
Sadece kendime kızıyordum. Ona ihanet derken bile dediğim şeye inanmadığım için kendime büyük kızıyordum. Bu çok saçmaydı! Neden hala bir tarafım onun bunu yapacağına inanmak istemiyordu? Üstelik benim baktığım pencereden bütün oklar güvenmemem gerektiğinin doğrultusuydu.
Allah'ım, kafamı alıp duvara vurasım geliyordu.
Bana gözleri kısık bir şekilde bakmaya devam ederken yanından ayrılmak için arkamı döndüğümde koluma dolanan kemikli eli beni durdurdu.
"Niye sürekli aynı şeyi söyleyip duruyorsun?" Kafamı çevirip, çenemi kaldırarak ona baktım. Yağan yağmur koyu kahve saçlarını daha da koyulaştırmıştı. "Ne diyormuşum?" Sol elini cebinden çıkarıp saçlarını karıştırdı. "Sürekli 'ihanet' deyip duruyorsun. Neyin ihaneti bu?" Senin ihanetin. Bir kaç saniye gözlerim alnına düşen saç tutamlarına takılı kaldığında, "Bir şey yok." dedim ve uyuşuklanan kolumu elinden çekmeye çalıştım ama izin vermedi.
"Bir şey olmasa sürekli bana ihanet deyip durmazsın." Umarım sürekli boşuna deyip dururdum. Ona diyebilecek bir cevabım olmadığı için sadece gözlerine bakmakla yetindim. Onun gözleri benim gözlerim dışında yüzümün her yerinde gezerken benim irislerim sadece kehribar gözlere bakıyordu.
"Abi!" Çatallı, kısık bir ses duyduğumda gözlerim Pirhan'ın arkasına kaydı. Pirhan'ın dört beş adım gerisinde durmuş hıçkırarak ağlayan Peri, saçı falan dağılmış bir şekilde bize bakıyordu. Ona ne olmuştu?
Pirhan, Peri'nin sesini duymasıyla anında elini kolumdan çekip arkasına döndüğünde beklemeden koşar adımlarla ona doğru ilerlemeye başladı. "Abiciğim ne oldu?" Peri'yi öyle görmemle beraber Pirhan gibi bende telaşlanırken bir kaç adım atıp Peri'ye yaklaştım. İyi görünmüyordu.
Pirhan'ın, Peri'nin yüzünü avcuna almasıyla Peri hıçkırıklarının arasında "Abi," deyip sustu. Neden bu kadar çok ağlıyordu? Pirhan Peri'nin konuşmasını beklerken tek eliyle kardeşinin yüzüne düşen saçlarını geriye itiyordu.
Peri sakinleşmek için derin bir nefes aldığında sonunu getiremediği cümlenin devamını getirdi. "Abi ben tek başıma evde oturamadım, mezarlığa gitmek istedim ama mezarlıktan içeriye giremedim. Korktum." Tekrardan hıçkırma, ardından derin bir nefes. "Seninle gitsek olur mu?"
Pirhandan şuana kadar hiç duymadığım naif, "Gideriz abiciğim." diye bir ses çıktığında Peri daha çok ağlamaya başladı. Mezarlık? Kimin mezarlığı? Peri bu kadar dağılıp ağladığına göre önemli birinin mezarı olmalıydı.
Pirhan Perinin göz yaşlarını silip ona sarıldığında Peri'nin gözeleri beni buldu. Onları dinlediğim için kızacağını düşündüğüm için bir adım geri attım. Sonuçta her şeye ters tepki veriyordu ve şuan benimle uğraşsın istemiyordum. Sarılmaları bittiğinde Pirhan Peri'nin belinden tuttu ve arabaya doğru yönlendirdi. Çok endişeli. İç sesim Pirhandan bahsediyordu. Ona hak verdim, Pirhanın endişelendiği her halinden belli oluyordu.
Onların arabaya yaklaşmasına dört beş adım kalmışken Peri adımlarını durdurup bana baktı. Sana sataşamadı ya içinde kaldı. İç sesimle beraber aynı şeyi düşündüğümüzde Peri bana doğru üç adım attı. "Sende gelir misin?" Peri'nin çekingen bir şekilde sorduğu soruyla beraber ne demek istediğini anlamayıp öylece yüzüne baktığımda, "Oraya sürekli abimle girmek istemiyorum." diye açıklamada bulundu. Bu kız harbiden iyi değil. Periden böyle bir teklif beklemediğim içi ne diyeceğimi şaşırırken Pirhan'a baktım. O da ilk baş bu durumu garipsemiş olacak ki bir an duraksadı sonra ise bana bakarak kafasını hafifçe aşağıya yukarıya salladı.
Pirhan'ın onaylamasına rağmen yerimden milim kıpırdamayıp Peri'ye baktım. Şimdi bu beni niye çağırmıştı? Tamam açıklamada bulunmuştu evet ama neden iyi davranmaya başlamıştı? Geri çevir sana hiç bir zaman iyi davranmadı. İç sesimi duyumsamazlıktan geldim ve Perinin bana uzatmış olduğu elini bir kaç adım atıp tuttum. Tam olarak ne olduğunu, Peri'nin neden bu kadar çok ağladığını bilmiyordum. Tedirgin olmuştum ama Peri bana elini uzattığında ne olursa olsun Peri'yi geri çevirmek istemedim.
Pirhan önde, biz Peri ile onun arkasında ilerlerken yağmur şiddetini biraz daha arttırıyordu.
Pirhan'ın arabasının yanına geldiğimizde Peri'nin elini nazik bir şekilde bıraktım ve arka koltuğa oturdum. Onlarında ön koltuğa yerleşmesini beklerken sağ tarafımda ki kapı açıldı ve Peri içeriye girdi. Peri'nin arka koltuğa oturmasıyla kaşlarım çatılırken bana doğru yaklaştı ve kafasını omzuma yasladı. Büyük ihtimalle kafasına taş düştü. Peri'nin bu hallerine alışkın olmadığım için elimi kolumu nereye koyacağımı bilemez bir şekilde dikiz aynasından bize bakan Pirhan'a baktım.
Bir süre Peri'yi izleyip bir kaç saniyede gözleri bende oyalandığında gözlerinde ki hüznü görebiliyordum.
Araba çalıştığı an Peri bana sarıldığında artık yaptıklarına şaşırmak yerine sarılmasına karşılık verdim. İyi değildi. Hala ağlamaya devam ediyordu. Onun bu halleriyle içimde burukluk oluşuyordu.
Araba seyir halindeyken kafamı cama yaslayıp, yağmur damlalarının cama çarpış sesini dinlemeye başladım. Şu ses o kadar rahatlatıcıydı ki beni mayıştırıyordu.
Yarım saat sonra araba durduğunda cama yasladığım kafamı ayırdım. Yarım saat boyunca kimse konuşmamıştı ve Peri bana sarılmayı hiç bırakmamıştı. Pirhan arabadan indiğinde arabanın etrafını dolaşıp Peri'nin olduğu tarafın kapısını açtı. Pirhan'ın kapıyı açmasına rağmen Peri bana sarılmayı bırakmadığında Pirhan eğilip kardeşinin kolundan tuttu. "Peri, abiciğim eğer şuan gitmek istemiyorsan sonra geliriz."
Peri cevap vermeyip bir süre daha gözleri kapalı bir şekilde bekledikten sonra yavaş hareketlerle kollarını çözdü. Pirhan'ın yardımı ile arabadan çıktığında ben arabadan inip inmemek arasında kaldım. Belki rahatsız olurlar diye inmeme kararı aldığımda oturduğum tarafın kapsının açılmasıyla kafamı o tarafa çevirdim.
Peri yine aynı elini uzatmış bir şekilde arabadan inmemi beklerken duraksamama rağmen elini tuttum. Peri'yi hiç böyle göreceğimi tahmin bile edemezken yaptıkları ile oldukça şaşırıyordum. Karşımızda kalan mezarlığa doğru Peri ile el ele ilerlerken, Peri mezarlığa her yaklaştığımız adımımızla elimi sıkıyordu. Gece gece mezarlığa girmek mi? İç sesimi kovdum. Anlaşılan o hiç yakınını kaybetmemişti.
Mezarlık kapısından içeriye girdiğimizde arkamızdan gelen Pirhan'ın artık gelmediğini fark ettiğimde kafamı çevirip ona baktım. Kapının orada elleri cebinde bir şekilde durmuş, bize bakıyordu. Neden gelmediğini anlayamazken Peri'nin beni çekiştirmesiyle önüme döndüm. Yağmur oldukça şiddetini arttırdığı için çamurlu olan yolda yürümekte biraz zorlanıyorduk ve peruğum çok fazla ıslandığı için kafamdan kayacak raddeye gelmişti. Ama şuan peruğum düşüneceğim en son şey bile değildi.
Sadece kapının oradaki sokak lambasının ve ayın ışığıyla karanlık mezarlıkta yürürken ikimizde korkmuyorduk. Sebebi ise sadece sevdiklerimizi kaybediyor oluşumuz değildi. Burada herkes ölüydü iyi insanlarda, kötü insanlarda... Ve kimse yoktu. Burada kimseden zarar gelemezdi. En güvenilir yer mezarlıklardı.
Bedenlerin hepsi mezarlığa hapis olmuştu. Ruhları ise bize zarar veremeyecekleri kadar cansızlardı.
Perinin adımları durduğunda benimde adımlarım da onunla beraber durmuştu. Peri elimi bırakıp mezarlık taşına doğru ilerledi.
Pınar Kaygılar... 01/01/1994 - 28/01/2020
28 Ocak bugün... Ablası onun doğum gününde mi ölmüştü? Pirhanın neden doğum günlerini sevmediğini şimdi anlıyordum. Onun için lanet bir gün.
Gözüm mezarlık taşının üstünde gezindiğinde okuduğum şeyi bir kez daha zikrettim. Ne kadar saçmaydı değil mi? Bu hayatta ne yaşarsan yaşa öldüğünde, seni ziyarete gelen insanlar sadece doğduğun ve öldüğün tarihi bilir.
Peri parmak uçlarını mezar taşında gezdirdiğinde, "Abla," diye yakındı. "Ben geldim." Titreyen ellerini, çenesini ve ağlamasını durdurmaya çalışırken burnunu çekti. "Bak ağlamıyorum da, sadece yağmur yağdığı için öyle gözüküyor." diye küçük bir çocuk gibi konuştuğunda benim çenem titremişti.
Peri yere çöküp toprağa sarıldığında aynı zamanda mezar taşını okşuyordu. "Abla," diye çıktı bir kez daha dudaklarından. "Hatırlıyor musun bana bir keresinde karnem takdir geldiği için ve kimse beni takdir etmediği için ben üzülmeyeyim diye bana kar küresi almıştın." Burnunu çekti. "Abla ben onu yanlışlıkla kırdım." dedi suçlu bir ifadeyle. "Abla ben çok özür dilerim. Gerçekten yanlışlıkla oldu. Kırmak istememiştim." Hıçkırıklarının arasından boğulurcasına konuştuğunda boğazım düğümlendi.
İçimi hüzün kapladığında Peri kafasını hafif bir şekilde mezar taşına vurdu. "Abla kalk hadi, lütfen!" Sesinde ki çaresizlikle burnumun direği sızlarken mezar taşına bir kez daha kafasını vurdu. "Kalk ve bana aynı küreden bir tane daha al." Nefesim sıkıştığında bir kaç kez sert bir şekilde yutkundum.
Peri mezar taşına bu sefer elini vurmaya başladığında her seferinde daha sert vuruyordu. En sonunda ellerinin oldukça kızardığını gördüğümde kendimi tutamayıp yanına gidip elini tuttum. Elini tuttuğum için kızmasını beklerken, "Ezgi," dedi. Sesi çok kısık çıkmıştı. Mezarlık taşını işaret ederken, "Ablama söyler misin kalksın. Yoksa kim bana daha kar küresi alacak? Daha benim mezuniyetim var." Peri'nin titrek çıkan sesi ile onun gibi bende yere çöktüm. Ona diyecek hiç bir şeyim olmadığı için sadece sarılmakla yetindiğimde o da bana karşılık verdi. Peri omzumda ağlarken, ben ağlamak isteyip de ama ağlayamadığım için kendimi o kadar çok suçladım ki...
Peri içi dışı çıkana kadar, ben ise mezarlığın her bir köşesini ezberleyene kadar orada öylece durduk. Peri'nin hıçkırıkları yavaşlamaya başladığında gökyüzünde o kadar büyük bir şimşek çaktı ki bir an ikimizde irkildik.
Elimi damağıma bastırıp Peri ile ayrıldığımızda Pirhanın hızlı adımlar ile yanımıza geldiğini gördüm. Muhtemelen şimşek çaktığında Peri'nin kokmuş olabileceğini düşünmüştü.
İkimizde ayağa kalktığımızda Pirhan beklemeden Peri'ye sarıldı. Peri'yi gerçekten çok sevdiğini anlayabiliyordum. Kardeşi için içinin titrediğini görebiliyordum.
Pirhan'ın gözleri bir süre mezar taşında, bir sürede bende oyalandıktan sonra Peri'yi kolunun altına alıp yürümeye başladığında Peri adımlarını durdurup bana yine elini uzattı. Hiç beklemeden elini tuttuğumda Peri diğer kolunu da abisinin beline sardı. Çamurlu yolda, mezarlıkların arasında yürürken hiç birimizden çıt çıkmıyordu.
Mezarlık kapısından çıktığımızda şimşek bir kez daha çaktı. Kafamı gökyüzüne kaldırıp o bir kaç saniyelik aydınlanmayı izlediğimde içim titredi.
Arabaya yaklaştığımızda sahte saçlarım daha fazla yağmura dayanamayıp yere düştüğünde eğilip almadım ve kafamda ki boneyi de çıkarıp yere attım.
Pirhan bu yaptığımı görmüş olmalı ki kaşları çatık bir şekilde önce yerde ki peruğa sonrada bana baktı. Daha doğrusu kâküllerime.
Arabaya varana kadar gözleri sadece kâküllerimde oyalandığında, benimde gözlerim alnına düşen bir kaç tutam ıslak saçlarında oyalandı.
Araba'nın önüne gelip adımlarımız durduğunda ikimizde gözlerimizi aynı anda birbirimizden ayırdık. Peri'nin elini nazik bir şekilde bırakıp arka kapıyı açacağım sırada Peri benden önce davrandı ve arka koltuğa yerleşti. Yaptığı şeyleri artık garipsemeyip gözümün önüne düşen kâkülleri geriye iteleyip bende arka koltuğa oturdum.
Pirhan'da kendi koltuğuna geçip arabayı sürmeye başladığında Peri bu sefer bana sarılmak yerine kafasını cama yaslayıp mezarlık alanını baktı. Onun gibi bende kafamı cama yasladığımda arabanın peruğun üstünden geçmesini izledim.
Saniyeler dakikaları doldururken tek yaptığım şey yağmurun sesi ile ruhumu doyurmaya çalışmak oldu. Ama ruhum o kadar aç gözlüydü ki ne yaparsam yapayım hiç bir zaman doymuyor, hep boşluk oluyordu.
Artık cama yaslamaktan ağrıyan boynumu kaldırdığımda Peri'ye baktım. Gözleri kapalı bir şekilde öylece dururken elleri titriyordu. İyi değildi. Pirhan ise Peri gibi dışına vurmasa da o'da iyi değildi. Görebiliyordum. Ruhu onu terk etmiş gibiydi.
Pirhan'ın arabayı hızlı sürmesinden dolayı eve normal sürenin yarısında vardığımızda, Pirhan ile ikimiz arabadan inmek için Peri beklemeye başladığımızda ve Peri'de bir hareketlilik olmayınca Pirhana dönüp, "Uyudu herhalde." diye mırıldandım.
Pirhan, Peri'nin uyuyup uyumadığına bakmak için kafasını arka tarafa çevirdiğinde Peri hareketlendi ve gözlerini açtı. Uyku ile uyanıklık halinde olmuş olmalı ki önce etrafına bakınıp nerede olduğunu algılamaya çalıştı.
Pirhan arabadan inip Peri'nin kapısını açtığında onu yavaş hareketler ile arabadan indirdi. Bende arabadan inerken onların peşinden eve doğru gitmek yerine olduğum yerde durdum. Bugün onlar için acı bir gün olduğu için onları rahatsız etmek istemiyordum. Arkamı dönüp evin bahçesinin çıkışına kadar yürüdüğümde Pirhan'ın, "Nereye?" diye sert sesini duymamla onlara baktım.
"Nevanın evine." diye düz bir şekilde konuştuğumda Pirhan çenesi ile evi işaret etti. "Geç eve ben seni bırakırım." Gerek yok anlamında kafamı salladığımda, "Kendim giderim." dedim.
Yağmur hala yağdığından dolayı gözlerim kısık bir şekilde onlara bakmama rağmen dudaklarının alayla havaya kalktığını fark edebilmiştim. "Nasıl gideceksin? Yanında paran yok, buradan da yürümeye kalksan iki saate anca varırsın."
Haklı olduğunu bilememe rağmen yine de onlara doğru adım atmadım. Çünkü ikisi de iyi değildi. Bide benimle uğraşsınlar istemiyordum. "Ezgi," Ben onlara adım atmayınca Peri bana doğru adım atmaya başladı. "Eğer çok acil bir işin yoksa gelir misin? Tek kalmak istemiyorum." Peri'nin masum bir şekilde sorduğu soruyla ona hayır diyemeyeceğimi biliyordum.
Ona cevap vermek yerine hızlı adımlar atarak yanlarına gittiğimde bu sefer Peri'nin elini ben tuttum. Pirhan zile basmayıp cebinden çıkardığı anahtar ile kapıyı açtığında Süreyya teyzenin evde olmadığını anladım. İçeriye girip ayakkabılarımızı çıkardığımızda Peri koluma girdi ve beni merdivenlerden yukarıya çıkartmaya başlattı.
Merdivenlerden çıkarken gözüm Pirhandayken, onun gözü ikimizdeydi. Son basamağı da çıkıp üst kata geldiğimizde Pirhan merdiven başına geçti ve bana bakarak, "Üstünüzü değiştirin, çok fazla ıslandınız." dedi. Sesi boğuk çıkmıştı. Önüme gelen saçları kulağımın arkasına sıkıştırdığımda kafamı salladım.
Benim bu evde daha önce kaldığım odanın çaprazında ki odaya girdiğimizde her yerin krem renk olduğu ve duvarların tablolarla dolu olduğu bir odayla karşılaştım. Peri'den daha renkli, çocuksu bir oda beklerken ondan daha olgun duran odası ile karşılaşınca şaşırdım. Pirhanın odası da bu tonlardaydı.
Şaşırdığımı Peri'de anlamış olmalı ki önce hafiften tebessüm etti sonra ise dolabına doğru ilerleyip eline kıyafetler almaya başladı. "Ben banyoda giyinirken sende burada giyinirsin." Elime tutuşturduğu kıyafetlerle kafamı sallarken o odadan çıkınca elime verdiği kıyafetlere baktım.
Normalde beninle aynı koltukta bile istemeyecek olan Peri şimdi benimle kıyafetlerini paylaşıyordu. Ablasını ölüm yıl dönümü olduğundan olsa gerek Peri bugün çok farklıydı.
Bana verdiği eşofmanı ve sweatshirti giyip ıslak kıyafetlerimi bir köşeye bıraktım. Peri gelene kadar duvarda ki tabloları incelemeye başladığımda bir tablo oldukça dikkatimi çekmişti.
Kahverengi nazar boncuğuna andıran tek bir göz tablonun ortasına çizilmiş, o göz yarısı siyah yarısı beyaz olan yuvarlak bir çerçeveye alınmış ve onun dışında dairenin siyah tarafında ki arka planı da beyaza boyanmışken beyaz olan tarafa da tam tersi uygulanmıştı.
Buna benzer tablonun Pirhan'ın odasında da olduğunu hatırladığımda kaşlarım çatıldı. Tablonun altında Pınar Kaygılar yazdığını fark edince bu evde bi' resim odası olduğunu hatırladım. Pirhan o odaya girdim diye beni terslemişti. Muhtemelen o odanın ablasının odası olduğundan dolayıydı.
Tabloların hepsini incelediğimde konsolun önünde durdum. Pirhan'ın odasına nazaran bir sürü çerçeve vardı. İlk baştaki fotoğrafta Peri'nin kendi resmi varken yanındaki fotoğrafta abisi ile sarıldığı bir fotoğraf vardı. Pirhan'ın fotoğrafta bile gülmediğini görünce tebessüm ettim. Hep aynıydı.
Gözüm başka bir çerçeveye kaydığında kaşlarım havaya kalktı. Pirhan'ın odasında olan aynı fotoğraf... Fotoğrafa doğru eğilip baktığımda artık Pirhan'ın yanında ki kızın ablası olduğunu biliyordum.
Benim gibi kahkülleri olan küçük kızın şuan bu hayatta olmamasıyla içimi hüzün kapladı. Bu çok acı vericiydi. Ölen bir insanın sadece fotoğrafı ile yetinmek can yakıcıydı. Parmak uçlarımı küçük kızın üstünde gezindirdiğimde fotoğrafın arkasında yazı olduğu zihnime düştü.
01/01/2017 Her günün böyle olması dileğiyle...
Ablasının doğum günü olduğu tarih. Onların dilediği gibi bugün fotoğrafta gülümseyen çocukların hiç biri mutlu değildi.
Ablasının nasıl öldüğünü, ne yaşadıklarını içten içe merak ederken Peri'nin odaya girmesiyle konsolun önünden ayrıldım. Bana bakmadan yatağa geçip yattığında ne yapacağımı bilemediğim için yatağın köşesinde bulunan tekli koltuğa oturdum.
Kısa bir süre tavanı izlemeye koyulduğunda bende bacaklarımım yukarıya doğru çekip kollarımı bacaklarıma sardım. Peri, "Ablam," diye konuşmaya başladığında dikkatimi sadece ona verdim. "Çok güzel bir kızdı. Hep ona imrenirdim."
Çenemi dizime yaslarken tebessüm ettim. Genç kız halini görmemiştim ama fotoğrafta ki hali gerçekten de çok güzeldi. "Keşke şuan yanımda olsaydı da ben ona her seferinde yine imrenseydim." Peri'nin gözlerinde ki yaşlar tek tek yatağa dökülmeye başladığında, "Ama şuan yanımda yok ve daha hiç bir zaman yanımda olamayacak." dedi.
Diyecek bir şey bulamadığımda gözümü sıkıca yumdum. Burnumun direği sızlarken bir an nefesim kesildi. Mezarlığa gitmek, Peri'nin bu hallerini görmek beni o kadar çok yıkmıştı ki...
Bir kaç derin nefes alıp kafamı kucağıma gömdüğümde ikimizde daha konuşmadık. Gerçi ben şimdiye kadar doğru düzgün hiç konuşmamıştım. Onlara yeterince destek olamadığım için kendimi lanetledim. Böyle durumlarda ne yapacağımı bilemiyor dilim lal kesiliyordu.
Boynuma ve koluma vuran sızıntıları, uyuşukları hissederken gözlerimi araladım. Dün gece en son durduğum pozisyonda uyuya kaldığım için vücudum feci derecede ağrıyordu.
Bacağımda ki uyuşukluklara rağmen yavaş hareketlerle ayağa kalkerken dudaklarımın arasından istem dışı kısık bir inleme kaçtı. Yüzümü buruşturarak koltuğun köşesine tutundum. Ciddi anlamda her yerim uyuşmuştu.
Yürüyemeyeceğimi anladığım sırada koltuğa geri oturacakken koltuğun üstündeki şal ile kaşlarımı çattım. Dün ben buraya oturduğumda bu şal var mıydı? Şalı elime alıp koltuğa geri oturduğumda bakışlarım Peri'ye kaydı. Onunda üstü dün örtük değildi ama şimdi pike vardı. Muhtemelen Süreyya teyze sabah geldiğinde örtmüştür diye düşünürken Peri gözlerini açtı.
Uyku mahmuru ile gözlerini etrafta gezdirip en son bana baktığında gülümseyip, "Günaydın." dedim. Kaşları çatık bir şekilde bana bakarken yattığı yerden hızlıca doğruldu. "Senin ne işin var burada?" Gülümsemem solarken, neden böyle bir tepki verdiğini anlayamadım. Ben daha ağzımı açmadan tekrar sesini yükselterek, "'Senin benim odamda ne işin var dedim sana." diye konuştuğunda kaşlarım havaya kalktı. Ayarlarına geri döndü. "Nasıl yani, sen çağırdın ya beni. Hatta..."
Sözümün devamı getiremeden Peri yatağından fırlayıp kolumdan tutarak beni ayağa kaldırmaya çalıştığında, "Ben öyle bir aptallık yapmam." diye bağırdı. Ayağa kalkıp kolumu elinin arasından çekmeye çalışırken şaşkınlıktan ne yapacağımı kestiremiyordum. "Peri ne yapıyorsun? Bırakır mısın kolumu?"
"Hayır bırakmayacağım, defol odamdan. Pislik seni, bi' de odama kadar girmiş. Ne yapacaktın söyle, para falan mı çalacaktın?" Dediğimi kelimelerle ondan kurtulmaya çalışan hareketlerim kendiliğinden dururken yutkunamadım.
"Geri zekalı! Sen adamı vurmakla kalmayıp bide kaçamak için parasını da mı aldın?"
"Yapmadım öyle bir şey."
"Adam aldı diyor, sana mı inanacağım ben?"
"Bana neden inanmayıp o adama inanıyorsun?"
"Başka kime inanacağım, hah? Sen kimsin?"
Aklıma düşen pis anılarla beraber gözlerimi sıkıca yumdum. O gün ona cevap vermedim. Çünkü ne ben onun yeğeniydim, ne de o benim amcamdı.
Hırsla kolumu Peri'nin elinden çektiğimde Pirhan'ın odaya girmesi bir oldu. "Ne oluyor?" Peri parmağının ucuyla beni gösterirken, "Abi," dedi. "Bu kız hırsızlık yapıyor." Pirhan'ın bakışları bana dönerken çenem titredi. Kafamı hızla iki yana sallarken, "Yok öyle bir şey." dedim ve bu dediğime Pirhan inanmayacak diye çok korktum.
Tırnaklarımı avuç içime geçirirken bir adım geri gittim. "Pirhan gerçekten öyle bir şey yok." Bana inanmasını umarken, bana inanmayacağını biliyordum. Bu hayatta kimse bana koşulsuz inanmamıştı. "Yalan söyleme." Peri'nin bağırmasıyla yerimde irkilirken, "Yalan söylemiyorum." dedim. Bağırmak istedim ama sesim kısık çıkmıştı.
Yine tekrardan neyin içine düştüğümü anlayamazken gözlerimi sıkıca yumup derin derin nefesler almaya başladım. Pirhan'a bakamıyordum çünkü birisinin size inanmadığını görmek hayal kırıklığından ziyade daha ağır bir şey oluyordu.
"Def olup gitsin şu kız bu evden." Peri'nin sesiyle tırnaklarımı daha çok avucuma batırdığımda Pirhan'ın sesini duydum. "Peri," dedi. Sesi sinirli geliyordu. Bana mı sinirlenmişti? İnanmamıştı bana! "Saçmalıyorsun. Dün sen çağırdın Ezgi'yi. Önce mezarlığa gelmesini sonra ise bizimle beraber eve gelmesini sen istedin."
Derin derin nefes almaktan başımın döndüğünü hissederken yavaşlayamıyordum. Çünkü eğer yavaşlarsam nefes alamayacağımı hissediyordum. "Ben öyle bir şey yapmam." Peri'nin bağırışı bütün zihnimi ele geçirirken, "Sen dün çok mu içtin Peri?" diye sordu Pirhan. İçten içe Pirhan'a katıldım. Çünkü bunun başka bir açıklaması olamazdı.
"Niye bağırışıyorsunuz yavrum? Sesiniz daha bahçeye kadar geliyor." Süreyya teyzenin telaşlı sesi ile kendime gelmeye çalışırken, "Süreyya teyze sen Peri'nin elini yüzünü yıkamasında yardımcı olur musun? Kendisi şuanda iyi değil." Pirhan'ın dişlerinin arasından konuştuğunu anlayabiliyordum.
"Hayır önce şu kız bu odadan çıkacak." Pirhan sinirle soluyup, "Peri!" dedi. "Git ve elini yüzünü yıka."
Süreyya teyze Periye yardımcı olmuş olacak ki lavaboya girdiklerine dair sert bir şekilde kapı çarpış sesi duydum. Bütün sesler kesildiğinde nefes alış verişlerim birazda olsa düzelmişti. Tam gözlerimi açacağım sırada elimde hissettim baskı ile kaşlarım çatıldı. Birisi iki elimi de havaya doğru kaldırıp sıkmış olduğum yumrukları yavaş bir şekilde açmaya çalışıyordu. O birisi Pirhan'dı. Çünkü o birisinin elleri sıcacıktı.
Gözlerimi kırpıştırarak açtığımda direk Pirhan'ın gözleri ile karşılaştım. Bana bir kaç saniyeliğine bakıp elimi açmaya devam ettiğinde, "Açsana şu ellerini." diye soludu. Onun demesini bekliyormuş gibi ellerim anında kendiliğinden çözüldüğünde avucumun içlerini baş parmağı ile ovdu.
Bu yaptığı ile dudaklarım aralanırken tebessüm ettim. Pirhan bana kızmamıştı. Beni evden kovmamıştı. Bağırıp, çağırmamıştı. Pirhan Kaygılar bana inanmıştı. Hem de sebepsiz yere.
O hala benim avuçlarımı ovmaya devam ederken, "Teşekkür ederim." diye mırıldandım. Bana bakıp tek gözünü kırparak, "Ne için?" diye sorduğunda gülümsedim. "Bana inandığın için." Kaşlarını havaya kaldırıp indirdi. "Teşekkür edecek bir şey yok. Peri'nin saçmaladığı ortada."
"Olsun," diye direttim. "Yine de teşekkür ederim." Sahte olan kahverengi irislerime bakarken, "Lenslerin ile uyumuşsun." dedi konuyu kapatarak. Gözlerim nemli alnına dökülmüş saçlarında dolaşırken kafamı hafifçe yana yatırdım. "Uyuya kalmışım." Kaşlarını yine çattı. "Bir daha uyuya kalma, tehlikeli." Usulca kafamı salladım. "Kalmam."
Ellerini ellerimden çektiğinde kendimi boşlukta hissetsem de belli etmedim. Yanımdan uzaklaşıp oturduğum koltukta ki şalı eline aldığında bana doğru attı. "Seni eve bırakayım. Peri şimdi seni tekrar bunaltır." Arkasını dönüp odadan çıktığında peşinden ilerlemeden önce leslerimi çıkardım sonra yere düşen şalı elime alıp peşinden ilerledim.
Merdivenleri inmeye bitirdiğimizde Pirhan arabanın anahtarını almak için oturma odasına girdiğinde bende çok fazla susadığım için mutfağa girdim. Hızlıca iki bardak su içip mutfaktan geri çıkmak için arkamı döndüğümde Peri tek eli yumruk olmuş bir şekilde üstüme doğru geliyordu. Zebani.
Ciddi anlamda şansıma lanet edip yanından geçip gideceğim sırada kolumdan tutup gitmeme engel oldu. Nefesimi sesli bir şekilde verip kolumu elinden çekeceğim zaman öne doğru eğildi. "Sen," dedi. Sesi çok kısık geliyordu. "Sen hala..." Cümlesini devam ettiremeden bir anda eğilip kusmaya başladığında biran korkuyla çığırdım.
Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemezken kusmaya devam etmesiyle saçlarını ve sırtını tutarken sesli bir şekilde Pirhan'a çağırdım. Peri'nin sırtını tutmayı bırakıp alnını tuttuğumda kusmuklarının arasında kan gördüğümde tekrardan korkuyla bağırdım.
"N'oldu?" Pirhan koşarak yanımıza geldiğinde yere eğilip telaşlı bir şekilde kardeşine bakmaya başladı. "Bilmiyorum, bilmiyorum. Bir an da kusmaya başladı, bende anlamadım."
Peri kusmayı bitirdiğinde destek vererek doğrulttuğumuzda elime almış olduğum peçeteyle ağzını silmeye başladım. Göz altları morarmış bir şekilde zor bela ayakta dururken bardağa su doldurup içmesi için dudaklarına yaklaştırdım. Gözleri kısık bir şekilde zar zor bir kaç yudum içtiğinde ayakta zor duruyordu. Elimdeki bardağı ada tezgahına bıraktığımda endişelenircesine Periye baktım ama gözlerimi ona çevirmemle onun gözlerinin kapanıp bayılması bir oldu. Şaşkınlık nidası dudaklarımdan firar ettiğinde Pirhan onu düşmekten kurtarıp kucağına aldığında Peri'nin yumruk yapmış olduğu eli aşağıya doğru sarktı ve kendiliğinden açıldı.
Avcunun içinden düşen şeyleri görmemle dudaklarım kendiliğinden aralanırken Pirhan'a baktım. O'da yere düşen haplara bakarken yere eğilip tahmin ettiğim şeyin olup olmadığına baktım.
Pirhan'da benimle aynı şeyi tahmin etmiş olmalı ki merakla bana bakıyordu. Ona bir şey demek yerine yerde ki hapları elime alıp ayağa kalktığımda Pirhan'a doğru uzattım. "Bunlar," dedim sesimin titremesine engel olamazken. "Uyuşturucu mu?"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 238 Okunma |
35 Oy |
0 Takip |
14 Bölümlü Kitap |