Arabanın camlarından geçen, kapılarına vuran mermilerin Lerzan'ın tek bir hücresine dahi değmesini istemeden sıkıyordum karşı tarafa. Lerzan, dediğimi yapıp kafasını eğiyordu aşağı ancak bu korkmamı bir gram olsun azaltmıyordu. Bunlar kimdi ve bizden ne istiyorlardı?
Nihayet silah sesleri durmuş, önümüzden geçen arabalar kaybolmuştu. Bir tehdit gibi miydi?
"Lerzan, tamam. İyisin değil mi?" dedim endişemi gizleyemeyerek. Vücuduna baktım usulca o ise korkusunu gizleyemeden kafasını salladı yalnızca. Lerzan'ın korkmasına neden olan herkesi bulup tek tek vurma isteği içimde kabarıyordu.
"Hadi gel, gidelim. Tekrar bir kaza çıkmasın."
Arabadan inip hızlıca depoya girdik. Bu depo, orman yolunda pek göz önünde olmayan bir yerdi ve bu saldırının yakınımızdan biri olduğu barizdi. Muhakkak Aydoğan ile ilgiliydi.
"Aydoğan, bugün nasılsın bakalım?" dedim direğe bağlı olan Aydoğan'ın karşısındaki sandalyeye otururken. Ancak Aydoğan, bu soruma cevap veremiyordu çünkü ağzı bağlı biçimde duruyordu.
"Ne dediğini anlamıyorum Aydoğancığım, biraz daha sesli konuşursan memnun olurum."
Bu sefer anlam veremediğim mırıltılar çıkartmaya başlamıştı.
"Aydoğan'ın bu hali ne Enes?" dedi Lerzan, şaşkın yüz ifadesiyle. "Bilmiyorum Lerzan, ufak bir kaza olmuş sanırım..." Aydoğan'ın ağzındaki bandı çıkarttım sertçe, "Ne oldu Aydoğan sana? Bize bir açıklama borçlusun sanırım."
"Bir abi, kardeşine bunları yapar mı Enes Abi?" dedi zor nefes alırken.
"Eğer kardeşim olmayı hakketseydin bunların hiçbiri başına gelmezdi zaten Aydoğan. Sor bakalım Tuğra'ya, Yağız'a..." yakasına yapıştım kendimi durduramayarak "Hiç senin gibi bir orospu çocukluğu yapmışlar mı?"
"Ölmüş kadın, aynı zamanda Le-"
Aydoğan'ın boğazına yapıştım bir hışımla. Kıza yaptıkları azmış gibi bir de bunu yüzüne yüzüne söyleyecekti az kalsın.
"Aydoğan... Yemin ederim ki aklının hayalinin almadığı şeyler yaparım sana, sonra da öyle bir öldürürüm ki yaşamak mı ölmek mi istediğini sen bile şaşırırsın."
"Neler yaparsın mesela Enesciğim? Biraz açıklasana bize de." dedi Aydoğan o iğrenç imalı sesiyle.
"Ne o kadınlara saygılı biricik Enes... Bir kadının yanında rahat rahat konuşamıyor musun?" dedi susmadan, susacak gibi de değildi zaten.
"Kes çeneni Aydoğan, Lerzan buradan gitsin, bak ben sana neler yapıyorum." dedim sinirlerimi dizginlemeye çalışırken.
"Ne diyor bu Enes? Ne yapmayı planlıyorsun sen ona? Neler oluyor?" dedi Lerzan, tedirgin sesiyle.
"Bir şey olduğu yok Lerzan," dedim bir yandan kollarından hafifçe tutarken. "Ne yapalım biz şuna? Söyle, içinden geçenleri söyle bana ve yapayım."
"Ne yapmak istiyorsun ona?" dedi gözlerimin içine umutla bakarken. Deponun tavanında gezindirdim gözlerimi ve sonrasında umut dolu gözlerine geri döndüm. "İçimden, sana yaptığı ne varsa aynılarını ona yapmak geçiyor Lerzan. Ona aklının hayalinin almadığı şeyler yapmak istiyorum."
"Yap o zaman." deyip deponun çıkışına doğru yürüdü. Bu kadın beni gerçekten delirtecekti, her gün tekrar aşık ediyordu kendine. Yüzümdeki anlamsız gülümsemeye engel olamayarak "Yağız, Lerzan'ı eve götür." dedim.
"Ne o Enes? Lerzan'a yaptığım her şeyi mi yapacaksın bana? Hadi ama muhakkak bir sınırın vardır." dedi nefret ettiğim pis gülüşünü sergilerken.
"Senin için sınırlarıma esneklik getiririm ben de. Aklına gelen ya da gelmeyen her şeyi yaşayacaksın. Buna emin olabilirsin." dedim yüzümdeki gülümsemeyi eksik etmeden.
"Bunu yapamayacaksın Enes, her şeyi yapamayacaksın."
Yakasına yapıştım gülümsemeye devam ederken. "Açık konuşsana neyi yapamam Aydoğan?"
"Ben Lerzan'ı her gün yatağıma aldım, sen beni yatağına alamazsın."
Hazır halde duran yumruğum anında yüzüyle buluşmuştu, böyle boş hayallerde bulunmaya devam edebilirdi. Ağzındaki kanlı tükürüğü dışarı attıktan sonra dibime girdi iyice. "Ve Enes... Şununla yüzleş, Lerzan benim yatağıma geldiği gibi senin yatağına gelmeyecek. İstersen onu canından çok sev-"
"Orospu çocuğu!" dedim aynı zamanda yüzüne ardı ardına birkaç yumruk atarken. "Seni öyle bir sikeceğim ki feleğin şaşacak lan! Feleğini sikeceğim senin oğlum!"
Gözyaşlarıma hakim olamıyordum, bu yüzden derhal depodan dışarı çıkmıştım. Şu an kendime yemin ediyordum.
'Lerzan'ın üzerine yemin ederim ki o şerefsize yapmadığımı bırakmayacaktım.'
Nihayet sakinleşmeyi başarabilmiştim, evet bunu gerçekten başarabilmiştim ancak Aydoğan'ın yanında bunu sürdürmek pek de tabii olmuyordu maalesef.
"Eee Enes, düşündün mü nasıl başlayacağını?" dedi. Hala gülüyordu, hala bu kadar pişkin olmayı, bu kadar yüzsüz olmayı başarabiliyordu. Bu herifte gerçekten manevi hiçbir şey yoktu, kendisine bile tek bir hayrı yoktu bu herifin.
"Düşündüm amını yurdunu siktiğim, düşündüm. Sen hiç merak etme." dedim deponun içinde dolaşırken.
"Ne yapıyoruz abi?" dedi yaklaşık yarım saattir merakla bekleyen Tuğra. "Zinciri getir sen Tuğra, başlayalım." dedim bir yandan Aydoğan'ı çözerken.
"Hayırdır? Neden çözüyorsun beni?"
"Ben düşmanımla eşit şartlarda savaşmak isterim, senin aksine." dedim yanıma henüz gelmiş olan Tuğra'ya belimdeki silahı verirken.
"Çok adaletlisin Enes, fazla iyilik kendine kötülüktür, haberin olsun. Sana burada bir şey yaparım diye hiç mi korkmuyorsun?"
"Senden bir gün korkmadım Aydoğan! Dürüst adamlardan korkmayı tercih ediyorum prensip olarak." dedim elime doladığım zincire bakarak.
"Biraz yavaş başladık sanki Enesciğim, ne diyorsun?" dedi elimdeki zincire bakarak.
Elime doladığım zincirin salınmış kısmını, Aydoğan'ın vücuduyla buluşturdum. Lerzan'a yapılan hiçbir şeyi değiştirmezdi ama Aydoğan başka hiçbir şeyi hakketmiyordu.
Bağırıyordu, elinden geldiğince bağırıyordu. "Enes, buradan çıkınca seni geberteceğim. O aşufteye yaptığım ne varsa aynısını sana da yapacağım."
Kan beynime zıplamıştı adeta. Gözüm şu andan itibaren hiçbir şeyi görecek gibi değildi. Biraz daha vurdum zinciri vücuduna, hırsla yaptım bunu.
Sonra zinciri attım bir kenara. Cebimdeki çakıyı çıkartıp boğazını tuttum sertçe.
"Lerzan'a bu ağzınla mı kötü laf ettin lan? Ha! Bu ağzınla mı?" diyerek ağız bitişinin bir santim yanına bıçağı daldırdım. Bağırıyordu, genişçe depoda yalnızca Aydoğan'ın bağırışı duyuluyordu.
Yaptığım canice miydi? İnsanlığa sığmaz mıydı? Şu an zihnime hiçbir akıllıca fikir girmiyordu ancak şunu biliyordum ki: Masum bir canlıya kasti olarak zarar veren herkes, canice yapılan her davranışı hakkediyordu.
"Bugünlük bu kadar yeter Aydoğan Efendi, ben senin kadar cani olamıyorum, ağır geliyor bünyeme. Her ne kadar sen bunların hepsini hakkeden bir orospu çocuğu olsan da..."
Konuşamıyordu hala bağırmakla meşguldü. "Tuğra, tedavisi için falan uğraşmayın sakın. Ölmesin yeter, onun dışında istediği kadar acı çekebilir."
Tuğra, bu olanlara şaşırıyor gibiydi. Açıkçası ben de şaşırıyordum, ben bunları yapabilecek biri miydim? En önemlisi bu olanları Lerzan'a nasıl söyleyecektim? Utanmayacak mıydım hiç söylerken?
"Tuğra! Tamam mı abiciğim?" dedim her kelimenin üzerine bastırarak söylerken. "Tamam abi, bende burası." şeklinde bitirdi kekeleyerek başladığı sözünü.
Hızla o depodan çıkıp her yerim kurşun izi olan arabama bindim. Bazı şeyleri hala kendime yediremiyordum. Evet, istiyordum, ondan intikam almayı her şeyden çok istiyordum ama içimdeki bir ses beni huzursuz ediyordu. Vicdanım... Bu ses, vicdanımın sesiydi. Büyük bir ikilemde kalmıştım, büyük bir muhakemeydi bu.
Bir tarafta Lerzan vardı, diğer tarafta ise etik değerler... Lerzan'a yapılanların karşılığının ödenmemesi beni çileden çıkartıyordu. İçim soğuyacak gibi değildi. Ne olacaktı? Müebbet hapis yese ne olacaktı? Kaldı ki elimdeki kanıt bunu yapmaya yetmezdi. Acı çekmeden dört duvarın arasında durmak, Lerzan'a yaptıklarının hiçbirini karşılamazdı.
Böyle biri olmak istemezdim, en son isteyeceğim şeydi. Ancak şimdi, şu an bunu yapmalıydım. Lerzan için, masum bir kadın için, öldürülen küçük kız çocuğunun ruhu için...
Evin kapısından geçtim yavaşça, ruhum yorgun bir beden gibiydi. Bunu kimseye belli etmemeye çalışıyordum. Lerzan baktı ilk önce gözlerime, meraklı gözlerle.
"Yağız, burası bende. Sen Tuğra'nın yanına git." dedim Lerzan'dan gözlerimi ayırmayarak.
"Tamam abi." diyerek evden çıktı.
Nursu yaklaştı iyice. "Ne oldu abi? Ne yaptın? Lerzan hiçbir şey anlatmadı, neler oluyor?"
Meraklıydı ve endişeliydi, bu her halinden belliydi. "Bir şey yok abim. Birazcık yaptıklarını ödüyor Aydoğan, o kadar."
Güldü ilk önce, sonra yüzü soldu. "Başınıza bir şey gelmez değil mi?" dedi. Omzunu sıvazladım yavaşça, sonrasında kendime çekip saçlarının arasını öptüm. "Hiçbir şey olmaz abiciğim, sen hiç merak etme."
Başıyla onayladı beni, içi rahatlamış gibi duruyordu. Bana bu kadar güvenen birilerinin olması hem koca bir yük hem de çok huzur verici bir şeydi.
"Nursu, biraz bize müsaade edebilir misin?"
"Tabii abi." diyerek mutfağa geçti. Lerzan'a döndü gözlerim, benden bir an olsun ayırmamış mıydı gözlerini? Hala aynı biçimde bakıyordu. Koltuğa oturdum, gözlerimi gözlerinden çekmeden. O da beni takip ederek yanıma oturdu. Bir süre gözlerimiz konuştu birbirleriyle, anlaşıyor gibiydiler. Bir damla yaş aktı Lerzan'ın sağ gözünden. O yaş için dünyayı yakmaya hazırdım.
Yaklaştım biraz ona, sınırımı koruyarak. Gözyaşını sildim sonra. "Ne oldu Lerzan? Neden ağlıyorsun?" dedim ağlamamasını dileyerek. "Yoruldum sadece." dedi başını omzuma dayarken.
Lerzan'a yaptığım en ufak harekette on kez düşünüyordum, biliyordum ki her an kırılabilirdi. Ya en küçük bir hareketimde ona o şerefsizi hatırlatırsam endişesi tüm vücudumu kaplıyordu.
"Ne yapabilirim senin için Lerzan?" dedim sesimin daha da kısılmamasını dileyerek. "Sadece böyle dursak yeter. Biliyor musun? Eczane diye bir şey olmasaydı sen yine olurdun."
Keyifle güldüm, ne değişik bir benzetmeydi bu. "Eczane ha? Hoş geldiniz hanımefendi, reçetenizi verin lütfen." dedim aynı keyifle. O da başını kaldırmadan konuşmaya devam ediyordu. "Bir tane Enes Ulutaş gülümsemesi alacağım ben ama..."
Daha da genişledi gülümsemem. "Hemen verelim efenim."
Büyük bir kahkaha attı, ilk defa bu kadar büyük güldüğünü görüyordum. Her gülüşü çok özel, çok güzeldi. Bu yüzden asla en güzel gülüşü diyemem hiçbirine.
"Sen Lerzan, ilaç hiç bulunmamış olsaydı yine bulurdun, bunu çok iyi biliyorum." dedim kafamı yavaşça kafasına dayayarak. Ne kadar güzel ve huzur doluydu. Keşke hep böyle kalsaydık. Onun pozisyonunu bozmadan telefonu aldım elime ve bir şarkı açtım: Koyu-Sen Benim Başıma Gelen En Güzel Şey
Lerzan omzumdan kalktı usulca. Gülümsüyordu, çok güzel gülümsüyordu. "Uzun süredir şarkı dinlemediğimi fark ettim. Yapmadıklarımı yaptırıyorsun, mükemmel bir adamsın Enes. Nasıl başarıyorsun? Bu adi dünyada insan kalmayı nasıl başarıyorsun?"
"Asıl onlar bu kadar canavarlaşmayı nasıl başarıyor Lerzan? Asıl soru bu olmalı."
Eriyordum, tam anlamıyla eriyordum. Bu kadın bana neler yapıyordu? Hiçbir şeyi farkında değildim ama muhakkak aşıktım.
"Lerzan..." dedim içimden geçenleri durduramayarak. Ne söyleyeceğimi biliyor gibiydi. "Şeffaf bir insansın Enes, gözlerin zihninden geçen her şeyi açık ediyor."
Dudaklarımı araladım zihnimden geçen kelimeleri dökmek için ancak beni durduran kapının çalınmasıydı. Bu da kimdi şimdi bu saatte?
"Kapıya bakıp geliyorum." diyerek hızla kapıya gittim. Bu... Sarp'tı.
"Selam, Enes olmalısın. Lerzan nerede?" dedi pişkince gülümserken.
"Burayı nereden buldun? Lerzan'dan sana ne?" dedim sinirimi saklayamayarak. "Sakin olmalısın Enes."
Derin bir nefes aldım sabır dileyerek. "Biri bitmeden biri başlıyor..."
"Ne dediğini anlamadım." dedi aynı ifadesi suratındayken. "Anlamana gerek yok zaten. Neden geldin? Söyle!"
Lerzan bir anda yanımda belirdi. Sarp'ın yüz ifadesi tamamen değişmişti. "Bu halin ne Lerzan? Bu herif mi yaptı lan? Sen mi yaptın şerefsiz?" dedi üzerime çullanırken. Onu göğsünden tutup uzaklaştırdım kendimden. Lerzan yaklaştı Sarp'a. "Ona dokunursan seni mahvederim." diyordu Sarp'a tehditkar bir ifadeyle. Bu kadın ciddi derecede aşık ediyordu kendine.
"Ne o? Ne oluyor Lerzan? Sen beni seviyordun." dedi Sarp, sabrımı sınamaya yemin etmiş gibiydi. Tam Sarp'ın üzerine gitmiş, bir şeyler söylemeye hazırken Lerzan girdi araya.
"O, sen en yakın arkadaşımla nişanlanana kadardı. Burayı nereden buldun? Bilmiyorum ama bizi rahat bırakacaksın ve o iğrenç hayatınıza nişanlınla birlikte devam edeceksin."
"Sen hayırdır Lerzan? Bu mafya tipli adamların yanında sen de bozulmuşsun."
Bu herif, cidden sınırlarımı zorluyordu. "Birincisi Lerzan'la böyle konuşamazsın, çünkü buna gram hakkın yok." dedim bilinçsiz bir şekilde dişlerimi sıkarken.
Sarp, gevşekçe gülmeye devam ederken "İkincisi?" dedi. "İkincisi?" deyip duraksadım biraz. "İkincisi de mafya tipli değil, mafya."
Lerzan gözlerime bakıp birkaç saniye gülümseyerek beni izledi.
"Sen biz nişanlandığımız için değil, bu herife aşık olduğun için beni sevmeyi bıraktın. Beni aldattın Lerzan, kahpelik yaptın."
Kan beynime fena derecede sıçramıştı. Lerzan'a baktım gülümseyerek sonrasında kulağına eğildim. "Özür dilerim Lerzan..."
Yumruk yaptığım elim, Sarp'ın yüzüyle buluşmuştu. "Lerzan içeri geçer misin lütfen?" deyip Sarp'ı yakasından tuttuğum gibi evin önüne çıkarttım.
"Sizi sırayla mı veriyorlar? Hiçbir fikrim yok ama ağzını yırtarım senin Sarp!" dedim bir yumruk daha atarken. Sonra yere doğru fırlattım onu ve yüzümü sıvazladım sertçe. "Ben böyle biri değildim, ne oldu bana ya?"
"Lerzan böyle değildi, Lerzan bu kadar dik başlı biri değildi. O beni aldatmazdı."
Yanına gidip çenesini sıktım sertçe. "Çeneni sikerim oğlum! Bak yaparım. Hatta Lerzan'ı aldatan kalbini bile parçalarım."
Çenesini ellerimin arasından çekmeye çalışsa da pek başarılı olamıyordu. En sonunda ben bıraktım onu, ne konuşacağını merak etmiştim doğrusu.
"Doğruyu söyle lan, pezevenk misin sen? Ondan mı kızı evinde tutuyorsun?" diyordu, böyle bir şeyi deme cüretinde bulunuyordu, hem de bana.
Derin bir nefes aldım önce, sonrasında birkaç tur yavaşça etrafımda döndüm. Sabrımı sınamıştı ve sabrım sınıfta kalmıştı...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |