
Bomboş kimsenin olmadığı bir alan... Yarı kurak veya kurak olan büyük bir bölge. Kaçıyorsunuz, koşuyorsunuz koşuyorsunuz ama varabileceğiniz bir nokta yok.
Kaçan antilop, yakalamaya çalışan ise bir leopar.
O leoparın gözüne kestirdiği antiloptan ziyade bir av iken antilobun gözüne kestirmeye çalıştığı tek şey güvenilir bir yer.
Leopar hızlı ve hırslıyken, antilop çaresiz ve umut içindeydi.
Birinin duyguları diğerinin duygularını yere sermişti.
Dibine kadar çektiğim temiz havanın bana bir faydası olmadığında onu geri bıraktım ve içeriye girdim. Karnımda bir baskı vardı ve bu baskı beni çok rahatsız ediyordu.
"Geçti mi biraz daha rahatsızlığın?" Neva elindeki kupayla bana adımladı ve kupayı bana uzattı. "Kayısı çayı yaptım belki iyi gelir." Teşekkür edip elindeki kupayı aldığımda üçlü koltuğa yarı uzanır bir şekilde yayıldım. "Geçer biraz sonra diye umuyorum. Zaten normalde de arada bir oluyordu." Umarım geçer. İç sesim gibi bende umdum. Çünkü Nevaya söylememe nazaran bu ağrı geçen haftalara göre biraz daha ağırdı. Geçtiğimiz haftalarda arada bir aynı buna benzer bir ağrı karnıma vuruyordu ama çok ciddiye almamıştım çünkü hemen geri geçiyordu. Ve ilk defa bu kadar uzun süre ağrı kendini belli etmişti.
"Eğer geçmezse söyle hastaneye gideriz." Ona sadece kafamı sallamakla yetindim. Neva kendi odasına çekildiğinde bende bana vermiş olduğu çaydan bir kaç yudum aldım. Muhtemelen mezarlıktayken yağmuru çok yediğim için üşütmüştüm.
Saat gece yarısını çoktan geçmişti ve ben ağrıdan uyanalı yarım saat oluyordu. Evin içinde attığım tur hiç bir haltıma yaramadığında koltuğa oturup saçımı çekiştirircesine topuz yaptım. Terlemeye başlamıştım. Çayımı içtikten sonra koltukta uyuya kalmış olsam da iki saat sonra zaten uyanmıştım.
Başımı ellerimin arasına alıp gözlerimi kapattım ve karnımdaki sancının geçmesini bekledim. Ama sancım bana ihanet edercesine daha sert bir şekilde saplandığında kendimi koltuktan aşağıya bıraktım ve yere oturdum. Üstüne üstlük sancı mideme de vuruyordu. Sabır çekercesine bir ileri bir geri sallanmaya başladım. Hastaneye gitsen iyi olacak. Sallandığımdan dolayı mı bilmiyorum ama midemin artık ağzıma geldiğini hissettiğimde hışımla ayağa kalktım ve lavaboya girdim. Midemdeki her şeyi çıkarttığımda başımın dönmesini umursamadan zor bela ayağa kalktım ve elimi yüzümü yıkadım. Baya kötü üşütmüş olmalıydım.
Tam oturma odasının girişine geldiğimde daha fazla adım atamadım ve eşiğe önce oturdum sonra tamamen yere yattım. Şiddetli karın sancısıyla beraber midem bulanmaya devam ederken şimdi birde baş dönmesi eklenmişti. Cenin pozisyonu alıp ağrımın geçmesini diledim. Nevaya seslen hastaneye gidelim. Nevanın odası üçüncü kattaydı ve benim oraya çıkmaya takatim bile yoktu bağırayım desem ise o beni duymazdı.
I may need you or I may be sick
Sabah ezanının sesi kulaklarımda yankılandığında halen daha kalkmamış soğuk terler döktüğüm yerde cenin pozisyonu aldım. Gözlerimi kapadım. Sancı tüm vücuduma yayılmış gibi hissediyordum. Daha önce hiç böyle üşüttüğümü hatırlamıyordum. Midem hortum çıkarırcasına bana zorluk çıkarırken derin bir nefes aldım. Artık kusmaktan yorulmuştum.
"Ezgi!" Birisinin sesi kulaklarıma ulaştığında önce kim olduğunu anlamadım ama sonra aynı ses ismimi korkuyla dile getirdiğinde bu kişinin Uzay olduğunu anladım. Adım sesleri kulağımın dibine kadar geldi ama ben hala gözlerimi açmadım. "Ne oldu sana?" Bu saat bunun burada ne işi var? Yüzüme düşen saçları geriye doğru itekledi. Ve eve nasıl girdi? "Bir yerine bir şey mi oldu?" Gözlerimi yavaşça açtığımda onun korku dolu gözlerini yüzümde dolaştığını gördüm. "Hastane..." Cümlemin devamını getiremedim çünkü safra kesem ağzıma gelmişti. Bana yakın olduğundan onu tek elimle hızlıca itip hafif doğruldum ve kusmaya başladım. Sabahtan beri kustuğum için artık midemde bir şey kalmadığından dolayı kusmam kısa sürmüş ve sadece su kusmuştum.
Kusmam bittiğinde kusarken beni rahatsız eden saçlarımı kolumla geriye doğru savurulup Uzaya baktım. Gözlerindeki acıma mıydı? "Hastaneye götürür müsün?" Sen hastaneye gitmezdin. Evet dedim iç sesime. Ama artık yakalanma korkusu yok. Uzay bir kustuğum yere bir bana baktıktan sonra kafasını hızlıca sallayıp eğildi ve beni kucağına aldı.
Arabaya varana kadar baş dönmem o kadar artmıştı ki bunun sebebi beni sarstığından mı yoksa hasta olduğum için miydi anlayamadım. Beni ön koltuğa oturttuktan sonra kendisi de sürücü koltuğuna geçtiğinde sancının geçmesi için yine gözlerimi kapattım.
***
Zehir: Girdiği organizmada fizyolojik görevleri bozan veya yok ederek ölüme sebep olan madde.
Sancı oranım yok denecek kadar azalmış bir halde almış olduğum derin nefesimi dışarıya bıraktım ve yatmış olduğum hastane yatağında biraz daha geriye kaykıldım.
Arabadayken hastaneye gelene kadar bayılmış mıydım bilmiyorum ama her şeyi çok kesik kesik hatırlıyordum. Tam olarak kendime geldiğimde ise hastane odasındaydım ve başımda doktor vardı. Sandığım gibi üşütmemiştim ama hiç sanmayacağım şekilde zehirlenmiştim. Bu nasıl olabiliyordu? Doktor bana ağır bir şekilde zehirlenmiş olduğumu ve en son ne yediğimi sordu yalnız ona hiç bir cevap veremedim çünkü doğum gününden sonra hiç bir şey yememiştim ondan öncede ne yediğimi hatırlamıyordum.
Daha demin ise doktorun çıkacağı vakit Uzay odaya girmişken iç sesimin bana bir şey hatırlatmasıyla doktoru durdurmuş ve o kadar kusmama rağmen zehirden bu kadar etkilendiğimi sormuştum. Doktorda odaya hemşire göndermiş ve bir kaç test daha yaptırmıştı.
"Nasıl oldun daha iyi misin?" Hemen yanı başımda ki koltukta oturan Uzaya kafamı çevirdim ve yüzüne baktım. Benim zehirlenmeme sebep olan onlar mıydı? Ona cevap vermek yerine, "Senin o saatte ne işin vardı Nevanın evinde?" diye sordum. O geldiğinde daha sabah ezanı yeni okunmuştu. Sorumdan dolayı bi' an duraksasa da, "Pirhan göndermişti." diye cevap verdi. Kaşlarımı çattım. "Pirhan mı, o saatte, neden?" Seni kontrol etmek için. "Neva için." Sebep diye yeniden direttim. "Bugün Pirhanla beraber Alanya'ya gideceklerdi onu almaya geldim?" Gönlünü almak için tatile götürüyor herhalde. "Sabah namazında? Eve nasıl girdin?"
Uzay yayıldığı koltuktan doğrulurken sırıttı. "Kız sen beni sabah sabah niye sorguya çekiyorsun? Sen bunları düşüneceğine gelmeseydim ne olurdu onu düşün." Eğer ona teşekkür etmemi bekliyorsa yanılıyordu. Kimse, arabasına çarpan kişinin çarptığı arabayı yaptırdı diye teşekkür etmezdi.
Üstümdeki pikeyi kenara savurduğumda lavaboya gitmek için ayaklarımı yataktan aşağıya sarkıttım. "Nereye gidiyorsun?" Uzaya cevap verme gereksiniminde bile bulunmadan serumumu serum askısına taktım ve yavaş adımlar atarak lavaboya girdim. Önce lavabodaki işimi halettim sonra ise aynanın önüne geçtim. Eğer zehirlenmemiş olsaydım şuan kaçmış olacaktım. Belki de kaçacaklarını anladılar. Olabilir miydi? Kaçacağımı anlayıp beni zehirlemiş olabilirler miydi? O yüzden mi Uzay o saatte gelmişti. Beni kontrol etmek için mi?
Bu kaçısın bir sonu yok.
Musluğun soğuk tarafını açıp dört beş kere yüzümü yıkadıktan sonra dağılmış olan saçlarımı üstün körü topladım ve artık lavabodan çıkmak için kapı kolunu indirdim. Kapıyı araladığımda ilk görüş alanıma Uzay girdiğinde daha sonra kapıyı sonuna kadar açtım ve bu sefer görüş alanıma Pirhan ile Neva girdi. El ele..
”Ezgi iyi misin?” Neva bana doğru adımlayıp Pirhanın elini bırakacağı sırada Pirhan elini bırakmayarak buna engel oldu. Sevgilisi sonuçta. Lavabo kapısının ağzından tam çıktım ve kapıyı kapatarak yatağa doğru ilerledim.
“Dur yardım edeyim ben sana.” Uzay serum askısını elimden aldığında itiraz etmedim ve yatağa oturup yerleştim. “Üstünüde örtelim üşütme.” Pikeyi de üstüme çektikten sonra daha demin oturduğu koltuğa geri oturdu.
“Niye ayakta bekliyorsunuz otursana.” Onlar bir şeye bakıp çıkacaklardı. Pirhan ile Neva davet bekliyormuş gibi hareket ettiklerinde bakışlarımı asla onlara çevirmedim.
“Ezgi sana gerçekten darıldım. Neden beni uyandırmayıp o kadar saat bekledin? Bir de zehirlenmişsin baya sancı çekmişsindir.” Baya umrundaydı sanki. “Yoo o kadar sancı çekmedim. Sancı çekmeye başladığımda da Uzay gelmişti zaten.” Saatlerce sancı çektiğimi bilseler mutlu olurlar mıydı? “İyi bari.” Tabi canım iyi Allahtan zehirliyken az sancı çektim.
“O saatte Ezgiyi orada görünce aklım çıktı. Ama neyseki o saatte gelmişim Neva.” Uzay bana hiç inandırıcı gelmeyen endişeli sesiyle konuştuğunda kafamı yastığa tam yerleştirdim. Hala onlara bakmamıştım. Neyden kaçıyorsun? Serumun sinir bozucu derece yavaş damlayışını izlerken Neva Uzaya hak verdi. “Evet evet Pirhanla Alanya’ya gideceğimiz için Uzay beni almaya gelmişti ama neyseki seni görmüş.” Uzay yalan söylememiş mi? Ağız birliğidir. “Ve asıl refakatçın şimdi geldi. Ben seni böyle bırakıp hiç bir yere gitmem.”
”Gerek yok.” Pirhan ile aynı anda aynı ses tonuyla Nevaya cevap verdiğimizde bakışlarımı ona çevirdim. Geldiğinden beri varla yok arası bir şeydi. Onun bakışları zaten bendeyken dudaklarını çok kısa bir an yaladı. “Zaten Uzay burada.” Bunların ellerimi yapışmış?
“Aynen siz gidin nereye gidecekseniz. Ben buradayım bakarım Ezgoya.” Uzaya yandan bir bakış attım. “Sana da gerek yok. Ben bakarım başımın çaresine.” Uzaya ayrı bir kinlisin herhalde? Ne alakası vardı? Hepsinden nefret ediyorum ve gitmelerini istiyorum. Uzay ona cevabımı ters algılayıp gitmeye karar vermek yerine, "Daha bu gece biz seninle dedikodu yapacağız nasıl gideyim?" dedi beni dürterek.
"Kalkalım biz artık." Pirhan müsaade istercesine değil de haber verircesine ayaklanarak konuştuğunda mavi irislerimi ona çevirdim ve bugün ilk kez gözünün içine içine baktım. Fakat hiç bir şey göremedim. Ne aradığımı bilmiyordum ama sanırım aradığım şeyi bulamamıştım.
"Ezgi bizim ne zaman döneceğimiz belli olmaz. Evin anahtarı Uzayda var ondan alırsın tamam mı?" Bakışlarımı onun gözlerimi çekmeden Nevaya kafamı salladığımda Neva artık gitmek için Pirhanı çekiştirdi ama Pirhan yerinden oynamadı.
"Seni bir ay akşam vardiyasına aldım haberin olsun." Pirhan'ın dengesiz olduğunu her zaman düşünürdüm. Şimdiye kadar sert bir şekilde konuşup şimdi yumuşak bir şekilde saçlarıma bakarken bu düşüncemi zaten kanıtlıyordum. Önceden bu dengesizliğini anlamasam da şimdi bunun sebebini bana ihanet etmesinden dolayı olduğuna yoruyordum.
Kaşlarım çatılırken, "Neden?" diye sordum.
"Çünkü öyle."
Kehribarlarına bakarken, "Neden?" diye üsteledim.
"Bir nedeni yok, öyle olması gerekiyordu."
Vardır yine bir planları. Ama artık ben yoktum. Uzatmak yerine yapmacık bir şekilde gülümseyip kafamı salladığım da, "Peki," dedim. "Akşam giderim Pirhan Bey." Ona, üstüne basarak 'Pirhan Bey' demem hoşuna gitmiş olmalı ki dudağının sağ köşesi havaya doğru kalktı.
Neva Pirhanın kolunu bir kez daha çekiştirdi ve bu sefer Pirhan engel olmak yerine peşinden ilerledi. Onlar odadan tam çıktıklarında bende uyumak için Uzaya sırtımı döndüm.
Ben buradan gidecektim, kurtulacaktım. Ya bugün, ya yarın, ya da ondan sonra ki gün. Tam olarak ne zaman kaçabilirim bilmiyorum ama o hapishaneye bir daha geri dönmeyecektim.
***
Göz kapaklarımın üstüne düşen ağırlık uyumaya devam etmekle uyanmak arasında beni ikileme düşürdüğünde gözlerimi sıkıca yumdum ve ağırlığın geçmesini bekledim. Ama bana inat ağırlık bi' o kadar daha arttığında pes ettim ve göz kapaklarımı aralamaya karar verdim. Önce etraf bulanıklaştı sonra ise güneşin son vuruşlarını karşımda ki duvarda gördüm. Hava kararmaya durmuştu. Sanırım 6-7 saat uyumuştum ve bu beni mutlu etmişti. Odanın içinde ki sessizlikten dolayı Uzayında uyumuş olduğunu düşündüm ve ona bakmak için kafamı arakaya çevirdim. Bakışlarım koltukta Uzayı beklerken Periyi gördüğünde korkup duraksadım. Zebani gibi koltuğun ucuna oturmuş başı yerde öylece bekliyordu. "Peri," Hastaneden ne zaman çıkmıştı? Eğik olan kafasını seslenmemle anında kaldırdığında bana baktı.
"Ezgi!" Vücudumu tamamen ona çevirdiğimde o da bana doğru döndü. “Nasılsın?” Hala hastanedeki gibiydi. Göz altları morarmış, saçı başı dağınıktı. Ona tebessüm etmemle bana tebessüm etmemişti ama gözlerinde ki endişe kaybolmuştu. "İyiyim sen nasılsın?”
Çekingen bir şekilde, "İyiyim." diye mırıldandığında onun burada ne işi olduğunu sorguladım. Yatar pozisyondan oturur pozisyona geçtiğimde bir şeyler söylemesini bekledim ama aradan on dakika geçmesine rağmen konuşma girişiminde bile bulunmadı. Uzay nerede? Üstümdeki pikeyi kenera savurdum ve kalmak için hareketlendim. Biraz dışarı çıkıp hava almak istiyordum. Yere basmadan önce hastane terliklerini ayağıma geçirdiğimde Periye döndüm. “Biraz dışarıya çıkalım mı?” Peri önce camdan dışarıya baktı sonrada bana baktı. “Sorun olmaz mı?” Omzumu silkip yanına vardım ve kolundan tuttum. “Ne sorun olacak? Serumumu da çıkarmışlar zaten.”
Peri kolundan çekiştirmeme bir şey demedi ve beraber önce odadan sonra hastaneden çıktık. Havanın soğuklukla üstümdeki ince şeyden dolayı üşümüştüm ama bunu sorun etmeyecektim. Gözlerim fildir fildir boş bank aramaya başladığında Peri benden önce görmüş olmalı ki bu sefer beni o yönlendirdi. Bulmuş olduğu banka oturduğumuz da rahat olmasada derin bir nefes aldım. Akşam olduğundan olsa gerek bahçede pek insan yoktu.
Aradan belki yine bir sessiz on dakika geçtiğinde Peri yerinde rahatsız bir şekilde kıpırdanıp elleri ile oynamaya başladı. "Seni rahatsız etmedim değil mi?" Hastaneye gelişinden söz ediyor olmalıydı. "Hayır canım, niye rahatsız edesin ki?" Çok sebep varda saymayacağım. Verdiğim cevapla rahatladığında, "Hastanede seninle konuşmak iyi gelmişti, geçte olsa bazı şeylerin farkına vardım. Bu yüzden hastaneden çıkar çıkmaz sana teşekkür etmek için gelmiştim." dedi stresli bir şekilde davranmayı bırakarak.
"Saçmalama, teşekkür edilecek bir şey yok. Keşke hastaneden çıkar çıkmaz gelmek yerine evinde dinlenseydin. Buraya kadar neden zahmet ettin ki? Ben zaten senin yanına gelecektim." Gitmeyecektin.
"Aslında sadece teşekkür için değil, özür dilemek içinde geldim." Neden özür dilediğini anlamadığım için kaşlarımı çattığımda Peri, "Şuana kadar sana davrandığım hal ve hareketlerim için." diye açıklamada bulundu. Geç kaldın biraz.
Tebessüm ettim. Karşımda oturan Peri ile iki gün önce ki Peri'nin arasında o kadar çok fark vardı ki... İki gün önce olsaydı Peri'nin benden özür dileyeceği aklıma bile gelmezdi. Şu sıralar her şey o kadar hızlı değişiyordu ki... Aklıma bile gelmeyecek şeyler olmuştu. Bi' anda kendimi bir yalanın, bir ihanetin içinde bulmuştum.
Ona hiç bir şekilde cevap vermedim çünkü bu özrü hak ettiğimi düşünüyordum.
"Sen ne zaman geldin buraya?" Onun geldiğini hiç duymamıştım. “1 saat oluyor sanırım." Kaşlarım havalandığında, “Keşke beni uyandırsaydın. Bir saat niye bekledin?” diye hayıflandım. Sonuçta o da hastaneden yeni çıkmış olmalıydı. "Uzay abimle konuştuk biraz o yüzden sıkılmadım." Anladım dercesine kafamı salladığımda, "Uzay nerede şimdi?" diye sordum. Oturduğumuzdan beri elleriyle oynarken, "Restorana gitmesi gerekiyormuş." dedi. Nasıl yani beni yalnız mı bırakmıştı? Peri var ya? Ondan kaçmam kolay olurdu. Bu haber beni keyiflendirirken hemen kalkıp gitmek istedim. Uzay gelmeden gitmem gerekiyordu.
"Merak etme o gelene kadar seni yalnız bırakmam." Bir anda kendimi tutamayıp, "Olmaz." diye çıkıştığımda bakışlarını suratıma çevirdi. "Bunu sana Uzay mı söyledi?"
"Hayır." dedi ve tereddüt ederek. "Senin için sorun mu?" Çatık olan kaşlarımı düzelttiğimde kafamı salladım. "Hayır, sadece hastaneden yeni çıkmışsındır o yüzden dedim."
Tebessüm ederek göz altı morluklarına az bir alan verdiğinde boynuna bağlamış olduğu fuları çıkardı. "Sorun olmaz, ben senin yanında kalmak istiyorum." Bana cevap vermesinden ziyade gözüm boynuna takıldığında kaşlarımı çattım. Boynunda kendini belli edecek kadar belirgin kızarıklar vardı. Çene kısmından ensesine doğru uzanan kızarıkların hastanedeyken olmadığına neredeyse emindim. Bu kızarıklar yeniydi. Çatık olan kaşlarımla ona doğru yaklaştığımda, "Boynuna ne oldu?" diye sordum.
Eli anında boynuna gittiğinde kendi kendine sövmeye başladı. Bir anda boşluğuna gelip çıkarmış olmalıydı. Çıkardığı fuları hızlıca boynuna geri bağladığında, "Bir şey olmadı." diye ağzının içinde mırıldandı. Yalan söylüyordu. Nerede olsa tanırdım, çünkü ben bu izlere çok alışıktım. Biri onu boğmaya çalışmıştı.
Bankta ona daha çok yaklaştığımda, "Peri." dedim. "Kim yaptı sana bunu." Ona yaklaşmamla o da yana kaydı. "Neyi?" Anlamamazlıktan geliyordu. "Boyunda ki izlerden bahsediyorum." Tekrardan oturduğu yerden biraz kayarak benden uzaklaştığında, "Boynumda iz falan yok benim." dedi. Burnumdan sesli bir şekilde nefesimi verip, "Yalan söyleme." diye kızdım. "Biri seni boğmaya kalkmış, bariz bir şekilde belli."
Sesimin yükseldiğinden mi kaynaklı bilmiyorum ama biranda gözlerinden yaşlar gelmeye başladı. Ona tekrardan yanaştım ve elini tuttum. "Peri," Bu sefer sesim daha yumuşaktı. "Ağlama ve lütfen bana ne olduğunu anlat." Kendisini geriye doğru çekti. "Bir şey olmadı, o kızarıklıklar kullandıklarımdan dolayı oldu."
"O zaman neden ağlıyorsun?" Tek eliyle göz yaşlarını sildi. "Ağlamıyorum." Beni sürekli yalanlayacağını anladığımda elimi uzattım ve boynuna sarmış olduğu fuları geri çözdüm. Bana engel olmadığında boynunda ki kızarıklara daha yakından baktım. Yakından bakınca daha iyi anlaşılıyordu. Boğazını sıkan kişinin resmen on parmağının onu da belli oluyordu.
Yüzüm ne şekil aldı bilmiyorum ama Peri'nin gözleri doldu. "O kadar mı kötü duruyor?" Kötüydü. Baya kötü gözüküyordu. Ama, tabi ki bunu ona söylemedim. "Kim yaptı sana bunu?" Susup bana cevap verip vermemek arasında kaldığında sorumu tekrar yeniledim. Sonunda, "Sercan." dediğinde genzinden bir hıçkırık koptu. Sercan ismini duymamla donup kaldığımı hissetmem bir oldu. Sercan mı demişti o? Amcamın adamı olan Sercan mı? "Neden?" Bunu o kadar heceleyerek sormuştum ki... "Ahsen yüzünden." dedi hırçınca.
"Uyuşturucu kullanmama sebep olduğu için abim onun bütün yetkilerini elinden alıp ona baya kızmış. Ahsen de sinirlenmiş, sinirini de benden çıkartmak istemiş." O kadar hırslı anlatıyordu ki... Gözünden yaşlar tekrardan akmaya başladığında kendime geldim ve elimin tersiyle yaşlarını sildim. "Abin biliyor mu peki?" Neyi kastettiğimi anlamadığında boynun işaret ettim. Kafasını hızlıca iki yana salladı. "Eğer öğrenirse Sercan'ı öldürür." Kardeşi için öldürüyor, senin için seni onun eline atıyor? O onun kanı.
"Ama öğrenmesi daha iyi olmaz mı? Ya bir daha aynısını yapmaya kalkarlarsa?"
"Yok yapmazlar." dedi kesin bir dille. Sonra tereddüte düştü. "Yani, herhalde." Benden cevap beklercesine titrek bakışlarını bana çevirdi. "Yapmazlar değil mi?" Gözlerinde ki korku elle tutulur değerdeydi. Bir şey demek yerine sadece ona sarıldım. Yapmaz dediğin herkes her şeyi yapardı.
Bir süre ikimizde birbirine sarıldıktan sonra geri çekilip, "Ne zaman oldu bu olay?" diye sordum. Sonuçta daha hastaneden çıkalı ne kadar olmuştu ki? "Hastaneden çıkarken. Abim çıkış işlemlerini hallediyordu, bende onu odada bekliyordum. O sırada odaya girip bir anda bana saldırmaya kalktı." Sesi kesik kesik çıkarken bir türlü hıçkırığını durduramıyordu. Hala korkuyor olmalıydı.
Şerefsiz diye söylendim. Amcamla çalışırken de bana az çektirmiyordu.
"Şunu odaya götür, gözüm görmesin."
"Hayır, Sercan abi lütfen götürme." Yalvarışlar...
"Kes be sesini!" Yüzüme inen tokatlar...
"Sen nereden tanıyorsun Sercan'ı?" Anlamayarak Peri'ye baktım. "Sercan mı?" Kafasını salladı. "Evet, Sercan'ın yaptığını söylediğimde dondun kaldın, demek ki tanıyorsun. " Omzumu silktim. "Nereden tanıyacağım? Yaptığı şeyden dolayı öyle bir tepki verdim."
İnanmayan gözlerle bana baktığında konu kapansın diye ayağa kalktım. "Burada biraz daha durursak hiç hastaneden çıkamayacağız. Hadi içeriye girelim." Adımlamaya başlayacağım an kolumdan tutarak beni kalktığım yere geri oturttu. "Ezgi, sende bir şeyler var. Belli etmemeye çalışıyorsun ama bariz bir şekilde belli ediyorsun. Ne oldu? Neden böylesin?" Anlamamazlıktan geldim. "Bir şey olmadı. N'olmuş olabilir?" En fazla ihanete uğramışımdır o kadar.
"Bir şeylerden kaçıyorsun. Ne olduğunu bilmediğim bir şeyler yaşamışsın ve hala onun etkisi altındasın." Onu yalanladım. "Saçmalama, öyle bir şey yok." Bana inanmadı. "Ezgi, bu duyguyu biliyorum ve onu sende görüyorum. Ne olduğunu anlatmak ister misin?" İstemsizce kafamı iki yana salladım ve bu yaptığım hareketle onun dediklerinin doğru olduğunu belirtmiş oldum.
"Tanıyorsun değil mi Sercan'ı?" Ona cevap vermedim. "Nereden tanıyorsun?" Kafamı eğip çimenlere baktım. "Abimin seni eve getirmesinin sebebi de farklı değil mi?" Sustum. Peri'nin ardı arkası kesilmeyen sorularına ne diyeceğimi bilmiyordum. Peri'ye güveniyor muydum? Bu ihanetin içinde o da var mıydı? Bu soruların cevabını bilmezken ona neden kendim hakkımda bir şey anlatacaktım ki?
Peri ayağa kalkıp önümde diz çöktü ve eğmiş olduğum başımla yüz yüze geldi. "Ezgi, bana güvenebilirsin. Seni bir kardeşin gibi dinlerim ve kimseye senin hakkında bir şey söylemem, bu kişi ablam dahi olsa söylemem." Bu kadar büyük konuşmasına karşı kısa süreliğine kapatmış olduğum gözümü açtım. Ne anlatacaktım ki? Aynı soruları tekrardan sorduğunda başımı kaldırdım. Tam olarak bir aptal mıydım bilmiyorum ama bir insan bana şefkat gösterdiği an ben kendimi o kişinin kollarına bırakıyordum. Pirhanda sana şefkat gösterdi. O bana acıdı.
Periye sadece abisiyle nasıl tanıştığımı anlattığımda iç sesimin yapma diye yalvarmasına rağmen Periden buradan kaçmam için bana yardım etmesini istedim. Belki de gerçekten bir aptaldım evet, ama abisinin bana ihanet etmesine rağmen bunu yaptığım için pişman olmadım. Olmak istedim ama olamadım. Çünkü o an Peri bana o kadar güven verdi ki.. Şuana kadar Pirhan'dan alamadığım güveni ondan aldım.
Yüzüme boş boş bakmaya başladığında iç sesim pişman olmam için her şeyi söyledi. Tam Perinin de bu ihanetin içinde olduğuna inanacağım vakit Peri çömeldiği yerden kalktığında elimden tuttu ve beni hastane çıkışına kadar sürükledi. Yardım mı ediyordu Uzaya mı götürüyordu?
Hastane kapısından da çıktığımızda adımlarımızı durdurup bana döndü. "Şurada ki taksilerden birine bin ve nereye gitmek istiyorsan git. Ama sakın kendini tehlikeye atacak bir şey yapma tamam mı?" Onun göstermiş olduğu taksi durağına baktığımda içim sevinç doldu.
Çantasından çıkarmış olduğu bir miktar parayı da üstümde ki fırkanın cebine koyduğunda ne diyeceğimi bilemeyip mahcup bir ifadeyle sadece gülümsedim. Gülümseme karşılık o da bana sadece bana sarıldı. O kadar sıkı sarıldı ki kemiklerim birbirine geçecek kıvama geldi. Ama onu geri iteklemedim ve sarılmasına karşılık verdim. Sarılmak... O kadar güzel bir eylemdi ki... Annemden sonra sarılmaya hasrettim.
"Hadi Uzay gelmeden git." Ona teşekkür edip daha fazla beklemeden taksi durağına koştuğumda boş olan taksilerden birine bindim ve yola koyulduk. Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete.
Yol hızla akıp giderken Perinin bana vermiş olduğu paraya baktım. Eğer taksiden üç dört kilometre sonra inmezsem otobüse verecek parayı çıkıştıramıyordum. Nevanın evine gidip restorandan kazandığım parayı da alamazdım çünkü yakalanma ihtimalim vardı. Bu benim son şansım olabilirdi bu yüzden bu sefer başarmam gerekiyordu.
Yedi dakikanın sonunda taksimetre istediğim meblağya ulaştığında şoföre durmasını söyledim. "Daha terminale gelmedik ama?" Ona cevap vermek yerine parasını uzattığımda, "Kaç km kaldı terminale?" diye sordum. "İki üç km vardır." Arabanın kapısını açıp teşekkür ettim ve arabadan indim. En azından düşündüğüm kadar yürümeyecektim. Taksi beni otobanda bırakıp gözden kaybolduğunda içime oturan öküzle beraber adımlamaya başladım. Korkuyor musun? Hava karanlık olduğu için böyle hissediyor olmalıydım. Gökyüzünde tek bir yıldız bile yoktu.
Ayağımdaki hastane terliğiyle yürümem biraz can acıtıcı olurken tahmini olarak terminale yaklaşmış olmam gerekiyordu. Çünkü pek hayli baya yürümüştüm. Hızlanması hiç durmayan adımlarımla beş dakika daha yürüdüğümde otobüs terminalinin tabelasını gördüm. Bitmişti. Bu sefer başarmıştım, kurtulmuştum.
Adımlarım bunun verdiği heyecandan olsa gerek daha da hızlandığında içimden şükürler ediyordum. Çok az kalmıştı. Buradan kurtulmama çok az kalmıştı.
Tabelayı arkamda bıraktığımda geriye sadece otobanı geçmek kalmıştı. Işıkların önünde durup yeşil ışığın yanmasını beklemeye başladığımda önümden sürat ile geçen araba biraz ilerimde durdu. Arabanın ani freninden bir anlığına korktuğumda yeşil ışık yanmıştı. Arabalar yavaş yavaş durmaya başladığında yaya geçidine adımımı attım. Yavaş ve sakin adımlarla bi' şeridi geçtiğimde diğer şerit kalmıştı.
Aynı sakinlikle son şeridin de yaya geçidinin yarısına geldiğimde bir el kolumu tuttu. Adımlarımı durdurdum. "Seni tanımadığımı mı düşünüyorsun?" Sesin iğrenç tonu kulaklarımda uğultu yaptığında kalbim boğazımda atmaya başladı. Arkama dönmeye cesaretim yoktu ama zaten dönmemede gerek yoktu. Bu sesin sahibini tanıyordum. Sercan...
Yeşil ışıklar kırmızıya, kırmızı ışıklar yeşile döndüğünde önünde durduğumuz arabalar kornalara basmaya başlamıştı. Sercan alel acele beni çekiştirmeye başladığında kolumu elinden çekmeye çalıştım. Nefes alamıyordum ve çok korkuyordum. Bu beni nasıl bulmuştu? Periden de ihaneti yedin. "Yardım edin!" Boğazım yırtılırcasına bağırmaya başladığımda kimse beni duymuyordu. Sercan kolumu kıracak bir şekilde beni tutarken ben ağızım çıktığı kadar bağırıyor ondan kurtulmaya çalışıyordum. Ama bu mümkün değildi. Sesimi arabaların kornaları bastırıyor, bizi ise görmezden geliyor yanlarımızdan hızlı bir şekilde geçiyorlardı.
Sercan en sonunda beni sırtına attığında ortasına durduğumuz yoldan kaldırıma geçti. Yumruk yapmış olduğum ellerimi olabildiğince sert bir şekilde sırtına vururken, "İndir beni!" diye bağırıyordum. "Kes sesini! Amcan seni bekliyor."
O adamı andığında daha hızlı vurmaya başladım. "İndir beni, hemen!" Beni dinlemedi ve karşı şeride geçti. "Yardım edin!" Neden kimse yardım etmiyordu? İnsanlık o kadar mı ölmüştü? Arabanın yanına geldiğimizde kapısını açtı ve beni arabanın içine atmaya çalıştı. Sürekli hareket edip işini zorlaştırmaya çalıştırdığımda sırtıma bir tane yumruk geçirdi. Anlık olarak neye uğradığımı şaşırdığımda hareket etmeyi kısa süreliğine bırakmıştım. Nefes alamıyordum, konuşamıyordum. Bir şey olmuştu, kilitlenmiştim. Bundan fırsat bilip beni arabanın içine atacağı sırada, "Bir sorun mu var?" diye bir ses duydum.
Kafamı çevirip kim olduğunu göremiyordum ama yardım etmeye geldiğini anladım. Sercan, "Yok bir sorun kardeşim, karımla ufak bir tartışma yaşadık o kadar." diye adamı tersledi. İtiraz etmek için hareket etmeye çalıştım ama başarısız oldum. Ortam sakinleştiğinde adamın gitmiş olduğunu düşünüp lanetler okumaya başlamıştım ki bir adam benim görüş alanıma girdi.
Bana baktı, yüzümü inceledi ve en sonunda gözlerimde durakladı. Konuşamadığım için gözlerimle bir sorun olduğunu anlatmaya çalıştım. Lütfen, lütfen anla. Anlayıp anlamadığını anlayamadığımda bana göz kırptı. "Anlıyorum, bazen kadınlar sorun çıkarabilir. Yeni evliyseniz bu tarz şeyler çok normal." Sercan adamı onayladığında kilitlenmem çözülmüştü. Kesik kesik nefeslerim normale girdiğinde ağzımı açmıştım ki adam, Sercan'ın görmeyeceği şekilde eliyle bana sus işareti yaptı.
"Sen yengeyi yerleştir arabaya da gidin evinize aranızı düzeltin." Adamın ne yaptığını anlayamazken Sercan beni arabaya fırlatırcasına oturttu ve kapımı kapattı. O adamında bu işin içinde olduğunu düşünüp kapımı açmaya çalıştığımda adam kapımı tuttu. Sinirlenip bağırmaya başladığımda Sercan sürücü koltuğunun kapısını açtı ve yerleşti. Daha çok bağırdım. Gitmek istemiyordum. Sercan arabanın motorunu çalıştırdığında araba hareket etmeye başlamıştı ki adam kapımı o sırada açıp beni arabadan dışarıya çıkarttı. "Kaç!" Şoka girerken adam beni itekledi. "Arabam karşı tarafta çabuk ol, koş!" O an hiç bir şey sorgulamayıp adamın dediğini yapmaya başladığımda koşmaya başladım.
Olduğumuz tarafta ki şeridi hızlı bir şekilde geçmeye başladığımda adamda arkamdan geliyordu. Diğer şeridi de geçmek için adım attığımda Sercan u dönüşü yapmış önümde durmuştu. Afallayıp, ne yapacağımı bilemediğimde adam tekrardan beni koşmam için teşvik etti.
Arabanın arka tarafından dolaşıp ışıklara bile bakmadan koşarak geçmeye çalıştığımda Sercan beni yakalamış, kolumdan tutmuştu. "Nereye gidiyordun lan?" Yolun ortasında tutmuş olduğu elinden kurtulmaya çalışırken adam geldi ve kolumun kurtarmama yardımcı oldu. Arabalar vızır vızır yanımızdan geçerken kurtulduğum an şeridin diğer yarısını koşmaya başladım. Tam adamın arabasına iki adım kalmıştı ki gözümü beyaz bir ışık kamaştırdı. Durup ışığa bakmaya bile fırsatım olmadan ayaklarım yerden kesildiğinde o kadar büyük bir acı hissettim ki, sanki etimi kemiğimden sıyırıyorlardı.
Beyaz ışık önce grileşip sonra karanlık hale geldiğinde tek duyduğum ses kulaklarımı uğuldatan korna sesleriydi. Ve tek duyduğum koku kan ile toprak kokusuydu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 238 Okunma |
35 Oy |
0 Takip |
14 Bölümlü Kitap |