Hızla kalkıp inen göğüs kafesimi durdurmak adına derin bir soluk aldım. Gözlerimin en derinine bakan gözlerden, gözlerimi ayırıp ayağa kalktım. "Anahtarı alabilir miyim?"
Enes, konuşmadan anahtarı uzattı, bense tıpkı onun gibi konuşmadan anahtarı aldım ve doğruca kapıya gittim. Kapıyı hızla açtım ama odadan henüz çıkamamıştım, içimdeki bir dürtü buna engel oluyordu. Ona doğru yavaşça döndüm ve koşar adım yanına gidip yanağına bir buse kondurdum. O henüz arkasını dönemeden odadan çıktım.
Onu öpmek bile bana huzur verirken bu adamın söylediklerine nasıl hayır diyebilirdim ki? Bu nasıl mümkün olabilirdi?
"Hayırdır Lerzan?" dedi Yağız, imalı mimik ve sesiyle. Tuğra, oturduğu yerden dahil oluyordu konuşmaya. "Acıktım lan. Gidelim kahvaltıya hadi."
"Enes'e haber verin, ben hazırlanmaya gidiyorum." deyip odama geçtim. Elime gelen siyah tişört ve siyah pantolonu üzerime geçirdim. Yaraların olduğu yerler hala çok acısa da doktorun verdiği ilaçlar çok iyi geliyordu.
Odadan çıktım ve koltuklardan birine oturdum. Yağız ve Tuğra telefondan bir şeye bakıyorlardı, ciddi bir mesele gibiydi.
"Ne bu? Bu kadar önemli mi?" dedi merakıma yenik düşerek.
"Aydoğan'a bakıyoruz, Enes Abi ölmesin dedi de."
Tuğra'nın cümlesinin üzerine Yağız onu sertçe dürtmüştü, bu neydi şimdi?
"Siz benden bir şey mi gizliyorsunuz?" dedim, sinirlerime hakim olamamıştım.
Yağız, kaşlarını çatıyordu şimdi. "Canını sıkmak istemedim sadece Lerzan."
"Boş versene." deyip koltuğa yaslandım iyice. Bu esnada Tuğra da elindeki telefonu kapatıp cebine koymuştu.
Nursu, mutfaktan çıkıp yanımıza geldi ve hemen yanıma oturdu. "Nasıl olmuş makyajım?" diye Yağız'a sordu, yüzünü ona doğru göstererek.
"Her halin evrende bulunamayacak derecede iyi, güzelim benim."
Yağız, olduğu yerden kalkıp Nursu'nun yanağına büyük bir öpücük bıraktı. Tam bu sırada ise Enes, odasından çıkmıştı. Nursu hemen geri çekilip bana daha da sokuldu.
Bize bakmadan doğrudan kapıya gitmişti. Bu neydi şimdi? Onu gören de yedi ceddine sövdüm sanacaktı. Arabalara binmiştik. Ben ve Enes, Yağız ve Nursu, Tuğra ise kendi arabasında tek başına geliyordu.
Araba henüz hareket etmişken daha fazla kendimi durduramazdım.
"Bu ne? Ne oluyor Enes? Ben sana az önce içeride sövmedim farkındaysan."
Sadece susuyordu ve yola bakıyordu, mimik dahi oynamıyordu adamda. Cidden beni delirtmeye yemin etmişti.
"Enes! Kime diyorum? Bu halin ne? Odadan çıkınca yüzümüze bakmamalar falan... Açıklasana oğlum kendini, delirtme insanı!"
Bana dönüp birkaç saniye gözlerime baktı ve tekrar yola döndü.
"Enes, manyak mısın sen? Ruh hastası mısın? Amacın ne? Beni hepten delirtmek mi?"
Arabayı yavaşça sağa çekti ve durdurdu. El frenini çekerken gözlerini bana dikti. Henüz iki saniye bile dolmamıştı belki ama hemen Yağız aradı Enes'i.
"Devam edin Yağız, geliyoruz."
Telefonda konuşurken dahi gözlerini benden ayırmıyordu. Bu herif dengesizin tekiydi.
"Lerzan, sen beni delirtmek için bu dünyaya gelmiş olmalısın."
Sinirimi asla saklayamıyordum ve bu durum Enes'in hoşuna gidiyor gibiydi.
"Eğer iznin olsaydı..." deyip sustu ve gözleri yüzümde gezindi. Kalbim hızla atmaya başlamıştı. Beynim değil belki ama kalbim neler olduğunu çoktan kavramıştı.
Nefesim, boğazımı kesiyor gibiydi. Midemden başlayıp beynime kadar beni saran bir zehir vardı sanki ve bunun ne olduğunu henüz çözemiyordum.
Gülümsemesi yüzünden ayrılmıyordu. Bununla birlikte sağ elini saçlarımın arasında gezdirmeye başlamıştı.
Neler oluyordu? Rahatsız mıydım? Hayır, asla değildim ve bana daha fazla dokunmasını istiyor gibiydim.
"Enes, benim kalbim şu an çok hızlı atıyor."
Hemen elini geri çekti ve benden uzaklaştı. "Özür dilerim. Daha yavaş olmalıydım."
Ellerimi saçlarına daldırdım yavaşça. Bu hareketim onu epey şaşırtmışa benziyordu ki gözlerini olabildiğine açarak yüzüme baktı.
"Kalbimin hızlı atma sebebini bilmiyorum ama seni çok sevdiğimden şüphem yok Enes."
Gözlerini kapatıp saçlarındaki elime yasladı kafasını. Delirmiş olmalıydım, bu dünyanın en iyi hissiydi: aşk...
"Enes..." dedim gözlerini açmasını isteyerek. Kafasını oynatmadan gözlerini açtı. "Lerzan..."
"Seninle ilgili bilip bilmediğim her şeye iznim var. "
Anlamayarak yüzüme baktı birkaç saniye. Sonrasında kafasını kaldırıp yavaşça bana yaklaştı, daha ne kadar yakınlaşabilirdik ki?
İsmimi ezberlemeye çalışır gibi bir hali vardı, cidden bunun için uğraşıyordu. Yanaklarımı yavaşça okşayıp yanağıma bir buse kondurdu. Tüm bunları yaparken hızlıca göğsü inip kalkıyordu.
Benden uzağa gitmesini engelleyerek yanağını okşadım ve bir buse kondurdum. "Enes, hiç gitme olur mu?"
Dudakları seğiriyor gibiydi ya da yalnızca bana öyle geliyordu.
"Seni öpmemem için bana sadece bir sebep sun Lerzan, yalvarırım."
Gülümsedim hafifçe. "Beni öpmemen için hiçbir sebep yok Enes."
Dudakları, cümlemin hemen bitişinde dudaklarımla buluşmuştu. Bu his, bu an dünyanın sekizinci harikası değil kesinlikle birinci harikasıydı. Bu evrenin en iyi hissiydi.
Dudakları dudaklarımdan ayrılırken yüzünde bir gülümseme belirmişti ve bunu asla durduramıyor gibiydi. Yanağımdaki eli, boynuma doğru inerken "İyi ki'msin." dedi sessizce.
Ondan yavaşça ayrılıp oturma pozisyonuna geldim. "Karnım aç Enes, hadi gidelim."
Yüzüm ona dönük değildi ama kesinlikle şu an bana anlamaz bakışlar atıyordu.
"Şaka gibi bir kadınsın." derken arabayı çalıştırıyordu bir yandan da.
Gideceğimiz yere vardığımızda Tuğra'nın sabırsızlıkla yolumuzu gözlediği gözüme çarpıyordu.
"Siz neredesiniz pardon? Acıktım derken şaka falan yapmıyordum."
"İşimiz vardı oğlum, geldik işte. Ne naz, şifa yapıyorsun?" dedi Enes, sahte olduğu bariz olan siniriyle. Tuğra'yı daha fazla bekletmeden kahvaltıyı söyledik. Kahvaltıyı ederken kimse konuşmuyordu çünkü belliydi ki herkes acıkmıştı.
Kahvaltı sonrasında kahvelerimizi yudumluyorduk nihayet. Sessizliği bozan Nursu olmuştu.
"Eee ne yapıyorsunuz bugün? İşiniz var mı?"
Yağız yerinde kıpırdandı ve Enes'e kaçamak bir bakış attı. "Bir işimiz var, akşama geç geleceğiz."
Yağız ve Nursu, ilişkilerini Enes'in yanında açıkça yaşayamıyorlardı. İyi de nedendi bu?
Enes'in gülümseyerek bana baktığını bakışlarımı ona çevirdiğimde anlamıştım. "Diyorum ki Lerzan, okuluna başla."
Enes'in birden söyledikleri beni şaşkına uğratsa da bu son dönemlerde aldığım en iyi haberlerdendi.
"Okulun açılmasına daha dört ay var." dedim sevincimi gizlemeyerek. O an aklıma gelmişti, çok uzun süre sonra aklıma gelmişti işte. Benim sınav puanım ne durumdaydı?
"Sınav puanım..." dedim mırıldanmalarımın arasından. Diğerleri ise ne dediğimi anlamayarak bana bakıyorlardı ama ben onları dinlemeden hemen telefonumdan puanıma baktım. 451 puan almıştım, istediğim okula gidecek derecede iyi bir puan almıştım ama bunun şu an hiçbir anlamı kalmamıştı.
Yüzüm düşmüştü ve bunu herkes fark etmişti. "Ne oldu? Neye baktın?" dedi Enes endişeyle.
"Sınava girmiştim beş yıl önce. Onun puanına bakamamıştım, şimdi aklıma geldi, baktım. Çok iyi bir puan almışım, istediğim üniversiteye girecek derecede iyi ama bu puan sadece bir yıl geçerli. O kadar emeğim boşa gitti, şimdi tekrardan çalışıp sınava girmem gerekli."
Enes sırtımı sıvazladı naifçe. "Üniversite sınavına kaç gün var peki? Bu senekine yetişemez misin? Bence olur Lerzan, neden olmasın?"
Umutla gözlerinin içine baktım, bunu gerçekten yapabilirdim sanırım. Telefonu tekrar elime alıp sınav tarihine baktım, bir ay sonraydı.
"Bir ay sonra..." diye mırıldandım. Enes yerinde kıpırdandı. "Halledeceksin, hep beraber halledeceğiz Lerzan."
Bir süre susmayı yeğlemiştim bilinçdışı. Aylarca çalışmamın üzerine aldığım puanı, şimdi bir aylık bir çalışmayla nasıl alabilirdim ki? Aydoğan olacak o şerefsiz yüzünden tüm emeklerim heba olmuştu. O herifin varlığı safi zarardı, tüm insanlığa da bir ihanetti yaşamas Çünkü o adam kesinlikle oksijen israfıydı.
"Lerzan, üzülme. Halledeceğinden gram şüphem yok, yapacaksın. Güven lütfen kendine biraz." dedi Nursu, kolumu sıvazlayarak. Burukça gülümsedim, ciddi derecede keyfim kaçmıştı.
Kahvelerimizi bitirdiğimizde kalkmıştık nihayet. Enes, Yağız'a Nursu'yu eve götürmesini söylerken bana onunla gitmememi istediğini söylemişti. Nereye gidiyorduk ki böyle?
Yaklaşık on beş dakikadır yoldaydık ve ikimizden de çıt çıkmamıştı, neden hep susuyorduk? Ruhlarımız birbirleriyle konuşuyorlardı sanki.
"Nereye gidiyoruz Enes?" dedim sessizliği bozarak. Gülümseyerek elimi, avcunun içine aldı ve dudaklarına götürüp bir buse kondurdu. "O şerefsizin yanına hayatım."
Hayatım mı? Hayatım mı demişti cidden o bana? Ağzından dökülen her bir harf, kalbime birer kelebek olarak gitmişti ve bu his o kadar güzeldi ki. "Hayatım..." dedim fısıltıyla.
"Hoşuna mı gitti?" dedi yüzündeki gülümsemesi düşmeden. "Evet." diyerek genişçe gülümsedim. Hoşuma gitmemesinin olanağı yoktu ki.
"Canını sıkmıyorsun değil mi?" dedi el frenini çekerken. Deponun önüne gelmiştik, geçen gün kurşun yağmuruna tutulduğumuz yere...
"Hayır sıkmıyorum, daha bir ayım var, halledeceğim bir şekilde." dedim emniyet kemerimi çözerken. Nihayet ikimiz de arabadan indiğimizde cebinden bir paket çıkarttı ve içinde bir dal sigara alıp dudaklarına götürdü. Ne kadar da güzel sigara yakıyordu bu adam, oysaki ben sigaranın kokusuna dahi tahammül edemezdim.
"Tadı güzel mi?" dedim merakla. Dudaklarının arasından içine duman çekerken "Asla, sadece bağımlılık." dedi. Denemek isteyeceğimi düşünmüş gibi bir korku vardı yüzünde. Demek sigaranın bile bana zarar vermesinden korkuyordu.
"Ama..." dedi dumanı dışarı solurken. "Masum ve zararsız bir bağımlılık tanıyorum."
"Sen Lerzan, sen. Kendinin ne kadar büyük bir bağımlılık olduğunu farkında değil misin?"
Bana yaklaştı, sigarasını bizden uzakta tuttu ve saçlarımın arasına bir öpücük kondurdu. Huzur veren bir şelalenin yanında, akan suların sesini dinliyor gibiydim. Zihnim, kalbim, bedenim, tüm uzuvlarım huzurla doluyordu ve bunun kaynağı yanımdaki adamdı. Utanarak göğsüne yaslandım, ona verecek cevabım yoktu çünkü.
Enes, sigarasını bitirdiğinde içeri girdik. O herifin varlığı bile huzurumu bozamıyordu artık.
Yatıyordu yerde. İlk başta öldü sanıp irkilsem de sonrasında yaşadığını anlamıştım. Yanağında büyük bir yara vardı. Enes'e iyice sokuldum, koluna girdim ve başımı koluna yasladım. "Yanağına ne oldu?"
Derin bir soluk attı. "Sana... Sana hoşuma gitmeyen şeyler söyleyince dayanamadım Lerzan, yanağına bıçağı sokuverdim."
Tepki vermemiştim, çünkü Enes'in bu yaptığı karşımdaki herife azdı bile.
Kolumdan nazikçe çıkıp Aydoğan'a yaklaştı ve ayağını birkaç kez karnına vurdu. "Kalk hadi!"
Bir şeyler söylüyordu ama ikimiz de anlamıyorduk, ağzındaki yaradan düzgünce konuşamıyordu bile.
"Tamam, sus. Anlamıyoruz zaten." dedi Enes, tahammülsüzdü. "Şimdi ne yapacaksın?" diyerek sağımdaki duvara yaslandım.
"Bilmem, düşünmedim. Ne yapalım?"
"Deli gibi canını yakmak istiyorum Enes, ona öyle şeyler yapmak istiyorum ki yaşadığına bin pişman olsun."
Enes, bana doğru dönüp dudaklarını büzdü. "Ona zaten öyle şeyler yapacağız ki pişman olacak hayatım-"
Aydoğan'ın bağırması, Enes'in lafını yarım bırakmasına neden olmuştu. Enes, Aydoğan'ın yanına eğildi ve "Ne, ne diyorsun? Anlamıyorum." dedi.
"Ona hayatım diyemezsin." dedi zar zor. Hala neyin derdindeydi bu?
Tüm anılar zihnimde tekrar canlanıyordu. Bana dedikleri, yaptıkları, her şey...
"Şimdi de milletin karısına kızına mı sarkmaya karar verdin Aydoğan..." biraz duraksadı, bana döndü "Özür dilerim yavrum." deyip bir yumruk geçirdi Aydoğan'ın suratına.
Konuşamıyordu, nefesi yetmiyordu ama hala birilerinin huzurunu kaçırmaya devam ediyordu. Kötülük gerçekten böyle bir şey olmalıydı.
"Kes çeneni, sikmeyeyim yurdunu!"
Enes, kendini tutamadan birkaç kez daha vuruyordu. Ona bakarken duvarın kenarındaki zinciri elime aldım. "Enes..." dedim bana bakmasını sağlayarak. Beni fark ettiğinde Aydoğan'ın ellerini bağlamaya başladı.
"Karşındaki bir kadın Aydoğan, eşit olmanız lazım."
Zinciri havaya kaldırdım, Aydoğan'ın vücuduyla birleştirmek adına. Ama hayır, yapamamıştım, ben onun kadar cani olamamıştım. Zinciri bir kenara bırakıp Enes'e sarıldım. "Ben yapamayacağım, beni eve götür lütfen. Sen sonra gel ve benim yerime de yap, ne yapacaksan."
Depodan çıkıp arabanın yanında Enes'i beklemeye başladım. Birkaç dakika içerisinde o da yanıma gelince arabaya binip eve doğru yol aldık. Enes yolda ara ara bana bakıp gülüyordu. Aşk sarhoşu olmuştu sanırım, çünkü belliydi ki mutluydu.
Nihayet evin önüne gelmiştik ama gördüğümüz manzara, dehşet vericiydi. Evin önündeki arabalar, kurşun içindeydi. Birkaç adam yaralanmıştı. Tuğra, Yağız ve diğer adamlar onlara yardım ediyorlardı.
"Bilmiyorum Lerzan ama dikkatli in arabadan lütfen."
Arabadan inip yavaşça Tuğra ve Yağız'ın yanına ilerledik. Enes, elindeki silahı indiriyordu.
"Ne oldu oğlum burada? Bu adamların hali ne?"
Tuğra, adamın yarasından elini çekip Enes'e yaklaşıyordu.
"Aydoğan... O köpeğin ölü hali bile zarar abi. Geldi adamları, sikip attı ortalığı."
"Tamam o zaman, biz de sikip atacağız."
Enes, büyük bir kararlılık ve öfke içindeydi ve bu her halinden belli oluyordu...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |