Aydoğan ağlıyordu, evet resmen Aydoğan ağlıyordu. Kafasına tuttuğum silahı daha da bastırdım. "Daha hızlı sür şu arabayı aptal!"
Gaza biraz daha basarken gözyaşları daha da artıyordu. Onun bu yaptığına bile inanmıyordum az önce benim neredeyse ciğerimi parçalayacak adam, şimdi ağlıyor olamazdı değil mi?
"Bende olmayan ne buldun o herifte Lerzan? Bana bu acıyı çektirecek kadar ne buldun onda? Ben sana her şeyi, her şeyimi verdim. Senin bana yaptıklarına rağmen..."
Susmak bilmeyen Aydoğan'ın kafasına daha da bastırdım silahı. "Kes çeneni artık! Ben sana hiçbir şey yapmadım. Sadece sus ve beni Enes'e götür."
"Tamam susacağım, ama sen de beni dinlemek zorundasın Lerzan!"
Derin bir nefes alıp konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
"Benim babamı hatırlıyor musun Lerzan? Dünya iyisi bir adamdı."
"Seni dinlemeyeceğim Aydoğan! Susacaksın ve nasıl yapıyorsan yapıp beni on dakika içerisinde Enes'e götüreceksin!"
Bağırıyordu, hiçbir şey ifade etmeyen sesiyle yalnızca bağırıyordu. Neydi şimdi bu? Bunu neden yapıyordu ki? Gerçekten delirmiş olmalıydı.
"Kes çeneni! Aptal aptal bağırmayı bırak! Yemin ederim kafana sıkarım, yemin ederim bunu yaparım ve ibret-i alem için ağaca seni asarım Aydoğan!"
Derin bir nefes verip gaza yüklendi. Duygu durumum birbirine karışmıştı; ne hissettiğimi bilmiyor, ne hissedeceğimi de kestiremiyordum. Canımın acısı da belki buna engel oluyordu, bilmiyordum, hiçbir şey bilmiyordum.
Vücudumdaki yaralar, kalbimi durduracak derecede acırken bunu Aydoğan'a belli etmemeye çalışıyordum, eğer en ufak bir zayıf anımı yakalarsa bunu ne yapar eder kullanırdı, bundan emindim.
"Lerzan..." dedi tahammül edemediğim sesiyle. "Ne var lan?"
"Enes'e çok mu aşıksın gerçekten?"
Bu sorunun cevabı neydi? Evet mi? Hayır mı? Bilmiyorum mu? Bu sorunun cevabını artık herkes biliyordu. Evet, hem de deliler gibi...
"Sana ne? Kes çeneni ve sana dediğimi yap!"
"Lerzan ama bir anlaşma yapabilirdik seninle." dedi yumuşattığını düşündüğü sesiyle.
"Seninle hiçbir şeye ortak olmak istemiyorum, sesini duymak istemiyorum. Sadece boğazını sıkıp kafana mermileri boşaltmak istiyorum."
Derince bir nefes aldı tekrardan ve gözlerinden yaşlar akmaya başladı. "Ben seni bu kadar severken mi Lerzan? Ben seni delicesine severken mi? Sana yaptıklarım için özür dileyeyim ve gel baştan başlayalım ne dersin?"
"Sen beni sevmedin Aydoğan! Bu inandığın şeyi aklından çıkar, bu hastalıklı bir şey, farkında değilsin ama maalesef ki öyle ve sus artık."
Sonlara doğru elimdeki silahı kafasına iyice bastırmıştım. Onun sesini bir kez daha duymak istemiyor ve bir an önce Enes'e varmak istiyordum. Nihayet ki yaklaşmıştık o ilk gün Enes'in beni getirdiği eve.
"Dur şurada, dur! Sonra da kornaya bas."
Dediklerimi harfiyen yapıyordu. Şu ana kadar çok iyi ilerlemiştim. Aydoğan'ı yönetebilmeyi başarmıştım.
"Şimdi arabadan ineceğiz. Aydoğan, bak! Tek bir ters hareketinde seni vururum, senin kafana sıkarım. Bir numara yapmaya kalkarsan seni yemin ederim öldürürüm."
"Tamam kahretsin, sus artık. Hiçbir şey yapmayacağım, ne dersen o ama sus artık, tamam."
Elimdeki silah, Aydoğan'ı takip ederken yavaşça arabadan inmiştik. Bu sırada evin kapısı açılıyordu. Bu oldukça heyecan verici bir andı benim için çünkü nihayet Enes'i görecektim, onun o güzel gözlerine bakabilecektim.
Tuğra'nın elindeki silah bir süre bize nişan almış biçimde durmuştu. Şaşırdığı barizdi, böyle bir şey beklemiyordu, belki öldüğüm içindi bu şaşkınlığı. Enes ise henüz çıkıyordu evden dışarı. Gözlerimiz buluştu ilk önce, sonra ne yapacağını bilemeyerek etrafına bakındı ve bana doğru koştu hızla, ben de ona koşuyordum olabildiğince. Dünya durmuş gibi bir andı. Hiç kimseyi, hiçbir şeyi göremiyordum, o an yalnızca Enes vardı. Canımın acısını o an hiç düşünmeden Enes'e sardım kollarımı. O an canım yanmadı sanki, hiçbir şey hissetmedim. Sadece huzur duyuyordum, huzur duygusu her yerimi sarmıştı adeta. Ama Enes bana sarılmıyordu, vücudum onun kollarını ararken o vücuduma yanıt vermiyordu.
"Enes..." dedim geri çekilirken. Yüzüne baktım iyice, gözlerinde yüklüce hüzün vardı. Sağ elim yavaşça yüzüne giderken "Ne oldu?" demekten kendimi alamıyordum. Enes'in gözlerinden yaşlar akıyordu, engel olamadığı belliydi.
"Canın çok yanıyor mu? Lütfen yanmıyor de. Bana söyle, bana hemen söyle şuracıkta o pezevengin canını alıvereyim. Lütfen Lerzan, lütfen bana emret!" dedi ağlamasını durduramayarak. Koca adam karşımda çocuk gibi yalvarıp ağlıyordu.
"Canım acımıyor Enes. Seni gördüm, sana kavuştum ya bu bana yeter. Onun canını bizzat ben alacağım, bizzat ben işkence edeceğim ona hiç merak etme olur mu?" dedim Enes'in gözyaşlarını silerken.
Arkamızdan bir silah sesi geldi. Bin fikir aklımdan geçti o an, zihnimden geçen hiçbir fikrin gerçekleşmemesini umdum. Dönüp baktığımda ayağına sıkılmış Aydoğan'ın yerde yatması içimi ferahlatmıştı. Tuğra ona sıkmıştı, Allah bilir yine ne dümen çevirmeye çalışıyordu.
"Tuğra, onu lütfen öldürme. Hayatı boyunca hor gördüğü bir kadın tarafından öldürülmesi, hayatımda arzuladığım en büyük şey." dedim, sesimi olabildiğince çıkartmaya çalışarak.
Enes gülümseyerek bana baktı birkaç saniye, ardından omuzlarımdan hafifçe tutarak eve doğru yönlendirdi. "Dinlenmen gerekiyor ilk önce, gel bakalım." diyordu bir yandan da.
Eve girdiğimde içimde kocaman bir huzur baloncuğu doğmuştu, işte ait olduğum yer tam olarak burasıydı. Enes, beni elimden hafifçe tutarak koltuklardan birine oturttu ve sonrasında da yanıma oturuverdi.
"Mafya olmaya mı karar verdin sen Lerzan?" gülerek. Omzuna hafifçe dokundum ve "Enes... Saçmalama lütfen, sadece gözüm döndü biraz." dedim gülümseyerek. Yüzündeki gülümsemesi birden solmuştu.
"Canın çok yandı değil mi Lerzan?"
"Evet, yandı. Ama şimdi iyiyim Enes, seni gördüm, sana sarıldım ya tüm acılarım dindi."
Yüzümü birkaç saniye inceledikten sonra tekrar sıkıca sarıldı. İşte tam o an hiçbir acım kalmamıştı. Enes, benim ilacımdı adeta. Bana verilen bir sakinleştiriciden daha iyi geliyordu.
"Lerzan, seni hemen bir hastaneye götüreceğim. Tam teşekküllü bir hastanede tedavi görmen gerekiyor, lütfen hayır deme, yalvarırım."
"Tamam Enes, gidelim. Ama yanımda ayrılmasan olur mu? Sana biraz ihtiyacım var." dedim gözlerimi ondan kaçırırken. O ise gözlerimin hizasına girdi gülümseyen yüzüyle. "Seni bir an yalnız bırakmayacağım Lerzan, bundan emin ol!"
Bir süre daha sarıldık, sanırım birbirimizi biraz fazla özlemiş olmalıydık.
Lerzan'ın kendine has kokusu, insanı delirtecek derecede güzeldi. Onu o kadar özlemiştim ki bunu hiçbir kelime karşılayamıyordu. Öldüğüne hiçbir zaman inanmamıştım ve öyle de oldu. Lerzan bana gelmeden benden gidemezdi çünkü, ölemezdi, öyle bir şeyin mümkünatı yoktu.
"Bir duşa gir, dinlen yarın da hastaneye gideriz olur mu?" dedim gözlerinin içine bakarken. Onun gözleriyse parlıyordu, bunu çok net bir biçimde görebiliyordum.
"Tamam." deyip yanımdan uzaklaştı. Lerzan'ın canının ne kadar yandığını aldığı nefesten dahi belliydi ama bunu yüzüne devamlı vurarak onun canını daha da yakmak istemesem de başarılı olamıyor gibiydim.
Dışarı çıktım, o şerefsizin hesabını tabii ki soracaktım.
"Nursu, abiciğim, içeriye geçer misin? Lerzan'ın sana ihtiyacı olabilir." dedim sabırsızca. O ise lafımı ikilettirmeden içeri geçti. Elimden geldiğince büyük bir hızla Aydoğan'ın yanına gidip yakasından tuttum ve ayağa kaldırdım onu.
"Amına koyayım ben senin! Orospu! Sen ne yaptığının farkında mısın orospu çocuğu? Bak Aydoğan, sana aklının almadığı şeyler yaparım, aklına gelmeyecek şeyler yaparım, benim sabrımı sınama! Hatta yapacağım. Bundan kurtulduğunu falan sanma sakın!"
Gülüyordu, sadece gülüyordu ve ben ona bazı şeyleri yapmamak için kendimi çok zor tutuyordum. Hiçbir çekincem yoktu, sadece Lerzan'ın neler yapmamızı istediğini bekliyordum.
"Abi sıkalım kafasına olsun bitsin." dedi Tuğra nefret kusan bir sesle. Yağız ise gülerek "Kafasına sıkmak ona az kardeşim, işkence çekecek o, ölmek için yalvaracak." dedi. Bu herif, bu çocukları ve beni bile bu duruma getirecek derecede kötüydü.
"Yağız haklı, Tuğra. Bu herife ölmek az gelir, biraz işkence çekmeli. Ama buna Lerzan karar verecek."
Arkamı dönüp eve doğru ilerlemeye başladım ancak aklıma gelen fikirle duraksadım. "Ha bu arada depoya saklayın bu şerefsizi, götürmeden önce de kollarını bacaklarını bir yakın bakalım, memnun kalacak mı?"
Yağız ve Tuğra dediklerimi hemen onaylamışlardı. Eve girdiğimde Nursu tek başına oturuyordu. Bana dolu gözlerle baktı, bunun nedenini anlayamamıştım, neden gözleri dolmuştu ki şimdi? Yanına oturdum yavaşça.
"Abiciğim, ne oldu sana? Bu halin ne?"
"Lerzan burada abi ve yaşıyor. Sana inanmadık ama yaşıyor ve burada işte. Sen... sen ona gerçekten aşıksın abi." dedi sonlara doğru gülümseyerek.
"Abiciğim, bunun için ağlama, tamam artık her şey çok güzel olacak. Ayrıca aşk meşk onlar ne demek kız? Bir daha bunları duymayacağım ağzından." dedim sahte bir tehditle.
Yüzünü bir gülümseme almıştı ve elinin tersiyle gözyaşlarını siliyordu. "Hiç susacağıma söz veremem abiciğim."
"Yağız ve Tuğra nereye gittiler?" dedi merakla. Nursu, tıpkı bir kız çocuğu gibiydi, asla herhangi bir kız çocuğundan farkı yoktu.
"Aydoğan'la ilgileniyorlar. Gelirler birazdan."
Lerzan'ın ölmediğini öğrenmemin ve ona kavuşmamın üzerinden bir gün geçmişti. Bugün Lerzan'ın tedavisine başlayacaktık. Bunun için erkenden kalkmış, Lerzan'ı bekliyordum. Lerzan uyanıp nihayet yanımıza gelmişti. Her yeri yanıktı, bunun yanında dövüldüğü belli olan izler de meydandaydı. Belli ki o şerefsiz, hiçbir şey görmeyip bu kızcağızı o haliyle dahi dövmüştü.
"Gidelim mi Lerzan?" dedim ayağa kalkarken. Yağız da benimle birlikte ayağa kalkıp "Biz de gelelim mi abi?" demişti.
"Gerek yok, siz şu şerefsizle ilgilenin bugün biraz. Bakalım ne haldeymiş, sonra gelirim ben de yanınıza." dememle birlikte Lerzan da lafa atlamıştı. "Ben de geleceğim Enes, onu görmek istiyorum."
Başımı sallayarak gülmeye başladım, bu kız gerçekten tam bir deliydi, mafya olmaya karar vermiş olmalıydı. "Tamam, gelirsin."
Tek isteğim Lerzan'ın bir an evvel iyileşmesi olduğu için vakit kaybetmeden hastaneye gittik. Doktorun kapısının önüne geldiğimizde Lerzan'a elimle buyur işareti yaptım.
"Sen geç, ben buradayım Lerzan."
"Doktor-hasta mahremiyeti diye bir şey var icabında." dedim gülerek. O da gülmemi karşılayarak içeri girdi.
Uzun bir müddet içeride kalmıştı Lerzan. Her saniye daha da geriliyordum ve bir an evvel çıkmasını ümit ediyordum.
Nihayet çıkmıştı, hızla yanına sokuldum. "Ne oldu? Ne dedi? Ne yapacağız?"
"Doktor dedi ki: İlk önce Enes sakin olsun."
Anlamayarak yüzüne baktığımda gülmeye başladı. "Şaka yapıyorum ama bir dur sakin ol."
"Birkaç ilaç verdi. Hem bunların geçmesi hem de iz kalmaması içinmiş."
"Ne zamana geçermiş? Daha iyi bir tedavi yöntemi yok mu ya? İlaç ver gönder nasıl iş?"
Doktorun odasına girdim bir hışımla. Ciddi derecede sinirlerim bozulmuştu.
"Beyefendi yalnız bu şekilde giremezsiniz buraya."
"Tamam, kusura bakmayın ama bir problemimiz var."
"Lerzan'a vereceğiniz daha iyi bir tedavi yok mu?"
"Doktorluğumu mu sorguluyorsunuz?"
"Öyle de denebilir, daha iyi bir tedavi veriyor musunuz? Ha vermiyorsanız doktor doktor gezer istediğim tedaviyi bulurum çünkü."
Doktor gülümseyerek bana yaklaştı. "Belli istediğinizi alacak birine benziyorsunuz ama bana işimi yapmam için para ödüyorsunuz ve ben de yapıyorum."
Doktordan uzaklaştım, bu samimiyet de neyin nesiydi şimdi? "İşinizi yaptığınız haliniz buysa yapmadığınız halinize şükür denk gelmedik. O götü boklu iki ilacı ben de alırdım. Düzgün bir tedavi yapıyor musunuz? Bu son soruşum..."
"Enes'ti değil mi? Enes... kudretine akıl sır ermez ama bu ayaklar bana sökmez haberin olsun." dedi laubali bir tavırla. Bu neydi şimdi?
"Ben cevabımı aldım Doktor Hanım. İyi günler diliyorum size." diyerek çıkmaya yeltendiğimde beni durduran doktorun sesiydi.
"Enes, dur. Tamam, çağır Lerzan'ı tekrar konuşalım."
Bu kadının bana karşı davranışı hiç hoşuma gitmemişti ama Lerzan'ın iyiliği her şeyden önemliydi şu an.
Hızla odadan çıkıp Lerzan'ın yanını buldum ve ona içeri girmesini söyledim. Burada işimiz hemen bitmişti, doktorun farklı bir derdi vardı belli ki. Tek umudum, bu tedavinin iyi gelmesiydi. Yoksa o doktoru muhakkak bulurdum.
"Nereye gidiyoruz şimdi?" dedi Lerzan arabadaki sessizliği bozarak.
"Şerefsizin yanına ama gelmeni istemiyorum Lerzan, en ayından şimdilik."
Sesim sonlara doğru yalvarır bir tonda çıkmıştı.
"Geleceğim Enes. Onun canını yakmak istiyorum. Ben diri diri nasıl yandıysam onun da canı öyle yansın istiyorum."
Söyledikleri birer birer yüreğime, ciğerime işliyordu. O herifi öldürme arzusuyla sarılmıştı yine vücudum. Bu esnada bir arama düştü telefonuma, bilmediğim bir numaraydı. Arabanın hoparlörüne vererek aramayı cevapladım.
"Alo!" dedim kim olduğunu anlamaya çalışarak.
"Hadi canım, beni tanımadın mı cidden?" dedi tanıdık bir kadın sesi, bu az önceki doktordu.
"Tanıyamadım cidden. Kimsiniz?"
"Benim Enes, Figen. Liseden hani, hala hatırlamıyor musun?"
Bu kadın başıma bela olacaktı, belliydi. Gözlerim Lerzan'a gitti yavaşça. Benim hakkımda yanlış bir şey düşünmesini asla istemezdim ama o dışarıyı izliyordu ve ben hiçbir şey anlayamıyordum.
"Hatırlayamadım Figen Hanım. Gördüğünüz üzere pek de hatırlayacak gibi değilim. İyi günler."
"Hey, kapatıyor musun öylece? Kendimi hatırlatmadan bırakmam. Bu akşam yemeğe çıkalım, kendimi hatırlatırım sana, ne dersin?"
Kadının sesi oldukça davetkardı ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. Bir kadını kırmamak adına da hayır demek istemiyordum. Ancak onaylamam pek doğru olmayacaktı.
"Ben sana konumu atacağım Enesciğim, şimdi hastam geldi, öpüyorum seni."
Telefon yüzüme çat diye kapanmıştı ve ne yapacağımı bilemiyordum. Gözlerim hızla Lerzan'a kaydı, evet işte yanlış anlamıştı.
"Nereden bulduysa numaramı? Bırak tanımıyorum da." dedim kendimi biraz olsun açıklamak adına.
Lerzan hala dışarıya bakarken cevapladı beni.
"Bana açıklama yapmana gerek yok, akşama o yemeğe git."
Belliydi kırılmıştı ve ben onun gönlünü almak için elimden geleni yapacaktım.
Nihayet depoya gelmiştik ve o şerefsizin halini göreceğim için mutluydum. Onun çaresiz halleri beni o kadar tatmin ediyordu ki...
Arabadan henüz inmeden birkaç silah sesi çalındı kulaklarımıza. Refleks ile direkt Lerzan'ın kafasını eğdim. Arkamızdan gelen bir arabadan geliyordu ve bu bize olan bir saldırı gibi duruyordu.
"Lerzan kafanı kaldırma sakın!"
Okur Yorumları | Yorum Ekle |