Derin nefesler alarak çoktan taşmış sabrımı hayata döndürmeye çalışıyordum ama hiçbiri fayda etmiyordu. Sarp'ı yakasından tutup kaldırdım ilk önce. Sonrasında evin arkasına, ormana doğru sürükledim onu. Bir şeyler söylüyordu. Devamlı, susmadan bir şeyler söylüyordu ancak en son söylediklerinden sonra dile getirdiği hiçbir kelime kulağıma ilişmiyordu.
Bir ağaca yasladım onu sertçe, ağacı özel seçmemiştim, öylesine bir ağaçtı. "Evet Sarp..." dedim. Çenesini sıkıca tutuyordum ve kelimeler dişlerimin arasından çıkıyordu. Korkuyor gibi duruyordu ama gevşek bakışlarını henüz üzerimden indirmiş değildi.
"Sarp, ben hayatım boyunca kolay kolay adam dövmedim. Şiddete de eğilimli biri değilim esasında. Ama senin gibi adamlar görünce benim midem bulanıyor ve bu adamlara, pardon adam dedim heriflere vurmak istiyorum. Aydoğan'ı tanıyor musun?"
Sonlara doğru ellerimi çekmiştim üzerinden. "Tanıyorum, ne alaka?"
"Ne alaka biliyor musun? Dün onunla bir görüşmemiz oldu. Lerzan'a yaptıkları zaten canımı sıkıyordu da yaptıkları yetmiyormuş gibi Lerzan'a kötü sözler söyleme gafletinde bulundu."
Gözlerinin daha derinine baktım istemsiz. "Ben ne yaptım biliyor musun? Neyse pek cevap verecek gibi değilsin. Elimdeki çakıyla ağzını deldim çünkü hiçbir hadsiz bir kadına tek bir kötü laf dahi edemez."
"Özür dilerim, Lerzan'dan özür dileyeyim, bir daha bulaşmam size, beni görmezsiniz bile. Lütfen..."
Başımı sıvazladım birkaç saniye. Sonrasında vicdanımı dinlemek için birkaç adım attım etrafımda. "Sarp, şimdi siktir git. Ama seni bir daha görürsem yemin ederim çenenin kemiklerini kırarım, bak yemin ederim."
Sözlerimi henüz bitirirken koşmaya başlamıştı bile. Umuyordum ki bir daha gelmeyecekti, bunu gerçekten umuyordum.
Eve girdiğimde Lerzan'ın endişeyle beni beklediğini görüyordum. Onu bu kadar endişelendirmeye hiçbirimizin hakkı yokken onu ne kadar da yoruyorduk, üzüyorduk.
"Ne oldu Enes?" dedi hızla yanıma gelirken. "Biraz konuştuk, gitti." demiştim ama pek inanmışa benzemiyordu. "Gerçekten Lerzan, gerçekten."
İnanmışa benziyordu şimdi. Koltuğa bıraktı kendini önce, sonrasında da gözlerimin içine baktı bir şeyler öğrenmek ister gibi.
"Ne oldu Lerzan?" dedim yanına otururken. "Aydoğan... Ne oldu ona?"
Saçlarımın arasından elimi geçirdim yavaşça, bu konuları konuşmak hiç hoşuma gitmiyordu. "Karşılıklı çekiştik biraz." dedim geçiştirmek istediğimi belli ederek. "Merak ediyorum Enes, bilmek istediğimden emin değilim ama yine de merak ediyorum."
Ona doğru dönüp dizlerine ellerimi koydum çekinerek. "Bak Lerzan... Bu konuları seninle konuşmak istemiyorum. Kendimi zaten yeterince kötü hissediyorum, yaptıklarımı anlatıp senin gözünde kendimi düşürmek istemiyorum. Sadece şunu bil ki yaptığı hiçbir şey yanına kalmayacak."
Gülümseyerek bakıyordu bana, bunu yapmaya devam ederken koltuğunun kenarına kolunu dayayıp başını da eline dayadı. "Sen benim gözümden düşeceğini mi sanıyorsun gerçekten?"
Söylemekten çekineceğim, çekindiğim şeyleri bu adama nasıl söyleyebiliyordum? Aklım almıyordu. Ona nasıl bakıyordum? Bilmiyordum ama ona bakmak dünyanın en güzel işi gibiydi. Enes'in telefonu çalıyordu tam o an, o da bana bakarken tüm büyü bozulmuştu.
"Şunu açmalıyım." deyip kayıtlı olmayan numarayı açtı. "Buyurun."
Karşıdaki sesi duyamıyordum ve bu beni daha da meraklandırıyordu. "Kusura bakmayın, aklımdan çıkmış. Açıkçası gelmek istediğim de söylenemez."
O, Figen olmalıydı. Önüme dönüp hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya çalışıyordum. Korkuyordum, Enes'in ellerimin arasından kayıp gitmesinden korkuyordum ama Enes'in ellerimin arasında olup olmadığı da belli değildi.
"Hanımefendi pekala, geliyorum. Ama çok durmayacağımı şimdiden söyleyeyim."
Enes'in sesi gergin gibi duruyordu ve bana olan kaçamak bakışları da gözümden kaçmıyordu. Nihayet telefonu kapatmıştı.
"Figen Hanım arıyor, yemeğe çağırıyor beni. Hatırlarsan..."
Sözünü kestim. "Enes, bana açıklama yapmana gerek yok. Ben uyuyorum, iyi geceler." deyip odama doğru ilerledim. Arkamdan gelen "Lerzan..." sesi gitmeme engel olamamıştı.
Odama geçtim ve hemen üzerimdeki kıyafetlerden kurtulup yatağa attım kendimi. Bir an evvel uyumalıydım yoksa zihnimde dönen düşünceler beni mahvedecekti. Kafama takacaktım ve tüm uykum zehir olacaktı bana.
Bir süre uyumaya zorladım kendimi. Ama ne o kadın ne de Enes aklımdan çıkmıyordu. Yaklaşık bir saat olmuştu ve ben yatağın içinde dönüp durmaktan başka hiçbir şey yapmıyordum. "Ne yapacağım ben ya?" deyip yatakta oturma pozisyonuna geldim.
Telefonu elime alıp bir süre telefonun ekranıyla bakıştıktan sonra "Arayacağım ya, ne olabilir ki?" dedim kendi kendime. Çok çalmadan açılmıştı telefon. "Efendim? İyi misin? Bir şey yok değil mi?" dedi telaşla. Telefondan, arkadan gelen bir ses çalınıyordu kulağıma. "Sakin ol Enesciğim."
Çıldırmama ramak kalmıştı, bu ses o kadının sesiydi. İki kaşımın arasını sıkıp kafamı salladım. "Sakin ol Enesciğim, iyiyim." dedim iğneleyici bir üslupla. Güldü ilk önce sonrasında derin bir soluk sesi geldi kulağıma. "Tamam hayatım, birazdan geleceğim ben de."
Bu adam ne diyordu Allah aşkına? "Ne diyorsun Enes?"
"Hayatım, tamam. Merak etme uyu ben geleceğim."
Biraz duraksayıp tekrar konuştu. "Ah Figen Hanım kusura bakmayın, Lerzan bensiz uyuyamaz da."
Bu adam ciddi manada delirmiş olmalıydı. "Enes, delirdin mi?" dedim şaşkınlığımı gizlemeyerek. "Tamam canım, tamam bir saate evdeyim. Hadi dikkatli ol, olur mu?" diyerek telefonu yüzüme kapatmıştı. Bu da neydi şimdi böyle? Elimde telefon öylece kalmıştım, şaka gibi bir an yaşanmıştı.
Bir mesaj geldi telefonuma. 'Lerzan, özür dilerim. Bu kadından kurtulmak için seninle sevgili olduğumuzu söylemek durumunda kaldım, bırakmıyor beni. DAHA SIK ARA LÜTFEN!'
Bir kahkaha tutmuştu beni ve bir türlü durduramıyordum. Büyük harflerle bir şeyler yazmasına mı gülsem? Yoksa böyle küçük bir şey için özür dilemesine mi? Bilemiyordum. Bu adam tam bir deliydi ve benim aşka küsmememi sağlıyordu. Emindim, içim daha huzurluydu artık ve bu adam bana bir lütuf olarak gelmişti.
Zihnimdeki huzurlu düşünceler gezintiye çıkmışken yatağında içinde kaybolduğumu hissediyordum. Huzurlu bir uykuya ihtiyacım olduğunu saniyeler geçtikçe daha iyi anlıyordum. Rüyalarımın peşinden koşturuyordum. İstediğim gerçekleşmişti, kabuslarım yerine rüyalarım vardı artık. İşte gerçekten yaşamak böyle bir histi.
Gecenin en güzel rüyasındaydım. Hissiyatı huzur veren bir yanağımı okşuyordu. Peri masalı gibi bir rüyadaydım işte şimdi. Rüyadaki prensim konuşuyordu benimle. "Seni öyle korumak istiyorum ki esen rüzgar bile tenine dokunamasın. Yağan yağmur seni ıslatamasın Lerzan. Seni her şey pahasına koruyacağım."
Gözlerimi araladım yavaşça. Bu bir rüya değildi, karşımda Enes oturuyordu. Takım elbisesinin yakası açık, kravatı elinde, gözlerinde yaşlar... Enes'in bu hali de neydi?
Doğrulurken "Enes..." dedim kısık sesimle. "Ah, uyandın mı? Özür dilerim Lerzan, izinsiz de girdim böyle..." dedi mahcup bir ifadeyle. "Sorun değil, saçmalama lütfen. Senin bu halin ne? Neler oluyor Enes? İyi misin, neden ağlıyorsun?"
Ağlamasının arasından burukça gülümsedi. "Biraz fazla içtim sanırım ve seni çok seviyorum Lerzan."
Şu an tam olarak neler oluyordu? Bu apaçık bir aşk itirafı mıydı? Yok, hayır Enes kendinde değildi, değil mi?
"Enes, uyu istersen." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek.
"Seviyorum, diyorum Lerzan. Neden konuşmama engel oluyorsun? Mükemmel bir kadınsın Lerzan. Hani böyle hayatın çok kötü gider de bir anda bir şey olur. Ne bileyim bir haber alırsın, her şey düzene girer falan. İşte sen, o gelen meleksin. Seni gördüm ya ilk gün, sanki önceden tanıyordum ben seni. Lerzan ben daha önce Buse'yi sevdim, anlattım sana bunu ben ama sen... Sana aşık oldum Lerzan ben, sen delirttin beni. Aşk böyle bir şeymiş ya, dedim. Yemin ederim dedim bunu. Bu Tuğra falan samimi davranıyordu sana bazen. Tuğra benim kardeşimdir ama onun bile kafasını kopartasım geliyordu. Lerzan..."
Soluksuz konuşmuştu ama sonlara doğru dayanamamış, yatağa yığılmıştı. Ben ise gözümden akan birkaç damla yaşla Enes'i izliyordum. Gözlerini, kaşlarını, dudaklarını... Bu adam bana fena şeyler yapıyordu ama farkında değildi. Gözlerimi ondan bir saniye dahi almak istemiyordum. Saatlerce, haftalarca hatta yıllarca onu böyle izleyebilirdim.
Saat 04.15 idi. Bu adam bu saate kadar neredeydi? Bu saatte nereden gelmişti? Tüm bu soruları boş verip olduğum yere kıvrıldım, bir daha bu anı yaşayamayacaktık belki de. Onun nefes sesi, en güzel şarkıdan daha muazzam bir senfoniydi.
Gözlerim yavaşça aralandığında odaya giren güneş ışıklarından sabah olduğunu anlamam bir-iki saniyemi almamıştı. Elim hızla sağ tarafıma gittiğinde kimsenin olmaması biraz canımı sıksa da buna takılmamayı tercih ettim. Enes'in uyanıp gitmesi en doğal şey değil miydi zaten?
Odadan çıktım usulca. Herkes toplanmış bir şeyler konuşuyorlar gibiydiler. Enes, atletiyle oturuyordu ve elinde büyük bir bardakta içecek vardı, ne olduğunu çözemediğim bir içecek... Biraz dinlemek istedim onları.
"Abi, biz ne yapıyoruz ya? Nursu kaçırıldığında sen değil miydin polise başvuran." dedi sinirlendiği her halinden belli olan Yağız. Enes, elindeki içecekten bir yudum alıp yüzünü ekşitti. "Oğlum delirtme insanı. Kızın halini görmüyor musun? Gözümden sakınıyorum lan ben onu, o nasıl kıyar hala aklım almıyor."
"Abi... Sen fena aşıksın." dedi Tuğra, Enes'in dizine elini vurarak. Enes, bir süre sustu. Ne diyeceğini o kadar merak ediyordum ki... Sarhoşken konuştuğu gibi şimdi de konuşabilecek miydi?
"Seviyorum tabii oğlum, çok farklı bir kadın Lerzan."
Kendinden emindi, Enes sarhoş olduğu için öyle konuşmamıştı, Enes kendinden çok emindi.
"Tamam da abi, Aydoğan'ı öldürecek miyiz biz şimdi?"
Yağız aynı gerginliğine pek durmadan devam ediyordu. "Evet, öldüreceğiz. Oksijen israfı bir varlık çünkü o. Lerzan'a tam olarak sormadım gerçi, o karar verecek, bakacağız Yağız, sakin ol."
İçeceğinden bir yudum daha alıyordu Enes. Dinlemeyi bırakıp ben de yanlarına gittim. Yağız ve Nursu'nun oturduğu koltuğa oturdum. Enes gözünün kenarıyla beni süzüyordu, gergin duruyordu.
"Günaydın." diyerek gözlerimi ovuşturdum, henüz uyanmış değildim. Onlar ise hep bir ağızdan bana cevap vermişlerdi.
Arkama yaslanırken bir yandan da yüzümde istemsiz bir gülümseme beliriyordu. "Eee Enes, dünkü date nasıldı? Anlatsana biraz bize."
Yüzü bir yandan ekşimişti ve "Ne?" şeklinde bir tepki vermişti. Diğerleri de onun hemen ardından aynı tepkiyi vermişlerdi.
"Date ne kızım? Neyden bahsediyorsun Lerzan?" dedi, telaşlı görünüyordu. "Figen Hanım'dan bahsediyorum. Dün Enes ve doktorum Figen Hanım yemeğe çıktılar. Akşam 11.00 gibi Enes hala yoktu ortalarda."
Bıyık altından söylediklerimi, Enes oldukça ciddiye almışa benziyordu. Diğerleri ise benim gibi eğlenmekle meşguldü.
Elindeki içeceği biraz sallayarak tamamen bitirdi ve ardından hemen ayağa kalktı. "Lerzan, biliyorsun... Sadece-"
Kendini açıklamaya çalışan Enes'in sözlerini kesen, Yağız'ın imalı sesi olmuştu. "Burada bir kıskançlık havası var, duyan var mı arkadaşlar?"
Nursu, Enes'in omzuna kolunu attı. "Figen Hanım kim? Manitacılık işleri mi abi?"
Dağılmış saçlarımın arasından tokamı bulup saçımı sıkıca topladım. Bir şaka yapmak istemiştim ama bu evdeki herkes benden daha 'şakacı'ydı ve ben bunu unutmuştum.
Tuğra koltuğa iyice yayılıp gülümsemesini genişletti, bundan ciddi derecede keyif alıyordu. "Peki gençler, şuna ne diyorsunuz? Enes Abimiz..." deyip duraksadı, duraksamasının arasından Enes'e bakıyordu imalı biçimde.
"Ne olmuş bana?" dedi bardağı kenardaki sehpaya koyarak. Telaşlı duruyordu.
"Sabahın köründe Lerzan'ın odasından çıkıyordu."
Tuğra'da olan gözlerim, hızla Enes'e çevrildi. Enes fena derecede kızarmıştı, onu hiç bu renkte görmemiştim. Hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi davranmak şu an işime gelecek en büyük şey olabilirdi.
"Ne? Ne zaman? Sen benim odamda ne arıyordun Enes?"
Benden iyi bir oyuncu olacağını o an anlamıştım, gerçekten müthiş derecede iyi oynuyordum.
"Nasıl yani? Senin haberin yok mu?" dedi şaşıran Tuğra.
Enes, elini kolunu nereye koyacağını bilemiyordu. Etrafına bakınıp sonra kalktığı yere geri oturdu.
"Odaları karıştırdım sadece, yoksa benim ne işim var Lerzan'ın odasında? Tövbe estağfurullah."
Sinirlenmişe benziyordu, bu sinir niyeydi peki?
"Evet evet, bizim alnımızda da enayi yazıyor. Bak gördün mü?" dedi Tuğra, alnını göstererek. "Sizinle uğraşamayacağım ya!"
Enes, ciddi manada sinirlenmişti ve yanımızdan ayrılıp doğruca odasına gitmişti. Tuğra, Nursu ve Yağız bu işe gülüyorlardı ancak Enes'in bu hareketi pek normal gelmemişti bana.
"Ne yapsak ya? Hep beraber bir kahvaltıya mı gitsek? Ne diyorsunuz?"
Tuğra, oturduğu yerden hepimize soru soruyordu ama şu an onu cevaplayamayacak kadar doluydu kafam. Ona cevap vermeden koşuşturarak Enes'in odasına gittim. O kadar acele etmiştim ki kapıyı çalmak bile aklıma gelmemişti. Keşke çalsaydım diye içimden geçirdim kapıyı açtıktan sonra çünkü Enes, üstünü çıkartmakla meşguldü.
"Problem değil, sadece atletimi çıkartıyordum, gelebilirsin."
Hala aralık olan kapıyı tamamen kapatıp odasındaki koltuğa oturdum.
"Bu kadar kızmanın sebebi ne?"
Karşıma geçecek şekilde yatağın kenarına oturmuştu şimdi.
"Seni tanıyorum artık Enes. İçerideki sinir bomboş bir şeydi."
"Kendime kızıyorum Lerzan, sabahtan beri kendime deli gibi kızıyorum."
"Sebebi ne bunun? Deli misin sen?"
Cidden sinirlenmiştim, karşımdaki adamın saçını başını yolmamak için kendimi zor tutuyordum.
"Gece eve kaçta geldim? Neden senin odana girdim? Odanda ne yaptım? Hiçbir şey bilmiyorum. Üstelik sen de hatırlamıyorsun. Lerzan, odana izinsiz girdim farkında mısın? Hatırlamıyorum hiçbir şey, o kadar içmemeliydim."
Gülerek kafamı salladım, gerçekten kafayı buna bu kadar takmış olamazdı. "04.00 gibi geldin dün."
"Sen uyanık mıydın?" dedi gözleri açılmış bir şekilde bana bakarken.
"Bir şeyler konuşuyordun, uyandım ben de öylece."
"Ne konuşuyordum Lerzan? Ne dedim?"
Sinirlenerek kaşlarımı çattım. "Neyden bu kadar korkuyorsun Enes? Ne demiş olabilirsin ki?"
"Seni incitmekten korkuyorum. Hadi söyle bana, ne dedim?"
"Bir şeyler geveledin, anlamadım. Çok sarhoştun zaten, ağlayıp zırlıyordun."
Ayağa kalktım odadan çıkmak adına. Kapıya yaklaştığımda Enes hızla arkamdan gelip kapıyı kilitledi ve anahtarı da eline aldı.
"Ne dedim Lerzan? Ne söyledim sana?"
"Buse'den bahsettin, onu sevdiğini söyledin."
Anlamayarak yüzüme bakmıştı, cidden anlamıyor gibiydi. "Nasıl yani? Ben şu an güncel olarak Buse'yi mi seviyormuşum?"
"Yok, yani Buse'den şöyle bahsettin..."
Enes, anlamayarak yüzüme bakıyordu. Bense ifade etmeye çalışıyordum kendimi ama Enes'in bana açıkça söylediklerini, şu an söylemeye oldukça utanıyordum.
Enes'i ilk defa bu kadar sinirli görmüştüm ve bu beni biraz korkutmaya başlamıştı. Geri çekilip kalktığım koltuğa oturdum.
Birkaç saniye daha aynı ifadesiyle bakıp sonra kendini düzeltti. "Özür dilerim Lerzan ama merak ediyorum sadece."
"Buse'yi de çok sevdiğini ama bana aşık olduğunu anlatan bir konuşma yapıp sonrasında ağlayarak uyuyakaldın."
Gözlerini, gözlerimden kaçırıp odasındaki birkaç eşyaya baktı. "Sabaha kadar beraber mi uyuduk?"
"Evet, çünkü nefes sesin çok güzel bir ninniydi." dedim rahatlamasına yardımcı olmak adına. Ama böyle de ben geriliyordum, ne zordu bu işler...
"Yanlış bir şey söylememişim Lerzan, ne söylediysem hala arkasındayım. Ben sadece seni sık boğaz etmek istemiyorum. Yoksa..."
"Yoksa ne?" dedim heyecanlı sesimi bastıramayarak.
"Yoksa ben her şeye hazırım Lerzan..."
Dünyanın dönen bir yuvarlaktan ibaret olduğu zihnime iyice işleniyordu. Dönüyordu, her yer, her şey dönüyordu. Bu heyecan, başımı da döndürmeye yetiyordu...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |