20. Bölüm

20.

Geceye Aşık
geceyeasikbirkiz

Heyecanla uyandığım yatağımdan hızla kalkıp dolabımla bakışmaya başladım, ne giyebilirdim ki?

Bu sırada kapı çalındı, gelen Enes'ti. "Yavrum... Gelebilir miyim?" Onun isteğini bir baş hareketiyle onayladığımda kapıyı kapatıp girdi.

"Heyecanlı mısın?" Enes'in ses tonu, benden daha heyecanlı olduğunu kanıtlayan en büyük şeydi. "Biraz ama heyecanlanmasam daha iyi."

Enes, yatağın ucuna oturup kollarını geriye attı ve beni süzmeye başladı. "Bir problem mi var Lerzan? Birkaç gündür soğuk gibisin ya da sadece ben öyle anladım." Haklıydı, soğuktum çünkü beni kızdırmıştı ve ancak farkına varıyordu. "Haklısın, problem var." dedim dolabıma bakmaya devam ederken.

Ayağa kalktı, dolabın kapağına yaslandı ve gözlerimin içine baktı. "Problem ne?" Canı sıkılmış gibiydi ama benim canım günlerdir sıkkındı. "Günlerdir telefonda konuştuğun, adı Zeynep olan kız kim Enes?" Her kelimemde sesim daha yüksek çıkmıştı.

Gözlerini kapattı anladığını belirterek ve kafasını yavaşça sağa sola salladı. Gerçekten bir şey söylemeyecek miydi?

Derin bir soluk aldı ve yataktaki pozisyonuna geri döndü. "Eve geldiğimizde konuşalım bunu olur mu? Hem bugün bitiyor sınavın, buna sevinmelisin Lerzan." Beni adıma oldukça hevesliydi ama Zeynep meselesi kafamı fena biçimde kurcalıyordu. "Peki..." dedim mırıltıyla ve sonrasında elimi kaldırarak kapıyı gösterdim ona. Çıkmasını istediğimi çok net ifade etmiştim.

Beklemiyormuş gibi kafasını salladı ve odanın kapısına doğru ilerledi. Eli, kapının kolunda açmayı bekliyordu. O esnada bana döndü gözleri. "Bu meseleyi kafana takma, sınavına odaklan lütfen." O demese ben odaklanmayacaktım sanki, beni düşündüğünü belli etmeye çalışıyordu aklınca.

Aydoğan'ın adamlarının evi basmasının üzerinden tam bir ay geçmişti ve bugün üniversite sınavım vardı. Ormanın içindeki evden ayrılıp daha merkezi bir yere gelmiştik. Hem burada herkese yetecek kadar oda da vardı, en azından Tuğra ve Yağız koltuklarda yatmak zorunda kalmıyorlardı.

Bir pantolon ve tişört geçirdim üstüme yine, her zaman aynı giyinmiyor muydum zaten? Oysa Nursu, ne kadar da güzel giyiniyordu. Sanırım ona imreniyordum.

Yukarıda olan odamdan çıkıp aşağı kata indiğimde herkesin oturmuş beni beklediğini görüyordum. Her biri benden daha heyecanlı gibiydi. "Çıkalım artık." dedim kapıya doğru ilerlerken.

Bugün çok heyecanlı olmam gerekmez miydi? Muhtemelen öyleydi. Ama benim üzerimde bir gram heyecan yoktu, sanıyordum ki dünkü 1. oturumda tüm heyecanımı kaybetmiştim.

Pek konuşmuyorduk, özellikle Enes'le şu an konuşmak istemiyordum. Ona dikkat vermeden mırıldanarak tekrar yapmaya başladım. "Araba Sevdası, Recaizade Mahmut Ekrem; Eylül, Mehmet Rauf; İbrahim Şinasi, Şair Evlenmesi; İlk edebi roman, İntibah, Namık Kemal..."

"Okudun mu onları?" dedi Enes, olabildiğince bana bakmaya çalışarak. "Lisede okumuştum." Onu geçiştirmek istesem de adam susmamaya yemin etmişti. "Ben de epey okudum ama eksiğim de çok var, bir ara beraber başlayalım, ne dersin?" Tahammülüm git gide düştüğü için istemsiz gözlerimi devirdim. "Susmanı istiyorum derim."

Konuşmamıştı, adam ben sınava girene kadar konuşmamıştı. En son sınava gireceğim sırada dilinin bağı çözülmüştü. İlk önce sarıldı, sıkıca yaptı bunu. Sonrasında "Her şeyle baş edebileceğini biliyorum hayatım, yapacağından hiçbirimizin şüphesi yok, seni burada bekliyoruz." dedi ve saçlarımın arasına bir buse kondurdu.

Şu anda Enes'e her ne kadar sinirli de olsam bu yaptığı kalbimi yumuşatmaya başlıyordu. Bu olayı göz ardı ettim ve diğerlerinin de başarı dileklerini alıp sınav binasına girdim nihayet.

Kadın güvenliklerin yaptığı aramadan sonra gireceğim salona nihayet gelmiştim. Burada ne kadar bekleyeceğimi kestirebiliyordum.

Önceki sınavım geldi aklıma, yüzümde bir gülümseme doğmasına sebep olmuştu. Ne kadar da heyecanlıydım. O zaman, daha ne olduğunu bile farkında değildim ki. Üç yıl önceki ilk sınavımda, yeni doğum yapmış bir annenin heyecanı vardı adeta üzerimde. Şimdiyse neler olacağını, önüme neler çıkacağını bilen tecrübeli biriydim.

Derince bir nefes aldığım sırada pencerenin önünden beyaz bir kelebek geçti. Bu kelebek, bana uğur getirecekti, bunu tüm kalbimle biliyordum.

Nihayetsiz olduğunu düşündüğüm bu bekleme anı, iki gözetmenin salona gelmesiyle sona ermişti. Bana oldukça uzun gelen, yaklaşık yirmi dakikalık bekleme süresi; nihayetinde bitmişti ve sınava geçebilmiştik. Bugün ne kadar fazla beklemiştim her şeyi.

Sorular akıyordu, zorlandığım soruları es geçip bildiklerimi yapıyordum hızlıca. Sadece bir aydır çalışıyor olmama rağmen ne kadar kolay geliyordu sorular.

Bitmişti, yüz seksen dakika nihayet bitmişti. Ayağa kalkıp önce salondan sonra binadan çıkıyordum ama bacaklarımı pek hissettiğim söylenemezdi. Tembel bir uyuşukluk vardı üzerimde.

Enes'i gördü gözlerim ilk önce. Sigarası elinde bir sağa, bir sola dolanıyordu. Kaygılandığı her yerinden ancak bu kadar belli olabilirdi. Beni hala fark etmemişti, sigara dumanını ciğerlerine göndermekle meşguldü.

Küçük bir kafa hareketiyle gözleri bana döndüğünde elindeki sigarayı derhal yere fırlatmıştı. Koşar adım yanıma gelirken gözlerini gözlerimden bir an olsun ayırmıyordu.

İki elini yanaklarıma koydu, sonrasında göğsüne çekti beni ve sıkıca sarıldı. Bana savaştan çıkmışım gibi davranıyordu.

Onun bu hassasiyetini göz ardı etmeyerek sıkı bir sarılma olmasa da kollarımı ona dolamıştım. Benden ayrılıp tekrar yüzüme baktı dikkatlice. Neyi ölçüyordu bu adam?

"Ne oldu? Nasıl geçti? İyi misin?" Ardı ardına sorduğu sorular, gülmeme neden oluyordu. "Savaştan çıktığımı sanmıyorum Enes, sadece bir sınav ve evet sanırım gayet iyi geçti." dedim gururla gülümserken.

Gururlu bir bakış atıp saçlarımın arasına bir buse kondurdu. "İşte Lerzan, bu sensin. İşte Lerzan'ım be!" Sonlara doğru yüksek çıkan sesi, elime koluna götürmeme sebep olmuştu. "Sakin ol Enes. Hadi, gidelim artık." dedim Nursu'nun yanına doğru ilerlerken.

Nursu, Tuğra ve Yağız da sorular sormaya devam ediyorlardı. Onları da geçiştirerek cevaplamak zorunda kalmıştım çünkü ciddi anlamda yorulmuştum. Arabaların yanına geldiğimizde Tuğra, ellerini havaya kaldırdı aniden. "Ne yapıyoruz? Nerede kutluyoruz? Bizim restoran?"

Memnuniyetsizliğimi çekinmeden gösterdim. "Gençler, biraz yorgunum. Eve gidelim ama akşama söz vereyim, olur mu?"

Enes'in bakışlarını, üzerimde hissediyordum. Bunu doğrulamak adına ona döndüğümde göz kırparak cevap verdi bana.

"Başka kutlama planlarınız var, ben anladım. Hadi gidelim o zaman." dedi Tuğra imayla. Bu çocuk delinin tekiydi ve utandırmaktan başka işi gücü yoktu. Arabasına doğru giden Tuğra'nın arkasından elimi kaldırıyordum. "Salak salak konuşma Tuğra!"

Enes, onu pek umursamayarak arabaya geçti, ben de ona uyarak arabaya ilerledim, şimdi hesap vaktiydi Enes Bey.

Arabaya binip kemerimi bağladım usulca. Enes ise marşa basmış, arabayı çoktan ilerletmişti. "Evet Enes Bey, kutlamasını yapalım bakalım." Sesimin tınısı, Enes'i korkutmuş olmalıydı. "Anlamadım Lerzan..."

"Sessiz, sakin, müsait bir yerde durdur arabayı." Kesin bir dille söyle emire yakın cümle, onu afallatmıştı. "Tamam, duruyorum." dedi iki saniye dolmadan.

Durduğunda hemen bana döndü bakışları. "Şu Zeynep meselesini diy-"

"Üstüne bastın, tam da o meseleden bahsediyorum. Kim o kız?" Sesimin tonunu ayarlayamamam, onun elini ayağına dolamıştı. Beni ilk defa böyle görmesindendi muhtemelen bu hali.

"Sandığın gibi bir şey yok Lerzan."

"Asıl sandığımı sandığın gibi bir şey yok, öyle bir şey olsa bir saniye yanında kalırım mı sanıyorsun?"

Emniyet kemerini bir hareketle çıkarttı, dibime sokuldu sanki yeterince yakınımda değilmiş gibi. "Lerzan..." Hırıltılı çıkan sesi ve sinirlenmiş yüz ifadesi, beni ürkütmeye yetmişti. Ne oluyordu bu adama?

"Ne o? Neye sinirleniyorsun Enes? Ne yapacağımı sanıyorsun? Beni aldatan bir adamla aynı evde kalmaya devam mı edeceğim? Ayrıca beni korkutacak hareketler yapmaya hakkın yok senin." Kalbimin hızla çarpmasının yanında nefeslerim de sıklaşıyordu.

Biraz geri çekildi ve direksiyona sarıldı sıkıca, öyle sarılmıştı ki parmak boğumları bir kireçle aynı renk olmuştu. "Korkuttuğum için özür dilerim Lerzan ama seni aldattığımı düşünemezsin."

Kolundan tuttum Enes'i sertçe ve kendime doğru döndürdüm. "Beni aldattığını düşünmedim zaten Enes, sen salak falan mısın? Beynin almıyor mu? Böyle bir şey düşünsem yanında olmazdım, şu an benimle böyle konuşuyor olmazdın."

Gözlerindeki sertlik yavaş yavaş yumuşarken nefesleri sıklaşıyordu. "Öyle bir şeyi asla yapmayacağımı çok iyi biliyorsun." Bana bir kedi yavrusu gibi bakıyordu artık ama benim sabrımın sonuna gelmiştik. "Ya sadece Zeynep'in kim olduğunu söyleyecektin. Arkadaşın mı? Kuzenin mi? Çalışanın mı? Bunu söyleyecektin, ne kadar uzattın Enes. Ben iniyorum, sakın arkamdan gelme. Eve kendim gitmek istiyorum. Şu an kalbini kırmak istemiyorum daha fazla."

Her kelimem, yüzünde farklı bir mimik doğuruyordu. Üzgün gibi duruyordu ama şu anki haklılığım apaçık meydandaydı ve geri adım atmaya pek niyetim yoktu. Kalbimden bir parça et koparıyorlardı sanki arabadan inerken.

Hızlı hızlı arkama bakmadan yürüyordum, arkamdaki sese rağmen durmadan yürüyordum. Enes, arkamdaydı ve peşimden koşturmakla meşguldü. Bana yaklaştığını hissetmiştim, yakınlaşan sesinden.

Nazik bir tutuş, koluma yapışmıştı ve kendine çeviriyordu. İlk başta kendimi çekmeye çalışsam da sonrasında fazla uğraşmamıştım.

Enes, iki elini yanaklarıma yerleştirdi ve alnını, alnıma dayadı. "Zeynep; babamın çok sevdiği, yetim bir çocuk. Sen Aydoğan'ın şerefsizinin yanındayken ona gelmesini söyledim, seni kurtarmak için. Sonra iptal oldu ve şimdi Türkiye'ye gelmek istediğini söylediği için onu ayarlamaya çalışıyorum. O kız benim kardeşim gibi Lerzan." Tek nefeste kurduğu cümleler üzerine benim cevabımı beklemeden dudaklarıma sarıldı.

Ona olan öfkem azalırken kendime olan öfkem artıyordu. Neden daha sakin dinlememiştim ki onu? Neden bu kadar fevri davranmıştım? Bunların hepsi geçmiş travmaların getirdiği endişeler miydi?

Dudaklarından usulca ayrıldım ve göğsüne sindim, dünyanın en güvenli yeri burası olmalıydı.

Enes, saçlarımın arasına ellerini salıyordu. "Özür dilerim güzelim, özür dilerim. Çok uzattım mevzuyu." Yüzüne çevirdim bakışlarımı. "Ben de daha sabırlı olmalıydım özür dilerim." Birbirimizi kolayca anlayabiliyor oluşumuz, ikimizin de yüzünde koca birer tebessüme neden olmuştu.

Olduğumuz kaldırımdan ayrılıp arabaya bindiğimizde Enes, zaman kaybetmeden arabayı hareket ettirmişti. Üzerinden çok geçmemişti ki telefon çaldı. Arayan Tuğra'ydı.

"Efendim Tuğra?"

"Nerede kaldınız?"

"Geliyoruz, on dakikaya falan orada oluruz. Ne oldu?"

"Bir şey yok, göremeyince merak ettim. Ben otogara gidiyorum, bir-iki saate gelirim."

"Neden, ne oldu?"

"Ecegün geliyor, onu alacağım." dedi neşeli sesiyle. Sahiden bu kız nerelerdeydi?

"Tamam, dikkat edin."

Telefon kapandığında vakit kaybetmeden merakımı gidermeye çalışıyordum. "Ecegün nerelerde sahi?" Enes bana küçük bir bakış atıp yola bakmaya devam etti. "Senin haberin yok tabii. Ecegün birkaç aylığına yurt dışına gitti, bizim oradaki işleri halletmek için." Anladığımı belirten bir baş hareketi yapıp önüme döndüm.

Yorgunluğum, üzerime iyice sinmiş olmalıydı ki gözlerim ve bedenim dayanamayıp kendilerini kapatmışlardı. Genelde rüya ya da kabus gördüğüm uykularımda bugün hiçbir şey görmüyor sadece gözlerimi kapatmanın verdiği karanlığı görüyordum.

"Lerzan, yavrum, kalk hadi." Bir ses beni rahatsız ediyordu ve bu benim fena halde canımı sıkıyordu. "Uyumak istiyorum, başımdan gidebilir misin?" Anlamadığım ellerin birisi bacaklarımın altına, diğeri sırtımın altına giriyordu. "Peki, uyu madem."

Gözlerimi açtığımda Enes'in yüzü çarpıyordu ilk önce gözüme, sonrasında havada olduğumu fark etmemle gözlerim fal taşına dönmüştü. "Ne yapıyorsun Enes?" O, beni pek dinliyor gibi gözükmese de ben ayaklarımı sallayarak küçük isyanımı belirtiyordum.

Kapıdan geçtiğimizde başıma neler geleceğini biliyordum. Tuğra yoktu ama Yağız oradaydı...

Enes, beni sağdaki koltuğun üzerine bırakırken kendini de hemen yanı başıma atıyordu. Yağız'ın yüzünü dahi görmek istemiyordum şu an ama maalesef ki kulaklarım işitiyordu. "Haa kutlamasal diyorsun..." Enes'in yanına gelip omuzlarını sıkmaya başlamıştı. Bu çocuklar ciddi anlamda gevşeklerdi. "Yağız, yapma abim be." dedi Enes, çaktırmadan beni işaret ettiğini sanıyordu. Ne yani? Sadece ben mi rahatsız oluyordum bu eğlenmelerden?

Nursu, elinde birer tabak mantıyla mutfaktan gelirken her zamanki gülümsemesini yüzünden eksik etmiyordu ve bu mantı şu an kesinlikle şifa gibiydi.

"Ay çok sağ ol Nursu, elin ayağın dert görmesin." diyerek elime aldım ve pek bekletmeden iştahla yemeye başladım. Diğerleri de yemeye başlarken Nursu gülümseyerek beni izliyordu. "Afiyet olsun Lerzancığım."

Nursu, yemeğini yemeye devam ederken heyecanla yerinde hareket etti, heyecanlı olduğu her halinden belliydi de bu heyecan niyeydi? "Ay Ecegün geliyor sonunda. İki ay oldu, özledim onu, artık üç kız takılacağız."

Ecegün'ün adını duymak, her ne hikmetse hep tadımı kaçırıyordu. Muhakkak iyi bir kızdı ama nedensizdi işte her şey. Sanki yan etkisi olan bir ilaç gibiydi Ecegün benim için. Evet, iyiydi ama anlamadığım bir yan etkisi vardı.

"Ne oldu?" dedi yüzümün düştüğünü fark eden Nursu. "Yoksa Ecegün'ü sevmedin mi?" Kafamı kaldırıp hemen inkar etmek için iki yana salladım. "Hayır tabii ki öyle bir şey yok. Sadece Ecegün'le senle olduğu kadar bir sohbetimiz olmadı. Ama onunla ilgili hiçbir durum yok gerçekten."

Enes'in sol elinde mantı tabağı varken sağ eliyle beni kendine çekip kafasını dayadı. "Bizimki başladı yine destan yazmaya." Bir yandan da gülüyordu.

Enes, mantısını yemeye devam ederken konuşmayı ihmal etmiyordu. Yarın, büyük gün. Bu akşam yemeğimizi yiyelim güzelce bizim orada. Yarın Aydoğan'a görüşürüz diyeceğiz artık." Kafam refleks olarak hızla ona dönmüştü. "Yarın mı?" Kafasını salladı onaylamak için. "Sıkılmadık mı artık Lerzan?" Onu onaylamak için kafamı salladım, gerçekten de çok sıkılmıştık.

Yağız, konunun değişmesini ister gibiydi. "Zeynep ne zaman geliyor? Ecegün'le gelmeyecek mi?" Kimsenin konuşmasına izin vermeden Nursu atladı lafa. "Ay Zeynep de mi geliyor. Lerzan, bayılacaksın ona." Nursu herkesi mi seviyordu? Yoksa bu insanlar gerçekten sevilesi insanlar mıydı? Artık buna pek emin olamıyordum.

"Evet, Nursu herkesi çok sever ama onlar da iyi insanlar gerçekten. Şaşırma..." dedi iç sesimi okumuş gibi cevap veren Yağız. Kafamı sallamakla yetindim, anladığımı belirtmek için.

Kapı çalmıştı ve beklenen kişi ya da kişiler, nihayetinde gelmişti. Nursu, hiçbirimize bırakmadan koşar adım giderek kapıyı açtı. Orada derin bir hasret giderme saati olduğu, buraya gelen seslerden belli oluyordu. İçeri geldiklerinde Nursu'nun yüzünde güller açsa da Tuğra ve Ecegün için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Ne olmuştu bunlara? Kavga falan mı etmişlerdi yoksa?

Hepimiz tek tek 'hoş geldin' deyip selamlaşırken bile Ecegün'ün yüzünde kırık bir tebessümden başka hiçbir şey peyda etmiyordu. Enes, tıpkı benim gibi merakına yenilerek vakit kaybetmeden lafa girdi. "Siz kavga mı ettiniz?" Tuğra ve Ecegün birbirlerine bakıp kafalarını salladılar. Tuğra yerinde kıpırdanıp derince yutkundu.

"Abi... Ecegün sana bir şey söyleyecek."

Enes, ayağa kalktı ve sabırsızlığını saklamadı. "Ne oluyor? Söylesenize ya, insanı delirtmeyin."

Ecegün boğazını temizledi ve Tuğra'nın gözlerine kısa bir bakış attı. "Abi... İtalyan mafyası, peşimize takıldı. Bizimle fena uğraşacağını söyledi abi."

Bu kız ne dediğini farkında değildi galiba? Biz Aydoğan gibi bir beladan yeni yeni kurtulurken koskoca İtalyan mafyasından nasıl kurtulacaktık? Korkulu gözlerim, hemen Enes'e dönmüşlerdi. Enes'in gözleri ise boşlukta geziniyordu. Zihninden geçenleri hiçbir şekilde okuyamıyor ve hissedemiyordum ama bildiğim tek bir şey vardı ki o hepimizi canı pahasına koruyacaktı.

 

Bölüm : 23.05.2025 18:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...