.

 

Kanımda ki kan dolaşımının hızı artıyordu. Onu durdurmam gerekti. Sakin bir şekilde ölmek istemiştim. Arka cebine koyduğu kırmızı düğmeye, bir ona baktım. Bana arkasını bilerek dönmüyordu. Aklım çalışmıyordu, beynim susmuş gibiydi. O sırada aklımdan tek birşey geçti. Belki de hiç geçmemesi gereken saçma birşeydi ama denemekten başka çarem yoktu. Güneş club’un içindeyken bunu yapamazdı.

 

Ona doğru yaklaşıp, yakasından çekip dudağına yapıştım. Bunu beklemiyor gibiydi. Gözlerimi kapattığımda, o da kapattı. Onu oyalamak için onu öpmeye başladım ama o hiçbir şey yapmadı, durdu. Durmaması gerekiyordu. Elimi fark ettirmeden düğmeye uzatırken, kolumu tuttu. Kafasını geri çekti.

 

Hassiktir, ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı. “Kural 5’e uydun, aferin. Kural 5, kendini kurtarmak için elinden gelinin fazlasını yap, manipüle et. Güzel ilerledin deniz kızı ama unuttuğun tek birşey var. Çırak ustasını hiçbir zaman geçemez.” Çırak ustasını geçecekti. “Arkadaşların burada yok, onlar ölmeyecekler.” O yalan söylemezdi. “Güzel fikirdi ama bana işlemez. Betimleme yok, yazılar yok, hayat yok. Şimdi üçten geriye say.”

 

Dediğini yaptım. Duvarlar üstüme üstüme geliyordu, neler yaşayacağımı bilmiyordum. “3,” diye mırıldandım. Arkada ki düğmeyi çıkardı. “2,” derken gözlerimi kapattım. Dünya duracaktı, hiç açılmayacak şekilde. Tuvaletin kapısına vurulma sesini duydum. “Cansu sakın!” Barut Türkmen’in sesiydi. Git buradan diyemedim. “Ölemezsin lan duydun mu beni! Yaşayacaksın sen!” Yaşamak neydi? Ben zaten şuan da yaşamıyordum ki.

 

Kapı açıldığında, son kez ona baktım. Dudaklarımı oynatarak özür dilerim diye mırıldandım. Başını iki yana salladı, bakışlarında ki anlamı görüyordum. Ona nasıl baktıysam öyle bakıyordu, hayal kırıklığı ile.

 

Son kez ona baktım. Alt dudağımı dişledim. O ise durdu, birşey yapmadı. Sona geldiğimizin farkına varmış olmalıydı. “Her güzel şeyin sonu vardır demiştim sana Barut Türkmen.” Yapma dedi bu sefer içinden, duydum ben onu. Ölmek bu kadar acıtıyor muydu?

 

Gözlerimi kapatmadım, kırpmadım bile. Barut Türkmen’in gözlerine bakarak, “bir,” dedim. İşte o an herşeyin sonuna geldik. Maskelinin baş parmağını kırmızı düğmeye bastırmasıyla, bütün dünya durmuştu. Sesler yoktu, acılar son bulmuştu.

 

Ne ben kalmıştım, ne o. Barut Türkmen ile sonsuz bir karanlığa gömülmüştük. Oysa yaşanacak çok şey varken, yaşayamamıştık.

 

Hiçbir şeyi zamana bırakmayın bu yüzden. Bir bakmışsınız, size verilen zaman dolmuş...

 

🥀

 

On yıl sonra Güneş

Çiçek mezarlığına baktım, burukça gülümsedim. Kerem’e baktım, onunda yüzünde buruk bir gülümseme vardı. “Aylar oldu, özlemiş olmalılar bizi,” dedi yüzüme bakarken. Başımı olumlu anlamda salladım. “Çok, bende onları özledim abi.”

 

Arkamdan, çocukların seslerine duyunca onlara döndüm. “Teyze,” diye bağırarak bana koşuyorlardı. Bacaklarıma sarılınca güldüm. “Cansu, baban varken süslü teyzene mi sarılıyorsun lan,” dedi Kerem hayal kırıklığıyla. Cansu gülerek ona doğru koştu. Beş yaşındaydı ama akıllı kızdı. “Babamı daha çok seviyorum ama,” derken, Kerem onu kucağına aldı ve yanağından kocaman öptü.

 

“Bende seni bebek.” İlk defa adını aldığı kişinin mezarını görecekti. Arkadan Çiçeğin sesini duydum. “Barut’umu dışlama,” dedi yalandan kızarak Çiçek. Altı yıldır evlilerdi. Kerem onunla düzelmişti. İlk önce alkolü, sonra sigarayı bırakmıştı. Geceleri ilaçsız uyuyabiliyor, kabus görmüyordu. Hayatını ailesine adamıştı, sırf onları yalnız bırakmamak için işinden ayrılmış ve bir şirkette çalışmaya başlamıştı.

 

Birilerimizi aşk öldürmüşken, onu aşk kurtarmıştı.

 

“Adında meymelet yok ki kokarcanın be lavanta.” Adını o koymuştu. Daha dört yaşındaydı ve ablasına saygılı bir çocuktu. Onun ağlamasına kıyamıyordu. Ona tek birşeyi öğretmiştim, ne olursa olsun yalan söylememeliyi. Barut babasına tersçe baktı. “Seninkinden daha havalı bir kere!” Güldüm, aynı amcasıydı.

 

Kerem kaşlarını çattı. “Havalı mı? Peh! Benimki seninkinden daha güzel. Değil mi Cansum? Kardeşin yanılıyor değil mi?” Cansu Barut’a baktı, göz kırptı. “Bence Barut’un ki daha iyi,” dediğinde Çiçek kıkırdadı. “Aldın mı cevabını beyefendi?” Kerem hayal kırıklığına uğramış gibi yandan Cansuya baktı. “Neden bazı şeyler hiç değişmiyor?” Kahkaham tebessüme dönüştü. Hiçbir zaman değişmiyordu.

 

“Teyze, burası neresi?” İçeriye baktım. “Halanızın ve eniştenizin mezarı burası.” Kerem enişte dememe bu sefer hiçbir şey demedi. Biliyordum ki gözlerinin dolmasını zorla engelliyordu. “Halam mı? Neden oradalar peki teyze,” diye sordu bu sefer Cansu. Gözlerim doldu. “Oraya gittiğimde anlatmamı ister misin?” Başını hemen olumlu anlamda salladı. Yerdim ben bunu.

 

Çiçek Barut’u kucağına aldı yandan. “Size bir masal anlatayım mı?” Cansu ve Barut içeri girerken, heyecanla annelerine döndüler. “Anlat anne!” Çiçek ikisine baktı. “İyi dinleyin o zaman. Çünkü bu masal en güzel masallardan. Sonu hiçbir masala benzemez.” Gözlerim doldu. Bu masalın sonu mutsuz bitmişti.

 

Pür dikkat Çiçeği dinlemeye başladılar. “Bir varmış bir yokmuş, evrenin birinde çok güzel bir deniz kızı varmış. Ama bu deniz kızı mutsuzmuş, hayat onu mutsuz olmaya itmiş. Tek başına, denizde yüzüyormuş. Sonra bir adam gelmiş, deniz kızının kalbine girmiş. Deniz kızı ona inanmış, onun söylediklerini gerçek sanıp mutlu olmaya başlamış. Ama adam onu o kadar çok seviyormuş ki, o mutlu olsun diye yalan söylüyormuş.” Mezarın önüne gelmiştik. Gözümden bir damla yaş gelmişken, Kerem gözlerinin dolmasını engelleyemedi.

 

“Bir insan neden sevdiği kadına yalan söyler ki anne?” Barut Türkmen’in mezarının taşına oturdum. İkisinin mezarı birleşikti. “Sana öyle dediğim için özür dilerim abi,” dedim toprağına dokunurken. Ona o lafları ettiğim için kendimi hiçbir zaman affetmeyecektim.

 

“Bazen insanlar zorunda kalır Barut. O kadar zor durumda kalır ki, deniz kızı gözleri önünde daha fazla ölmesin diye onu yalanlarla ayakta tutmaya çalışır. Ama bir gün yalanları ortaya çıkar ve deniz kızı kederinden ölür. Adam ise onun ölümüne dayanamaz ve onun denizinde boğulur. Bu masalın sonu mutsuzdur anneciğim, bazen öyle olması gerekir. Onlar mutlu olamadılar ama ölürken bile beraber oldular.”

 

Mezarlarını yazılarına bakarak suladım. İkisi en çok mutlu sonu hak etmişlerdi ama olamamışlardı. İksinin de mezarında tek bir cümle yazıyordu:

 

Belki başka bir evrende...

 

~SON~

 

 

 

 

Bölüm : 16.02.2025 00:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...