Enes'in fikri, zihnine sığmıyor gibiydi. Yaklaşık beş dakikadır bir sağa bir sola yürüyüp duruyordu, bu süre zarfında ikinci sigarasını yakmak üzere dudaklarına götürüyordu. Olduğum yerden bir hışımla kalkıp elimi dudaklarının arasındaki sigaraya uzattım. "İçme lütfen artık." Sigarayı alıp paketine geri koyarken derin bir nefes aldı sakinleşmek adına.
Ecegün'ün hemen yanına oturdu ve dikkatlice baktı ona. "Ecegün, abicim... Şunu doğru düzgün en baştan anlat lütfen, neler oldu?" Ecegün, gözlerini Enes'in gözlerinden çekiyordu yavaşça. Çekiniyordu ya da olanlardan kendini mesul tutuyordu, bir ceylanın ürkekliği gözlerinde cereyan ediyordu.
"Zeynep... Zeynep'le bir ilişkileri olmuş, sonra kızın peşine düşmüş, otele geldi. Otele gelince zorluk çıkarttı, Zeynep'i götürmek istediğini falan söyledi. Zeynep istemiyordu abi, ne yapsaydım? Zeynep'i zorla mı gönderseydim? Bizim adamlarla o Adriano denen adamın adamları birbirine girdiler orada. Beni arıyorlarmış şimdi hatta uçağa binmişler, Türkiye'ye geliyorlarmış. Federica aradı az önce, o haber verdi."
Enes elini Ecegün'ün omzuna koydu. "Tamam sıkma canını artık, sen en doğrusunu yapmışsın. Artık önümüze bakacağız." Omzundaki kolu sırtını sıvazlayıp oradan kendi dizine gidiyordu.
Ecegün'ün söyledikleri, yüzümde bir gülümsemenin oluşmasına neden olmuştu. Kendini ve çevresindekileri koruyabilen, kimseye ihtiyacı olmayan güçlü bir kadındı o.
Enes yerinden kalktı, gözlerimin içine bakarken yapıyordu bunu. "Yukarıdayım ben. Tuğra, Yağız gelin."
Usulca giderken telefonla konuşma sesi geliyordu. "Zeynep, neredesin?" Ve ses yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Tuğra ve Yağız da yerlerinden kalkıp Enes'i takip etmeye koyulmuşlardı.
Gözlerim, koruma içgüdüsüyle kızların üzerinde dolaşıyordu. Nursu, sessizce ağlıyordu koltuğun birisinde. Ecegün, başını iki elinin arasına almış öylece duruyordu. Bu konu hakkında çok kaygı yapıyorlardı belli ki. Ben? Sanırım evet, ben de yapıyordum ama her şey bir gün muhakkak sona ererdi ve bu da erecekti.
Boğazımı temizledim ve duruşumu dikleştirdim, böyle ağlamanın sırası mıydı cidden? "Kızlar..." dedim dikkati üzerime toplamak adına. Her ikisi de kafalarını kaldırıp gözlerini, benim gözlerimle buluşturuyordu. "Sakin kalalım, biz güçlü kalalım ki içerideki beyefendiler daha da güçlensin. Hem Ecegün..." dedim bir yandan yanına doğru giderken. "Sen ne kadar güzel bir şey yaptığını farkında değil misin? Göz yumsaydın daha mı iyiydi, Zeynep mutsuz olsa daha mı iyiydi?"
Beni onaylamak için kafasını salladı ve sarıldı, destek almak istiyor gibi bir sarılmaydı bu.
Yanından kalkıp mutfağa gittim seri adımlarla. Bir tabağa kalan mantıdan koydum ve üç bardağa su doldurdum, bunları bir tepsiye yerleştirip salona geri döndüm. Mantıyla dolu olan tabağı sehpaya, Ecegün'ün önüne koyup suları da sahiplerine verdim. Kendi suyumu da alıp oturmamın üzerine Ecegün'ün sadece tabakla bakışıyor olması, üzülmeme yetmişti.
"Açsındır Ecegün, ye lütfen." Tabağı eline aldı ve birkaç saniye mantılarla oynadı. Bir damla gözyaşı sol gözünden özgürlüğünü ilan ederek düşerken mantının bir tanesini ağzına götürüyordu. "Teşekkür ederim Lerzan." Nursu da ona uyarak su için teşekkür etti.
Beş saat olmuştu... Enes, yukarıya çıkalı tam beş saat olmuştu ve hala gelen giden yoktu. Bu adamlar, su gibi ihtiyaçları da mı olmuyordu?
Bakışlarım, merdivenlerde Eneslerin gelmesini beklerken onları bozan bir çift söz olmuştu. "Seni başta pek sevmemiştim Lerzan ama hakikatli kızmışsın." dedi gülümseyen gözlerle bana bakan Ecegün. Onun hakkında aynısını düşünsem de şu an konuşamayacak kadar stresliydim ve söylediklerini sadece gülümseyerek karşılayabildim.
Birkaç adım sesi geliyordu yukarıdan. Nihayet bitmiş miydi konuşmaları? Gözlerimiz birbirine kenetlendiği andan itibaren ayrılmamıştı ve ayrılmadan yanıma kadar gelmişti. Yüzüme, birer perde gibi düşmüş saçlarımı iki eliyle kulaklarımın arkasına aldı. "Balım..." dedi yüzümün her bir noktasına gözlerinin izini bırakırken. Her gün yeni bir hitap şekli buluyordu ve bu kesinlikle dünyanın en güzel hislerinden biriydi.
"Balım..." dedim onu tekrar ederek. "Bugün hiç gelmeyebiliriz belki, şu sorunla ilgilenmemiz gerekiyor. Sana söz veriyorum en yakın zamanda sınava girmeni kutlayacağız. Çok özür dilerim Lerzan." Gülümseyerek boynuna sarıldım. "Senin yanımda olman her şeyin telafisi."
Yanımızdan gelen oldukça eğlendiği belli olan sesin sahibi, keyfimi kaçırmaya yetmişti ve bu sesin sahibi tabii ki Tuğra'ydı. "Cilveleşmeniz bittiyse gidelim mi abi?" Hızla ona dönen gözlerimden, ateşler çıktığını hissedebiliyordum çünkü bu çocuk ciddi anlamda sinir bozuyordu. Enes, keyifli bir gülümse bırakıp yanağımdan makas alıp kapıdan çıkıp gitti. Bunların hepsi birkaç saniye içinde yaşanmış keyif verici olaylardı. Tuğra'ya her ne kadar sinir de olsam yaptığı her şey hoşuma gidiyordu.
Ecegün ve Nursu yüzlerinde buruk bir gülümsemeyle bana bakıyorlardı, ben de onlara gülümseyip sehpanın üzerindeki bulaşıkları alıp mutfağa götürdüm.
Pek iyi şeyler olacak gibi değildi ama ben buna dair hiçbir şey hissetmiyordum, kötü bir şey olacak olsa muhakkak hissetmez miydi insan kalbi? Yüreğinin altında bir burukluk, göğsünde bir kütle ağırlık olmaz mıydı?
İçeri geçtim ağır adımlarla. Ecegün'ün kiminle konuştuğunu çözmeye çalışırken az önce oturduğum koltuğa geri dönüyordum. "Tamam, bekliyoruz." deyip telefonu kapatan Ecegün'e, Nursu da ben de merakla bakıyorduk. Nursu benden önce davrandı. "Kim o?" Ecegün, burukça gülümsemesini takındı ve derin bir nefes buluşturdu ciğerleriyle. "Zeynep... geliyormuş."
Çok geçmemişti yaklaşık on dakika sonra kapı çalınmıştı, gelen muhakkak Zeynep'ti. Kapıyı açmaya giden Nursu ve yanında Zeynep olduğunu düşündüğüm kız salona giriş yapıyorlardı.
“Selam…” dedi Zeynep olduğunu tahmin ettiğim kişi, gözlerimin içine bakarak. “Zeynep ben, Lerzan sen misin?” Kafamı salladım onu onaylamak adına. “Memnun oldum, Zeynep.”
Pek mutlu gözükmüyordu, hatta epey kötü görünüyordu ama ona rağmen enerjik davranmaya çalışıyordu. Kızlarla selamlaştıktan sonra derin bir nefes alarak Nursu’nun yanına oturdu. Ne sözü ne de nefesi ciğerine, nefes borusuna ya da ses tellerine sığmıyor gibiydi. Belki de yalnızca kozasından çıkmak isteyen bir kelebeğin çırpınışları cereyan ediyordu yüreğinde.
“Nasılsın Zeynep? İyi misin? Nasıl hissediyorsun kendini?” Nursu’nun titreyen sesi, duygularını saklamasına asla izin vermiyordu. “İyi olacağım…” dedi Zeynep, baş parmağının tırnağıyla oyalanırken.
Yerinde kıpırdandı, belli ki bir şeyden çekiniyordu. Boğazını temizledi, bu eylem adeta gelen büyük bir itirafın habercisi gibiydi. Her birimizde gözlerini gezdirdi ve sağ tarafındaki çantasını bir kaplumbağanın yavaşlığında eline aldı. Elinin altında pembe bir kutu beliriyordu. O neydi? O kesinlikle bir hamilelik testiydi…
Üçümüz de Zeynep’e inanamayarak bakıyorduk, bu olamazdı değil mi? Gözlerinden akan yaşları durduramadan dudaklarını araladı. “Ben özür dilerim ama Adriano’yu seviyorum, geçen gün yaptıklarım ise tamamen… Tamamen şımarıklığımdan ama ben olanların bu raddeye geleceğini düşünmedim. Adriano’yu arıyorum günlerdir ama hep ulaşılamıyor. Onun tek amacı benim güvende olduğumu bilmek ve kızlar... Kızlar ben hamile olabilirim.”
Tüm vücudumdaki tüyler havaya kalkmış gibiydiler. Ürpermiştim, iyi de neden ürpermiştim ki şimdi?
Ecegün, yavaşça ayağa kalktı. “Hemen Enes Abiyi aramamız lazım o zaman, saçma sapan bir şeyler olmasın. Ayrıca Zeynep, bunu daha sonra ayrıntılı konuşacağız ama şu an asla sırası değil.”
Sol arka cebimdeki telefonu alıp Enes’i aradım aceleyle, tıpkı Ecegün’ün dediği gibi bir problem çıkmadan bunun önünü almalıydık. “Efendim yavrum?” Gergin bir ses beni karşılıyordu ve bu hiç hoşuma gitmiyordu.
Hızlı hareketlerle yukarı kata çıktım daha rahat konuşmak adına.
“Evet yavrum, seni dinliyorum.”
Derince bir nefes aldım konuşmadan önce. “Zeynep geldi…” dedim nefesimi zar zor yetirerek. “Evet yavrum.” Aceleci sesi, acele etmemi emrediyor gibiydi. “Tamam, hızlıca anlatacağım, kusura bakma.” Küçük, buruk bir kıkırdama kulaklarımı dolduruyordu. “Sabaha kadar seni dinlerim, hiç önemli değil.” Gülümsedim gerginlikle.
“Zeynep bir şeyler anlattı. Adriano’ya bir şey yapmaya kalkmayın lütfen, buraya gelin de konuşalım lütfen.”
Sesi bir süre kulaklarıma ulaşamamıştı, dili lal olmuş gibiydi. “Ne diyorsun birtanem?”
“Zeynep, seviyormuş onu ve o gün yaptığının da şımarıklıktan olduğunu söylüyor. Çok uzun süredir ilişkileri varmış sanırım.”
“Ah Zeynep, ah Zeynep…” dedi, dişlerinin arasından konuştuğu belliydi. “Lütfen Enes, Zeynep’in üstüne gelmeyin olur mu? Kendini yeterince kötü hissediyor zaten. Bir de…”
Son cümlemi tamamlamak bana oldukça zor gelmişti, çünkü hamile olma ihtimalini söylemek, bunu Enes’e söylemek kolay bir şey değildi.
“Bir de ne hayatım?” Sorgulayan sesi kulaklarımda yankılanırken koridorda dönmeye başladım. “Zeynep… Zeynep hamile olabilir Enes, ama lütfen kimseye söyleme olur mu? Bilinmesini istemiyor olabilir, belki öyle bir şey olmayabilir bile. Sadece üstüne çok gelmeyin, eğer hamileyse strese sokulması ona iyi gelmez.”
“Ne?” dedi şaşkınlık taşan sesiyle. “Adriano’dan mı yani? Şaka olmalı…” Bir anda sessizleşmesi, hoşuma gitmemişti. “Evet Adriano’dan ve Enes… Enes o adamı bul ve Zeynep’in ona ulaşmaya çalıştığını söyle, kızın telefonlarını açmıyor sanırım.”
Derin bir soluk attı. “Tamam yavrum, kapatıyorum şimdi. Eve gelince konuşuruz.”
“Tamam.” deyip telefonu kapattım ve arka cebime geri koydum. Aşağı indiğimde Zeynep ağlar halde hala bir şeyler anlatıyordu. Yanına oturdum ve ellerinden tuttum sıkıca. “Lütfen sakin ol, tamam mı? Enes’e doğru düzgün anlattım, o da kızmadı zaten. Şimdi Zeynep, canım… Kalkalım ve o hamilelik testini kimse gelmeden yapalım, kendimiz ilk önce öğrenirsek diğerlerine açıklaması daha kolay olacaktır.”
Kafasıyla beni onaylamak adına birkaç defa salladı ve hala elinde duran pembe kutuyla birlikte lavaboya ilerledi. Bir ya da iki dakikanın ardından elinde hamilelik testiyle çıktı.
Bu kız neden mutlu durmuyordu? Hamilelik, anne olmak güzel bir şey değil miydi halbuki?
İfadesini bozmadan koltuklardan birine oturup elindeki hamilelik testini sehpaya bıraktı. Stresli duruyordu ve bu normal bir stres düzeyi değil gibiydi.
“Zeynep, sakin ol. İstemiyor musun bebeği?” dedim nabzını ölçmek adına. Gözleri, derhal yüzüme çıktığında beni reddeden bir duygu taşıyorlardı.
“İstiyorum, sadece…” Birkaç saniye dinlendirdi kendini, biz de onunla bekledik. “Sadece Enes Abiler ne der? Onu düşünüyorum, yoksa Adriano’yu çok seviyorum ve ondan bir çocuğum olsun çok isterim.”
“O zaman sadece kendini ve onu düşün Zeynep, evet olan şeyler basit değil ama halledilebilecek bir şey.”
Ecegün ve Nursu’nun bana katılması, Zeynep’in yüzünün biraz olsun gülmesini sağlıyordu.
Bir asır gibi gelen bekleme süremiz, sonunda dolmuş gibiydi. İki kırmızı çizgi gözlerimize çarpıyordu. Aynı oranda Zeynep’in gözleri de git gide büyüyordu. Gözlerinden birkaç damla yaş akıyordu, mutluluk gözyaşı olmalıydı. “Kızlar…” Düğümlü boğazından zorla kurtulan kelime titrek bir biçimde ulaşıyordu kulaklarımıza.
Hepimiz onun yanına gidip sıkıca sarıldık, çünkü buna çok net bir şekilde ihtiyacı vardı. “Tebrikler.” dedim tekrar sarılırken. Gözyaşları dudaklarının arasında süzülürken teşekkür etmeye çalışıyordu. Bir çocuğun heyecanı var gibiydi üzerinde.
Pozitif çıkan hamilelik testini eline alıp biraz inceledi. Az önce gülen yüzü, bir anda düşmüştü. “Ne oldu?” Merakıma yenilerek sorduğum soruya birkaç saniye cevap alamasam da sabırla bekledim. “Adriano, keşke yanımda olsaydı da beraber sevinebilseydik. Ama benim yüzümden benden uzak kaldı.”
“Arasana onu.” dedim bir saniye dahi durmadan. “Açmıyor ki.” Ellerini tuttum destek vermek adına. “Açmıyor diye aramazsan açtığında da ona ulaşamazsın.”
Derhal telefonu eline aldı ve sanırım onu aradı. İlk birkaç saniye yüzünde gülümsemesi olsa da sonradan yüzündeki gülümseme düşmüştü. Yine ulaşamamıştı, anlaşılan.
“Yok, açmıyor.” dedi telefonu yanına fırlatır gibi koyarak. “Zeynep, sakin ol. Ondan haber gelecek.”
Sakinleştirici tavrımı Nursu da onaylıyordu. “Evet, muhakkak haber alacaksın. Enes Abinin de her şeyden haberi var.” Bana baktı birkaç saniye. “Var değil mi Lerzan?” Kafamı salladım onaylamak için. “Elbette var.”
Olduğu koltuğa uzandı yavaş hareketlerle. “İnsanın kendine yaptığı kötülüğü başka kimse yapamıyormuş kızlar. Trip atacağım diye konu nerelere geldi. Delirmek üzereyim ya delireceğim. Bir bebeğim olacağını öğrendim az önce ama sevinemedim bile. Babası ortalarda yok hem de neden? Annesinin şımarıklıkları yüzünden.”
Ecegün derin bir nefes aldı ve aynı derinlikte geri verdi. Arka cebine giden eli, geri gelirken bir sigara paketiyle karşılıyordu bizi. Bir sigara aldı ve dudaklarının arasına götürdü, tek çakışta yaktığı sigarasından derin bir duman aldı. “Kendi üzerine çok gidiyorsun Zeynep, yapma bu kadar.” dedi, gözleri karşı duvarda gezinirken. Zeynep, onu göz ardı ederek sehpada duran sigara paketine uzattı elini ama Ecegün onu hızlı bir refleksle durdurdu. “İçme artık, hamilesin.”
Güldü ve sigaradan bir tane alıp yaktı. “Öyle kolay bırakılsaydı şimdiye bırakırdım herhalde Ecegün.”
Ecegün onu umursamadan beni incelemeye başladı. “Sen içiyor musun Lerzan? Nursu Yeşilaycı da…” Tereddütle kafamı sallayıp “Hayır, içmiyorum.” dedim. Ne diye tereddüde girmiştim ki? İçmiyordum ve Enes’te görene kadar nefret ediyordum işte. “Peki.” deyip sigarasından derince bir duman topluluğu gönderdi ciğerlerine.
Ecegün ve Zeynep, henüz sigaralarının sonlarındayken telefonum çalmaya başladı. Hızla arka cebimden çıkartıp ekrana baktım. Arayan Enes’ti.
Burnundan derin bir soluk attı. “Adriano’yla bir araya geldik, hallettik, bir sorun çıkmadı yani. Geliyoruz birazdan. Siz ne yaptınız?”
“Biz…” dedim biraz duraksayarak. “Biz de bekliyoruz işte.”
“Tamam yavrum, sen iyi misin?”
“İyiyim Enes, bana neden bir şey olsun ki?”
“Bilmem, yanında yokum ya.” deyip güldü. Anlaşılan keyfi yerindeydi.
Ecegün, Enes’in de duymasını ister gibi bağırdı. “Aşk böcüklüğünü bıraksanız da biz de ne olduğunu öğrensek nasıl olur?”
“Ecegün mü o?” dedi güldüğü her harfinden belli olan Enes. “Evet, Ecegün.”
“Tamam hadi, kapatıyorum balım. Özledim seni.”
“Ben de…” deyip telefonu kapattım. Herkesin içinde ciddi derecede utanmıştım.
“Adriano’yla konuşmuşlar, halletmişler. Birazdan geliyorlarmış. Sakin ol artık Zeynep, olur mu? Lütfen…”
Gözlerini kapattı önce onaylamak için sonrasında hamilelik testini alıp arka cebine koydu. “Şimdi pat diye görmesinler.”
Kızlara çaktırmamayı amaçlayarak Enes’e bir mesaj yazmak istiyordum, onları birkaç saniye inceleyip telefonu elime aldığımda onlar kendi aralarında konuşmaya çoktan başlamışlardı.
‘Zeynep hamile, lütfen ona göre davranın olur mu? Kimseye de söyleme hamile olduğunu sadece herkesi dizginle. Lütfen.’
Enes: ‘Bu haberi bir gün senden de almak üzere… Dediklerini yapmayı kabul ediyorum Lerzan Hanım.’
Henüz yirmi dakika geçmişken mesajlaşmalarımızın üzerinden, dışarıda birden fazla arabanın gelişinin sesini duyuyorduk. Koşar adım kapıya gittik dördümüzde. Kapının önünde bir şeyler konuşuyor gibiydiler, İngilizce konuşuyorlardı.
“Adriano, adamların evime giremez.” dedi Enes, beni tekrar kendine aşık eden aksanıyla.
“Ben onlarsız dolaşamam, bana içeride bir şey yapmayacağınızı nereden bilebilirim?”
Enes, oflayıp konuştu. Keşke mimiklerini görüyor olabilseydim. “Bir şey yapmayacağımız hakkında konuştuk. Sözümüzden dönen insanlar değiliz.”
“Adamlarımı neden içeriye almıyorsun?”
“Ecegün ve Zeynep bu tür şeylerden korkmazlar. Sevgilin mi var içeride?”
“Evet, sevgilim var ve bu tür şeylerden korkuyor. Şimdi adamlarını bırak ve içeri geçelim.”
“Tamam dostum, kadınlar kırmızı çizgimizdir.”
Kapı çalındığında en önde olduğum için hızla kapıyı açtım. İlk önce Enes’le göz göze gelmem, içimdeki kelebekleri tetiklemişlerdi ve işte şimdi hareket ediyorlardı. Gülümsedi ve bir-iki adımla yanımı buldu. Sağ tarafımızda konuşulanlar, kulağımıza dahi girmiyordu. O an yalnızca birbirimize bakmakla meşgul oluyorduk ve bu dünyadaki en güzel manzaralardan biriydi: Onun gözleri…
“İyi misin?” diyordu Adriano, endişeli sesiyle. Bunu kaçıncıya sormuştu? Emin değildim. İçeri geçip oturduğumuzda dahi Zeynep’in gözlerinin içine bakıyordu.
Ecegün’ün yanında oturan Tuğra, Enes’e yaklaştı ve Türkçe bir şeyler söylemeye başladı. “Sanırım cidden zararsız biri abi. Zeynep’in ona bakışlarına, onun Zeynep’e bakışlarına baksana. Tehlikesiz gibi duruyor.”
Enes, sakallarında ellerini gezdirirken kafasını sallıyordu. “Evet Tuğra, bence de öyle. Ama biraz gözümüzün önünde dursun.”
Birkaç saniye, sadece birkaç saniyede Zeynep, hamilelik testini ortaya koymuş ve herkes ayaklanıp buna seviniyordu. Onlar gerçekten bir aile gibiydiler, birbiriyle kan bağı olmayan, masum insanlardan oluşturulan kocaman bir aile… Peki ya ben bu ailenin tam olarak neresindeydim? Enes’in kurtarıp aşık olduğu herhangi bir kız… Buraya ait miydim ki gerçekten?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |