Hikayeme hoş geldiniz çiçeklerim🌺
Buraya yazdığım ilk hikaye olacak, umarım beğenirsiniz ve hep birlikte oluruz. Çizgi Stüdyoda yayınlamak çok sıkıntı olduğu için buraya geldim, bir kaç kişi de önermişti baktım ve gayet güzel bir uygulama.
Serdengeçti’ye hoşgeldiniz:)
Not: Serdengeçti; yüksek bir Ülkü için, vatanı için tehlikeyi göze alan, Ülkü yolunda canını bile esirgemeyen kimse.
Bu bölümü, bugün güzel Ankara’mızda haince bir saldırıda şehit düşen canlarımıza, şehit ailelerine hediye etmek istiyorum. Onlar bunu bilmese bile burayı okuyanlar bilecek, şehitlerimizi kimse bize unutturmayacak. Alışmayacağız, saniyelik üzülmeyeceğiz. Aldığımız her nefes aziz şehitlerimizin sayesindedir.
~Düzenim bozulur, hayatım altüst olur diye üzülme. Nereden biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi olmayacağını?
-Şems-i Tebrizi
“Biz dağlara atarız pusu!” Alparslan üzerine terden yapışan tişörtünü çıkartıp çimenlere attı. Ardından gelen askerleri söylediği şarkının devamını getirirken tempoyla koşularına devam etti.
“Haram oldu gece uykusu!” Saklandığım duvara daha çok sindim. Yeşil harelerim onun sıkı karın kaslarına kayarken istemsizce yüzüm kızardı.
”Âla, kızım ne yapıyorsun burada?” Ardımdan gelen sesle yerimden sıçramıştım. İsmail amca ardımda nereye baktığımı görmeye çalışıyordu. Adam şimdi beni sapık sanacaktı!
“İsmail amca! Nasılsın, bacakların nasıl oldu?” Geçen ay bacağından ameliyat olmuştu. En azından bu dikkatini dağıtırdı. Yani umarım.
“Sorma kızım hala sızlıyor. Çok ayakta durursam dermanım kalmıyor hiç.” Kafamı üzgünce anladım dercesine salladım. Sırtımdaki okul çantamı düzeltip İsmail amcanın koluna girip kantin tarafına ilerledik beraber.
“Babam nerede İsmail amca? Onu görmeye gelmiştim ben.” Yalan. Külliyen yalan. Bir gün çarpılacaktım ama o gün bugün değil sanırsam.
”Celil komutanım en son odasına çıkıyordu.” İsmail amcayla biraz daha sohbet edip yanından ayrılmıştım. Merdivenleri koşar adım çıkarken karşıma değil bastığım basamakları saymakla uğraşıyordum. Ta ki kafamı bodoslama birinin göğsüne geçirene kadar.
Dudaklarımdan korkuyla küçük bir çığlık kaçarken geriye doğru gidiyordum ki karşımdaki zatü şahıs kollarımdan tutup kendisine çekti. İki arada bir derede çarptığım kişinin Yiğit olduğunu görmüştüm.
“Önüne baksana kızım, çocuk gibi basamak mı sayıyorsun?” Sinirle yüzüne bakarken kollarımı ellerinden tam alıyordum ki beni geriye doğru ittirdi. Düşme korkusuyla bu sefer ben onun kollarına tutundum. Bana gıcık gülümsemesini gönderip kollarımı daha sıkı tuttu.
”İnsan gibi bıraksana, niye ittiriyorsun?” Tam bana karşılık verip zıtlaşacakken ardımdan gelen gür ses ikimizi de korkutmuştu.
“Ne oluyor burada?” Alparslan’ın sesiyle tüylerim ürperirken kafamı arkama doğru çevirdim. Kaşları çatılmış, gözleri birbirine kenetlenmiş kollarımıza bakıyordu. Yiğit açıklama yapma amaçlı lanet olasıca çenesini açtı.
“Âla önüne bakmadan gidiyordu, düşmesin diye tuttum komutanım.” Alparslan’ın gözleri tekrardan birbirine dolanmış kollarımıza kaydı. Derin bir nefes verip bize doğru bir adım attı ve sırtımdaki çantayı tutup beni kendine doğru çekti. Kedinin ensesinden tutuyordu sanki!
“İçtima alanına dön Yiğit. Koşun bitmedi.” Yiğit tam itiraz edecekken emredersiniz diyerek selam verdi ve gitti. Ardından sinsi sinsi gülerken canıma değsin diyordum.
“Önüne niye bakmıyorsun sen kızım?” Sinirli sesi bana dönerken ela gözlerine baktım. Kaşlarını sürekli çatmaktan ortada iz çıkacaktı. Cesaretim olsa eli uzattıp düzeltirdim.
“Babamın odasına kaç basamak var onu merak etmiştim.” Suçluluk duygusuyla bakışlarımı ondan alıp ayaklarıma indirdim. Sona doğru sesim kısılmıştı. Yanımdaki büyük cüsseden bir gülme sesi gelirken hemen kafamı kaldırmıştım ancak bakacağımı tahmin etmiş gibi hemen boğazını temizleyip sert duruşuna geri döndü.
“Okuldan mı geliyorsun?” Boğazıma yumru otururken başımı aşağı yukarı salladım. Benden altı yaş büyük olması onun gözünde beni liseli bir ergen yapıyordu. Yaş sadece bir rakkam olmalı.
“Celil komutamınım çoktan çıktı. Burada değil, çocuklara söyleyeyim seni eve bıraksınlar.” Kaşlarımı şaşkınlıkla çatılırken anlamazca ona baktım.
“Nasıl çıktı? Beni aradı askeriyeye gel buradan beraber gideriz dedi.” Alparslan sessiz kalırken sadece kafasını salladı.
“Sen eve geç.” Sessizce kafamı sallayıp onu takip ettim. Askerlerden birisine söyleyip beni bırakmasını emretti.
Araba evimin önünde durduğunda teşekkür edip aşağıya indim. Ben içeriye girene kadar araba beklemişti, kapının önüne geldiğimde ise şaşkınca kapıya bakmıştım.
Kapımız açıktı.
Gözlerim bahçeye döndüğünde ise annemin özenerek ektiği domateslerin ve çiçeklerin dallarının ezildiğini gördüm. Sessizce arkaya bir adım atıp bahçeden çıktım. Allahım aklıma gelenler olmasın!
Evden koşarak uzaklaştım. Aşağı sokaktaki evlerden birinin duvarına yaslanıp titreyen ellerimle hemen babamı aradım. Telefon çalıyordu ama açılmıyordu. Korku tüm bedenimi sarıyordu. Annemi aradım bu sefer ama o da açmıyordu. Parmaklarım üçüncü kişiye dokundu bu sefer.
Alparslan.
Tek çalışta açılan telefonu hemen kulağıma dayadım.
Ne zaman aktığını bilmediğim yaşlarım yanaklarımı ıslatıp izlerini bıraktı.
“Âla,”
“Alparslan, birisi evimize girmiş. Kapı açıktı bahçedeki çiçekler ezilmişti. Babamla annem açmıyor. Çok korkuyorum!”
“Tamam, sakin ol. Evde değilsin değil mi? Uzaklaştın oradan. Âla?”
“Uzaklaştım.” Telefondan derin bir nefes alıp verme geçti.
“Geliyorum ben eve yaklaşma.” Telefonu kapatacağını anladığımda hızlıca konuştum.
“Alparslan..”
“Buradayım, kapatmayacağım telefonu. Sakın korkma beş dakikaya oradayım.” Araba çalışma sesi gelirken derin bir nefes verdim.
“Babamla annem iyidir değil mi?” Alparslan sessiz kalırken kalbimin üstünü korku daha ağır kapladı. İlk defa bu korkuyu yaşamıyordum ancak ilk defa bu kadar net yaşıyordum.
“Celil komutan beni bile toprağa gömer.” Bu dediğine başka zaman olsa gülebilirdim ancak şu an kafam dediklerini bile zor algılıyordu. Aradan bir üç dakika geçerken arkamdan bir araba sesi duydum. Hızlıca oraya dönerken Alparslan’ı görmüştüm.
Önümde hızlıca durup aşağıya indi. Tüm vücudumu baştan aşağıya süzüp bir yerimde bir şey var mı diye kontrol etti.
“Arabaya bin Âla, ben eve bakıp geleceğim.” Kafamı hızlıca olumsuz anlamında iki yana salladım.
”Olmaz! Ya bir şey olursa sana? Evde birileri var o kesin, polisi arayalım yardım gelsin.” Ela gözlerinin üzerine gölge düşürdü yine kaşları. Bakışları üşütmüştü ama umursamadım. Söz konusu canıydı.
“Karşında iki sene sonra özel kuvvetlere asker olacak bir adam var Âla. Şimdi arabaya geç, ben gelene kadar sakın inme.” Gözlerindeki kararlılık ve karanlık itiraz etmeme izin vermedi. Sessizce arabaya geçip oturdum. Arabayı kilitlediğinde bıkkınlıkla yüzüne baktım ancak beni umursamayıp ardını döndü.
Bacağındaki kemerden silahını çıkartıp emniyetini açtı. Temkinli adımlarla eve ilerledi. Bahçeden girdikten sonra göremedim onu. Korkuyla tırnaklarımı yerken bekliyordum. Telefonumu çıkartıp polisi aramıştım, birazdan buraya gelirlerdi.
Yarım saat geçmişti, mahallenin yukarısından bir polis arabası bir de ambulans girdi. Kaşlarım çatılırken korkuyla kime geldiklerine baktım.
Evimin önünde durmuşlardı.
Alparslanın kapıları kilitlediğini unutup hırsla kapıya asıldım.
“Açılsana!” Göz yaşlarım bir bir akarken korkuyla eve bakıyordum. Titreyen ellerim telefonuma gitti. Alparslan’ı aradım. Üçüncü kere çalacakken evin bahçesinden çıkan Alparslan’ı gördüm. Bana doğru geliyordu. Arabanın kilidini açtığı gibi dışarıya fırladım, eve doğru koştum.
“Ne oldu? İyisin değil mi? Ambulans neden geldi?” Gözlerime ilk defa böyle bakıyordu. Duygulu, hüzünlü, mahçup. Yüzüne bakarken bakışlarım ardına takıldı. Ambulans görevlileri sedyeden birisini götürüyordu. Üniformalı birisini.
Babam…
”Baba!” Alparslan’ı iterek oraya koşacakken kolları belime dolandı, beni pençesine aldı. Kollarına tırnaklarımı geçirirken bir yandan da bağırıyordum.
“Bırak! Babama ne oldu?! Neden götürüyorlar?!” Kolları vücudumu daha çok sararken sırtımı göğsüne dayadı.
Ambulans çalışıp uzaklaşırken daha da hırçınlaştım. Kollarına vurup bırakması için bağırıyordum.
”Bırak dedim sana! Babama gideceğim, bir şey olmadı ona!”
“Vurulmuş, hastahaneye gidiyorlar. Seni de götüreceğim, sakin ol.” Başımdan aşağıya kaynar sular dökülürken hüngür hüngür ağlamaya başladım. Babam vurulmuştu, durumu ağır değildir değil mi?
Bahçe kapısından çıkan annem ağlayarak bize döndü. Alparslan’ın kolları gevşeyip beni bıraktı. Ok misali kollarından çıkıp anneme koştum. Annem de bana doğru koşup sıkıca sarıldı. İkimiz birbirimize sıkıca sarılıp ağladık.
“Anne! Babama ne oldu anne? İyi misin?” Annemin merhamet dolu parmakları saçlarıma karıştı, sevgiyle okşadı.
“Âla’m iyi ki gelmedin annem eve! Kurban olurum sana, Allah’ım teşekkür ederim!” Annem beni duymazken kollarıyla sarıp sarmaladı, sıcak döşüne bastırdı.
“Zeynep hanım, gidelim hastahaneye isterseniz.” Annem hemen kafasını sallayıp elimi sıkıca tuttu. Arabaya hızlıca yürüyüp sessizce yolun bitmesini bekledik. Annem durmadan içi içine ağlarken ben daha çok ağlıyordum. Çok korkuyordum.
…
Ameliyat kapısında geçen on üçüncü saatte babam yoğun bakıma geçmişti çok şükür. Doktorun söyledikleri kulaklarımda çınlarken gözyaşlarım tekrar akmaya başladı.
‘Uyandığında yürüyemeyecek, mermi diz kapaklarını paramparça etmiş. Durumu hala kritik.’
Annem koltuklara kendini bırakmış içi çıkana kadar sessizce ağlıyordu. Telefonum susmadan çalarken açmak zorunda kaldım. Dedemler arıyordu.
“Âla’m güzel torunum, neden açmıyorsunuz telefonları? Babaannenle meraktan öldük burada kızım.” Hissetmişlerdi galiba.
“Dede, biz hastanedeyiz.” Telaşlı sesleri gelirken içimden dua ettim onlara bir şey olmaması için.
“Babam vuruldu, buraya gelin n’olur dede. Annem çok kötü, babam bir daha yürüyemeyecekmiş dede!” Hüngür hüngür ağlarken arkadan da ağlama sesleri geliyordu. Yığılma sesi gelirken korkuyla kalbim çarptı.
“Dede! Babaanne?! İyi misiniz?!”
“Âla, iyi misiniz siz? Geliyoruz.” Kuzenim Muratın sesi gelirken ağlamam azaldı.
“Biz iyiyiz ama babam, babam iyi değil Murat. Dedemler iyi değil mi? Bir şey olmadı?”
“İyi iyi, çıkıcaz şimdi yola.” Murat konuşmaya devam ederken Gülcan yengemin sesi geldi arkadan.
“Âla, üzmeyin kendinizi güzelim. Geliyoruz hepimiz, Zeynep abla nasıl?” Bakışlarım ardıma dönerken transa geçen annem sallanarak ağlıyordu.
“İyi değil yenge.” Karma karışık sesler gelirken telefon kapanmıştı. Yoğun bakımın camına ilerleyip içeride makinelere bağlı babama baktım. Camın yansımasından yanıma gelen büyük cüsseyi gördüm. Vücut sıcaklığı sağ tarafımı yakarken ilk defa ona bakmadım.
”Komutanım çok güçlüdür, ne yaralar kapattı. Bir haftaya uyanır yine dimdik karşımızda durur.” Dudağımın solu dalga geçer gibi yukarıya tırmandı. Keşke dedim, keşke karşımda dimdik dursaydı.
“Bir daha yürüyemeyecekmiş, doktor öyle söyledi.”
“Siktir!” Ne diyeceğini bilemez halde yanımda öylece bekledi. Sessiz kalışı bir çaresi olmadığını ele veriyordu. Koridordan kalabalık sesi gelirken o tarafa dönmüştük, babamın timi bize doğru hızlı adımlarla
geldiler.
Yanımda Alparslan’ı gördüklerinde hepsi selam dururken Alparslan rahat emrini verip askerlerine ilerledi.
“Komutanım, Celil komutanım nasıl?” Yağız abi bana başıyla selam verdi.
“Dışarıya çıkalım, hastaları rahatsız etmeyelim.” Alparslan timiyle dışarıya çıkarken son kez ardını dönüp bana baktı, geri dönüp ilerledi.
Onların çıkmasının ardından koridorda Elifle Ceylan teyze belirdi. Bize doğru hızlı adımlarla geliyorlardı. Ceylan teyze ilk bana sarılıp saçımı sevdi sonra annemin yanına oturdu.
“Âla, iyi misiniz? Çok merak ettik Celil amcanın durumu ne?”
“Biz iyiyiz ama babam, yoğun bakımda Elif.” Bana kollarını açıp sarılmamı bekledi. Omuz bekleyen başım sıkıca ona sarıldı. Benim en yakın arkadaşım yoktu ancak bu zamana kadar kendime en yakın gördüğüm kişi Elif olmuştu. Sırlarımı paylaştığım ilk ve tek arkadaşımdı.
Alparslan’ı bile biliyordu.
Bu güvenimin hayatımı alt üst edeceğini bilmezdim.
…
3 Ay Sonra;
“Dünyanın en yakışıklı babasına dünyanın en lezzetli çorbasını yapmış bulunmaktayım. Tebriğin en büyüklerini rica ediyorum alayım.” Babam bu hallerime kahkaha atarken ellerini uzatıp yanaklarımı tuttu, başıma kocaman bir öpücük kondurdu.
“Celil dikkat etsene annem.” Babaannem hemen dibimizde biterken bana kınayıcı bakışlarını attı. Babamın elini kaldırdığını görse ışık hızında dibimizde bitiyordu.
“Anacağım elli üç yaşında koskoca adamım hala üç yaşında çocuk muamelesi yapıyorsun.” Söylenmesine hepimiz gülerken babaannem alınganlıkla bakıp yerine oturdu.
Üç ayda babam uyanmış ve yoğun bakımdan çıkmıştı. Doktorun dediği gibi babam yürüyememişti. Bacaklarında his olmamıştı. Bu hepimizi kahretse de içten içe dua ettim hep. Babam hayattaydı, bacakları yoksa ben olurdum ona kol bacak. İstediği her yere götürür gerekirse sırtımda taşırdım. Gözlerim ıslanırken babam görmeden hemen sildim.
“Celil, oğlum ben diyorum ki hep beraber memleketimize dönelim. Eski günlerdeki gibi hep beraber yaşayalım.” Dedemin yorgun sesi ortamı sustururken babam derin bir nefes alıp verdi.
“Bunu ailemle konuşayım bir baba.” Dedem sessizce kafasını salladı. Babaannem tam itiraz etmek için ağzını açmıştı ki annem salona girip yemeğin hazır olduğunu söyledi.
Babam artık burada görev yapmayacaktı. Daha doğrusu artık bir gaziydi. Bu babamı derinden etkilemişti, bazen geceleri sessizce ağladığını duyuyordum. Annemin sesiyle yatışıyordu, uyuyordu. Tim babamın yaralanmasının hemen ardından göreve çıkmıştı. İlk defa babamsız bir göreve çıkmışlardı. Onlar için de çok zor bir durumdu. Hala dönmemişlerdi, Alparslan’dan aylar öncesinden bir mesaj vardı sadece.
❤️🩹: Âla, ben göreve gidiyorum. Ne kadar sürer bilmiyorum ama kısa sürmeyeceği kesin. Döndüğüm gibi yanınıza geleceğim, kendine çok dikkat et. Bir şeye ihtiyacın olursa bu numarayı ara sakın çekinme.
*numara
Ben yanıt vermek istesem de interneti çoktan kapanmıştı. Üç aydır haber alamıyordum. Her gün kalbim korkuyla sıkışırken acımı Elife anlatıp rahatlıyordum. O ise bu dünyanın çok kısa olduğunu ölüp kalacağımızın belli olmadığını onu sevdiğimi söylememi istiyordu. Çok haklıydı ancak buna cesaretim yoktu.
Ya benden tamamen kaçarsa? Bir daha yüzüme bakmazsa? Benimle konuşmazsa? Bunlar bana daha ağır gelirdi. Ben küçük sevdamı içimde sessizce yaşamaya alışmıştım. Onun yokluğunu ne ruhum ne de bedenim kaldırırdı.
Telefonumdan mesaj sesi geldiğinde heyecanla ekrana baktım. Beklediğim kişiden değildi, Elif yazmıştı. Hep buluştuğumuz arka bahçeye beni çağırıyordu. Babam hastahaneden çıktığından beri askeriyenin lojmanında
kalıyorduk. Babamın en yakın görev arkadaşı olan Albay Engin amca böyle daha güvenli olacağını söylemişti.
“Nereye gidiyorsun amcam?” Celal amcamın sesiyle yerimden sıçramıştım. Gülerek onun tarafına döndüm.
”Of amca ödümü kopardın! Elif çağırdı aşağıya bir yanına inip gelicem.”
“Yemek yiyeceğiz çok geç kalma.” Kafamı şımarık kızlar gibi gülerek sallayıp yanağından makas aldım. Amcam arkamdan deli kız diye söylenirken gülerek ayakkabılarımı giyinip dediği yere doğru yürüdüm. Hep oturduğumuz bankta Elif oturuyordu ve karşısında da oradan oraya sıkıntıyla yürüyen Alparaslan’ı gördüm.
Onlara yaklaştıkça içime bir sıkıntı düşüyordu. Arkadaşım beni gördüğü gibi ayağa kalktı, gözleriyle resmen gelme demek istiyor gibiydi.
“Bu ne Âla?!” O koluma elini sardı, öyle sinirliydi ki beni tuttuğu gibi şiddetle sarstığını anlamadı. Gözlerim dolmaya başlarken elinde tuttuğu fotoğrafı bana doğru salladı.
“Kardeşim gibi baktım ben sana nasıl böyle bir şey düşünürsün? Ben mi ümit verdim sana, bir hareketimi mi yanlış anladın da böyle şeyler yazdın?!” Elindeki fotoğrafta o vardı, öyle güzel gülüyordu ki kalbim kuş gibi çırpınırdı her gördüğümde. Dayanamamış resim olarak çıkartmıştım, arkasına ise resme her baktığımda hissettiklerimi ve adımı yazmıştım.
“Alparslan..”
“Abi! Alparslan abi diyeceksin! Bana bak Âla!” Göğsünde dolanan yaşlı gözlerim koyu mavilerine döndü. Boğuldum, yoruldum onun gözlerinde ama hiç dinlenemedim. Limanına hiç yanaştırmamıştı beni, büyük dalgaları hep yutttu.
“Unutacaksın, anladın mı? Bin tane kalbim olsa, biri bile senin için atmaz. Şimdi gidin, bir daha da karşıma çıkma.” Elindeki fotoğrafı yırttı, içime sığdırdığım sevdamla yazdıklarım bölündü. Sonra hepsi yüzüme çarptı, parçanlanmış kağıtları yüzüme fırlattı. Sert postalları ardını döndü ve gitti.
“Âla! Gel, oturalım. İyi misin, bana bak Âla.” Elif donmuş bedenimi hareket ettirip banka oturttu. Ellerimi sıkı sıkı tutuyor yüzüme düşen yaşları silmeye çalışıyordu.
“Nasıl? Nereden buldu onu?” Gözlerim yerde parçalanmış resmideydi. Günlüğüme koyduğum bu fotoğrafı yalnızca oradan alabilirdi. Günlüğüm de her zaman çantamda olur, birisi almadığı sürece göremezdi.
“Bilmiyorum, ama bulacağız. Birisi fotoğrafı alıp odasına koymuş, seni beklerken beni gördü. Senin geleceğini anladığında bekledi, Âla sinirliydi gelirkende. Başka bir şeye sinirlenmiş olabilir, n’olur ağlama. Üzülme çok fazla, öğreneceğiz kimin yaptığını!” Aklımı yokladım, çantamı nereye koydum, nerelere gittim diye ama sonra durdum. Artık bunun bir önemi yoktu, o her şeyi öğrenmişti.
Ayağa kalkıp Elif’e sıkıca sarıldım, bu bir vedaydı. Buralardan gitme şansım vardı, gidecektim.
“Âla?..”
“Kendine çok iyi bak Elif, arayacağım ben seni.” Kollarından sıyrılıp eve koştum. Ardımdan bağırdığını, beni durdurmaya çalıştığını duyabiliyordum ama aldırmadım. Ondan kaçıyormuş gibi koştum, gerçeklerden, acı sözlerinden kaçıyormuş gibi.
Bu gece hayatımın alt üst oluşuydu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |