22. Bölüm

22.

Geceye Aşık
geceyeasikbirkiz

Mutfaktaki sandalyelerden birinde oturmuş, elimdeki bardaktan suyumu yudumluyordum. Tek başıma olduğum mutfağın duvarlarında gezdirdim bir süre gözlerimi. Bunu yapmamın sebebi, muhtemelen düşüncelerimin beynimi çok fazla hapsetmesinden kaynaklıydı.

Derin bir nefes aldım, gözyaşlarımın akmasına izin vermemek için. Eğer nefes alırsam belki gözyaşlarım akmazdı. Buraya kimsenin isteğiyle gelmiş olmamamın gözyaşlarıydı belki bunlar ya da hissedemediğim aidiyet duygusunun…

Birkaç ayak sesi ilişince kulaklarıma, derhal gözlerimdeki yaşları sildim bir çırpıda. Gelen Enes’ti ve endişeli duruyordu. Yanımdaki sandalyeye oturdu, gözlerini yüzümden bir an olsun ayırmadan.

“Bir tanem benim, ne oldu?” Endişeli gözleri, yüzümün her bir miliminde dolanıyordu. “Bir şey yok.” dedim çatallaşan sesime engel olamayarak.

Bacaklarının üzerinde duran eli, şimdi yüzümde dolanıyordu. “Bunu anlamayacak kadar aptal olduğumu düşünmen canımı sıktı ama bununla daha sonra ilgilenebilirim. Sorun ne Lerzan?”

Gözlerimi, yüzünden çekip mutfakta dolaştırmaya çıkardım. “Bilmiyorum Enes, sanki size kendimi zorla yama…” Sözümü, parmağını dudaklarımın üzerinde gezdirmeye çalışarak yapmıştı. “Lütfen Lerzan, böyle bir şeyi duymak istemiyorum senden, kesinlikle.”

Onun da gözleri dolmuş gibiydi ve o gözlerle gözlerimin en derinine bakmaya devam ediyordu. Öyle bir bakıyordu ki sanki kendini bana inandırmak istiyor gibiydi. Evet, bu adamın gözlerinde görüyordum ki gerçekten seviliyordum.

Gözlerimdeki yaşlar, yanaklarımdan süzülmeye devam ederlerken sıkıca sarıldım Enes’in boynuna. “Seni tanıdığım günü, her gün kutlamak isterim Enes. Ülkenin bayramları içinde bile yer alabilir.”

Birkaç kıkırtı çıktı dudaklarının arasından kulaklarıma ulaşan. “Sen benim en büyük bayramımsın Lerzan.”

Bu sefer kıkırtı, benim dudaklarımdan dökülüyordu. Enes, kendini geri çekerken yüzündeki gülümsemesini eksik etmiyordu. Tıpkı ilk tanıştığımız günkü gibi büyükçe gülümsüyordu. Sahiden, Enes ne zamandır bu kadar büyük bir gülümseme bırakmıyordu dudaklarına?

“Gidelim mi?” Enes’in davetkar sesi, yüzümdeki gülümsemenin ana sebebiydi. “Nereye gideceğiz?”

“Aydoğan’ın fişini çekmeye.”

Yüzümdeki gülümsemem yerini düz bir çizgiye bırakınca Enes, kollarımdan tuttu sıkıca. “Merak etme; artık hiçbir şey, hiç kimse canımızı sıkamayacak.”

Ayağa kalktı ve dolaptan çıkardığı votkayı ve meyve suyunu bir bardağa koydu. Mutfak tezgahına yaslandığında elindeki bardağı hafifçe salladı. Bir yudum aldığında kafasını kaldırıp tavanda dolaştırdı biraz gözlerini.

Oturduğum yerden yavaşça kalkıp yaslandığı tezgahla kendi aramda onu sıkıştıracak şekilde tezgâha ellerimi dayadım. “Fazla içmiyor musun sence de?”

Tavandaki gözlerini benim göz hizama getirdiğinde hınzır bir gülümseme dudaklarına yerleşiyordu. “İçmeyeyim mi?” Kafamı içmemesini istediğimi belirterek sallarken bir yandan da dilimle olumsuzluk sesi çıkartıyordum. Elindeki bardağı tezgâha doğru götürüp lavabonun içine döktü. “Peki.”

Boşta kalan elleri, belime yerleştiğinde içimde büyük bir heyecan uyanıyordu. “Hep bu kadar itaatkâr mısındır?” Sanki hiç yakın değilmişiz gibi biraz daha yaklaştı. “Değilimdir ama istisnalar kaideyi bozmaz. Her kralın bir padişahı vardır.”

Gülümsedim ve yanlarında olan ellerimi, ensesine götürdüm. “Öyle mi?” dedim bakışlarında kaybolurken. Bir insanın bakışları, başka bir insanın kalbinin çarpmasına neden olabilir miydi?

Yüzümü inceleyen arzulu bakışları, daha da derinden inceliyor gibiydi beni. Elleri, daha sıkı sarıyordu belimi. “Beni delirtmeye ne hakkın var Lerzan?” Sesi kısık ve derinden geliyordu.

Onun beline ellerimi indirirken hafifçe itmeye çalışıyordum ama nafile. “Enes, görecekler.” Güldü ve burnuma küçük bir öpücük kondurdu. “Benimle dalga mı geçiyorsun Lerzan? Görürlerse görsünler, az önce biri hamile olduğunu açıkladı. En az onun kadar aramızdaki bu çekim, doğal.”

Güldüm ve burnuna küçük bir buse kondurup elleri arasından kurtuldum. “Haklısın ama şu an yapmamız gereken başka işlerimiz var.” Kafasını salladı ve alt dudağını birkaç saniye dişlerinin arasına hapsetti. “Bunu bana yapmaya kesinlikle hakkın yok Lerzan.”

Gülmeye devam ederken mutfaktan çıktım, biliyordum ki beni takip ediyordu. Salona geçtiğimde bir mutluluk havası sürüyordu hala. Sanırım Adriano, gerçekten iyi bir adamdı.

Enes, arkamdan geldiğinde koltuğa dayanıp boğazını temizledi. “Gençler, bizim küçük bir işimiz var. Nursu, sen her şeyin yerini biliyorsun Zeyneplere yardımcı olursun. Bir şey olmaz ama olursa hemen arayın.” İngilizce anlatmıştı her şeyi, Adriano’ya ayıp etmek istemediğindendi sanırım.

Tuğra ve Yağız derhal ayaklandılar. “Biz de gelelim, nereye?” Enes güldü ve dayandığı koltuktan doğruldu. “Nereye olduğunu bilmeden gelmek istemeniz çok garip çocuklar. Herkes sevgilisinin yanında dursun bu gece.” deyip beni elimden tuttu ve evden çıktık.

Yüzümdeki gülümseme asla silinmiyordu. “Hayırdır Enes Bey? Sevgilinizi mi özlediniz?” Yürümeye devam ederken temposunu bozmuyordu. “Ben sevgilimi yanımdayken bile özlüyorum Lerzan Hanım.”

Bu sözün üzerine bir şey söyleyememiştim, söylenecek gibi değildi çünkü. Hızlıca arabaya binip birbirimizin gerginliğinden tek kelamda bulunmamıştık, ta ki deponun önüne gelene kadar. O herif haftalardır burada, çeşitli işkencelere maruz kalıyordu. Maruz kaldığı işkencelerin yarısından dahi haberim yoktu, Enes öyle şeyler yapmıştı ve yaptırmıştı ki bana söylememiş, hatta bazı geceler yüzüme bakamamıştı.

“Bugün bitecek Lerzan, bugün her şey sona erecek.” deyip alnıma küçük bir öpücük kondurdu. Kafamı sallamakla yetinip depoya girdim ağır adımlarla. Ayaklarım geri geri gidiyordu sanki. Arkama dönüp Enes’e baktığımda onun da benden pek farksız olmadığını görmem, bir an olsun yüreğime su serpmişti.

“Aydoğan kalk, biz geldik.” dedi Enes, ışıkları açarken. Işıklar yandığında Aydoğan’ı tanıyamamıştım, resmen kurumuş kanlardan ve morluklardan tanınmayan birine dönüşmüştü.

Depoda çok uzun süre duramayacağımı girdiğim dakika anlamıştım, tahammül edilemeyecek derecede ağır bir koku hapsediyordu ortamı. Bu kokunun Aydoğan’dan yayıldığı çok barizdi.

Enes, Aydoğan’ın ellerini ve ayaklarını çözerken konuşmayı ihmal etmiyordu. “İtlerin, iki günde bana da köpek oldular Aydoğan. Ne yapacağız? Büyük bir sadakat problemi var itlerinin ama neyse ki artık bununla uğraşmak zorunda kalmayacaksın çünkü bugün hayatının son günü.”

Bunu açıkça söylemesi, Aydoğan’ı bir saniye üzmemiş gibi duruyordu. Onun hırıltılı ve zor anlaşılan sesi, depoyu kaplıyordu. “Emin ol, haftalardır ölmek istiyorum Enes. Amacına ulaştın, kendinle gurur duy.” Biraz duraksayıp kafasını yavaşça bana çevirdi. O an vücudumu bir ürperti sarsa da ona belli etmeden olduğum yerde öylece durdum. “Lerzan, sen de gurur duy. Bu herif, bu adam senin için her şeyi yaptı. Senin için sır bile sakladı Lerzan.”

Anlamayarak gözlerimi Enes’e çevirdiğimde gözleri gerginlikle Aydoğan’la benim aramda mekik dokuyordu. Enes’in benden sakladığı bir şey mi vardı? Neler oluyordu?

“Neler oluyor?” Sesimin ilk defa bu kadar kısık çıktığını duyuyordum. Enes’in söyleyeceklerinden mi korkuyordum yoksa? Enes’e olan güvenimin kırılmasından korkuyordum belki de.

Enes, belindeki silahı çıkartıp Aydoğan’ın ağzına dayadı. “Kes çeneni!” Aydoğan güldü; kurumuş, iğrenç dudaklarıyla gülüyordu. “Nasıl olsa öleceğim, Lerzan’a borcum bu benim.”

Enes’in art arda küfürler savurduğunu işitiyordum ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. Enes, kesinlikle benden bir şeyler saklıyordu ve bu da benim hiç hoşuma gitmiyordu.

“Enes…” dedim yalvarır gibi çıkan sesimle. “Benden bir şey saklamazsın değil mi?”

Gözlerim o an istem dışı yaş dökmeye başlamıştı. “Lerzan…” dedi Enes, mırıldanır gibi. “Lütfen sen söyle Enes, ondan duymak istemiyorum.”

Enes’in gözleri dolmuştu, bir damla yaş aktı akacaktı. Kafasını salladı hızlıca. “Dilim varmıyor Lerzan, yapamam, olmuyor.”

Ağlamaya başlamıştım, gözyaşlarım birer birer terk ediyordu gözlerimi. Enes, benden neyi saklamıştı tam olarak?

“Lerzan, kardeşim…” dedi Aydoğan imalı bir şekilde. Ne demek istiyordu? Ya da ne diyordu? “Ne diyor bu Enes? Ben hiçbir şey anlamıyorum, ne anlatıyor bu?”

Aydoğan seslice güldü. “Annen Nalan’ın bir çocuğu daha var, tecavüz çocuğu… Kayınçosu tarafından tecavüz edilerek bir çocuk meydana getirmiş, adı da ne olsa beğenirsin? Ah, Aydoğan’mış.”

Gülerek anlattığı hiçbir şeyi duymak, anlamak istemiyordum. Annemin adını nasıl ağzına alabiliyordu? Hem de böyle bir konuda…

Bir hışımla üzerine yürüyüp yakalarına yapıştım. “Öyle bir şey yok, öyle bir şey yok. Canımı yakmak istiyorsun, ölürken bile canımı acıtmak istiyorsun.”

Enes’e döndü gözlerim hızla ve ellerim de onun yakalarına dolanıyordu. “Sen bir şey söyle Enes! Yalan değil mi? Sadece canımı acıtmak için yapıyor değil mi? Bir şey söylesene!”

Enes de susup gözyaşlarını sergiliyordu sadece. Ayağa kalktım ve iğrenç kokan bu deponun içinde dolaşmaya başladım. “Ben senin gibi biriyle kardeş olamam Aydoğan. Olamam…”

Birkaç dakika sustum, izin verdim kendime, sindirmek istedim bazı şeyleri. Ama sindiremiyordum, hiçbir şeyi anlayamıyordum ve anlamak da istemiyordum.

“Kardeşine… Enes!” dedim Enes’in yakasına yapışarak. “Kardeşine neler yapmış Enes? Nasıl ya? Nasıl?”

Enes, kenardan çektiği sandalyeye oturttu Aydoğan’ı ve gözlerine baktı. Son kez bakıyor gibiydi, işte bu sefer her şey bitmiş gibiydi. Aydoğan ise her şeye rağmen gülümsüyordu.

“Yıllarca Lerzan’ı kandırdım, yıllarca. Hem de kardeşime yaptım, elimden gelen her şeyi öz kardeşime yaptım.”

Enes elindeki silahı, Aydoğan’ın çenesine dayıyordu, bense hiçbir şey hissetmiyor gibiydim artık.

Aydoğan tekrar güldü, iğrenç gülümsemesini gösteriyordu her ikimize de. “Bir ay… Dile kolay. Yaşıyorum Enes. Demek sen de benim gibi birisin, beni bir aydır öldüreceğim diye kandırıyorsun.”

Enes, elindeki silahı bir kenara atıp uzamış saçlarından sıkıca tuttu. “Yanılıyorsun Aydoğan, senin gibi olsam çoktan ölmüştün. Her gün parça parça küçüldüğünü görmek istedim ben sadece.”

Enes’in sesi, artık tekdüzeleşmişti. Hiçbir şey hissetmemesini kaldırabilir miydim? Asla kaldıramazdım, çünkü Enes’in âşık olduğum bir vicdanı vardı.

Aydoğan, gözleriyle beni gösterdi usulca. “Bak, şimdi sen de ağlatıyorsun Lerzan’ı. Biz basbayağı aynıyız Enes. Sen sadece iyiliğin arkasına sığınmış, kötülüğün kölesi olmuş bir pisliksin.”

“Sen hastasın!” dedi Enes. “Senin aldığın her bir nefes bu kızın canını yaktığı için seni öldüreceğim ama şurası var ya…” Eli, göğsünün sol tarafına gitti. “Şurası, çok acıyor. Senin için değil merak etme, benim insanlığıma acıyor.”

“Erkekçe öldür beni Enes, şu silahı al ve erkekçe vur beni.” Aydoğan, Enes’i hala kışkırtmaya çalışıyor gibiydi.

“Erkeklik senin yaptığınsa ben erkek olmak istemiyorum Aydoğan. Son bir şey söylemek ister misin? Toprağa kavuşunca konuşmak bir hayli zor olacaktır.”

Aydoğan’ın gözlerinde hâlâ bir haklılık parıltısı vardı ya da sadece cehennemi bekleyen bir ruhun küstahlığıydı. Tüm pişkinliğiyle “Ben hiç pişman olmadım.” dediğinde Enes, cebindeki bıçağı çıkardı. “Tam da bu yüzden öleceksin Aydoğan!”

Enes, elindeki bıçağı tek seferde Aydoğan’ın sol tarafına saplayıp geri çıkardığında Enes’in her yerine kan bulaşmıştı. Ellerini inceledi birkaç saniye, ardından yere düşen Aydoğan’a baktı ve en son gözlerini bana çevirdi, gözlerinden birer damla yaş firar etmişti bile.

Ona şu an oldukça kızgındım ama içimdeki sarılma dürtüsü, her şeyi yıkıp geçiyordu. Ona sarılmaya yeltendiğimde beni eliyle durdurdu. “O pisliğin kanı varken üzerimde ne olur bana dokunma, onun hiçbir şeyinin sana dokunmasını istemiyorum artık.”

Ellerimi geri çekip önümde kavuşturduğumda gözlerimdeki yaşlar, akmaya devam ediyordu. Hiç durmamışlardı ki zaten…

Enes’in kapıyı gösterip önce benim çıkmamı istemesiyle oyalanmadan çıkıp arabaya geçtim. Enes ise üç ya da dört dakika içerisinde üzerini değiştirerek yanımı bulmuştu. Onun gözlerindeki yaşlar hala durmuş değildi ve çok belliydi ki kalbi acıyordu.

Bir süre benimle konuşmayacaktı sanırım, yolun yarısına kadar ağzını bıçak açmamıştı. Birden elleri, arabanın direksiyonuna vurmaya başlamıştı. “Ben birini öldürdüm, ben birini öldürdüm. Ben nasıl öldürdüm?”

Enes’in ağlaması derinleşirken benim ağlamam da onunla çoğalmıştı. Vicdanın bu kadar yakıştığı bir adamdan beklenen bir hareketti işte tam şu an yaptığı.

Koluna tutundum usulca, kendine zarar vermesini kaldıramıyordum. “Dokunma lütfen bana.” dedi Enes, naif bir uyarıyla. Hala beni düşünmek, ona ağır gelmiyor muydu cidden?

“Tamam…” dedim aynı biçimde elimi geri çekerken. “Lütfen sakin ol Enes, sen kötü biri değilsin. İçindeki yangını görüyorum, vicdanının ne kadar parçalandığını görüyorum. Ama senin kalbinde hâlâ iyilik var. Eğer kötü biri olsaydın bu kadar sarsılmazdın. Kötüler, titremez, kötüler ağlamaz Enes. Senin yaptığın sadece iyi bir insanın yapacağı bir şey. Sen insanlığını kaybetmedin… Belki sınandın, belki yıkıldın ama hâlâ sendesin. Ve ben, en çok buna tutunuyorum. O şerefsizi öldürmüş olabilirsin, evet ama onu yaşatmak zaten en büyük işkenceydi, senin için de benim için de…”

Arabayı sağa çektiğinde gözleri birkaç saniye direksiyonda gezindi. Motorun sesi sustuğunda Enes başını yavaşça bana çevirdi. Gözleri… O gözler, sessizce içime işledi. Sanki kelimeler yetmiyordu da gözleriyle konuşmaya karar vermişti. O an, sadece bakıyordu ama öyle derin, öyle sarsıcı bakıyordu ki hissettiği tüm acılar gözlerinden dökülüp kalbime işliyordu.

Derin derin nefesler aldı art arda, sakinleşmek istiyordu ve bir türlü bu işin içinden çıkamıyor gibiydi.

“Eve gidelim… Ne olur.” dedim usulca. Belki bu kelimeler bir şeyleri değiştirmezdi ama onun çökmüş omuzlarına hafif bir umut bırakabilirdi.

Onun bana verdiği her bir umudu, hiç tereddüt etmeden avuçlarına geri bırakmaya hazırdım. Çünkü onu güçlü görmek, benim de kesintisiz aldığım derin bir nefese denkti.

Biraz olsun kendine gelmiş olmalıydı ki arabayı çalıştırıp yola devam etti. Tek bir ses dahi olmadan eve gelmiştik, yalnızca arabanın sesi bize eşlik etmişti yolda.

Eve geldiğimizde kimse meydanda yoktu, herkes uyumuş olmalıydı. Bu nedenle ses yapmadan Enes’in gözlerine baktım ona destek vermek için. Sonrasında hızlıca odama çıktım. Bugün kesinlikle bitmeliydi ve bir daha böyle bir gün yaşamamalıydık.

Odamın kapısını kapattığım an, her şey üzerime çöktü. Sessizlik boğazıma sarılmış gibiydi ne nefes alabildim ne de düşünmekten kaçabildim.

Yatağıma uzandım ama uzanmak, dinlenmek anlamına gelmiyordu bu gece. Gözlerimi tavana diktim, karanlıkta bile netti her şey. Aydoğan’ın sesi kulaklarımda yankılanıyordu hâlâ. “Kardeşim.” demesi… Annemin adı… Enes’in gözlerindeki suçluluk, ellerindeki kan… Her biri bir kırık cam parçasıydı, içime batıyordu.

"Kardeşim."

Hayır. Bu kelimeyi içimden bile geçirmemeliydim artık. Mümkün değildi. Gerçekler, solunum cihazından alınan nefes tanecikleri kadar ağır geliyordu şimdi. Midem bulanıyor, kalbim sanki yerinden sökülüyordu.

Ve Enes… Ona kızgın mıydım, kırgın mı, yoksa yalnızca yorgun mu? Onu teselli etmek istemiştim az evvel ama şimdi onun sustuklarını düşünmek daha çok acıtıyordu. Benden neyi sakladı? Neden sustu? Neden ben böyle öğrendim?

Gözlerimden yaşlar süzülüyordu, bunu durdurmaya çalışmıyordum artık. Sessizce ağlıyordum. Ağlamamı duyan yoktu, bilmesi gereken de yoktu. Bu, sadece içimde kopan fırtınanın bir dışavurumuydu.

Yorganı kafama kadar çektim. Karanlığa sarılmak istedim, belki o beni bir süreliğine düşünmekten korur diye. Ama karanlık, her şeyi daha net gösteriyordu bu gece.

Ben artık kime güvenecektim? Annem susmuştu. konuşmuştu. Enes saklamıştı. Ve ben, bütün bu enkazın tam ortasında, hâlâ sadece sevilmek istemiştim.

Üstümü değiştirmiş, yatağımın üzerinde düşünceler bulvarına dalarken kapının çalınması bir saniye için irkilmeme neden olmuştu.

Kapının önündekinin Enes olduğunu bilerek “Gel.” dedim sakince. Kapının kenarından sadece kafasını sokan Enes, karanlıkta bile görülen hüznüyle bakıyordu bana.

“Gelebilir miyim Lerzan?”

“Gel.” dedim kafamı sallayarak. Yavaş hareketlerle yanıma gelip yatağın ucuna oturdu. “Ben de uyuyamadım.”

Tüm hüznü, kalbinden gözlerine filtresiz geçmiş gibiydi. Eli ayağına dolanmış bir adam gibi değil de kalbi paramparça olmuş, çaresiz bir adam vardı sanki karşımda.

“Ben sana kıyamadım,” dedi birden, sesi çatlaktı. “o yüzden sustum Lerzan ama böyle öğreneceğini bilsem bir saniye susar mıydım?”

Gözleri, ürkek bir ceylandan farksız bakıyordu bana. Yatağın üstünde küçük hareketlerle yanına ulaştım. Akan gözyaşlarından birini tutup öptüm. “Bunların hepsini, bu geceyi geride bırakalım Enes.”

Enes’in bir anlığına nefesini tuttuğunu hissettim. Parlayan gözleri, yüzümün her bir miliminde dolanıyordu. “Her şeye rağmen arkamda duracak kadar güçlü bir kadınsın Lerzan ve ben tam da bu yüzden sana her geçen saniye deli gibi âşık oluyorum.”

Ellerim, önce ensesine oradan da sırtına iniyordu. Gözlerinden akan yaşlar artık durmuş, gözleri sadece gözlerimin içindeki sırrı anlamaya çalışıyorlardı.

Enes’in çekingen elleri, belime yerleştiğinde vücudumu yüksek bir ısı sarıyordu. Küçük bir hamleyle sağ bacağına oturduğumda dudakları, omzumda gezintiye çıkmaya başlıyordu. Benim dudaklarım ise onun boynundaki damarları keşfe çıkıyordu.

Enes’in nefesi tenimde bir dua gibi gezinirken ben ilk kez tamamlanmış hissediyordum. O gece ne aşkı tanımladık ne de affı. Sadece sustuk… Ama her dokunuşla biraz daha anlaştık ve bu anlaşma, sözcüklerin ulaşamadığı bir yerde mühürlendi…

Bölüm : 01.06.2025 23:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...