
7. Bölüm: Kırılma Noktası
Gökçe, sahildeki bankta oturduğu o gece bir karar vermişti. Eflan’a geri dönmeyecekti. Kendisine sürekli aynı acıyı yaşatan bir döngünün içinde kaybolmaktan yorulmuştu. Ama bu karar, söylemesi kadar kolay olmamıştı. İçinde hâlâ bir parça umut vardı; belki de Eflan, onun gerçek aşkıydı. Belki de o bir şans daha vermesi gereken kişi.
Eve döndüğünde odasındaki aynaya bakarak uzun süre kendisini izledi. Gözlerinin altında beliren koyu halkalar, tükenmişliğinin dışa vurumuydu. Aynadaki yansıması ona yabancıydı. “Ne hale geldim ben?” diye mırıldandı. Eskiden güçlü, kendine güvenen bir kadındı. Şimdi ise hayatını bir erkeğin etrafında döndürmeye başlamıştı, ve bu erkeğin onu sevip sevmediği bile belli değildi.
Yatağına uzanırken gözlerinden yaşlar süzüldü. Bu kez acısı sadece Eflan’dan kaynaklanmıyordu, kendi kendini nasıl bu hale getirdiğini anlamanın verdiği bir acıydı bu. Eflan onun için her şeydi, ama o, Eflan için hiçbir zaman öyle olmamıştı. Eflan’ın sevgisi belirsizdi, soğuktu ve bu belirsizlik Gökçe’yi daha da derine çekiyordu.
Gökçe’nin zihninde yankılanan bir ses vardı: “Kendin için ne zaman yaşayacaksın? Ne zaman kendi hayatını geri alacaksın?”
Ertesi sabah, Gökçe bir karar aldı. Kendini bu yalnızlık ve acının içine daha fazla kapatmayacaktı. Uzun zamandır görüşmediği arkadaşı Yağmur’u aradı ve onunla buluşmak istediğini söyledi. Yağmur, Gökçe’nin zor bir dönemden geçtiğini biliyordu ama Gökçe, onunla detayları hiç paylaşmamıştı.
Bir kafede buluştuklarında, Yağmur her zamanki neşesiyle karşıladı onu. Ama Gökçe’nin yüzündeki derin hüznü fark ettiğinde ciddileşti.
Yağmur: “Gökçe, uzun zamandır seni böyle görmemiştim. Ne oldu? Eflan’la bir şey mi yaşandı yine?”
Gökçe, derin bir nefes aldı. “Eflan’la sürekli bir döngünün içindeyim. Onun peşinden koştukça daha da tükeniyorum. Onunla olmak istiyorum ama aynı zamanda onun bana asla tam anlamıyla bağlanmadığını da biliyorum. Artık ne yapacağımı bilmiyorum.”
Yağmur, Gökçe’nin elini tuttu. “Gökçe, sana daha önce de söyledim. Eflan, seni mutlu etmek için bir şey yapmıyor. O senin hayatında hep bir gölge gibi, ne tam var ne de tam yok. Onun peşinden koşarken kendini kaybediyorsun. Ama sen kendi başına da güçlüsün, bunu unutma.”
Gökçe’nin gözleri doldu. Yağmur’un sözleri onu derinden etkiliyordu, ama bu sözleri kabul etmekte zorlanıyordu. “Biliyorum, ama ondan kopamıyorum. Sanki bir parçam eksik kalacakmış gibi hissediyorum. Eflan olmadan nasıl devam edeceğimi bilmiyorum.”
Yağmur, sabırla dinledi. “Gökçe, eksik değilsin. Senin tamamlanmaya ihtiyacın yok. Sadece bunu fark etmen gerekiyor. Eflan’ı sevdiğini biliyorum, ama sevgi her zaman yeterli değildir. Kendini bu acıya daha fazla sürüklemenin bir anlamı yok.”
Yağmur’un sözleri Gökçe’nin zihninde yankılanıyordu. Eflan, Gökçe’nin hayatındaki en büyük karmaşa olmuştu. Ama belki de bu karmaşayı çözmenin tek yolu, ondan tamamen vazgeçmekti. Ancak bu düşünce, Gökçe için dayanılmazdı. Onu hayatından çıkarmak, bir daha asla Eflan’ın sıcaklığını hissetmemek demekti. Ama aynı zamanda, bu acının da sonu olabilirdi.
Eve döndüğünde, Eflan’dan gelen mesajı gördü. “Bugün buluşalım mı?” mesajı, kalbine bir bıçak gibi saplandı. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Onu görmek istiyordu, ama bir yandan da bu döngüye bir son vermek istiyordu. Telefonu elinde sıkıca tuttu, parmakları titredi.
Bir süre düşündükten sonra, derin bir nefes aldı ve mesajı silerek telefonunu kapattı. O an, Gökçe için bir dönüm noktasıydı. Eflan’ın gölgesinde yaşamaktan vazgeçmesi gerektiğini anladı. Kendi yolunu bulmak, kendi hayatını yeniden inşa etmek için bir adım atmalıydı.
Ertesi hafta, Gökçe tekrar psikiyatristine gitti. Bu kez daha kararlı görünüyordu. Gözlerinde bir ışık vardı, ama bu ışık hem acıyı hem de yeni bir başlangıcın umutlarını taşıyordu.
Psikiyatrist: “Gökçe, geçen hafta senden haber almadım. Neler oldu?”
Gökçe, hafifçe gülümsedi. “Eflan
Gökçe: “Eflan’dan bir mesaj geldi ama ona cevap vermedim. Bu sefer gerçekten devam etmeye karar verdim. Onu hayatımdan çıkarmak zorundayım, biliyorum. Aksi takdirde hep aynı döngünün içinde kalacağım.”
Psikiyatrist, Gökçe’ye dikkatle baktı. “Bu büyük bir adım, Gökçe. Eflan’ı hayatından çıkarmak, senin için bir özgürlük olabilir. Ama bu özgürlüğü nasıl kullanacağın, bu kararı aldıktan sonra ne yapacağın daha da önemli. Peki, bu boşluğu nasıl doldurmayı planlıyorsun?”
Gökçe bir an durakladı. Boşluk. Eflan’ı hayatından çıkardığında geriye büyük bir boşluk kalacağını biliyordu. Onunla birlikte geçirdiği zamanlar, umutları, hayal kırıklıkları… Hepsi bir boşluğa dönüşecekti. Ama bu boşluğu doldurmak için kendine dönmesi gerektiğini de fark ediyordu.
Gökçe: “Kendimi bulmaya çalışacağım. Bunu nasıl yapacağımı tam olarak bilmiyorum, ama belki de önce kendime bir şans vermeliyim. Kendi hayatıma, hayallerime, ihtiyaçlarıma.”
Psikiyatrist, hafifçe başını salladı. “Bu başlangıç için mükemmel bir adım. Kendine zaman tanı. Kendi değerini anlamaya başladıkça, başkalarından gelecek sevgiyi beklemenin seni nasıl etkilediğini de daha iyi göreceksin. Şimdi kendine odaklanma zamanı.”
Gökçe, derin bir nefes aldı. Bu sefer gerçekten değişmeye kararlıydı. Eflan’dan uzak durmanın zorluğunu biliyordu ama içindeki gücün farkına varmaya başlamıştı. Kendi hayatını yeniden inşa etmek için bir fırsatı vardı. Ve bu fırsatı değerlendirmek istiyordu.
Gökçe, psikiyatristten çıktıktan sonra bir parkta yürümeye başladı. Ağaçların arasından süzülen güneş ışıkları yüzüne vuruyor, hafif bir rüzgar saçlarını savuruyordu. Bu yürüyüş, onun için yeni bir başlangıcın simgesi gibiydi. Yavaş adımlarla, ama kararlı bir şekilde ilerliyordu.
Eflan’ı düşünmemek zordu. Onunla geçirdiği zamanlar zihnine üşüşüyor, kalbini sıkıştırıyordu. Ama bu kez, Gökçe bu düşünceleri kontrol etmeye çalıştı. Her aklına gelişinde, kendine dönüp soruyordu: “Bu düşünceler bana ne katıyor? Bu anılar bana ne öğretiyor?”
Bir an durup banklardan birine oturdu. Yanında kimse yoktu. Yalnızlık, ilk başta onu korkutmuştu ama şimdi bu yalnızlık bir özgürlük hissine dönüşüyordu. Kendi düşüncelerine ve hislerine tamamen odaklanabildiği, kendini dinleyebildiği bir zaman dilimiydi.
Gökçe’nin iç sesi ona fısıldıyordu: “Artık Eflan’ın gölgesinde yaşamıyorsun. Bu yol senin yolun. Şimdi kendi gökyüzünü bulma zamanı.”
Eve döndüğünde, eski fotoğraflara bakarken Eflan’la olan anılarıyla yüzleşti. Bir zamanlar ona mutluluk veren her anı, şimdi bir yük gibi hissettiriyordu. Fotoğraflardan biri özellikle dikkatini çekti: Sahilde, el ele yürüdükleri bir fotoğraf. Gözlerinde o zamanın masum mutluluğu vardı. O fotoğrafa uzun süre baktı.
Sonra hafifçe gülümseyerek kendi kendine konuştu. “Bu ben değilim artık. O zamanki Gökçe, Eflan’ı her şey sanıyordu. Ama artık biliyorum ki, bu ilişki sadece beni aşağıya çekiyordu.”
Bir an için fotoğrafı elinden bıraktı, sonra onu bir kutuya koydu. Geçmişiyle tamamen yüzleşmenin zamanı gelmişti. Her ne kadar acı verici olsa da, bu yüzleşme Gökçe’nin kendini yeniden inşa etmesi için bir adımdı.
Birkaç gün sonra, Gökçe yeni bir hobi edinmeye karar verdi. Yıllardır yapmayı düşündüğü bir şey vardı: Resim yapma. Eline hiç fırça almamıştı ama içindeki yaratıcı tarafı keşfetmenin vakti gelmişti. Kendini ifade etmenin bir yolunu bulmaya çalışıyordu ve resim yapmak ona bu fırsatı veriyordu.
İlk başta tuvali önüne aldığında, ne çizeceğini bilemedi. Ama sonra derin bir nefes aldı ve içinden gelen duyguları dışa vurmaya başladı. Fırça tuvalde dans ederken, içindeki karmaşa, korkular ve umutlar bir resme dönüşüyordu.
Gökçe için bu bir metafordu: Kendi hayatını yeniden boyamak, kendi dünyasını yaratmak. Eflan’ın gölgesinden kurtulmak demek, sadece geçmişi geride bırakmak değil, aynı zamanda geleceğe yeni bir sayfa açmak anlamına geliyordu.
8.Bölüm: Kırılma Noktası
Gökçe, sahildeki bankta oturduğu o gece bir karar vermişti. Eflan’a geri dönmeyecekti. Kendisine sürekli aynı acıyı yaşatan bir döngünün içinde kaybolmaktan yorulmuştu. Ama bu karar, söylemesi kadar kolay olmamıştı. İçinde hâlâ bir parça umut vardı; belki de Eflan, onun gerçek aşkıydı. Belki de o bir şans daha vermesi gereken kişi.
Eve döndüğünde odasındaki aynaya bakarak uzun süre kendisini izledi. Gözlerinin altında beliren koyu halkalar, tükenmişliğinin dışa vurumuydu. Aynadaki yansıması ona yabancıydı. “Ne hale geldim ben?” diye mırıldandı. Eskiden güçlü, kendine güvenen bir kadındı. Şimdi ise hayatını bir erkeğin etrafında döndürmeye başlamıştı, ve bu erkeğin onu sevip sevmediği bile belli değildi.
Yatağına uzanırken gözlerinden yaşlar süzüldü. Bu kez acısı sadece Eflan’dan kaynaklanmıyordu, kendi kendini nasıl bu hale getirdiğini anlamanın verdiği bir acıydı bu. Eflan onun için her şeydi, ama o, Eflan için hiçbir zaman öyle olmamıştı. Eflan’ın sevgisi belirsizdi, soğuktu ve bu belirsizlik Gökçe’yi daha da derine çekiyordu.
Gökçe’nin zihninde yankılanan bir ses vardı: “Kendin için ne zaman yaşayacaksın? Ne zaman kendi hayatını geri alacaksın?”
Ertesi sabah, Gökçe bir karar aldı. Kendini bu yalnızlık ve acının içine daha fazla kapatmayacaktı. Uzun zamandır görüşmediği arkadaşı Yağmur’u aradı ve onunla buluşmak istediğini söyledi. Yağmur, Gökçe’nin zor bir dönemden geçtiğini biliyordu ama Gökçe, onunla detayları hiç paylaşmamıştı.
Bir kafede buluştuklarında, Yağmur her zamanki neşesiyle karşıladı onu. Ama Gökçe’nin yüzündeki derin hüznü fark ettiğinde ciddileşti.
Yağmur: “Gökçe, uzun zamandır seni böyle görmemiştim. Ne oldu? Eflan’la bir şey mi yaşandı yine?”
Gökçe, derin bir nefes aldı. “Eflan’la sürekli bir döngünün içindeyim. Onun peşinden koştukça daha da tükeniyorum. Onunla olmak istiyorum ama aynı zamanda onun bana asla tam anlamıyla bağlanmadığını da biliyorum. Artık ne yapacağımı bilmiyorum.”
Yağmur, Gökçe’nin elini tuttu. “Gökçe, sana daha önce de söyledim. Eflan, seni mutlu etmek için bir şey yapmıyor. O senin hayatında hep bir gölge gibi, ne tam var ne de tam yok. Onun peşinden koşarken kendini kaybediyorsun. Ama sen kendi başına da güçlüsün, bunu unutma.”
Gökçe’nin gözleri doldu. Yağmur’un sözleri onu derinden etkiliyordu, ama bu sözleri kabul etmekte zorlanıyordu. “Biliyorum, ama ondan kopamıyorum. Sanki bir parçam eksik kalacakmış gibi hissediyorum. Eflan olmadan nasıl devam edeceğimi bilmiyorum.”
Yağmur, sabırla dinledi. “Gökçe, eksik değilsin. Senin tamamlanmaya ihtiyacın yok. Sadece bunu fark etmen gerekiyor. Eflan’ı sevdiğini biliyorum, ama sevgi her zaman yeterli değildir. Kendini bu acıya daha fazla sürüklemenin bir anlamı yok.”
Yağmur’un sözleri Gökçe’nin zihninde yankılanıyordu. Eflan, Gökçe’nin hayatındaki en büyük karmaşa olmuştu. Ama belki de bu karmaşayı çözmenin tek yolu, ondan tamamen vazgeçmekti. Ancak bu düşünce, Gökçe için dayanılmazdı. Onu hayatından çıkarmak, bir daha asla Eflan’ın sıcaklığını hissetmemek demekti. Ama aynı zamanda, bu acının da sonu olabilirdi.
Eve döndüğünde, Eflan’dan gelen mesajı gördü. “Bugün buluşalım mı?” mesajı, kalbine bir bıçak gibi saplandı. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Onu görmek istiyordu, ama bir yandan da bu döngüye bir son vermek istiyordu. Telefonu elinde sıkıca tuttu, parmakları titredi.
Bir süre düşündükten sonra, derin bir nefes aldı ve mesajı silerek telefonunu kapattı. O an, Gökçe için bir dönüm noktasıydı. Eflan’ın gölgesinde yaşamaktan vazgeçmesi gerektiğini anladı. Kendi yolunu bulmak, kendi hayatını yeniden inşa etmek için bir adım atmalıydı.
Ertesi hafta, Gökçe tekrar psikiyatristine gitti. Bu kez daha kararlı görünüyordu. Gözlerinde bir ışık vardı, ama bu ışık hem acıyı hem de yeni bir başlangıcın umutlarını taşıyordu.
Psikiyatrist: “Gökçe, geçen hafta senden haber almadım. Neler oldu?”
Gökçe, hafifçe gülümsedi. “Eflan
Gökçe: “Eflan’dan bir mesaj geldi ama ona cevap vermedim. Bu sefer gerçekten devam etmeye karar verdim. Onu hayatımdan çıkarmak zorundayım, biliyorum. Aksi takdirde hep aynı döngünün içinde kalacağım.”
Psikiyatrist, Gökçe’ye dikkatle baktı. “Bu büyük bir adım, Gökçe. Eflan’ı hayatından çıkarmak, senin için bir özgürlük olabilir. Ama bu özgürlüğü nasıl kullanacağın, bu kararı aldıktan sonra ne yapacağın daha da önemli. Peki, bu boşluğu nasıl doldurmayı planlıyorsun?”
Gökçe bir an durakladı. Boşluk. Eflan’ı hayatından çıkardığında geriye büyük bir boşluk kalacağını biliyordu. Onunla birlikte geçirdiği zamanlar, umutları, hayal kırıklıkları… Hepsi bir boşluğa dönüşecekti. Ama bu boşluğu doldurmak için kendine dönmesi gerektiğini de fark ediyordu.
Gökçe: “Kendimi bulmaya çalışacağım. Bunu nasıl yapacağımı tam olarak bilmiyorum, ama belki de önce kendime bir şans vermeliyim. Kendi hayatıma, hayallerime, ihtiyaçlarıma.”
Psikiyatrist, hafifçe başını salladı. “Bu başlangıç için mükemmel bir adım. Kendine zaman tanı. Kendi değerini anlamaya başladıkça, başkalarından gelecek sevgiyi beklemenin seni nasıl etkilediğini de daha iyi göreceksin. Şimdi kendine odaklanma zamanı.”
Gökçe, derin bir nefes aldı. Bu sefer gerçekten değişmeye kararlıydı. Eflan’dan uzak durmanın zorluğunu biliyordu ama içindeki gücün farkına varmaya başlamıştı. Kendi hayatını yeniden inşa etmek için bir fırsatı vardı. Ve bu fırsatı değerlendirmek istiyordu.
Gökçe, psikiyatristten çıktıktan sonra bir parkta yürümeye başladı. Ağaçların arasından süzülen güneş ışıkları yüzüne vuruyor, hafif bir rüzgar saçlarını savuruyordu. Bu yürüyüş, onun için yeni bir başlangıcın simgesi gibiydi. Yavaş adımlarla, ama kararlı bir şekilde ilerliyordu.
Eflan’ı düşünmemek zordu. Onunla geçirdiği zamanlar zihnine üşüşüyor, kalbini sıkıştırıyordu. Ama bu kez, Gökçe bu düşünceleri kontrol etmeye çalıştı. Her aklına gelişinde, kendine dönüp soruyordu: “Bu düşünceler bana ne katıyor? Bu anılar bana ne öğretiyor?”
Bir an durup banklardan birine oturdu. Yanında kimse yoktu. Yalnızlık, ilk başta onu korkutmuştu ama şimdi bu yalnızlık bir özgürlük hissine dönüşüyordu. Kendi düşüncelerine ve hislerine tamamen odaklanabildiği, kendini dinleyebildiği bir zaman dilimiydi.
Gökçe’nin iç sesi ona fısıldıyordu: “Artık Eflan’ın gölgesinde yaşamıyorsun. Bu yol senin yolun. Şimdi kendi gökyüzünü bulma zamanı.”
Eve döndüğünde, eski fotoğraflara bakarken Eflan’la olan anılarıyla yüzleşti. Bir zamanlar ona mutluluk veren her anı, şimdi bir yük gibi hissettiriyordu. Fotoğraflardan biri özellikle dikkatini çekti: Sahilde, el ele yürüdükleri bir fotoğraf. Gözlerinde o zamanın masum mutluluğu vardı. O fotoğrafa uzun süre baktı.
Sonra hafifçe gülümseyerek kendi kendine konuştu. “Bu ben değilim artık. O zamanki Gökçe, Eflan’ı her şey sanıyordu. Ama artık biliyorum ki, bu ilişki sadece beni aşağıya çekiyordu.”
Bir an için fotoğrafı elinden bıraktı, sonra onu bir kutuya koydu. Geçmişiyle tamamen yüzleşmenin zamanı gelmişti. Her ne kadar acı verici olsa da, bu yüzleşme Gökçe’nin kendini yeniden inşa etmesi için bir adımdı.
Birkaç gün sonra, Gökçe yeni bir hobi edinmeye karar verdi. Yıllardır yapmayı düşündüğü bir şey vardı: Resim yapma. Eline hiç fırça almamıştı ama içindeki yaratıcı tarafı keşfetmenin vakti gelmişti. Kendini ifade etmenin bir yolunu bulmaya çalışıyordu ve resim yapmak ona bu fırsatı veriyordu.
İlk başta tuvali önüne aldığında, ne çizeceğini bilemedi. Ama sonra derin bir nefes aldı ve içinden gelen duyguları dışa vurmaya başladı. Fırça tuvalde dans ederken, içindeki karmaşa, korkular ve umutlar bir resme dönüşüyordu.
Gökçe için bu bir metafordu: Kendi hayatını yeniden boyamak, kendi dünyasını yaratmak. Eflan’ın gölgesinden kurtulmak demek, sadece geçmişi geride bırakmak değil, aynı zamanda geleceğe yeni bir sayfa açmak anlamına geliyordu.
Bölüm: Kırılma Noktası
Gökçe, sahildeki bankta oturduğu o gece bir karar vermişti. Eflan’a geri dönmeyecekti. Kendisine sürekli aynı acıyı yaşatan bir döngünün içinde kaybolmaktan yorulmuştu. Ama bu karar, söylemesi kadar kolay olmamıştı. İçinde hâlâ bir parça umut vardı; belki de Eflan, onun gerçek aşkıydı. Belki de o bir şans daha vermesi gereken kişi.
Eve döndüğünde odasındaki aynaya bakarak uzun süre kendisini izledi. Gözlerinin altında beliren koyu halkalar, tükenmişliğinin dışa vurumuydu. Aynadaki yansıması ona yabancıydı. “Ne hale geldim ben?” diye mırıldandı. Eskiden güçlü, kendine güvenen bir kadındı. Şimdi ise hayatını bir erkeğin etrafında döndürmeye başlamıştı, ve bu erkeğin onu sevip sevmediği bile belli değildi.
Yatağına uzanırken gözlerinden yaşlar süzüldü. Bu kez acısı sadece Eflan’dan kaynaklanmıyordu, kendi kendini nasıl bu hale getirdiğini anlamanın verdiği bir acıydı bu. Eflan onun için her şeydi, ama o, Eflan için hiçbir zaman öyle olmamıştı. Eflan’ın sevgisi belirsizdi, soğuktu ve bu belirsizlik Gökçe’yi daha da derine çekiyordu.
Gökçe’nin zihninde yankılanan bir ses vardı: “Kendin için ne zaman yaşayacaksın? Ne zaman kendi hayatını geri alacaksın?”
Ertesi sabah, Gökçe bir karar aldı. Kendini bu yalnızlık ve acının içine daha fazla kapatmayacaktı. Uzun zamandır görüşmediği arkadaşı Yağmur’u aradı ve onunla buluşmak istediğini söyledi. Yağmur, Gökçe’nin zor bir dönemden geçtiğini biliyordu ama Gökçe, onunla detayları hiç paylaşmamıştı.
Bir kafede buluştuklarında, Yağmur her zamanki neşesiyle karşıladı onu. Ama Gökçe’nin yüzündeki derin hüznü fark ettiğinde ciddileşti.
Yağmur: “Gökçe, uzun zamandır seni böyle görmemiştim. Ne oldu? Eflan’la bir şey mi yaşandı yine?”
Gökçe, derin bir nefes aldı. “Eflan’la sürekli bir döngünün içindeyim. Onun peşinden koştukça daha da tükeniyorum. Onunla olmak istiyorum ama aynı zamanda onun bana asla tam anlamıyla bağlanmadığını da biliyorum. Artık ne yapacağımı bilmiyorum.”
Yağmur, Gökçe’nin elini tuttu. “Gökçe, sana daha önce de söyledim. Eflan, seni mutlu etmek için bir şey yapmıyor. O senin hayatında hep bir gölge gibi, ne tam var ne de tam yok. Onun peşinden koşarken kendini kaybediyorsun. Ama sen kendi başına da güçlüsün, bunu unutma.”
Gökçe’nin gözleri doldu. Yağmur’un sözleri onu derinden etkiliyordu, ama bu sözleri kabul etmekte zorlanıyordu. “Biliyorum, ama ondan kopamıyorum. Sanki bir parçam eksik kalacakmış gibi hissediyorum. Eflan olmadan nasıl devam edeceğimi bilmiyorum.”
Yağmur, sabırla dinledi. “Gökçe, eksik değilsin. Senin tamamlanmaya ihtiyacın yok. Sadece bunu fark etmen gerekiyor. Eflan’ı sevdiğini biliyorum, ama sevgi her zaman yeterli değildir. Kendini bu acıya daha fazla sürüklemenin bir anlamı yok.”
Yağmur’un sözleri Gökçe’nin zihninde yankılanıyordu. Eflan, Gökçe’nin hayatındaki en büyük karmaşa olmuştu. Ama belki de bu karmaşayı çözmenin tek yolu, ondan tamamen vazgeçmekti. Ancak bu düşünce, Gökçe için dayanılmazdı. Onu hayatından çıkarmak, bir daha asla Eflan’ın sıcaklığını hissetmemek demekti. Ama aynı zamanda, bu acının da sonu olabilirdi.
Eve döndüğünde, Eflan’dan gelen mesajı gördü. “Bugün buluşalım mı?” mesajı, kalbine bir bıçak gibi saplandı. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Onu görmek istiyordu, ama bir yandan da bu döngüye bir son vermek istiyordu. Telefonu elinde sıkıca tuttu, parmakları titredi.
Bir süre düşündükten sonra, derin bir nefes aldı ve mesajı silerek telefonunu kapattı. O an, Gökçe için bir dönüm noktasıydı. Eflan’ın gölgesinde yaşamaktan vazgeçmesi gerektiğini anladı. Kendi yolunu bulmak, kendi hayatını yeniden inşa etmek için bir adım atmalıydı.
Ertesi hafta, Gökçe tekrar psikiyatristine gitti. Bu kez daha kararlı görünüyordu. Gözlerinde bir ışık vardı, ama bu ışık hem acıyı hem de yeni bir başlangıcın umutlarını taşıyordu.
Psikiyatrist: “Gökçe, geçen hafta senden haber almadım. Neler oldu?”
Gökçe, hafifçe gülümsedi. “Eflan
Gökçe: “Eflan’dan bir mesaj geldi ama ona cevap vermedim. Bu sefer gerçekten devam etmeye karar verdim. Onu hayatımdan çıkarmak zorundayım, biliyorum. Aksi takdirde hep aynı döngünün içinde kalacağım.”
Psikiyatrist, Gökçe’ye dikkatle baktı. “Bu büyük bir adım, Gökçe. Eflan’ı hayatından çıkarmak, senin için bir özgürlük olabilir. Ama bu özgürlüğü nasıl kullanacağın, bu kararı aldıktan sonra ne yapacağın daha da önemli. Peki, bu boşluğu nasıl doldurmayı planlıyorsun?”
Gökçe bir an durakladı. Boşluk. Eflan’ı hayatından çıkardığında geriye büyük bir boşluk kalacağını biliyordu. Onunla birlikte geçirdiği zamanlar, umutları, hayal kırıklıkları… Hepsi bir boşluğa dönüşecekti. Ama bu boşluğu doldurmak için kendine dönmesi gerektiğini de fark ediyordu.
Gökçe: “Kendimi bulmaya çalışacağım. Bunu nasıl yapacağımı tam olarak bilmiyorum, ama belki de önce kendime bir şans vermeliyim. Kendi hayatıma, hayallerime, ihtiyaçlarıma.”
Psikiyatrist, hafifçe başını salladı. “Bu başlangıç için mükemmel bir adım. Kendine zaman tanı. Kendi değerini anlamaya başladıkça, başkalarından gelecek sevgiyi beklemenin seni nasıl etkilediğini de daha iyi göreceksin. Şimdi kendine odaklanma zamanı.”
Gökçe, derin bir nefes aldı. Bu sefer gerçekten değişmeye kararlıydı. Eflan’dan uzak durmanın zorluğunu biliyordu ama içindeki gücün farkına varmaya başlamıştı. Kendi hayatını yeniden inşa etmek için bir fırsatı vardı. Ve bu fırsatı değerlendirmek istiyordu.
Gökçe, psikiyatristten çıktıktan sonra bir parkta yürümeye başladı. Ağaçların arasından süzülen güneş ışıkları yüzüne vuruyor, hafif bir rüzgar saçlarını savuruyordu. Bu yürüyüş, onun için yeni bir başlangıcın simgesi gibiydi. Yavaş adımlarla, ama kararlı bir şekilde ilerliyordu.
Eflan’ı düşünmemek zordu. Onunla geçirdiği zamanlar zihnine üşüşüyor, kalbini sıkıştırıyordu. Ama bu kez, Gökçe bu düşünceleri kontrol etmeye çalıştı. Her aklına gelişinde, kendine dönüp soruyordu: “Bu düşünceler bana ne katıyor? Bu anılar bana ne öğretiyor?”
Bir an durup banklardan birine oturdu. Yanında kimse yoktu. Yalnızlık, ilk başta onu korkutmuştu ama şimdi bu yalnızlık bir özgürlük hissine dönüşüyordu. Kendi düşüncelerine ve hislerine tamamen odaklanabildiği, kendini dinleyebildiği bir zaman dilimiydi.
Gökçe’nin iç sesi ona fısıldıyordu: “Artık Eflan’ın gölgesinde yaşamıyorsun. Bu yol senin yolun. Şimdi kendi gökyüzünü bulma zamanı.”
Eve döndüğünde, eski fotoğraflara bakarken Eflan’la olan anılarıyla yüzleşti. Bir zamanlar ona mutluluk veren her anı, şimdi bir yük gibi hissettiriyordu. Fotoğraflardan biri özellikle dikkatini çekti: Sahilde, el ele yürüdükleri bir fotoğraf. Gözlerinde o zamanın masum mutluluğu vardı. O fotoğrafa uzun süre baktı.
Sonra hafifçe gülümseyerek kendi kendine konuştu. “Bu ben değilim artık. O zamanki Gökçe, Eflan’ı her şey sanıyordu. Ama artık biliyorum ki, bu ilişki sadece beni aşağıya çekiyordu.”
Bir an için fotoğrafı elinden bıraktı, sonra onu bir kutuya koydu. Geçmişiyle tamamen yüzleşmenin zamanı gelmişti. Her ne kadar acı verici olsa da, bu yüzleşme Gökçe’nin kendini yeniden inşa etmesi için bir adımdı.
Birkaç gün sonra, Gökçe yeni bir hobi edinmeye karar verdi. Yıllardır yapmayı düşündüğü bir şey vardı: Resim yapma. Eline hiç fırça almamıştı ama içindeki yaratıcı tarafı keşfetmenin vakti gelmişti. Kendini ifade etmenin bir yolunu bulmaya çalışıyordu ve resim yapmak ona bu fırsatı veriyordu.
İlk başta tuvali önüne aldığında, ne çizeceğini bilemedi. Ama sonra derin bir nefes aldı ve içinden gelen duyguları dışa vurmaya başladı. Fırça tuvalde dans ederken, içindeki karmaşa, korkular ve umutlar bir resme dönüşüyordu.
Gökçe için bu bir metafordu: Kendi hayatını yeniden boyamak, kendi dünyasını yaratmak. Eflan’ın gölgesinden kurtulmak demek, sadece geçmişi geride bırakmak değil, aynı zamanda geleceğe yeni bir sayfa açmak anlamına geliyordu.
Bölüm: Yeniden Doğuş
Gökçe, Eflan’dan uzaklaşma kararının üzerinden haftalar geçmişti. İlk başta bu süreç, adeta bir bağımlılıktan kurtulmak gibiydi. Her gün onu aramamak için kendini zorladı, mesaj atmamak için defalarca düşündü. Ama her sabah uyandığında biraz daha güçlü hissediyordu. Eflan’sız geçen her gün, Gökçe’nin kendini bulma yolculuğunda bir adım daha ileri gitmesi demekti.
Bir sabah, Gökçe güneşli bir İstanbul sabahında uyanırken artık hayatında Eflan’ın yarattığı karanlık gölgenin yerine kendi ışığını bulabileceğine inanmaya başladı. Bir fincan kahve yapıp balkonuna çıktı, martıların çığlıkları ve denizin huzur veren sesiyle rahatladı. Geçmişe dönük bir hüzün hissetmedi bu kez, sadece geleceğe dair bir umut vardı
Yağmur’la daha fazla zaman geçirmeye başlamıştı. Onunla birlikte uzun yürüyüşlere çıkıyor, kahve içip saatlerce sohbet ediyordu. Bu sohbetler sırasında, Yağmur ona kendi hayatından, aşk hikayelerinden ve hayal kırıklıklarından bahsediyor, Gökçe’yi yeniden hayata bağlamak için elinden geleni yapıyordu.
Bir gün Yağmur, Gökçe’yi sürpriz bir etkinliğe götürmek istedi. “Bugün senin için harika bir şey planladım. Haydi, hazırlan!” dedi. Gökçe, şaşkınlıkla ona baktı ama kabul etti. Yağmur’un hazırladığı etkinlik, aslında Gökçe’nin çocukluğundan beri merak ettiği ama hiç deneyimlemediği bir şeydi: Seramik atölyesi.
Atölyeye girdiklerinde, karşılarında sıralanmış rengarenk çamurlar, farklı şekil verme aletleri ve dönen çömlek tezgahları vardı. Gökçe, önce ne yapacağını bilemedi. Yağmur onu cesaretlendirdi. “Hadi, bir dene! İçindeki tüm duyguları bu çamura aktar. Bakalım nasıl bir eser çıkacak.”
Gökçe, çömlek tezgahının başına geçti. Çamura dokunduğunda, içindeki tüm duyguları, öfkeyi, acıyı, sevgiyi hissetti. Yavaş yavaş çamura şekil vermeye başladı. Ellerinde şekillenen her kıvrım, Gökçe’nin duygularının bir dışavurumu gibiydi. Çömlek sonunda şekil aldığında, ona bir süre baktı. Bu, onun için bir şeylerin değiştiğinin, içindeki acının bile bir güzellik yaratabileceğinin bir kanıtıydı.
Yağmur, onun yanına gelerek omzuna dokundu. “Harika bir şey yaptın, Gökçe. İşte bu, senin eserinin ta kendisi.”
Gökçe, gülümsedi. O an, kendisiyle gurur duydu. Eflan’ın gölgesinde yaşamaktan vazgeçip kendi eserini yaratmanın huzurunu hissetti.
Gökçe, atölyeden dönerken telefonuna bir bildirim geldi. Bir arkadaşının önerisiyle katıldığı yazı kursundan bir davet almıştı. Hikaye anlatma üzerine bir seminer verilecekti ve Gökçe’ye konuşmacı olarak katılmasını teklif ediyorlardı. Bir an durakladı. İlk başta bu teklif ona çok büyük geldi. Ama sonra, bu kendini ifade edebileceği bir fırsattı. Yazmak her zaman içinde bir tutku olmuştu ama bu tutkuyu hep geri planda bırakmıştı.
Kararını verdi ve daveti kabul etti. Bu karar, Gökçe’nin hayatında bir dönüm noktası olacaktı. Seminer günü geldiğinde, salonda heyecanla bekleyen insanlar arasında dolaştı. Eline aldığı notlara son bir kez göz attı ve sahneye çıktı. İnsanlara kendi hikayesini, Eflan’la yaşadıklarını, o ilişkiden nasıl çıktığını ve bu sürecin onu nasıl güçlendirdiğini anlattı.
Gözleri doldu ama sesinde bir güç vardı. Dinleyiciler sessizce onu dinliyor, söylediklerini anlamaya çalışıyordu. Konuşmasını bitirdiğinde büyük bir alkış koptu. İnsanlar, Gökçe’nin içindeki gücü ve dürüstlüğü takdir etmişti.
O an, Gökçe sahneden inerken, ilk kez kendini bu kadar güçlü ve özgür hissetti. Hayatında ilk kez, kendi hikayesini paylaşmış, kendi sesini bulmuştu.
Ertesi gün, Gökçe seminere katılanlardan gelen birçok destek mesajıyla dolup taşan bir gün geçirdi. Aldığı olumlu geri dönüşler, kendine olan güvenini artırıyordu. Ama telefonuna düşen bir mesaj, bütün bu duyguları alt üst etmeye yetti.
Mesaj, Eflan’dan gelmişti. “Seminerini izledim. Harikaydın. Konuşmamız gerektiğini düşünüyorum.”
Gökçe’nin içi titredi. Eflan’ın böyle bir mesaj göndermesi, Gökçe’yi hem şaşırttı hem de içini bir huzursuzluk kapladı. Ona geri mi dönmek istiyordu? Yoksa sadece hayatına yeniden girmek mi? Kafasında bin bir soru vardı.
Bir süre o mesajı düşündü. Cevap vermek istemiyordu ama bir yandan da Eflan’ın bu mesajı göndermesi onu meraklandırıyordu. İçinde hem bir öfke hem de hâlâ bir umut vardı. Fakat bu sefer, duygularına yenik düşmemeye karar verdi. Telefonunu kapatıp dışarı çıktı, Yağmur’u aradı ve onu bir kafede buluşmaya çağırdı.
Yağmur, Gökçe’nin yüzündeki ifadeyi görünce hemen ne olduğunu anladı. “Eflan mı aradı?” dedi. Gökçe başını salladı. “Ne istiyor, Gökçe?”
Gökçe, derin bir nefes aldı. “Bilmiyorum. Konuşmamız gerektiğini söylüyor. Ama ben onunla konuşmak istemiyorum. İçimden bir ses, bu döngüye geri dönmemem gerektiğini söylüyor.”
Yağmur, Gökçe’nin elini tuttu. “Eflan, senin hayatında bir gölgeydi. Sen bu gölgeden çıkmayı başardın. Şimdi seni geri çekmesine izin verme.”
Gökçe, bu sözler üzerine başını salladı. Yağmur haklıydı. Onun hayatına yeniden girmesine izin verirse, bütün bu çabaları boşa gidecekti. Bir anlık zayıflık, Gökçe’nin kendine olan inancını sarsabilirdi.
Gökçe, Eflan’ın mesajını görmezden gelmeye karar verdi. Hayatına odaklanmalıydı. Kendi yolunu çizmeliydi. Bir sabah, bilgisayarını açtı ve hayalini kurduğu hikayeyi yazmaya başladı. Kendi hikayesinden esinlenerek, bir kadının kendini bulma yolculuğunu anlatan bir roman yazmaya karar verdi.
Yazdığı her satır, içindeki acıları ve sevinçleri, umutları ve hayal kırıklıklarını dışa vuruyordu. O hikaye, Gökçe’nin geçmişiyle hesaplaşma şekliydi. Eflan’ın gölgesinde kalmadan, kendi ışığını bulmanın ve o ışığı dünyayla paylaşmanın bir yoluydu.
Gökçe, her gün biraz daha ilerliyordu. Eflan’ın mesajını hiç cevaplamadı. Onun geçmişinde kalmasına izin verdi. Artık kendisi için yaşıyordu, kendi hayatını, kendi hikayesini yazıyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |